|
|
21 Mart 2017 Ancak sana ibâdet ederiz Dr. C. Ahmet Akışık Ehl-i sünnet âlimleri “Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.” âyet-i kerîmesinin tefsirinde özetle şunları söylemektedirler: Allahü teâlâ dünyada her şeyi bir sebeple, bir vâsıta ile yaratmaktadır. Bir insanın hayatını devam ettirebilmesi için yemek, içmek ve nefes alıp vermek mecburiyetindedir. Her canlının hayatını sürdürmesi, bir takım sebeplere bağlanmıştır. Maddî âlem böyle olduğu gibi, manevî alanda, dinî konularda da durum aynıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de sabır1 ve namaz2 ile yardım istenmesi emredilmiş ve havâriler3in ve melekler4in yardımından bahsedilmiştir. Dolayısıyla sabır, namaz, havâri ve melek bir vâsıta, bir vesile olmaktadır. Bir kimsenin hidâyete erebilmesi, yani mü’min olabilmesi de, haberciler vâsıtasıyla olmaktadır. Vahiy dönemlerinde bu haberciler, peygamberlerdi “aleyhimü’s-selâm”. Şimdi bu “haberciler”, hak dini doğru olarak tebliğ eden kişilerdir. Bu kişiler, peygamberlerin vârisleri olan ehl-i sünnet âlimleridir. Zaten dinî ilim ve konularda bir bilene, bir âlime başvurma, ondan yardım isteme, dinî bir vecîbedir. Hak teâlâ, “İyilik ve takvâda yardımlaşın.5” buyurmaktadır. Dört mezhebin yolundaki âlimler, yardım isteme konusunu bu çerçevede açıklamaktadırlar. Mü’min, sadece yardımın değil, atomdan, gezegene ve galâksilere kadar kâinattaki her şeyin yaratıcısı6nın yüce Allah olduğuna inanmaktadır. Îmanın gereği de budur. Şirk, Allah’tan başka ilâh ve yaratıcı kabul etmektir. Mü’minler, gıda, uçak ve bilgisayar gibi âlimi bir vâsıta, bir vesile saymaktadırlar. Topun, silâhın, otomobilin ve petrolün bir vâsıta olduğunu kabul edip de sadece âlimin veya evliyanın bir vâsıta, yani vesile olamayacağını söylemek, hem aklî, hem de naklî delillere ters düşmektedir. Âyet-i kerîmede “Bilmiyorsanız, zikir ehline [âlimlere] sorunuz.7” ifadesi, “Onlara başvurunuz, onlardan yardım isteyiniz.” anlamındadır. Bu diri için böyle olduğu gibi, ölü için de böyledir. Ölülerin işitmeyeceğini söylemek nass ile bildirilen delillere aykırıdır. Âyet-i kerîmede şehitler için “Allah yolunda öldürülenler [kabirlerinde] ölü değil, diridirler. Fakat siz anlamazsınız.8” buyrulmaktadır. Bir peygamber de kabrinde diridir. Bir peygamberin derecesinin, normal bir şehitten daha aşağıda olduğu elbette düşünülemez. Dolayısıyla peygamberler, şehitler ve sâlih mü’minler, kabirlerinde âhiret şartları içinde diridirler. Fakat madde ile ruh ve âhiret âlemi ile dünya hayatı birbirinin zıddı olduğu için fizik ölçüler içinde bu anlaşılamaz. Bütün bunlar gösteriyor ki, yardım, sevgi ve saygı, insan olmanın ve sosyal hayatın bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. İslâm’da bir mü’minin bir mü’mini sevmesi, ölünce ona dua etmesi, Yâsîn okuması, mezarına saygı göstermesi ve ondan şefâat ve yardım dilemesi, ona tapmak değildir. Ona hüsn-i zan ile hürmet etmesidir. Onun Hak teâlâ katında sahip olduğu nimeti vesile ederek ona tazarru’ ve niyazda bulunmasıdır. Çünkü o inanmaktadır ki, dua ve istekleri kabul eden ve her şeyi yaratan9 mutlak kudret ve irâde sâhibi ancak yüce Allah’tır. (Bk. Râzî, Kurtubî ve Bağdâdî.) Dr. C. Ahmet Akışık 21.03.2017 1Bakara 2/45; 2Bakara 2/153; 3Âl-i İmrân 3/52; 4 Âl-i İmrân 3/125; 5Mâide 5/2; 6 Bakara 2/117, Ra’d 13/16; 7Enbiya 21/ 7; 8Bakara 2/154; 9 Ra’d 13/16. |