çö

çöğdürme is. Çöğdürmek işi.

çöğdürmek (nsz) hlk. 1. İşemek. 2. İleri doğru fışkırtmak.

çöğme is. Çöğmek işi.

çöğmek (nsz) hlk. Alçalmak, aşağıya İnmek.

çöğüncek, -ği is. hlk. Dayanma noktası ortada olan kaldıraç, tahterevalli.

çöğünme is. Çöğünmek işi.

çöğünmek (nsz) hlk. Bir yanı inerken öbür yanı kalkmak.

çöğür (I) is. muz. İri gövdeli, kısa saplı bir tür halk sazı: Çöğür şairleri.

çöğür (II) is. bot. 1. Maydanozgillerden bir çeşit dikenli yaban bitkisi. 2. Tohumdan yetişmiş küçük fidan: Dut çöğürü.

çöğürcü is. Çöğür (I) çalan kimse.

çökek, -ği is. 1. Çukur yer: "İplere dizdikleri küçük balıkları, borunun altındaki minicik çökeğe atmışlardı." -S. F. Abasıyanık. 2. Bataklık, sazlık.

çökel is. 1. Taşan bir suyun çekildikten sonra bıraktığı tortu. 2. kim. Çökelti.

çökelek, -ği is. 1. Yağı alınmış süt veya yoğurdun kaynatılmasıyla elde edilen bir çeşit peynir, kesik, ekşimik. 2. Tortu.

çökelekli sf. İçinde çökelek bulunan, çökeleği olan.

çökelge is. hlk. Bataklık, su kenarı, balçık.

çökelme is. Çökelmek işi, teressüp.

çökelmek (nsz) kim. Bir sıvının içinde erimiş olan katı bir madde bir ayıracın yardımıyla sıvı dibine çökmek, teressüp etmek.

çökelti is. kim. Çökelme sonunda bir sıvının dibine çöken katı madde, tortu, toput.

çökeltme is. Çökertmek işi.

çökeltmek (-i) kim. Çökelmeye uğratmak, çökelmesini sağlamak.

çökerme is. Çökermek işi.

çökermek (-i) Çökmesini sağlamak.

çökerti is. coğ. Su içinde yüzer veya erimiş durumda bulunan maddelerin elverişli koşullar altında dibe çökerek tortullaşması olayı.

çökerti sekisi

çökerti sekisi is. coğ. İçinde erimiş maddelerin bulunduğu sularda çökeltilerin oluşturduğu basamak.

çökertme (I) is. 1. Çökertmek İşi veya durumu. 2. Bir tür halk oyunu. 3. ask. Cep.

çökertme (II) is. Deniz dibine İndirilerek üstüne balıklar geldiğinde köşelerinden çekilip kaldırılan ağ.

çökertmek (-i) 1. Çöktürüp oturtmak. 2. Bulunduğu yere yıkmak, çökmesini sağlamak: "Böyle bir bahar taşmasında, bizim kerpiç evi çökertti." -S. F. Abasıyanık. 3. mec. Moral bozmak, dağınıklığa yol açmak: Beklenmeyen bir gol, takımı çökertti.

çökkün sf. 1. Çökmüş olan. 2. mec. Vücut, akıl ve ruhça gücü azalmış olan: "Gerçekten de çökkün, üzgün ve zavallı bulmuştu onu." -T. Buğra.

çökkünleşme is. Çökkünleşmek işi.

çökkünleşmek (nsz) Çökkün duruma gelmek.

çökkünlük, -ğü is. Çökkün obua durumu: "Üzerinde bir çökkünlük varsa da geçicidir."-R. H.Karay.

çökme is. 1. Çökmek işi, inhitat. 2. jeol. Bir kısım yerin alttan yıkılarak alçalması.

çökmek, -er (nsz) 1. Bulunduğu düzeyden aşağı İnmek, çukurlaşmak: Toprak çökmek. Yol çökmek. 2. Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak: Tavan çökmek. Döşeme çökmek. Ev çökmek. 3. Çömelmek: "Suyun başına çöküp ellerini, yüzünü yıkamaya koyuldu." -H. F. Ozansoy. 4. Oturmak, birdenbire oturmak; "Soluk soluğa yere çöktü." -F. R. Atay. 5. Deve, sığır vb. olduğu yere oturmak: "Boz renkli bir kaya, tıpkı çökmüş bir hecin sırtını andırıyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 6. Şakak, avurt vb. içeri doğru girmek, çukurlaşmak: "Kadının yanakları daha fazla çöktü." -H. E. Adıvar. 7. Basmak, yayılmak: "... konuşmaların cıvıltısıyla dolu salona, şimdi bir acayip sessizlik çökmüştü." -Y. K. Karaosmanoğlu. 8. Sis, duman vb. inerek kaplamak: "Alaca karanlıklar çökerken köşk bahçesinin parmaklıklarında görünmektedir." -S. Birsel. 9. Tortu dibe inmek. 10. mec. Sarsılıp dinçliğini yitirmek: "Şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür." -R. H. Karay. 11. mec. Son bulmak, yıkılıp dağılmak: Bizans İmparatorluğu 1453'te çöktü. "Bir gün vatan çöktü ve millî mabetler istila edildi." -A. Gündüz. 12. mec. Yoğun bir biçimde duymak: "Mustafa Kemal'in içine ilk defa bu lisede vatan kaygısı çöktü." -F. R. Atay.

çöktürme is. Çöktürmek işi.

çöktürme havuzu

çöktürme havuzu is. Pis suyu temizleme döşemelerine, yabancı maddelerin çöktürüldüğü havuz.

çöktürmek (-i) Çökmesine yol açmak, çökmesine sebep olmak.

çökük, -ğü sf. Çökmüş, çukurlaşmış, içeri çekilmiş: "Gençken de yanakları çökük, kuru bir adamdı." -M. Ş. Esendal.

çöküklük, -ğü is. Çökük olma durumu.

çöküm is. Çökme biçimi, inhitat.

çöküntü is. 1. Çökme. 2. Çöken şeylerin kalıntısı, enkaz. 3. Suyun dibine çöken şeyler. 4. Jeolojik bir olay sonunda oluşan toprak çöküklüğü. 5. Gerileme, kriz: "Dünya krizi, özellikle de afyon piyasasındaki çöküntü ondan da çok şey götürmüştü." -T. Buğra. 6. psikol. Uyaranlara karşı duyarlığın, iş yapabilme gücünün, kendine güvenin azalarak karamsarlığın, umutsuzluğun güçlenmesiyle ortaya çıkan ruhsal bozukluk, depresyon.

çöküntü gölü, çöküntü hendeği, moral çöküntüsü, ruh çöküntüsü, yer çöküntüsü

çöküntü gölü is. coğ. Yer altındaki mağaraların ve oyukların tavanlarının çökmesiyle meydana gelen çanaklarda suların birikmesiyle ortaya çıkan göl.

çöküntü hendeği is. coğ. Yer kabuğunun birbirine paralel olarak uzanan kırıkları veya basamaklı kırık dizileri arasındaki çökmüş bölümü, yer çöküntüsü, graben.

çöküş is. 1. Çökme işi veya biçimi, inhitat. 2. Yıkılma: Yapıların depremde çöküşü korkunçtu. 3. Çömelip yere oturuş: Devenin çöküşü. 4. mec. Devletlerin veya uygarlıkların son bulması, mahvolması, İnhitat: Osmanlı İmparatorluğunun çöküş yılları.

gönül çöküşü

çöküşme is. Çöküşmek işi. çöküşmek (-e) Bir şeyin başına çöküp toplanmak: Kuşlar tarlaya çöküştüler.

çöl is. Kumluk, susuz ve ıssız geniş arazi, sahra, badiye: "Koskoca çölü, yapı ve bahçelerle donattık." -F. R. Atay. çöle dönmek harap olmak, bozulmak.

çöl iklimi, çöl tavuğu, kum çölü

çöl iklimi is. Yıllık yağış oranının çok düşük, gece ile gündüz arasındaki ısı farkının fazla olduğu İklim.

çölleşme is. Çölleşmek işi.

çölleşmek (nsz) Bir arazi, verimli toprağı akıp çöl durumuna gelmek.

çölleştirme is. Çölleştirmek İşi veya durumu.

çölleştirmek (-i) Çöl durumuna getirmek.

çöllük, -ğü sf. 1. Çölü çok olan: Çöllük bir ülke. 2. Çorak.

çöl tavuğu is. zool. Çöl tavuğugillerden, çöllerde yaşayan, uzun gövdeli, çarpık bacaklı, kanatları ve kuyrukları sivri, iyi uçan bir tür kuş.

çöl tavuğugiller ç. is. zool. Omurgalılardan çöllerde yaşayan, uzun gövdeli, çarpık bacaklı kuşlar takımı (Ptero clidae).

çömçe is. hlk. Tahta kepçe, çemçe.

çömeliş is. Çömelme işi veya biçimi.

çömelme is. Çömelmek işi.

Kazak çömelmesi

çömelmek (nsz) Dizlerini bükerek topukları üzerine oturmak: "Eteklerini toplayıp kemençecinin yanına çömelirken hâlinde bir ihtiyar kadın pişkinliği vardı." -R. N. Güntekin.

çömeltme is. Çömeltmek işi veya durumu.

çömeltmek (-i) Çömelme işini yaptırmak.

çömez is. 1. esk. Medreselerde müderrisin hizmetine bakan ve ondan ders alan öğrenci: "Bu çömez deminden beri nerede idi?" -H. F. Ozansoy. 2. mec. Birinin kendi işini öğreterek yetiştirmeye başladığı kimse.

çömezlik, -ği is. 1. Müderrisin yanında öğrencilik etme. 2. mec. Birinin sözünden çıkmama, davranışlarına uyma durumu: Arkadaşının çömezliğini yapıyor.

çömlek, -ği is. Toprak tencere: "Elinde bir çömlek sadeyağla gelip pazar yerine oturduğu görülmüş." -Y. K. Karaosmanoğlu.

çömlek hamuru, çömlek hesabı, çömlek kebabı, çanak çömlek

çömlekçi is. Çanak, çömlek, testi yapan veya satan kimse.

çömlekçilik, -ği is. Çanak, çömlek, testi vb. yapma sanatı, seramikçilik.

çömlek hamuru is. Çanak çömlek yapımında kullanılan özlü kil veya çamur.

çömlek hesabı is. Basit ve güvenilmez hesap.

çömlek kebabı is. Çömlek içinde pişirilen et yemeği.

çömme is. Çömmek işi.

çömmek (-e) hlk. Çömelmek: "Ninem, gözlerini onların gidişlerinden ayırmaksızın yere çömdü." -T. Dursun K.

çöp is. Far. çüb 1. Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası: "Köşk o kadar sessizdi ki yere bir kibrit çöpü düşse çıkardığı ses işitilebilirdi." -P. Safa. 2. Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi, çöp atlamaz gözünden hiçbir şey kaçmayacak kadar titiz ve dikkatli olan, aldatılamaz: "Dairedeki levazım müdürü çöp atlamazın biridir, diyorlar." -F. R. Atay. çöp gibi çok ince, zayıf.

çöpe dönmek çok zayıflamak, çöpten çelebi çok zayıf, güçsüz kişi.

çöp arabası, çöpçatan, çöp kebabı, çöp kovası, çöp sepeti, çöp tenekesi, çöp torbası, çöp vergisi, çer çöp, çerden çöpten

çöp arabası is. 1. Süprüntülerin, atıkların taşındığı araba: "Medine şehri arabası, İstanbul çöp arabalarının aynıdır." -F. R. Atay. 2. mec. İşe yaramaz, değersiz, kaba saba kimse.

çöpçatan is. 1. Evlenmelerde aracılık eden kimse. 2. hlk. Kimin kiminle evleneceğini önceden kararlaştırıp gerçekleştirdiğine inanılan manevi güç: Çöpçatan böyle çatmış.

çöpçatanlık, -ği is. Çöpçatanın işi: "Bir çıkarı olsun olmasın, bayılır çöpçatanlığa..." -N. Cumalı.

çöpçü is. Evlerden çöpleri toplayan veya sokakları süpüren temizlik işçisi.

çöpçülük, -ğü is. Çöpçünün yaptığı iş.

çöp kebabı is. Kısa ve ince ağaç şişlere geçirilerek pişirilen et kebabı.

çöp kovası is. Çöp sepeti.

çöpleme is. bot. Düğün çiçeğigillerden, kökleri iç sürdürücü olarak kullanılan, kara çöpleme, yeşil çöpleme ve sarı çöpleme gibi türleri olan bir bitki, marulcuk (Helleborus).

akçöpleme

çöplenme is. Çöplenmek İşi: "Onun, gördüğü bazı işlerden çöplenmesine müsaade ediyordu. " -E. E. Talu.

çöplenmek (nsz) tkz. 1. Çeşitli yiyeceklerden azar azar yemek: "... onun bıraktığı yemekten bir süre çöplenmiş." -A. İlhan. 2. mec. Kendine açıktan ufak tefek çıkarlar sağlamak.

çöplü sf. 1. Sapı olan (üzüm vb.). 2. Çöple, süprüntüyle karışmış.

çöplük, -ğü is. Çöplerin atıldığı veya biriktirildiği yer, çöp tenekesi, küllük, süprüntülük, gübürlük, mezbele mezbelelik, (bir kimsenin) çöplüğü her türlü yetkinin sınırsızca kullanıldığı yer: "Evvelden buraları onların çöplüğü idi." -Ö. Seyfettin.

çöplük horozu

çöplükçü is. Çöplükleri satın alarak işe yarar madde ve malzemeleri yeniden değerlendirmek için hazırlayan kimse.

çöplükçülük, -ğü is. Çöplükçünün işi.

çöplük horozu is. Güzeli, çirkini ayırt etmeyen kadın düşkünü erkek.