02 Haziran
2018
CUMHURBAŞKANIMIZIN DİKKATİNE!
DİYANET’TE YANLIŞ UYGULAMALAR
VE
ÖNERİLERİMİZ
c.ahmetakisik@gmail.com
Tanzimat döneminde, özellikle Meşrutiyet’te ve
Cumhuriyetin ilk yıllarında dini kurumlar büyük sarsıntı geçirmiştir. Bir yandan
küresel İslam anlayışının temsilcileri, diğer yandan Cumhuriyeti kuran
kadroların dine yaklaşımlarıyla İslam ve rükünleri, büyük değişikliğe uğramıştı.
Cumhuriyet öncesi Ziya Gökalp’in hazırladığı “Türkçülüğün Esasları”
kitabında din alanında yapılacak değişiklikler ve reformlar, büyük ölçüde bir
bir sayılıyordu.
Fizik olarak büyük Türkiye toprakları
Avrupalılarca işgal edilirken Osmanlının omurgasını teşkil eden İslam ve
kurumlarının aynı şekilde kalması elbette düşünülemezdi. Öyle de oldu.
Zaman içinde bütün dini kurum ve kuruluşlar, başta
Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Okulları, Yüksek İslam Enstitüleri ve
Ankara’daki İlahiyat Fakültesi, bugünkü ifadeyle tek tek formatlandı. Yeniden
yapılandırıldı. Bu değişimde küresel din düzenleyicileri olan Mısır, Pakistan
ve Paris aktivistleri aktif rol aldı.
1. Selefiyye kavramı
Diyanet İşleri Başkanlığının bütün Müftülüklere
gönderdiği ve vaazlarda esas alınmasını istediği “İlmihal”inde Selefiyye,
bir ehl-i sünnet/hak mezhep olarak gösterilmiştir.
Hiç bir Ehl-i Sünnet aliminin kitabında
selefiyye kavramı geçmemektedir. Bu kavram, 19. yüzyılın sonlarında İbn
Teymiyye ideolojisinin bir ürünü olarak anti-mezhepçiler tarafından kullanılmaya
başlamıştır. Bu kavramın dünyaya yayılmasında Mısır ekolü çok etkili olmuştur.
Bu gün Ortadoğuda terör gruplarının en etkili
olanlarından biri de selefiyyeler/selefilerdir.
Ancak bir de Selef/Selef-i salihın kavramı
vardır ki, bunun Selefiyye ile bir alakası yoktur.
ÖNERİ 1: Selefiyye’nin itikaden sapık ve
sapkın bir mezhep olduğu ilan edilmelidir.
2. İmanın şartlarının 5’e indirilmesi
Hüseyin Atay’ın “Kur’an ve Hadis’de İman Esasları”
ismindeki eseri, Diyanet İşleri Başkanlığınca basılmıştır. Bu eserde kadere
iman, inkar edilmektedir. Halbuki bu görüş, Mutezile’nin görüşüdür. Mutezile
ise Ehl-i Sünnet’in dışında bir mezheptir. Ecdadımızın 1300-1400 yıl sahip
olduğu İslam akaidine aykırı bir inanıştır.
Selçuklu ve Osmanlının en önemli özelliği, Sünni
Müslümanlığı temsil etmeleridir. Diğer bir ifadeyle Ehl-i Sünnet olmalarıdır.
Ehl-i Sünnet’te de imanın şartları, itikad esaslarının temelini oluşturmaktadır.
Kaderi inkar gibi Mutezile inancının resmi
kurumlar vasıtasıyla yayılmasındaki hedef, Ülkemizde Müslüman halkımızın
itikaden birliğini bozmak ve onu fikri ayrılığa düşürmektir.
ÖNERİ 2: İmanın şartının altı olduğu,
hutbe ve kitaplar yoluyla açıkça ilan edilmelidir.
3. Müslümanları itikaden ayrıştırma
Mısır’da dinde reformistlerden biri olan M.
Reşid Rıza’nın “Muhaveratu’l-muslih ve’l-muqallid” kitabı, “İslam’da Birlik
ve Fıkıh Mezhepleri” ismiyle ve H. Karaman’ın sadeleştirme ve notlarıyla Diyanet
İşleri Başkanlığı’ınca basılmıştır.
M. Reşid Rıza, çok şiddetli bir Selçuklu ve
Osmanlı muarızıdır. Muslih ve Mukallid diyaloğu ile Ehl-i sünnet mezhep ve
alimlerini hedef alarak tenkid eden, zaman zaman alay eden, sünni mezhep
ulemasını İslam’da İctihad yapmanın önünde en büyük engel gören, sünni fıkıh
kitaplarının bid’at ve hurafelerle dolu olduğunu söyleyen, Fiten ve Mehdi ile
ilgili hadisleri inkâr eden, mason olan üstadı C. Afganî’nin terörize fikir ve
sapkınlıklarını FETÖ’de olduğu gibi dinde yenilik ve hoşgörü kalıpları içinde
sunan, devlet idaresinde adalet ve hakkaniyeti gerçekleştiren Ecdadımıza,
Türklere açıkça düşmanlık gösteren, küresel Oryantalizm emrinde itikaden ve
amelen sapık ve sapkın bir ideolojinin temsilcisidir.
Milletimizi ayrıştırıcı bu sapkın dini
ideolojinin, ne yazık ki, Üniversitelerimizin İlahiyat ve İslami İlimler
Fakültelerinde bilimsel format çerçevesinde öğretimi yapılmaktadır. Adeta 1400
senelik Sünni Müslümanlığa cihat ilan edilmiştir. Öyleki İlmi litaratürde
kullanılan Mezhep Müctehidlerinin unvanları dahi kullanılamaz hale gelmiştir.
Hayrettin Karaman’ın hiçbir eserinde başkasından nakil dışında İmam-ı Azam
ifadesine raslanmaz. Bu ideolojik tutum, bütün şer fikir ve akımların yurt
içinde rahat bir şekilde yayılmasına ve gelişmesine zemin hazırlamıştır. Onun
için FETÖ, 40 sene Diyanet ve İlahiyat camiasında hiçbir takibe
uğramamıştır. FETÖ’nün fikri alt yapısı ile Taliban, İşid, Nusra ve
Selefiyye’nin alt yapıları temelde aynıdır. Diğer bir ifadeyle bunların
hepsi, küresel Oryantalizm’in emrinde belli plan ve program çerçevesinde idare
edilmektedir.
Müsteşrik kökenli bu sapık ideoloji,
Ülkemizin son devir ulemasından M. Zahid Kevseri, Şeyhulislam M. Sabri Efendi ve
YİE müdürü Ahmet Davudoğlu tarafından çok şiddetli bir şekilde tenkit edilmiş ve
bu akımın bir İslam’ı değiştirme projesi olduğu beyan edilmiştir.
ÖNERİ 3: İslam’da Birlik ve Fıkıh
Mezhepleri gibi kitapların 1300-1400 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslam
uygulamasına aykırı olduğu ve Ecdadımızın temiz itikadını değiştirmeye ve
ayrıştırmaya yönelik olduğu ilan edilmelidir.
4. Hadisleri ayıklama ve inkar
İslâm’ı kendi fikir ve ideolojilerine alet
edenler, Akaid ve Fıkıh’ta olduğu gibi, Hadis ayıklamacılığı ve inkarcılığı da
yapmaktadırlar. Ehl-i sünnet alimlerinin bir teknik tabir olarak kullandıkları
haber-i ahad kavramını Müsteşriklerin safına geçerek İslam Akaid
sistemine karşı kullanabilmektedirler. Mehmet Görmez, Fiten’le ilgili hadisleri,
Buhari ve Müslim’de geçse de şaibeli bulmaktadır. Özellikle Diyanet vakfı
ve 29 Mayıs Üniversitesi çevresinde toplanan ve Afgani, Abdüh ve R. Riza
ideolojisine sahip yüzlerce hadis münkiri diyanetci ve ilahiyatçı aynı
görüştedir. Bunların bir kısmı Felsefe ve Edebiyat alanında çalışmaktadır.
ÖNERİ 4: Kur’an-ı Kerim’den sonra hüküm
istinbatında ikinci kaynak olan Hadis, Felsefeci, Edebiyatçı, şii meşrepli ve
Müsteşrik fikirli ilahiyatçıların tasallut ve inkarından kurtarılmalı ve gerekli
tedbirler alınmalıdır. Bu konuda YÖK ve Üniversiteler, üzerlerine düşen bilimsel
sorumluluklarını yerine getirmelidirler.
5. İmsak vaktinde hata
Namazın sahih ve makbul olması için vaktin
bilinmesi, girmesi ve doğru hesaplanmış olması gerekir. Vakit, namazın
şartlarındandır.
İmsâk vakti, “fecr-i sadık”la başlar. Bu da doğuda
beyâzlığın ufuk üzerinde yayıldığı değil, ilk görüldüğü vakittir. O anda fecr
yüksekliği, -19 derecedir.
Sabah namazının vakti ve oruç da dört mezhebe
göre, o vakitde başlar.
Osmanlıda ve Cumhuriyet döneminde başkan Tayyar
Altıkulaç’a (1983 yılına) kadar vakit hesaplama uzmanları, sabah namazı vaktini,
imsaktan 18-20 dakika sonrasında göstermişlerdir.
Bu uygulama, şu hadis-i şeriften
kaynaklanmaktadır:
Enes ibn Mâlik, Zeyd ibn Sâbit (radıyallahü
anh)'den rivayet ediyor:
Zeyd ibn Sabit anlatıyor: Biz Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in beraberinde sahur yemeği yedik. Sonra Peygamber
(sabah) namazına kalktı. Enes dedi ki: Ben de Zeyd'e sordum:
— Sabah ezanı ile sahur arasında ne kadar zaman
geçti?
Zeyd:
— Elli âyet (okuyacak) kadar, diye cevâb verdi.
Hadis:
Buhari, Kitabu’s-savm, 1955.
Muslim, Kitabu’s-savm, 2606.
Tirmizi, Kitabu’s-savm, 704.
Nasai, Kitabu’s-savm, 2167.
İbn Mace, Kitabu’s-savm, 1764 ve diğer
Hadis Külliyatı’nda bulunmaktadır.
DİB yayınlarından Tecrid-i Sarih’de ilgili hadis
açıklanırken bu (elli âyet okuyacak kadar) süre, 18 dakika olarak
açıklanmıştır.
Şu anda Diyanet’in Takvimi’inde (1983 yılından
beri) bu 18 dakika kaldırılmış, İmsak vakti, Sabah namazı vaktine
çekilmiştir. Dolayısıyla Ezan okunurken ağızında lokma olan nasıl hareket
edecektir? Çünkü o andan itibaren oruca başlamış olması gerekiyordu. Uygulamada
Ezan okunduktan sonra dahi bir müddet yemeğe devam edenlerin olduğu
bilinmektedir.
İşte bu tehlikeden dolayı Vakit Hesaplama
uzmanları, söz konusu hadis-i şerifi dikkate alarak İmsak ile Sabah namazı
arasına 18 dakikalık bir süre koymuşlardır.
Namaz Vakitlerine kim müdahale etti?
Ramazan ayında Murat Bardakçı, bir programda A.
Bayırdır’ı konuk etti.
A. Bayındır, bilinen bir simadır. İslam
İlimleri alanında Selçuklu ve Osmanlı dahil Sünni alimler, ne söylüyorlarsa,
adeta tümüne karşı bir tavır sergiler. İslam’da Modernizm’in savunucusudur.
Diyalogçudur. Kadere inanmaz. Mezheplere ve imamlarına hiç inanmaz. Hadislerin
çoğu uydurmadır, der. Meşayih-i kiramın ileri gelenlerini tekfir eder. Namazın
kazası olmaz diyerek, gözle imayı ileri sürer. Hazret-i Ömer’in Arapça
bilmediğini iddia eder.
A. Bayındır, bu programda bizzat Namaz
Vakitleri konusuyla ilgilendiğini, DİB ile bir çok toplantılar yaptığını, İmsak
vaktinin Sabah namazı vaktine çekilmesi konusunda başarılı olduğunu,
ancak bunun yeterli olmadığını, İmsak’ın güneşin doğuşuna yaklaşık 30 - 40
dakika kalan bir zamana kadar çekilmesi lazım geldiğini söyledi.
H. Atay da bu konuda aynı görüştedir.
İşin çok enterasan yönü, A. Bayındır’ın, Namaz
vakitlerinin yanlış hesaplandığını açıklamasından sonra,
Hayrettin Karaman, “Diyanet İşleri
Başkanlığı, bu arkadaşı dinlemelidir” diyerek bir yazı kaleme almıştır.
Diyanet, İkindi’de (5-7) ve Yatsı vaktinde de
(6-11) dakika arasında (kendi takvimi 1982’ye göre) değişikliğe gitmiştir.
Temkin Nedir?
Bir namazın “hakikî vakti” ile “şer’î
vakti” arasındaki zaman farkına temkin zamanı denir. Temkin miktarı,
her namaz vakti için yaklaşık aynıdır. Bir şehrin en yüksek mahalline mahsus
olan temkin zamanı değişdirilemez.
İstanbuldaki râsıda yakın olan en yüksek yer,
Çamlıca tepesi olup, yüksekliği 267 metredir. Güneşin batışında bu tepede son
ışıkları kayboluncaya kadar geçen zaman, temkin vakti olup bunu hesapla bulunan
“hakiki vakt”e ilave edince “şer’î vakit” bulunur. İstanbul için
temkin miktarı, ortalama 10 dakika olarak belirlenmiştir. Her yerin
temkin miktarı farklıdır. Yerleşim yerleri için temkin miktarlarını gösteren
cedveller yapılmıştır.
Temkini kaldırınca Fıkhî/Şer’î bakımdan ibadetler
tehlikeye girer. İstanbul’da Kadıköy’de oturan bir Müslüman, hesaplara göre
Akşam’da “hakiki vakit” girdiği halde Çamlıca tepesinde güneş ışını görünüyorsa,
orucunu bozamaz.
Hesapla elde edilen Namaz vakitlerine bu
temkin miktarları ilave edilerek Takvimler hazırlanmaktadır.
Temkinlerle oynama, ibadetlerle oynama ile aynı
anlama gelmektedir.
Ülkemizde Şehirlerin Temkinlerini, son Osmanlı
vakit uzmanları hazırlayarak cedveller halinde ilan etmişlerdir.
Bu durumda temkin kavramı ile gelişi güzel
kullanılan ihtiyat, aynı değildir. Çoğunlukla, bu iki ifade birbirine
karıştırılmaktadır. Temkin, vakit hesaplamada kullanılan bir terimdir.
ÖNERİ 5: Diyanet İşleri Başkanlığı, kendi
takviminde İmsak başta olmak üzere Namaz Vakitleriyle ilgili değerlerde acilen
1983 yılı öncesine dönmelidir.
***************
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/genis-aci-fikir-ve-tartisma/602540.aspx
|