Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

01 Mart 2017

Îmân

Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında, dinden olduğu, yani inanılması lâzım olduğu bildirilen şeyleri, kalbin tasdîketmesi, kabul etmesi, inanması demekdir. Kalbin inandığını, dil ile söylemek de lâzımdır demişlerdir. [Fakat söylemek, îmânın kendisi olmayıp, kalpdeki îmânın bildirilmesidir. Îmânı, özürsüz söylemiyen kâfir olur. İkrâh, yani tehdîd ile, yani ölüm veya bir uzvun kesilmesi ile veya şiddetli can yakılmakla zorlanınca, îmânını saklamak afv olur ve söylemiyen veya aksini söyliyen kâfir olmaz dediler. Bu eki (Milel ve Nihal) kitâbından aldık.]

Kalpde îmân bulunduğuna alâmet, küfürden teberrî etmek, kaçınmakdır ve kâfirlikden, kâfirlere mahsûs olan şeylerden meselâ beline zünnâr bağlamak ve bunun gibi, kâfirlik alâmeti olan şeyleri kullanmakdan sakınmaktır. Küfürden teberrî demek, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmemekdir. Kâfirler, kuvvetli, hâkim olup da, zararlarından korkulduğu zemân, kalbi ile sevmemek, korku olmadığı zamân, hem kalp, hem de her vasıta ile karşı koymak lâzımdır.

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde sevgili Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” kâfirleri ve münâfıkları sevmemeği, çalışıp, onlardan üstün olmağı emr ediyor. Çünkü, Allahü teâlânın ve Peygamberinin düşmanlarından uzak olmadıkça O ve Resûlü sevilmiş olmaz ve seviyorum demek doğru olmaz. Bir kimse, îmânım var dese, Fakat küfürden teberrî etmese, hem müslimânlığa, hem de dinsizliğe inanmış, iki dinli olmuş olur ki, bunlara (Mürted) denir. Bunlara münâfık gözü ile bakmak lâzımdır. Kalpde îmân bulunması için, küfürden teberrî, elbette lâzımdır. Bu teberrînin en aşağı derecesi kalp ile teberrîdir. En yüksek, en iyi derecesi de, hem kalp ile, hem kalıp ile olmakdır. Yani, kalpdeki ayrılığı söz ile, hareket ile belli etmekdir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Düşmânlık etmedikçe, dostluk olamaz!

Bazıları, sevginin bu şartını, Ehl-i beyti “radıyallahü teâlâ anhüm”, [yani Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” akrabâsını ve torunlarını] sevmekde yanlış kullanıyor. Bunları sevmek için, Peygamberimizin üç halîfesine “radıyallahü teâlâ anhüm” ve müslimânlardan bir çoğuna düşmanlık etmek lâzımdır diyor. Bu sözleri, çok yanlışdır. Çünkü sevginin alâmeti, sevgilinin düşmanlarını sevmemekdir. Yoksa sevgiliden başka, herkese düşmanlık demek değildir. Aklı olan herkes bilir ki, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı, Ehl-i beyte düşman değil idi. Hele Eshâb-ı kirâmın en büyükleri olan bu üç halîfe, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” uğruna mallarını, canlarını fedâ etdi. Mevkı’lerini, şöhret ve i’tibârlarını, Onun için terk etdi. Müslimânların Ehl-i beyti sevmesi, Kur’ân-ı kerîmde açıkca emir olunuyor. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” se’âdet-i ebediyyeye çağırması ve kavuşturması ni’metinin şükrü, karşılığı olarak, Ehl-i beytin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sevgisi isteniyor. O hâlde, nasıl olur da, bu büyüklerin, Ehl-i beyte düşmân olması düşünülebilir ve söylenebilir.

İbrâhîm aleyhisselâmın o kadar büyük olması ve bütün insanlar arasında, ikinciliği kazanması ve Peygamberler babası olmakla şereflenmesi, hep Allahü teâlânın düşmanlarından teberrî etmesi sebebi ile idi. Allahü teâlâ, (Mümtehine, 4) sûresinde meâlen,

(Ey mü’minler! Peygamberim) İbrâhîm‘in ve onunla beraber olan mü’minlerin sözlerinde sizin için güzel bir örnek vardır: Vaktiyle onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Biz, sizlerden ve Allah’danbaşka taptıklarınızdan berîyiz, uzağız. Sizi(n) dininizi (küfür olan inançlarınızı) inkâr ediyoruz (tanımıyoruz). Siz, Allah’(ın bir olduğun)a iman edinceye kadar, sizinle aramızda ebedî bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir.)

Bu fakîre göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Allahü teâlânın rızâsını ve sevgisini kazanmak için küfürden teberrî gibi, hiçbir amel ve ibâdet yokdur. Kâfirlere ve küfre, Allahü teâlânın zâtı, kendisi düşmandır. İnsanların tapındıkları bütün ma’buplar ve onlara tapanlar, Allahü teâlânın zâtının düşmanlarıdır. Cehennemde sonsuz yanmak, bu alçak işin cezâsıdır. Nefislerin arzûsu ve her türlü günâhlar ise böyle değildir. Bunlara, Allahü teâlânın düşmanlığı, kendinden değil, sıfatlarındandır. Allahü teâlânın günâhkârlara gazab etmesi, kızması, kendi gazabı ile değil, gadab sıfatı iledir. Bunlara azâp etmesi, aşağılaması hep sıfatları ve fi’lleri iledir. Günâhkârlar, bunun için Cehennemde sonsuz kalmıyacak, belki bunlardan çoğunu isterse [Cehenneme sokmadan] afv edecektir. Allahü teâlânın küfre ve kâfirlere düşmanlığı, zâtından olduğu için rahmet ve re’fet sıfatları, âhırette kâfirlere yetişemiyecek ve rahmet sıfatı, zâtın düşmanlığını, ortadan kaldıramıyacaktır. Zâtın düşmanlığı, sıfatın acımasından daha kuvvetlidir. Sıfat ile yapılan şey, zâtın yapdığını değişdiremez. Hadîs-i kudsîde buyuruyor ki: (Rahmetim gadabımı aşmışdır). Bunun ma’nâsı, rahmet sıfatım, gadab sıfatımı aşmışdır. Yani, mü’minlerin günâhkârlarına karşı olan, gadab sıfatımı aşmışdır demekdir. Yoksa, rahmet sıfatı, kâfirlere, müşriklere karşı olan zâtın gadabını aşar demek değildir.

Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, C.1, Mek. 266.

Ana Sayfa