|
|||
|
07 Nisan 2009 |
Allâhü Ekber Yüce Allah, zât ve sıfatları ile en büyük, en yücedir.Azamet ve kibriyâsının sınırı yoktur. O’nun dilediği her şey olur, dilemediği hiçbir şey olmaz. Atomdan gezegene kadar, canlı-cansız bütün varlıkların yaratıcısı, tek hâkimi O’dur. İnsan, hayvan ve bitkilerin var olmaları, varlıklarını devam ettirmeleri ve sonunda hayatlarının son bulması, hep O’nun takdîr, irâde ve yaratmasına bağlıdır. Güneş, ay ve yıldızlar dâhil kâinatın bütününde görülen âhenk ve düzenlilik, O’nun koyduğu kanunlar vasıtasıyla olmaktadır. O’nun ilmi, kudreti ve irâdesi her şeyi kuşatmıştır. |
اَللَّهُ اَكْبَرْ |
Sübhâneke’l-lâhümme ve bi-hamdik ve tebârake’s-mük ve teâlâ ceddük (ve celle senâük) ve lâ ilâhe gayrük)Allah’ım! Sen, her türlü noksanlıklardan ve büyüklüğüne yakışmıyan sıfatlardan uzaksın. Seni daima böyle tenzih ederim. Sana hamdederim, seni överim. Senin ismin mübarektir. (Senin varlığın ve yüceliğin her şeyden üstündür.) Senden başka ibâdet edilmeye lâyık bir ilâh yoktur.Not: Parantez içindeki “ ve celle senâük” cümlesi, cenâze namazında okunur. |
سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ وَتَبَارَكَ اسْمُكَ وَتَعَالَى جَدُّكَ (وَجَلَّ ثَناَءُكَ) وَلَا إِلَهَ غَيْرُكَ |
Eûzü bi’l-lâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm Allahü teâlâya isyân ve küfründen dolayı rahmetinden kovulmuş ve lânetlenmiş şeytan(ın hile ve kötülüklerin)den, (yüce) Allah’a sığınırım (Allah’tan yardım dilerim). Bismi’l-lâhi’r-rahmâni’r-rahîm 1/1. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. El-hamdü li’l-lâhi rabbi’l-âlemîn. Er-rahmâni’r-rahîm. Mâliki yevmi’d-dîn. İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în. İhdine’s-sırâta’l-müstakîm. Sırâta’l-lezîne en’amte aleyhim gayri’l-magdûbi aleyhim ve le’d-dâllîn. 1/2. Hamd (övme ve övülme), (bütün varlıkları yaratan, yer ve göklerde olanları insanın emrine sunan, ihsanı ve lütfu bol) âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. 1/3. (O,) rahmândır (yağmuru yağdırarak, çeşitli rızıklar, nimetler göndererek bütün yaratılmışlara merhamet eden) (ve) rahîm (hidâyet ve iyilikler ihsan ederek mü’minlere rahmet eden)dir. 1/4. (O,) din (ceza ve hesap veya “hiç kimsenin kimseye hiçbir şekilde fayda veremeyeceği; emrin ve hükümranlığın yalnız Allah’a ait olduğu 1” âhiret) gününün(tek) mâliki (sâhibi)dir.1/5. (Ey Rabbimiz!) Ancak sana ibâdet ederiz (Canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan, âlemleri çeşitli nimetlerle donatan sensin! Eşin ve benzerin yoktur. Varlıklar senin irâde, kudret ve emrine boyun eğmişlerdir. Hepsi âciz, muhtaç ve fânidir. Senden başka ibâdet edilmeye lâyık bir varlık yoktur.) ve (hastalıklardan korunarak güç ve kuvvet kazanabilmemiz, ibâdetleri ve diğer kulluk görevlerimizi sağlıklı ve istekli olarak yerine getirebilmemiz için) ancak senden yardım dileriz.1/6. Bizi (itikat, söz ve işlerimizde) sırât-ı müstakîme (hak yola, İslâm dininin gösterdiği yola) hidâyet eyle (bu yolda sabit eyle ve başarılı kıl).1/7. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin(peygamberlerin, sıddîkların, şehitlerin ve sâlihlerlerin 1)yoluna (hidâyet eyle); (Tevrât’ı değiştirip2 Muhammed “aleyhisselâm”a ve ona indirilen Kur’ân-ı Kerîm’e îman etmediklerinden dolayı) gazaba uğrayanların3 ve (İncîl’i değiştirip4 son peygamber ve son din İslâm’a inanmayı reddettikleri için) sapıtanların5 (yoluna) değil! (Bu yanlış yollara sapmaktan bizi koru ya Rabbî! “Ey Rabbimiz, bizihidâyete erdirdikten sonra kalplerimizi [haktan]saptırma6”!)1 Nîsa 4/69; 2 Bakara 2/75,79 ve 74, Mâide 5/13, A’râf 7/169; 3 Bakara 2/61; 4 Âl-i Imrân 3/78; 5 Mâide 5/77; 6 Âl-i Imrân 3/8. |
اَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (١) اَلْحَمْدُ ِِﷲِِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (٢) اَلرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ (٣) مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (٤) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (٥) اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ( ٦) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِالْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ (٧) |
Elem tera keyfe fe’ale rabbüke bi-ashâbi’l-fîl. Elem yec’al keydehüm fî tadlîl. Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl. Termîhim bi-hıcâratin min siccîl. Fece’alehüm ke’asfin me’kûl. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 105/1. (Ey Resûlüm,) Rabbinin (Kâ’be’yi yıkmak istiyen Ebrehe komutasındaki) fîl ashâbına (fillerle teçhiz edilmiş orduya) ne yaptığını görmedin (bilmedin) mi? ( Tevâtürolarak işittiğin bu haberi, görmüş gibi bilmektesin. İçinde bulunduğun toplum da bunu bilmektedir.)105/2. (Allahü teâlâ) onların tuzaklarını (kötü plânlarını)boşa çıkarmadı (onları helâka uğratmadı) mı? 105/3. Onların üzerine ( bölük bölük) ebâbîl kuşlarını gönderdi.105/4. Onlara siccîl (pişmiş ve sertleşmiş çamur)dan taşlar atıyorlardı. (Taşlar, nohuttan küçük mercimek büyüktü. Her bir taşın kime ait olduğu, kime atılacağı üzerinde yazılı idi.)105/5. Sonunda (Allahü teâlâ) onları, (kurt tarafından veya özü yahut tanesi) yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.(Taşlar kime isabet etmişse, onu delik deşik ederek yere serdi. Ordu perişan oldu. Ancak çok küçük bir grup kaçabildi. Onlar da başlarına gelen bu fecî olayı anlattıktan sonra helâk oldular.) |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ (١) أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ (٢) وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ (٣) تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ (٤) فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ (٥) |
Li’î lâfi Kurayş’in. Îlâfihim rihlete’ş-şitâi ve’s-sayf. Fe’l-ya’büdû rabbe hâze’l-beyt. Ellezî et’amehüm min cû’in ve âmenehüm min havf. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. (Bu sûrenin mana itibariyle kendinden önceki sûre ile bağlantılı olduğunu söyleyenler olmuştur. Bunlar arasında Ubeyy b. Ka’b da vardır. Mushaf’ında bu iki sûreyi birbirinden ayırmamıştır. Bk. Râzî ve Kurtubî.) 106/1. (Ey Resûlüm,) Kureyş (kavmine verdiğim sayısız nimetler içinde onların) emniyet ve selâmeti için (Fîl ashâbını helâk etmem vardır. Fîl ashâbı onlara çok sıkıntı veriyordu.)106/2. (Özellikle) kışın (Yemen’e) ve yazın (Şam’a)seyahatlere alıştırdığı (onlara verilen birçok nimetten dolayı Allah’a kulluk etmiyorlarsa, hiç olmazsa, yolculuk ve ticaretleri konusunda onları güven ve selâmete kavuşturduğu) için,106/3. Şu Beyt’in (Kâ’be’nin) Rabbine (bu nimetin bir şükrü ve itirafı olarak) kulluk etsinler. (Tevhîd, kulluğun, ibâdetlerin anahtarıdır.)106/4. (O Rab ki, Mekkelilerin Habeşlilerden aldıkları yiyeceklerle veya kıtlık senelerinde Yemen’den getirilen ürünlerle) onları açlıktan doyurdu (kurtardı) ve kendilerini ( Fil ashâbının) korku(sun)dan emin (güvenli) kıldı. |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ لِلإِيلاَفِ قُرَيْشٍ (١) إِيلاَفِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاءِ وَالصَّيْفِ (٢) فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ (٣) اَلَّذِي أَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَآمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ (٤) |
Era’eytellezî yükezzibü bi’d-dîn. Fezâlike’l-lezî, yedu’u’l-yetîm. Ve lâ yehuddu alâ ta’âmi’l-miskîn. Fe-veylün li’l-müsallîn. Ellezîne hüm an salâtihim sâhûn. Ellezîne hüm yürâûne. Ve yemne’ûne’l-mâ’ûn. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 107/1. Gördün mü, o dîni (hesap ve ceza gününü)yalanlayan (Ebû Cehil veya Ebû Süfyân yahut Velîd b. Mugîre veyahut Âs b. Vâil veya bir Münâfık)ı. 107/2. İşte o, yetimi (öksüzü) iter, kakar. 107/3. Yoksulu doyurmaya (ne ailesini, ne başkalarını)teşvik etmeyen odur! 107/4. (Bu vasıflarla) namaz kılanlara veyl (şiddetli azap)olsun! 107/5. Onlar kıldıkları namaz(ların)dan gâfildirler. (Onlar namazlarını vaktinde kılmayanlar veya gafletlerinden dolayınamaza aldırış etmeyenlerdir.)107/6. Onlar (ibadetlerinde, hâl ve hareketlerinde halkın övgüsünü kazanmak düşüncesiyle) riyakâr davranırlar(gösteriş yaparlar). 107/7. Onlar mâûna (zekâta veya iğne, balta, çanak, çömlek, kova gibi emânet olarak verilmesi âdet olanlara yahut su, ateş, tuz gibi şeyler ile yardımlaşmaya) engel olurlar. |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ (١) فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ (٢) وَلاَ يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ (٣) فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ (٤) اَلَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَ (٥) اَلَّذِينَ هُمْ يُرَاءُونَ (٦) وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ (٧) |
İnnâ a’taynâke’l-kevser. Fesalli li-rabbike venhar. İnne şânieke hüve’l-ebter. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 108/1. (Ey Resûlüm,) şüphesiz biz sana kevseri (ilim, amel ile dünya ve âhiret şerefinden pek çok hayrı veya kıyâmette hesap için durulacak yerdeki havzı yahut cennetteki kevser isimli ırmağı veyahut peygamberliği; Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslâm’ı) verdik.108/2. O hâlde (gösteriş yapanların tam aksine sırf)Rabbin için namaz kıl (veya Kurban bayramı namazını kıl)ve kurban kes. (Zekâta ve iyiliğe mâni olanların tersine kurban keserek sadaka ver, hayır işle.)108/3. (Ey Resûlüm! “ Erkek evlâdı yok!” diyerek) sana buğzeden (yok mu? İşte) şüphesiz (asıl) ebter (zürriyeti kesik olan) odur!Açıklama: Peygamber “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm”ın oğlu Kâsım vefat edince, Âs b. Vâil, Resûlüllah’a ebter [nesli kesilmiş] demişti. Sûrenin iniş sebebi budur [Celâleyn].Sana ebter diyen kişi, esas o zürriyetsiz, bî-şeref ve nâmsızdır. Sana gelince [Resûlüm,] senin pâk neslin, şânın, şeref ve faziletlerin tâ kıyâmete kadar devam edecektir. Hatta âhirette sana, insanların sözle ifade edemeyecekleri derecede nice büyük nimet ve mükâfatlar verilecektir. [Bk. Beydâvî]. |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ (١) فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ (٢) إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ اْلأَبْتَرُ (٣) |
Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn. Lâ a’büdü mâ ta’büdûn. Ve lâ entüm âbidûne mâ a’büd. Ve lâ ene âbidün mâ abedtüm. Ve lâ entüm âbidûne mâ a’büd. Leküm dînüküm veliye-dîn. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 109/1. (Ey Resûlüm! Sana, “Bir sene bizim putlarımıza, bir sene de senin ilâhına ibâdet edelim.” diyenlere) de ki: Ey kâfirler! 109/2. Ben, sizin tapmakta olduğunuz (putlar)a ibâdet etmem. 109/3. Benim (bir olan Allah’a) ibâdet(e devam)edeceğime de sizler tapıcılar değilsiniz (ve tapmazsınız). 109/4. Ben sizin tapmakta olduğunuz (putlar)a (hiçbir zaman) asla (tapmadım ve) tapacak (da) değilim. 109/5. Sizler de benim ibâdet etmekde olduğum (bir olan Allah’)a (hiçbir zaman) tapıcılar değilsiniz. 109/6. (Bu durumda) sizin dininiz (Allah’ı inkâr edişiniz veya hesabınız yahut helâkınızı tercih etmenizin vebâli)size, benim dinim (Allah’ı birlemem ve ihlâslı oluşum veya hesabım yahut hak üzere olmamın mükâfatı) da banadır.(Ben, sizleri hakka ve kurtuluşa çağırmak için gönderilmiş bir peygamberim. Bu hak da putlara tapmayı bırakıp bir olan Allah’a îman etmeyi şart koşan İslâm dinidir. Bunu sizlere tebliğ ettim. Artık sorumluluk sizdedir.) |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ قُلْ يَاأَيُّهَا الْكَافِرُونَ (١) لاَ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ (٢) وَلاَ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ (٣) وَلاَ أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدتُّمْ (٤) وَلاَ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ (٥) لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ ( ٦) |
İzâ câe nasru’l-lâhi ve’l-fethu. Ve raeyte’n-nâse yedhulûne fî dîni’l-lâhi efvâcâ. Fesebbih bi-hamdi rabbike ve’s-tağfirhü. İnnehû kâne tevvâbâ. Rahmân (ve ) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.110/1. Allah’ın (düşmanlarına karşı peygamberine veyamü’minlere) yardımı ve (Mekke’nin veya Hayber’in yahut Tâif’in veyahut Medâin’nin veya diğer memleketlerin)feth(i) geldiğinde (zafer günü),110/2. İnsanların (Mekke’den, Tâif’ten, Yemen’den, Havâzin’den ve diğer şehir ve memleketlerden gelip)Allah’ın dinine (İslam’a) bölük bölük (topluluklar hâlinde)girdiklerini gördüğün zaman, 110/3. Hemen (sana ihsân etmiş olduğu fetih ve nimetlerdolayısıyla) Rabbini hamd ile tesbih et (O’nu kâmil sıfatlarla zikretmek ve noksan sıfatlardan uzaklaştırmak için sübhânellahi de veya namaz kıl) ve O’na istigfâr et(O’ndan kendin veya ümmetin için magfiret dile, bağışlama iste). Şübhesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir.Açıklama: (Ümm-i Seleme “radıyallahü anhe” buyurdu: Peygamber “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm”, son zamanlarında ne zaman kalkar, oturur, gider ve gelirse, mutlaka: “ Sübhânellâhi ve bi-hamdihi estagfirullâhe ve etûbu ileyh [Allah'ı tesbih ve tenzih ederim ve O'na hamdederim. Allah'ta'n mağfiret diler ve O'na tevbe ederim.]” der ve “Çünkü ben bununla emrolundum.” buyururdu. Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde, nasr sûresini sonuna kadar okudu. Bk. Kurtubî. |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ (١) وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا (٢) فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا (٣) |
Kul hüve’l-lâhü ehad. Allâhü’s-samed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 112/1. (Ey Resûlüm, “Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu bize açıkla.” diyen o Kureyş’e) de ki: O, ( ezelî ve ebedîdir. Varlığının öncesi ve sonu yoktur. Bütün kemal sıfatlara sahip ve her türlü noksanlıktan uzak, münezzeh bir)Allah’tır. (Yüce zâtı, yaratılmışlara hiçbir yönden bezemez. O Allah,) birdir (ortağı ve yardımcısı yoktur).112/2. (O) Allah, Samed’dir (zeval bulmayan, yok olmayan bir bâkîdir, dâimîdir). (Her varlık, O’na muhtaçtır. Fakat O, hiçbir şekilde hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey onun mahlûkudur, yaratığıdır.)112/3. O, (çocuk) doğurmamış ve (bir anneden veya her hangi bir varlıktan) doğmamıştır. (Eşi, oğlu ve kızı da yoktur. Yaratılmış bir varlığın var olması ve üremesi ile ilgili olarak akla gelebilecek her türlü düşünce, sıfat ve ihtimallerden uzaktır.)112/4. Hiçbir şey, O’nun dengi (ve benzeri) değildir. |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (١) اَللَّهُ الصَّمَدُ (٢) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (٣) وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ (٤) |
Kul e’ûzü bi-rabbi’l-felak. Min şerri mâ halak. Ve min şerri gasikın izâ vekab. Ve min şerri’n-neffâsâti fi’l-ukad. Ve min şerri hâsidin izâ hased. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 113/1. (Ey Resûlüm,) de ki: Sabahın Rabbine (karanlığı yarıp tan yerini ağartan Rabb[im]e) sığınırım,13/2. (Canlı ve cansız olarak) yarattığı şeylerin şerrinden,113/3. (Ay kaybolup) karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,113/4. (Büyü yapmak için ipliklere bağladıkları)düğümlere üfüren (büyücü kadın nefes)lerin şerrinden,113/5. Hased (ini belli) ettiği zaman hasetçinin şerrinden(Rabbim sana sığınırım. Ey Allah’ım, her türlü şerden beni koru!).Açıklama: Zureyk oğulları yahûdilerinden Lebîd b. el-A’sam adında bir Yahûdi, üzerine iğne batırılmış ve üfürülmüş onbir düğümlü bir ipi veya birkaç kıl ve tarak dişini bir kuyuda taşın altına koymak suretiyle Hazret-i Peygamber’e sihir [büyü] yaptı. Peygamber “aleyhisselam”, bundan müteessir oldu ve hastalandı. Bu hâl, Allah’ın dilediği bir zamana kadar sürdü. Felâk ve Nâs sûreleri nâzil oldu. Sonra Hak teâlâ, Cebrâîl “aleyhisselam”ı göndererek sihir yerini bildirdi ve ondan kurtulma çaresini vahyetti. Hazret-i Peygamber, bu sûreleri okuyunca rahatladı. Bk. Buhârî, Tıbb 47, 49, 50, Cizye 14, Edeb 56; Müslim, Selâm 43, [2189]; Nesâî, Tahrîm 20, [7,112-113]. Bk. Beydâvî ve Kurtubî. |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ (١) مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ (٢) وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ (٣) وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ (٤) وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ (٥) |
Kul e’ûzü bi-rabbi’n-nâs. Meliki’n-nâs. İlâhi’n-nâs. Min şerri’l-vesvâsi’l-hannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûri’n-nâs. Mine’l-cinneti ve’n-nâs. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 114/1. (Ey Resûlüm,) de ki: İnsanların Rabbine sığınırım.(O insanlar ki, şekil, özellik ve kabiliyetler bakımından en güzel biçimde yaratılmışlardır.) 114/2. İnsanların (yegâne) melikine (hükümdarlar hükümdarına),114/3. İnsanların ilâhına,114/4. O sinsi, vesvese verici (şeytan)ın şerrinden.114/5. O ki, insanlar (Allah’)ın (zikrinden gâfil olduklarında) göğüslerine (kalplerine) vesveseAçıklama: Enes “radıyallahü anh” anlatıyor: Resûlüllah “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” bir gün hanımı yanında olduğu halde dışarıda idi. Yanından bir adam geçti. Hazret-i Peygamber adamı çağırarak:“Bu benim zevcemdir!” dedi. Adam: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben herkesten şüphe edebilirim, ama, sizden asla!” deyince, Hazret-i Peygamber: “Şeytan, insana, damarlardaki kan gibi nüfuz eder. Ben, onun kalplerinize kötü bir şey bırakmasından korkarım.” buyurdu. Başka bir rivâyette: Şüphesiz şeytan, Âdem oğlunun damarlarında kanın dolaştığı gibi [kendisini hissettirmeden] dolaşır [Tirmizî, Radâ 17, (1172) ]. Bk. Buhârî, İ’tikâf 8, 11, 18, Bed’u'l-halk 11, Edeb 121, Ahkâm 21; Müslim, Selâm 23-25 [2174, 2175]; Ebû Dâvûd, Sıyâm 79, [2470].İbnu Abbas “radıyallahü anhüma” anlatıyor: Resûlüllah “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” buyurdular ki: Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerine tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir; gaflette olunca, vesvese verir. Bk. Buhârî, Tefsir, Kul eûzü bi-rabbi’n-nâs 1.Vesvâs , cinlerin ve insanların verdiği vesvesedir. Bu dainsanın içinden geçirdiği şeylere denir. Peygamber “aleyhisselâm” şöyle buyurmuştur: Şüphesiz yüce Allah, ümmetinin işlemedikçe veya söylemedikçe içlerinden geçirdikleri şeyleri bağışlamıştır [Müslim, I, 116]. Bk. Kurtubî)114/6. (O şeytan,) cinlerden de olur, insanlardan da. Açıklama: Ebû Zer “radıyallahü anh”: Ey Allah’ın Resûlü, peki insanlardan da şeytanlar var mıdır? Diye sordu. Hazret-i Peygamber: “Evet, hem de onlar, cin şeytanlarından daha kötüdürler.” buyurdu. Bk. Kurtubî.İlgili âyet-i kerimelerde şöyle buyrulmaktadır: “Böylece biz her Peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlar [cin şeytanları insan şeytanlarını] aldatmak için birbirlerine süslü/yaldızlı sözler telkinederler.” [En'âm 6/112]).“Şüphesiz şeytanlar sizinle mücadele edebilmek için kendi dostlarına [“Ben, adamımı şu işle saptırdım. Sen de adamını onun bir benzeriyle saptır.” diyerek] telkinde bulunurlar.” [En'âm 6/121]). |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ (١) مَلِكِ النَّاسِ (٢) إِلَهِ النَّاسِ (٣) مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ (٤) اَلَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ(٥) مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ (٦) |
Sübhâne rabbiye’l-azîm Büyük (azamet sâhibi) Rabbim, bütün noksan sıfatlardan, her türlü noksanlıktan münezzehtir, uzaktır. |
سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ |
Semiallâhü li-men hamideh Allahü teâlâ, yüce zâtına hamd edenin hamdini kabul eder ve onu mükâfatlandırır. |
سَمِعَ اللَّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ |
(Allahümme) Rabbenâ (ve) leke’l-hamd (Ey Allahım!) Rabbimiz (sensin)! (Ve) Hamd, ancak sanadır. |
(اَللَّهُمَّ) رَبَّنَا (وَ) لَكَ الْحَمْدُ |
Sübhâne rabbiye’l-e’lâ Yüce Rabbim, bütün noksan sıfatlardan, her türlü noksanlıktan münezzehtir, uzaktır. |
سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلَى |
Et-tehıyyâtü lillâhi ve’s-salâvâtü ve’t-tayyibâtü. Es-selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetüllâhi ve berekâtühü. Es-selâmü aleynâ ve alâ ıbâdillâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh. Dil ile, beden ve mal ile yapılan bütün ibâdetler, Allahü teâlâya mahsustur. Ey (şânı yüce) Peygamber! Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize ve Allah’ın bütün sâlih (iyi) kulları üzerine olsun. Şâhitlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Yine şâhitlik ederim ki, Muhammed (aleyhisselâm), O’nun kulu ve Peygamberidir. |
اَلتَّحِيَّاتُ لِلَّهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ |
Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîm. İnneke hamîdün mecîd. Allahım! (Peygamberimiz) Muhammed (aleyhisselâm)’a, ve (şânı yüce) Muhammed’in âline (âilesine ve ümmetine) rahmet eyle (Onların şerefini yücelt). (Hazret-i) İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in âline rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sâhibi de sensin. |
اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ |
Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîm. İnneke hamîdün mecîd. Allahım! (Peygamberimiz) Muhammed (aleyhisselâm)’a, ve (şânı yüce) Muhammed’in âline (âilesine ve ümmetine) hayır ve bereketler ver. (Hazret-i) İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in âline hayır ve bereketler verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sâhibi de sensin. |
اللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ |
Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l- âhirati haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr 2/201. …Ey Rabbimiz, bize dünyada hasene (sıhhat, âfiyet, ilim, mal ve nimet) ver, âhirette de hasene (af, mağfiret, sevap, rahmet, cennet) ver. Bizi (af ve mağfiretinle) ateş azâbından (cehennemden, ateşe götüren şehvet ve günahlardan) koru! |
رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ (٢٠١) |
Es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh (Hiçbir ayıbı olmayan ve kullarını her türlü tehlikeden selâmete çıkaran Allah’ın) selâm(ı) ve rahmeti, siz(melekler ve mü’minler)e olsun! |
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ |
Allâhümme ente’s-selâmu ve minke’s-selâm, tebârekte yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm. Allah’ım, sen selâmsın (her türlü ayıp ve kusurdan uzaksın) ve selâm (kulun bütün tehlikelerden uzaklaşıp selâmete kavuşması) da sendendir (senin yaratman sebebiyledir). Ey celâl (büyüklük) ve ikrâm sâhibi! Sen bütün noksanlıklardan münezzehsin, uzaksın. |
اَللَّهُمَّ أَنْتَ السَّلاَمُ وَمِنْكَ السَّلاَمُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلاَلِ وَالإِكْرَامِ |
Esteğfirullahe’l-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüve’l-hayye’l-kayyûm ve etûbu ileyh (Yüce) Allah’tan mağfiret (günahlarımın af edilmesini)dilerim. (Rabbim olan o Allah) azamet (büyüklük)sâhibidir. O’ndan başka (ibâdet edilmeye lâyık bir) ilâh yoktur.) (O,) hayy (diri)dir (Kâmil sıfatlarla sıfatlanmış olup varlığı her an devam edendir(. Kayyûm (varlığı kendinden olan, yarattığı bütün varlıkları idâre eden, ayakta tutan ve koruyan)dır. (Böyle bir Allah’a yönelirim.)O’na tevbe ederim. (İşlediğim günahlarımdan pişmanlık duyduğumu arz eder, bir daha o günahlara dönmeyeceğime söz veririm.) |
اَسْتَغْفِرُ اللَّهَ الْعَظِيمَ الَّذِى لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ اْلحَىَّ اْلقَيُّومَ وَ اَتُوبُ اِلَيْهِ |
Eûzü bi’llâhi’s-semî’il-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm. Allahü teâlâya isyân ve küfründen dolayı rahmetinden kovulmuş olan Şeytân‘ın hile ve kötülüklerinden her şeyi işiten ve bilen yüce Allah’a sığınırım. Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.2/255. (O yüce) Allah ki, O’ndan başka (ibâdet edilmeye lâyık bir) ilâh yoktur. (O, zâtı ve sıfatları itibariyle vardır.Vâcibü’l-vücûdtur/varlığı lâzım ve kendindendir. O, birdir.Doğmamış ve doğurmamıştır. Eşi ve çocuğu olmaktan berîdir/uzaktır. O, hiç bir şeye muhtaç olmadığı hâlde her şey O’na muhtaçtır. O, kadîmdir/varlığının öncesi, başlangıcı yoktur ve bâkîdir/varlığı sonsuzdur. Ezelden ebede/öndeki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar, kelâm sıfatı ile söylemektedir. Her şeyi işitmekte, görmekte veyaratmaktadır. O’ndan başka yaratıcı yoktur.) (O,) hayy(diridir ki, kâmil sıfatlarla sıfatlanmış olup her şeyi bilen, her şeye kâdir olan, zât ve sıfatlarında herhangi bir değişikliğin olması muhâl olan ve varlığı her an devam edendir) ve kayyûm (varlığı kendinden olan, yarattığı bütün varlıkları idâre eden, ayakta tutan ve koruyan)dır. O’nu ne (âcizliğin, dalgınlığın ve gafletin bir sonucu olan)bir uyuklama tutar, ne de bir uyku. Göklerde ve yerde(canlı ve cansız) ne varsa, hepsi O’nun (mülkü ve idâresi altında)dır. O’nun (azameti, kibriyâsı ve celâlı o kadar yücedir ki) izni olmadan onun katında (meleklerden, peygamberlerden ve diğer varlıklardan) kim şefâat edebilir (ve kim konuşabilir)? O, onların (insanların)önlerinde ve arkalarında (yapmış ve yapacak veya açıklamış ve gizlemiş yahut dünya ve âhirete ait) olan (her şey)i(ni) bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) Onlar(insanlar), (yüce Allah’ın) dilediği hâriç ilminden(bildirdiklerinden) hiçbir şeyi kavrayamaz (bilemez)ler.O’nun Kürsî’si (azameti veya kudreti ve mülkü yahut ilmi veyahut Arş’ı), gökleri ve yeri kaplamıştır. (O yüce Allah, gökler ve yer dahil bütün kâinâta/evrene hükmetmektedir.) Onları (gökleri ve yeri) korumak (ve gözetmek), ona ağır gelmez. O, aliyydir (mekânı, yönü, eşi ve benzeri olmaktan uzaktır; çok yücedir) (ve) azîmdir(cisimlere mahsus miktar, hacim ve cihet düşünülmeksizin kibriya sâhibi ve yarattıklarının üzerinde kahhâr -gâlib- olarak çok büyüktür). |
اَعُوذُ بِاللَّهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اَللَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي اْلأَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَاْلأَرْضَ وَلاَ يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ (٢٥٥) |
Sübhânellâh Yüce Allah, bütün noksan sıfatlardan, her türlü noksanlıktan münezzehtir, uzaktır. |
سُبْحَانَ اللَّهِ |
El-hamdülillâh Hamd (övme ve övülme) Allahü teâlâya mahsustur. |
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ |
Allahü Ekber Yüce Allah, zât ve sıfatları ile en büyük, en yücedir.Azamet ve kibriyâsının sınırı yoktur. |
اَللَّهُ اَكْبَرْ |
La ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerike leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü (yuhyî ve yumît) ve hüve alâ külli şey’in kadîr .Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur, yalnız O vardır. O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd, O’na mahsustur. (O, diriltir ve öldürür.) O, her şeye kâdirdir. |
لاَ اِلهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ اْلمُلْكُ وَ لَهُ اْلحَمْدُ (يُحْيِى وَيُمِيتُ) وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَئٍ قَدِيرٌ |
Sübhâne rabbike rabbi’l-ızzeti amma yesıfûn ve selâmün ale’l-murselîn ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn 37/180. Senin Rabbın öyle izzet sâhibi (mağlûp edilmesi mümkün olmayan gâlip) bir Rabdır ki, (müşriklerin)yaptıkları (her türlü kötü isnat ve) vasıf(landırma)lardanmünezzehtir, berîdir, uzaktır.37/181. Peygamberlere “aleyhimü’s-selâm” selâm olsun.37/182. Âlemlerin Rabbine hamd olsun.Kunût 1: |
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ(١٨٠) وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ (١٨١) وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٨٢) |
Allâhümme innâ nes’te’înüke ve nes’tagfiruke ve nes’tehdîk ve nü’minübike ve netübü ileyke ve ne-tevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke’l-hayre küllehü neş’küruke ve lâ nek’füruk. Ve nahle’u ve netrukü men yefcüruk. Allahım! Biz senden bize yardım etmeni, günahlarımızı bağışlamanı, bizi râzı olduğun şeylere hidâyet etmeni isteriz. Sana îmân (ettik ve bunun devamı için dua) ederiz, sana tevbe ederiz, sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetlerle, hayırlarla seni överiz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkâr etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkâr eden ve sana karşı geleni terk ederiz. |
اَللَّهُمَّ إناَّ نَسْتَعيِنُكَ وَنَسْتَغْفِرُكَ وَنَسْتَهْدِيكَ وَنُؤْمِنُ بِكَ وَنَتُوبُ إِلَيْكَ وَنَتَوَكَّلُ عَلَيْكَ وَنُثْنِي عَلَيْكَ الْخَيْرَ كُلَّهُ نَشْكُرُكَ وَلاَ نَكْفُرُكَ وَنَخْلَعُ وَنَتْرُكُ مَنْ يَفْجُرُكَ |
Kunût 2: Allahümme iyyâke na’büdü ve leke nüsallî ve nescüdü ve ileyke nes’a ve nahfidü nercü rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bi’l-küffâri mülhık. Allahım! Biz ancak sana ibâdet ederiz. Ancak senin için namaz kılar, ancak sana secde ederiz. Rahmetine kavuşmak için yalnız sana koşar ve sana yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. Senin rahmetini umarız ve azâbından korkarız. Muhakkak ki senin azâbın kâfirlere gelecek (ve onlar bu azâbı görecekler)dir. |
اَللَّهُمَّ إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَلَكَ نُصَلِّي وَنَسْجُدُ وَإِلَيْكَ نَسْعَى وَنَحْفِدُ نَرْجُو رَحْمَتَكَ وَنَخْشَى عَذَابَكَ إِنَّ عَذَابَكَ بِالْكُفَّارِ مُلْحِقٌ |
Eûzü bi’llâhi’s-semî’il-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm. Allahü teâlâya isyân ve küfründen dolayı rahmetindenkovulmuş olan Şeytân‘ın hile ve kötülüklerinden her şeyi işiten ve bilen yüce Allah’a sığınırım. Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 59/22. O, öyle bir Allah’tır ki, O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O, görünmeyeni de görüneni de bilendir. Rahmân’dır (dünyada bütün kullara merhamet edendir) (ve) Rahîm’dir (âhirette yalnız müminlere merhamet edendir). 59/23. O, öyle bir Allah’tır ki, O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Melik’dir (melek, ruh ve madde âlemlerinin yegâne sâhibidir). Kuddûs’dür (her türlü noksanlık ve kusurdan berîdir, uzaktır). Selâm’dır (hiçbir ayıbı olmayan, bütün tehlikelerden uzaklaştırıp selâmete erdiren ve cennetteki kullarına selâm verendir). Mü’min’dir (Peygamberlerine “aleyhimü’s-selâm” mûcizeler vermek suretiyle tasdik eden; mü’minlere va’dettiği mükâfâtı, kâfirlere de tehdit ettiği azâbı veren; dostlarını azâbından emin kılandır). Müheymin’dir (güvenilen, her şeyi gözetip koruyandır). Azîz’dir (mağlûp edilmesi mümkün olmayan bir gâliptir). Cebbâr’dır (kulların hâllerini ve ihtiyaçlarını düzelten, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmaya gücü yeten ve varlığı çok yüce olandır). Mütekebbir’dir (büyüklükte eşi olmayan ve yarattığı her varlık ve işte büyüklüğünü gösterendir). (Yüce) Allah, (müşriklerin kendisine) ortak koştukları şeylerden münezzehtir, uzaktır. 59/24. O, öyle bir Allah’tır ki, Hâlik’tır (her şeyi hikmeti gereği takdîr eden ve yaratandır). Bâri’dir (eşyayı ve her şeyin kısımlarını birbirine uygun ve âhenkli bir hâlde yoktan var edendir). Musavvir’dir (tasvîr eden; her şeye bir şekil ve özellik verendir). En güzel isimler, O’nundur. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi, O’nu tesbîh eder(O’nun şânını yüceltmektedir). O Azîz’dir (mağlûp edilmesi mümkün olmayan bir gâliptir). Hakîm’dir (emirleri ve bütün işleri, nizâm ve tedbîr üzere hikmetli olandır). |
اَعُوذُ بِاللَّهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ هُوَ اللَّهُ الَّذِي لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَانُ الرَّحِيمُ (٢٢) هُوَ اللَّهُ الَّذِي لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ (٢٣) هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ اْلأَسْمَاءُ الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (٢٤) |
Eûzü bi’llâhi’s-semî’il-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm. Allahü teâlâya isyân ve küfründen dolayı rahmetinden kovulmuş olan Şeytân‘ın hile ve kötülüklerinden her şeyi işiten ve bilen yüce Allah’a sığınırım. Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 2/285. Peygamber(im Muhammed aleyhisselâm), Rabbinden kendisine (vahiy olarak) ne indirildiyse ona(Kur’ân’a) îman etti. Müminler de (îman etti). Hepsi(onlardan herbiri) Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îman etti. “Biz Allah’ın peygamberleri arasında (Yahûdi ve Hıristiyanların yaptığı gibi bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak suretiyle) ayırım yapmayız(dediler). Ve dediler ki: (Bizlere tebliğ edilen emirleri, vahiyleri)işittik ve (onları kabul ederek) itâat ettik. Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz (af edilmemizi dileriz), (âhirette) dönüş ancak sanadır (senin huzurunda hesap vermek üzere toplanacağız). 2/286. Yüce) Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazandığı (hayır, iyilik, sevap) lehine, yaptığı (şer, kötülük) de aleyhinedir. (Hiç kimse başkasının günahından dolayı sorumlu tutulmaz.) Ey Rabbimiz, eğer unuttuk veya hata ettikse (bir kastımız olmadan doğru olanı terk ettikse, önceki ümmetleri onunla hesaba çektiğin gibi) bizi hesaba çekme!Ey Rabbimiz, önceki (ümmet)lere (İsrâil oğullarına tevbede kendilerini öldürmelerini, zekâtta malın dörtte birini vermelerini, elbisenin pislenen yerini kesmelerini)yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme!Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü (taşımaya katlanamayacağımız sıkıntı, belâ ve azâbı) da yükleme! Bizi(m günahlarımızı) af eyle. Bizi(m ayıplarımızı ve kusurlarımızı da) mağfiret eyle (kusurlarımızı ört, bizi utandırma ya Rabbi!). (Fazlını, ihsanını göndererek ve mizanda sevabımızı ağır kılarak) bize rahmet eyle! (Biz kuluz ve her şeyimizle sana muhtacız.) (Sen) bizim Mevlâmız (seyyidimiz, yardım edenimiz ve bütün işlerimizin yaratanı ve idâre edeni) ancak sensin. (Senin gönderdiğin İslâm dinini kabul etmeyen) kâfir kavimlere(ve düşmanlara) karşı bize yardım eyle (Allah’ım)! |
اَعُوذُ بِاللَّهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللَّهِ وَمَلَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ(٢٨٥) لاَ يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنْتَ مَوْلاَنَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ (٢٨٦) |
Rabbenâgfirlî ve li-vâlideyye ve li’l-mü’minîne yevme yekûmü’l-hisâb. 14/41. Ey bizim Rabbimiz! Beni, anamı ve babamı ve bütün mü’minleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde) bağışla. |
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ (٤١) |