Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

23 Nisan 2017

Bu Fitnenin sahibi kim?

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

Kutlu Doğum Haftası

Ülkemiz, 15 Temmuz 2016’da tarihinin en büyük ihanetlerinden, darbe girişimlerinden, kalkışmalarından birini yaşadı. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey’in vakarlı duruşu, gayreti, milletin müdahalesi ile muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı yapılmak istenen bu ölüm vuruşu engellendi.

Bu tarihten sonra Fetö belasının ne menem bir şey olduğu, on yıllardır ülke içerisine soktukları fitneler daha rahat dillendirilmeye başlandı.

Şurası muhakkak ki Fetö en fazla, dini kullanmıştı. Ancak onun çok açık bir emeli daha vardı. Dini bir taraftan kullanırken diğer taraftan bozmak, içini boşaltmak ve Müslümanları Hıristiyanlaştırmak! Diyalog hareketinin bu manaya geldiğini bugün artık Fetö militanlarının dışında anlamayan yok gibidir.

Diğer taraftan bu örgütün dinin pek çok noktasına öldürücü vuruşlar yaptığı da malumdur. Hutbelerden “İnned dine indallâhil İslam” (Allah katındaki tek din İslam’dır, Al-i İmran 19) ayetinin çıkarılması, Kur’an-ı Kerim’in bozuk meallerinin yaygınlaştırılması, Kelime-i şehadetle oynanması, iman esaslarının sarsılması, camilerin sıra ve masalarla donatılması gibi…

Bunlardan biri de “Kutlu Doğum Haftası” projesi idi. Bu durumu son beş senedir TV programlarında dile getirmiştim. Ne üzücüdür ki 14 Nisan 2017 Cuma hutbesinde Diyanet bu projenin kendilerine ait olduğunu ifade etti. Gerçek böyle miydi? Yoksa hâlâ Diyanet’te bu bozuk uygulamaya devam etmek için direnen bir grup mu bulunmakta?

Öncelikle bu uygulama nasıl başlatıldı?

Kutlu Doğum Haftası, Prof. Dr. S. Hayri Bolay’ın teklifi ile Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1989 yılında başlatıldı. Bu projenin şifresini ise bugün Fetö’den tutuklu bulunan Mümtaz’er Türköne vermektedir. Türköne kendisinin de Türkiye Diyanet Vakfı’nda Yayın Kurulu üyesi olarak görev yapmaya başladığı dönemde, kurul başkanı Prof. Dr. S. Hayri Bolay ile birlikte altı kişilik bir kurulun aldığı karar ile ortaya çıktığına işaret etmiştir.

İlk çıktığında kimsenin dikkatini çekmemiş ve rahatsızlık meydana getirmemişti. Zira eskiden olduğu gibi hicri takvime göre kutlanıyordu. Ancak Fetö zihniyetinin planları devam ediyordu. Kısa bir süre geçmeden Türk milletinin kalbini sızlatacak girişimler başlayacaktı. Nitekim öncelikle 1994 yılından itibaren, diğer dini günlerin aksine miladi takvime göre kutlanmaya başlandı. Oysa Osmanlı Devleti’nde de olduğu gibi asırlardır Mevlid kandili, diğer kandil günlerinde olduğu gibi Hicri takvime göre kutlanırdı.

Diyanet Mevlid kandiline alternatif mi üretiyordu yoksa 30-40 sene sonrasının ortaya çıkacak yeni uygulamalarına zemin mi hazırlıyordu? Bakınız bu uygulamanın ileride konuyu nerelere götüreceğinin şifrelerini Yaşar Nuri Öztürk, o günlerde Hürriyet’e yaptığı açıklamalarıyla gündeme taşımaya başlamıştı bile. Öztürk şöyle diyordu:

Biri öyle biri böyle kutlanır mı? Ramazan ve Kurban Bayramlarını Hicri takvime göre kutlayacaksınız, Kutlu Doğum Haftasını ise Miladi. Bu bir seçim. Diyanet öyle seçmiş. Ancak, bir tercih yapacaksan, yani Miladi takvimi uygun görüyorum diyeceksen; o zaman bütününü Miladi takvime göre kutlayacaksın. Ramazan örneğin, Diyanet bir karar alsın Ramazanı, Kurbanı da tıpkı Kutlu Doğum Haftası gibi Miladi takvime göre belirlesin. Bizler de ona göre bu dini günlerimizi, aylarımızı yaşayalım.”

Artık Fetö projesini istediği gibi yönlendiriyordu. “Kutlu Doğum Haftasını” bütün illerde düzenlenen panel ve konferanslar ile genişletmeye başladılar. Bir Fransız akademisyenin önerisiyle her yıl farklı gündem ile Peygamberin anlatılmasının uygun olacağı vurgulandı ve bu uygulamaya geçildi. Programlarda neredeyse Peygamber Efendimiz hiç konuşulmuyor güya insanlık idealleri işleniyordu. Şefkat, merhamet, güven, itimat gibi konulara yer veriliyor “evrensellik” mesajları konuşuluyordu.

Bu arada Diyanet ve İlahiyat camiaları onların girdabına kapılmış gidiyorlardı. Abant toplantıları, Kutlu Doğum uygulamaları hep onların paralel projeleriydiler.

Öyle ki Kutlu Doğum Haftası’nın son günü F.G.’nin doğum tarihi (27 Nisan 1941) ile çakıştırılmış ve bu durum ayrı bir tepki meydana getirdiğinden 2008 yılından itibaren etkinlik tarihi bir hafta öne alınmıştı. 2011 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın genelgesiyle okullarda dahi Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri düzenlenmeye başladı.

Etkinlikler çerçevesinde neler yapılıyordu?

18 Nisan 2008 tarihli Zaman Gazetesinde Kutlu Doğum haberleri şu şekildeydi: “Vâizelerden Kutlu Doğum Konseri”.

“İstanbul Müftülüğü Türk Tasavvuf Musikisi Kadınlar Korosu, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle özel bir konser verdi. Koro elli kişilikti. Peygamber sevgisini ilahî ve kasidelerle anlatan kadın korosu izleyenler tarafından büyük ilgi görmüştü. Konserde duygulu anlar yaşayan İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, başörtülü bayanların konser vermesinin medya tarafından eleştirilmesinin çok yanlış olduğunu söylemişti. Çağrıcı, “Dininin buyruğu olarak giyinmiş başörtülü kadınların konser verdikleri için eleştirilmeleri çok büyük haksızlık…” diye konuşmuştu. Müftülük kadınlar korosu, sınavla alınmış ve özel olarak yetiştirilmiş elli vaize ve Kur’an Kerim hocası kadından oluşuyormuş.

Diyanet şu soruya cevap vermelidir. Kadınlarımıza dinlerini öğretecek kadrolu vaizeler mi almaktadır? Yoksa hanendeler mi?

İstanbul’un ilk ve tek bayan müftü yardımcısı Kadriye Erdemli’de fetva makamında yeni içtihatlar yapmaktan geri kalmıyordu. Müziğin İslâm’ın her alanında var olduğunu belirten Kadriye Erdemli, “Ezan zaten kendi başına müzikli bir tebliğdir” demekteydi.

Acaba tefsirler, hadisler, mezhep imamları ve fetva mecmuaları bu konuda neler söylüyordu. Bayan Erdemli bunları hiç okumuş muydu? Bu âlimler hakkındaki fikirleri neydi?

Diğer taraftan 2013 yılı Kutlu Doğum Haftası kapsamında; Eskişehir Milli Eğitim Müdürlüğü, Eskişehir Müftülüğü ve Fetö mensuplarınca teşekkül ettirilen Yusev, Esed, Edimder ve Emeder dernekleri tarafından “Eskişehir O’nu Okuyor” adlı kitap okuma yarışması düzenlenmişti. Bu yarışma için öğrencilere ve vatandaşlara binlerce ücretsiz siyer kitabı dağıtılmıştı.

Yarışmada lise öğrencileri, Dr. Reşit Haylamaz’ın “Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz” isimli siyer kitabından sorumlu tutuldular. Bu kitabın 252. sayfasında “Hazreti Peygamber’e iman etmenin, Müslüman olmanın zorunlu bir unsuru olmadığı” inancı işleniyordu. Şöyle ki:

“Ancak O’nun hedefi, öncelikle bütün insanları rahmet ve şefkatle kucaklayıp, ümmeti arasında da kelime-i tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçınarak kendisini kabul etmese bile La ilahe illallah diyen herkesi buraya getirmekti. Çünkü O (s.a.v), Kim La ilahe illallah derse cennete girer buyuracaktı”.

Tepkiler üzerine pek çok ilde Milli Eğitim Müdürlükleri ve müftülükler yarışmadan çekildiğini açıklamıştı.

Yine Diyanete soruyorum: Bütün bunlar sizin isteğiniz ve projeniz mi idi?

Kutlu Doğum haftasında aynen Türkçe Olimpiyatları gibi şarkılı türkülü organizasyonlar ile bir karnaval havası estirilmeye başlanmıştı.

En güzel organizasyonu biz yaptık demek için çabalar gösteriliyordu. Bid’ata, harama davetler vardı. Kadın-erkek karışık sazlı dümbelekli peygamber anılması başlamıştı.  

2011 yılında orkestra eşliğinde dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Bey’in katılımıyla gerçekleştirilen “Mevlit Kantat Promiyeri” ise rezaletin ne noktaya geldiğini işaret ediyordu.

Kutlu Doğum ile Fetö’nün asıl maksadı neydi?

Onlara göre üç şeye inanan Müslüman olur ve Müslümanlık dairesi içinde kalır:

Allah inancı, Ahiret inancı ve Küresel değerlere iman!

Dikkat edilirse Kutlu Doğum konuşmalarının hep küresel değerlere imana getirdiği görülecektir. İmam Hatip Lisesi akaid kitaplarında “Küresel değerler tartışmasız olacak” denilmektedir. Küresel değer olarak tartışmasız olmasını istedikleri kavramları, kutlu doğum programlarında insanların şuur altlarına işlediler. Bir manada gençlere dini inancını buna göre düzelt demek istiyorlardı. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şerifleri küresel değerler adına feda edilmektedir.

Hiç karşı gelen olmadı bu olanlara. Çünkü insanlar ehlileştirildi. Sürekli cereyan eden uygulamalar karşısında insanlar duyarsız hale getirildi. Transparan elbiselerle defile oluyor, birileri çalıyor, birileri de salavat söylüyordu. Aynı insanlar neredeydi? Kutlu doğum programlarındaydı.

Yine diyanete soruyorum bu olanlara bir kez olsun karşı geldi mi? Bir bildiri yayınladı mı? Hayır. Sessiz kaldıklarına göre demek ki tasvip ediyorlar.

Diyanetin sendikası “kutlu doğum diye bir şey yoktur, bu bidattir” diye kitapçık hazırlayıp dağıtmıştı. Bunu da mı inkâr edecekler?

Dikkat edin! Milli Eğitim Bakanlığı yerinde bir kararla kutlu doğum programlarını kaldırdı. Fakat Diyanet ve İlahiyat camiası nedense direnmektedir.

Direnme bir yana 25 yıldır Gülen örgütü içinde yer alan Prof. Dr. Ahmet Keleş Bey “Kutlu Doğum Haftası Fetö projesidir” diyerek itirafta bulunurken Diyanet sahiplenmeye çalışmaktadır.

Diyanet bütün bunlara rağmen Kutlu Doğum Haftasını kendi projesi görüyorsa biz de Diyaneti bütün bu organizasyonların sahibi olarak görmekten ve Fetö’nün bütün icraatlarının hamisi bilmekten başka bir şey yapamayacağız.

Zira biz bunu sadece bir Fetö projesi olarak gördüğümüz için değil İslam’ı bozan, İslam’ı yıkan, dinin içini boşaltan, dini yozlaştıran, Peygamber Efendimizi anmak ve anlatmak için değil onu hakiki anlamaktan uzaklaştıran sinsi bir plan olarak görmekteyiz.

Yirmi sekiz yıllık Kutlu Doğum Haftası uygulamaları da bunun ispatından başka bir şey değildir!

 

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

KAYNAK:

http://ahmetsimsirgil.com/bu-fitnenin-sahibi-kim-kutlu-dogum-haftasi

Ana Sayfa