Geri

   

 

 

İleri

 

3-3  Cahiliye Araplarının İnançları

Kitabımızın başında Araplar ile Hintlilerin belli bir mezhep üzerinde yaklaştıklarını ifade etmiş, iki toplum arasındaki mukayese ve İki millet arasındaki yakınlaşmanın eşyanın özellikleri üzerinde düşünüp mahiyetlerin hükümleriyle hüküm vermekle sınırlı olduğunu ve her İki grupta da fıtrat ve tabiatın baskın olduğunu belirtmiştik. Buna karşın Yunanlılar ve Persler de belli bir mezhep üzerinde yakınlaşmışlardı. Onların yakınlığı ise eşyanın nitelikleri üzerinde düşünmek ve tabiatların hükümleriyle hüküm vermekle sınırlıydı. Bu iki millette baskın olan çalışma ve elde etmekti.

Bu bölümde önce Câhiliye Araplarının, ardından Hintlilerin inanışlarını ele alacağız. Kitabımızı da bu bölümle noktalayacağız.

Kabe'nin (=Beyt-i Atîk) Hükmü

Câhiliyye Araplarının mezheplerini ele almaya başlamadan önce Kabe yani Beyt-i Atîk'in hükmünü ve buna binaen yeryüzünde inşa edilmiş mabetlerin durumunu belirlemek istiyoruz. Bu mabetlerin bir kısmı insanlara kıble olmaları için hak din üzere bina edilirken, bir kısmı da insanları saptırmak amacıyla bâtıl görüşler üzere bina edilmiştir. Kur'an'da Kabe'nin durumu şöyle zikredilmiştir: "Doğrusu İnsanlar İçin kurulan ilk mabet, elbette ki Mekke'de bulunan o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet kaynağı olan evdir." (AH İmrân, 3/96)

Kabe'nin kimin tarafından inşa edildiği konusunda farklı görüşler belirtilmiştir.

Rivayete göre Adem (aleyhisselâm) yeryüzüne İndirildiği zaman, Hindistan'da Serendib adlı bir bölgeye düşmüştü. (Taberî, Tarih, 1/154) Bir yandan eşini kaybetmesi, bir yandan da yaşadığı vicdan azabı ile yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıyordu. En sonunda, eşini Arafat civarındaki Cebelü'r-Rahme'de buldu. Onu hemen tanıdı. Sonra oradan Mekke'ye indi ve Rab-bine yalvarıp yakarmaya başladı. Rabbi ona, göktekine benzer bir mabet inşa etmesi için izin verdi. Adem (aleyhisselâm) semâda iken Beyt-i Ma'mûr olarak bilinen ve melekler tarafından tavaf edilip ruhanîler tarafından ziyaret edilen yerde ibadet ederdi. Allahü teâlâ Beyt-i Ma'mûr'un bir modelini nurdan bir çeper içinde yeryüzüne indirdi. Adem (aleyhisselâm) ibadet ederken ona yönelir ve çevresini tavaf ederdi.

Adem (aleyhisselâm) vefat ettiği zaman onun yerine geçen Şît (aleyhisselâm) o nurdan modelin tıpatıp aynı bir mabedi taş ve topraktan inşa etmeye başladı. Bu mabet, Nuh (aleyhisselâm) tufanında yıkılıp aradan uzun zaman geçtikten sonra peygamberlik nöbeti ibrahim Peygambere (aleyhisselâm) geçmiş ve o, eşi Hacer'i (aleyhisselâm) karnındaki bebeği İsmail'le (aleyhisselâm) birlikte o mübarek beldeye götürmüştü. İsmail (aleyhisselâm) orada doğup büyümüş, bilâhare İbrahim (aleyhisselâm) ailesine dönerek mabedin yapımında ekle vermişlerdi. Kur'an bunu şöyle haber vermektedir: "Hani İbrahim ve İsmail mabedin temellerini yükseltiyorlardı." (Bakara, 2/127) Baba oğul, aldıkları vahiy sayesinde mabedi ilk aslı olan Beyt-i Mamur'a uygun olarak inşa etmiş, menâsik ve kuralları asıllarına uygun olarak ihya etmişlerdir. Allahü teâlâ onların bu çabalarını kabul buyurmuş ve O'nun bu hüsnü kabulünün bir işareti olarak Kabe'nin şeref ve yüceliği sonsuza dek teminat altına alınmıştır. Ancak Câhüiyye Araplan'nın Kabe konusunda farklı görüşleri de olmuştur.

O kutsal mabede putları ilk koyan, Amr b. Luhay b. Gâlûse b. Amr'dır. Bu şahıs, halkıyla birlikte Mekke'ye gelerek Kabe'nin yönetimini ele geçirmişti. Bilâhare Şam civarındaki Belka şehrine giden Amr orada puta tapanların mabetlerini görmüş ve bunların ne işe yaradığını sormuştu. Onlar da şöyle cevap vermişlerdi: "Biz bu putları semavî cisimlerin ve ruhanî şahsiyetlerin şekillerini temsil eden rabler edindik. Onlar vasıtasıyla yardım istediğimizde yardım görür, su İstediğimizde suya kavuşuruz." Bu inanç Amr'ın hoşuna gitmişti. Onlardan kendisine bir put vermelerini istedi. Onlar da Hübel'i verdiler. Amr, Hübel'i alarak Mekke'ye döndü ve onu Kabe'ye koydu. Yanında iki eş konumunda olan İsaf ve Naile putları duruyordu. Amr şehir halkım bu putları yüceltmeye, onlara tapınmaya ve onları Allah'a ulaşmak için vesile edinmeye çağırdı. Bu olayın olduğu dönem Şapur krallığının ilk yıllarıydı. Kabe'nin putlarla geçen uzun yılları, Allahü teâlâ'nın İslâm dinini İzhâr etmesine kadar sürmüş ve Kabe putlardan tamamen temizlenmiştir. Allahü teâlâ'nın Kutsal Evi'nin Zuhal Mabedi olduğunu söyleyenlerin yalanı da bu şekilde açığa çıkmıştır. İddialarına göre Kabe, birtakım malum astrolojik talih anları ve makbul temaslar çerçevesinde bina edilmiş ve Zuhal Mabedi olarak adlandırılmıştır. Zuhal, devamlılık ve kalıcılığın sembolüdür. Bu da söz konusu mabedin uzun ömürlü olacağını gösterir. Ama bu hatalı bir görüştür. Çünkü Kabe'yi İlk inşa eden bunu vahiy üzere, vahiy sahibinin elleri üzere inşa etmiştir.

Mabetler

Biliniz ki mabetler putların bulunduğu tapınaklar ile ateş bulunan tapınaklar olmak üzere İkiye ayrılmıştır. Ateş tapmaklarını, Mecusilerle ilgili başlıkta zikretmiştik. Putların bulunduğu tapınaklara gelince bunlar, Araplar ve Hintlilere ait tapınaklardı. Bu tapınaklar bilinen yedi yıldızın adlarına bağlı olarak inşa edilmiş meşhur tapınaklardı. Bu tapınaklardan bazıları zaman içinde ateş tapınağına döndürülürken bazıları asılları üzere kalmıştır. Tarih boyunca ateşe tapanlarla putlara tapanlar arasında farklı ihtilaflar yaşanmış ve kimi zaman puta tapanlar güçlenirken kimi zamanlar da ateşperestler güç kazanmıştır. Hangi inanış sahibi işgalde bulunursa, girdiği yerdeki tapmağı kendi inancının sembolleriyle donatırdı. Örneğin İsfahan'a üç fersah uzaklıkta bir dağın zirvesinde kurulu bir Fars tapmağı vardı. Bu tapınakta putlar bulunmaktaydı. Ancak Hükümdar Kuştasb Mecusîliği kabul edince orayı ateş tapınağına çevirdi. Diğer taraftan Hindistan'ın Multan kentinde bulunan bir tapmak, asırlardır hiç değişmeksizin put tapmağı olarak kullanılmaktadır. Yine Hindistan'da bulunan Sadusan tapınağında çok büyük putlar mevcuttur. Hintliler yılın belli dönemlerinde hac amacıyla bu tapınakları ziyaret ederler. Put tapınaklarının bir diğer örneği Manucehr tarafından Belli şehrinde Ay adına inşa edilmiş Nûbihar tapınağıdır. İslâm ortaya çıkınca Belli halkı bunu yıkmıştır. Yemen'in San'a şehrinde bulunan Gummedân tapınağı da Zühre adına Dahhâk tarafından inşa edilmiş bir tapınaktı. Bu tapınak Osman b. Affan (radıyallahü anh) tarafından yıktırılmıştır. Bir diğer tapınak Kral Kâvus tarafından Fergana şehrinde Güneş adına inşa ettirilmiş olan Kâvsân tapınağı olup Halife el-Mutasım tarafından yıktırılmıştır.

Biliniz ki Araplar inkarcılar ve herhangi bir şeyi kabul edenler gibi çeşitli guruba ayrılmıştır.

1- Fasıl

İnkarcı Araplar (=Mu'attile)

A- Yaratıcıyı, dirilişi ve hesabı inkâr edenler

Câhiliye Araplarımn bir bölümü yaratıcıyı, öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr ederdi. İddialarına göre canlıları yaşatan tabiat, öldüren de dehr İdi. Kur'an onları şöyle haber vermektedir: "Dediler ki: Dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ölürüz, yaşarız." (Câsiye, 45/24) Onların bu sözlerinde süfli âlemdeki duygu ile algılanan tabiatlara, hayat ve ölümü de bunların terkip ve çözülmesine bağlama söz konusudur. Onlara göre birleştirici olan tabiat, öldüren ise dehr yani zamandır: "Bizi yokeden ancak dehrdir. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece öyle olduğunu zannediyorlar." (Câsiye, 45/24) Kur'an birçok ayet ve sûresinde fikrî zorunluluklar ve fıtrî ayetlerle bunun aksini kanıtlamıştır: "Hiç düşünmezler mi ki arkadaşlarında hiçbir cinnet yoktur ve o, ancak açık bir uyarıcıdır."(A'râf 7/184) "Göklerin ve yerin nıelekûtüne hiç bakıp düşünmezler mi?" (A'râf, 7/185) "Allah'ın yarattıklarına hiç bakmazlar mı?" (NahJ, 16/48) "Yoksa sizler yeri iki günde yaratanı inkâr mı ediyorsunuz?" (Fussilct, 41/9) "Ey insanlar! Sizi yaratan Rabbinize tapın." (Bakara, 2/21) Bu ayetlerde yaratılandan Yaratıcıya götüren zorunlu delâletler söz konusu olup ilk yaratmada olduğu gibi diriltmede de mükemmelliğe Kadir olduğu bildirilmektedir.

B-  Öldükten sonra dirilme ve hesabı inkâr edenler

Arapların bir bölümü ise Yaratıcıyı, yoktan yaratmayı kabul etmelerine karşın öldükten sonra dirilme ve hesabı inkâr etmişlerdir. Kur'an onları da şöyle haber vermektedir: "Kendi yaratılışını unutup Bize misal getirdi ve 'Çürümüş kemikleri kim diriltecek?' diye sordu." (Yâsîn, 36/78) Sonra da ilk yaratılışı delil getirerek onları susturdu. Çünkü onlar ilk yaratılışa inanıyorlardı: "De ki: onları ilk kez inşa eden diriltecektir." (Yâsîn, 36/79) "Yoksa artık o birinci yaratış ile yoruluverdik mi? Doğrusu onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler." (Kâf, 50/15)

C- Peygamberleri inkâr edenler; putperestler

Câhiliye Arapları arasında yaratıcıya, ilk yaratılışa ve bir şekilde tekrar dirilrilmeye inananlar da vardı. Ama bunlar da peygamberleri inkâr ediyor, putlara tapıyorlardı. Bu putların, kendileri içinde Allah katında şefaatçi olacaklarını iddia ettikleri için onları hacceder, kurbanlar keser, hediyeler sunar, çeşitli menâsik ve şiarlar ile onlara tâatte bulunurlardı. Belli şeyleri helal, belli şeyleri haram görürlerdi. Araplar'ın ekseriyeti bu inanıştaydı. Sadece küçük bir topluluk yukarıda zikrettiğimiz görüşlere sahiptir. Kur'an'da onlardan haber verilirken şöyle buyrulnıaktadır: "Dediler ki: 'Bu Peygamberce de ne oluyor? Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor? Ona bir melek indirilse de beraberinde bir korkutucu olsa ya! Yahut ona bir hazine bırakılıverse veya güzel bir bahçesi olsa da ondan yese ya!' Hem o zâlimler 'Siz sadece büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz' dediler." (Furkân, 25/7-8) Kur'an ise buna karşılık bütün peygamberlerin böyle olduklarını bildirerek istidlalde bulunmuştur: "Senden önceki peygamberleri -de farklı şekilde- göndermedik. Şüphesiz onlar da hem yemek yiyor, hem de çarşı pazarda dolaşıyorlardı. " (Furkân, 25/20)

Arapların Şüpheleri

Arapların şüpheleri şu iki noktayla sınırlıydı:

a- Öldükten sonra dirilmeyi ve cesetlerin diriltilmesini inkâr.

b- Peygamber gönderilmesine inanmama.

Kupan, ilk şüpheyi şöyle haber vermiştir: "Yoksa ölüp toprak ve kemiğe dönüştükten sonra mı diriltileceğiz? Yoksa ilk atalarımız da mı?" (Sâffat, 36/16-17) Benzer birçok ayette bu şüphe üzerinde durulmuştur. Câhi-liye Arapları bu İnkârlarını şiirlerinde de ifade etmişlerdir:

Tasam sonra- ölüm sonra diriliş, Olsa olsa hurafedir ey Ümmü Amr.

Bedir savaşında kaybettikleri için düzdükleri mersiyelerden birinde şöyle denmektedir:

Nedir o kuyudaki, Bedir kuyusundaki, Deve hörgüçleriyle örtülü kara tahtalar, Peygamber diyor ki yaşayacağız, Susuzluktan kavrulanlar nasıl yaşayacaksa?!

Câhiliye Arapları arasında tenâsuha inananlar da vardı. Bunlar şöyle derlerdi: İnsan öldüğü veya öldürüldüğü zaman beyinin kanıyla vücudunun bazı parçalan toplanarak bir baykuşa biner. Bu kuş, yüzyılda bir mezarının başına gelir. Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) işte bu inanışı da şu hadisiyle reddetmiştir: "Ne baykuş, ne Advâ, ne Safer vardır."

İnsan suretinde peygamber gönderilmesine dönük şüpheleri çok daha güçlü ve bundaki ısrarları çok daha katıydı. Kur'an, onların bu tavırlarını şöyle haber vermektedir: "Hidayet geldiğinde insanları iman etmekten alıkoyan sadece 'Allah beşer bir peygamber mi göndermiş?' demeleridir." (İsrâ, 17/94) "Yoksa bir beşer mi bize yol gösterecek?" (Tegâbün, 64/6) Aralarında meleklerin varlığına inananlar gökten bir meleğin gelmesini istiyorlardı: "Ona bir melek indirilmeli değil miydi? dediler." (Furkân, 25/7) Meleklere İnanmayanlar ise bizim Allah katındaki vesile ve şefaatçilerimiz dikili putlardır. Allah'tan geldiği söylenen emir ve şeriat ise bizce münkerdir.

Arapların Putları ve Eğilimleri

Arapların taptıkları belli başlı putlar şunlardı: Vedd, Suvâ, Yağûs, Ya'ûk, Nesr. Vedd, Kelb kabilesinin putuydu ve Dûmetü’l-Cendel'de bulunuyordu. Suvâ Hüzeyl kabilesinin putuydu. Kabile mensupları onu hacceder ve önünde kurban keserlerdi. Yağûs Müzhic ve bazı Yemen kabilelerinin putuydu. Ya'ûk Hemcdan'da bulunan bir puttu. Ncsr Zü’l-Kilâ' kabilesinin putuydu ve Himyer'de bulunurdu. Lât, Sakîf kabilesinin putu olarak Taifte bulunurdu. Uzzâ, Kureyş, Benî Kinâne ve Benî Süleym'den bazı aşiretlerin putuydu. Menât Evs, Hazrec ve Gassân kabilelerinin putuydu. Hübel ise bütün Araplar için en yüce put olarak bilinir ve Kabe'de dururdu. İsaf ve Naile putları, Amr b. Luhay tarafından konuldukları Safa ve Merve tepelerinde dururdu. Kurbanlar, bu iki putun önünde Kabe'ye dönük olarak kesilirdi. Bu İkisinin Cürhüm'den İsaf b. Amr ve Naile b. Sehl oldukları, birbirlerine aşık olan bu ikilinin Kabe'de işledikleri günah sebebiyle taş kesildikleri söylenirdi. Bir diğer rivayet ise, böyle olmayıp Amr b. Luhay tarafından getirilip Safa'ya yerleştirildikleri yönündedir.

Bahanelerden Benî Milkan kabilesinin Sa'd isimli bir putu vardı. Birisi bu put hakkında şöyle demiştir:

Sa'd'e vardık, işimizi düzeltsin diye Dağıttı bizi Sa’d Artık Sa’d’dan değiliz biz. Sa’d dediğin bir kayadan, bir oyuktan başka nedir ki? Ne zarar verir, ne yarar getirir.

Araplar telbiye ve tehlil ettikleri zaman şöyle derlerdi:

Lebbeyk Allahümme lebbeyk Lebbeyk la şerike lek İllâ şerikün hüve lek vem

Araplardan Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ve Sâbiîliğe meyledenler de bulunuyordu. Bir kısmı nev' denilen yıldız gruplarına inanırlar; buna müneccimlerin gökcisimlerine inandıkları gibi kuvvetle bağlanırlardı, öyle ki hareket ve sükunlarında, gidip gelmelerinde hep bu nev'lere göre iş görürlerdi. "Yağmurumuz şu nev' sayesinde yağdı." derlerdi. (Taberî, Tefsir, n/661; Kurmbî, el-Câmi, 13/57; Müsned, 1/89,108) Kimisi de meleklere ve cinlere tapar, bunların Allah'ın kızları olduğunu İleri sürerlerdi. Allah bütün bunlardan münezzehtir.

2- Fasıl

İnançlı Araplar (=Muhassıle)

A- İlimleri

Biliniz ki Câhiliye dönemi Araplarının sahip oldukları ilimler üç gruba ayrılır:

İlki nesep, tarih ve dinlere dair bildikleri ilimlerdir. Araplar bu ilimleri değerli ilimler arasında saymışlardır. Özellikle Rasûlüllah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) dedelerini, İbrahim (aleyhisselâm) İle İsmail'in (aleyhisselâm) soyundan gelen o nurun, Abdülmuttalib'e kadar sahip olduğu ataları tanımaya dönük çalışmalar çok ilgi görmüştür. Bilindiği üzere Abdülmut-talib Mekke'nin efendisi ve Ebrehe'nin filinin önünde eğildiği şahsiyetti. Fil Ashabının kıssası da bu meyanda bilinen bir olaydır.

Allahü teâlâ bu nurun bereketi sayesinde Ebrehe'nin şerrini savmış ve ordusunun üstüne Ebabil kuşlarını göndermiştir.

Yine bu nurun bereketi sayesinde görülen rüyada Zemzem kuyusunun yeri bulunmuş ve Cürhüm tarafından gömülen kılıçlar ve ceylanlar ortaya çıkartılmıştır.

Bu nurun bereketi sayesinde Abdülmuttalib'e onuncu çocuğuyla ilgili adağı hatırlatılmış ve Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bununla iftihar ederek "Ben iki kurbanlığın oğluyum" (Adûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/199; Hâkîm, Müstedrek, 2/604, 609)  buyurmuştu. İlk kurbanlık İsmail (aleyhisselâm) İdi. O, nurun üzerine inip sonradan kaybolduğu peygamberdi. İkinci kurbanlık ise Rasûlüllah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) babası Abdullah b. Abdülmutta-lib idi. O da nurun indirildiği ve sönmeyecek şekilde parladığı kişiydi.

Yine bu nurun bereketi sayesinde Abdülmuttalib oğullarına zulüm ve azgınlığı terketmeyi emretmiş, onları güzel ahlaka özendirerek süfli işlerden sakindırmıştır.

Bu nurun bereketi sayesinde Araplar arasındaki husumetlerde hakem tayin edilmiştir. İki hasım önüne geldiğinde Kabe'nin kenarına oturup sırtım Kabe'ye verir ve hak ile hükmederdi.

Yine bu nurun bereketi sayesinde azgın Ebrehe'ye şu cevabı vermişti: "Bu Ev'in bir Rabbi var. Onu savunup koruyacaktır." (ibn Hişâm, esSîretû'n-Nebcviyyc, i/42) Ebu Kubeys dağına çekildikten sonra da şu beyitleri söylemişti:

Tasalanma! Kişi beldesini korur, Sen de koru beldeni!

Onların güç ve tedbirleri zulümle senin tedbirini mağlup etmez.

Onları Kabemizle başbaşa bırakırsan, ne olur sonra?

(İbn Hişâm, es-Sîretû'n-Nebeviyye, 1/43)

Yine bu nurun bereketi sayesinde vasiyetleri arasında şöyle demiştir: "Bu dünyaya gelen hiçbir zalim yoktur ki Allahü teâlâ ondan intikamını alıp cezasını vermesin!" O sıralarda zulmüyle tanınmış biri cezasını çekmeden ölmüştü. Bu husus Abdülmuttalib'e söylenince biraz düşündü ve şöyle dedi: "Yemin ederim ki bu yurdun ötesinde bir yurt daha vardır ve orada iyi iyiliğiyle ödüllendirilecek, kötü de kötülüğü sebebiyle cezalandırılacaktır."

Onun ilk yaratılışa ve öldükten sonra dirilişe inandığını gösteren bir delil de şudur: Oğlu Abdullah için kur'a çekerken şöyle diyordu:

Ey Rabbim! Sensin hamdedilen mülk sahibi, İlk yaratan ve diriltecek olan Rabbimsin, Güzellik de destek de katmdandır.

Risâlcti ve nübüvvetin şerefini bildiğini gösteren delil ise şudur: Mck-keliler meşhur kuraklığa düşüp iki yıl yağmursuz kaldıklarında oğlu Ebu Tâlib'den Muhammed Mustafa'yı (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirmesini istedi. Henüz emzikte olan Muhammed'i (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirdiğinde onu kucağına aldı ve Kabe'ye yönelerek onu havaya attı. Bu arada "Ey Rabbim! Bu bebeğin hürmetine!" Bunu ikinci, üçüncü kez yaptı. Bir yandan da, "Bu bebeğin hürmetine yağmur yağdır! Bol bol yağdır" diye dua ediyordu. Bir saat geçmedi ki gökyüzü bulutlarla doldu. Öyle bir yağmur yağdı ki Kabe'nin yıkılmasından korktular. Ebu Tâlib de bu olaya işaret eden şu şiiri söyledi:

Bembeyazdır o, yüzüsuyu hürmetine yağmur istenir, Yetimlerin yardımcısıdır, dulların hâmisi, Hâşimoğullannın gayretkeşleri toplanır çevresine, Onun katında nimet ve fazilet görürler.

Kabe'nin Rabbine andolsun ki Muhammed'i terkettiğim lafı sizin yalanınız,

Onun için çarpışır ve mücadele ederiz, Teslim etmektense onu, etraftnda, toplanırız. Çocuklarımızı ve ellerimizi görmez gözümüz.

Abbas b. Abdülmuttalib (radıyallahü anh) de O'nun hakkında şöyle bir kaside okumuştur:

Ondan önce güzelleştin gölgelerde,

Dünya- kararırken bir emanetgâhta,

Sonra indin bu beldeye, ne beşerdin

Sen, ne bir çiğnem et, ne de bir kan pıhtısı.

Öyle bir nutfeydin ki biniyordu gemiye,

Su ağız hizasına gelip halkı boğulmuşken,

Bir soydan taşınırdın bir ruhime,

Bir âlem geçtiğinde görünmüştü yer tabakası,

Kuşatmıştı engin evini,

Altında tepelerin olduğu yüksek zirvede.

Ve sen zuhur ettiğinde parladı

Arz ve aydınlandı nurunla ufuk.

İşte biz o ışık ve nurda

T arar ak ilerleriz rüşt yollarında.

Câhiliye Araplarının sahip oldukları İkinci ilim türü ise rüya İlmidir. Ebubekir (radıyallahü anh) Câhiliye döneminde rüya tabirinde bulunan ve isabet eden bir şahsiyetti, insanlar gördükleri rüyaları ona anlatır ve yorumunu sorarlardı.

Üçüncü bir ilim ise yıldız yani burç ilmiydi. Bununla daha çok kâhinler ve büyücüler uğraşırdı. Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yıldızlara göre konuşanlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Falan yıldızın rahmeti sayesinde yağmur yağdı diyen kimse Muhammed'e indirileni inkâr etmiştir." (Buhârî, Ezan, 156; Müslim, İman, 152; Ebu Davud, İbn, 22; Abdurrezzak b. Hammam, Musannaf, 1 L/459)

B- İnançları

Araplar arasında Allahü teâlâ'ya ve ahiret gününe İnanıp nübüvveti bekleyenler de vardı. Bunların gözettikleri belli gelenekler ve kurallar mevcuttu. Bir nevi inanç sahibi oldukları için bunları da zikrediyoruz.

Açık nuru ve temiz nesebi bilen, hanîf dine İnanan ve gelecek peygamberi bekleyenlerden biri Zeyd b. Amr b. Nüfeyl idi. Sırtını Kabe'ye yaslayıp şöyle derdi: "Ey insanlar, bana gelin! Benden başka ibrahim dini üzere olan kalmadı." Ümeyye b. Ebi's-Salt bir gün onun şu şiirini işitmişti:

Kıyamet günü her din, Haniflik dışında iftiradır.

Ümeyye ona 'Doğru söylüyorsun' dedi. Zeyd de şu şiirle mukabele etti:

Hiçbir neft korumayacak seni, Hesap günü beşer toplandığında.

Araplar arasında tevhide ve hesap gününe İman eden başkaları da vardı. Örneğin Kus b. Sâide el-Iyâdî vaazlarında şöyle derdi: "Kabe'nin Rabbi'ne andolsun ki helak olan her şey dirilecek, giden her şey bir gün geri dönecektir!" Yine o şöyle demişti:

Dikkat edin! O Allah tek bir ilahtır,

Ne doğmuş, ne de doğurmuştur,

Diriltip açığa çıkarmıştır,

Tann dönüş de yine O'nadır. Öldükten sonra diriliş hakkında da şöyle bir şiir söylemiştir:

Ey ölüye ağlayan! Ölüler kabirdedir,

Üstlerinde parçalanmış ipek giysileriyle,

Bırak onları! Bir günleri vardır çağrılacakları,

Uykulardan uyandıran kâbus gibi.

Geleceklerdir eski hallerinden farklı bir halle,

Öncekiler de sonrakiler de yaratılacaktır,

Kimileri çıplak gelecektir kimileri giysileriyle,

Kimi yenisiyle, kimi eskimiş mavisiyle.

Bir diğer muvahhid, Amir b. ez-Zarab ei-Advânfdir. Arapların tanınmış şair ve hatiplerinden biriydi. Uzun vasiyetinin sonunda şöyle demişti: "Kendi kendini yaratan hiçbir şey görmedim. Hiçbir mevzu görmedim ki yaratılmış olmasın. Hiçbir gelen görmedim ki gidici olmasın. İnsanları öldüren eğer hastalık olsaydı, ilaçların diriltmesi gerekirdi. Dağınık şeyler görüyorum.. Harta..." 'Hatta ne?' diye sorulduğunda şöyle dedi: "Hatta ölü dirilecek, olmayan şey varolacaktır. Gökler ve yer bunun için yaratılmıştır.." Bu söz üzerine yanından ayrılıp gittiler. O da şöyle dedi: "Yazıklar olsun! Oysa bu, kabul edenler için bîr öğüttü."

Amir, bazı şeyler gibi şarabı da kendine haram kılmıştı. Bu konuda şöyle bir şiiri vardı:

Şarabı içersem, tadı için içerim?

Eğer lezzeti ve onu sunan enfiyeler olmuşa ne ben? Onu görürdüm., ne de o beni, ancak çok yüksekten. Delikanlıyı zorlar elinde olmayana? Halkın hem akhnı götürür, hem malını. Bırakır ardında kin ve nefret, Yiğit gençleri eder rezil ve rüsvay. Allah'a and ettim ki ne sunacağım onu, ne içeceğim. Arzın toprağı dağıtmcaya kadar mafsallarımı.

Câhiliyc döneminde şarabı haram görenlere örnek olarak şu isimleri de zikredebiliriz: Kays b. Asım et-Temîmî, Safvân b. Ümeyye b. Muh-ris el-Kenânî, Afîf b. Ma'dikerib el-Kindî. Bu şahıslar şarabın kötülüğü hakkında şiirler söylemişlerdir. Şarabı olduğu gibi zinayı da haram gören el-Eslûm el-Yâlî ise şöyle bir şiir söylemiştir:

Uzun acılardan sonra barıştım halkımla, Barış işlerin en güzelidir, hem kalıcı, Arzuladığım halde terkettim şarabı Ve fahişeleri ki bunların terki daha güzeldir. Sıyrıldım bunlardan kerem için ey anacık, Zaten akıl sahibi iffetli kimseler de böyle yapar.

Yaratıcıya ve Adem Peygamber'in (aleyhisselâm) yaratılan ilk İnsan olduğuna inananlardan biri de Kuzâa'dan Tâbıha b. Sa'leb b. Vebre'nin kölesiydi. Bu konudaki şiirinde şöyle demişti:

Ey Rabbim! Dua ederim sana lâyık olduğun şeyle, Bir ağaç dalına tutunmuş bir kazazedenin Anasıyla. Çünkü Sen ehlisin bütün hgmd ve haynn, Zenginsin, öfkende acele etmez ve kınamazstn. Sen ki zamanın ikinci kez diriltemeyeceğisin, Kullarından hiçbiri görmemiştir cimriliğini, Sen ki Kadım, Evvel ve şan sahibisin, İnsanların ilk yaratıcısısm sen sırlar içinde. Sen ki beni bir karanlığa girdiren, Ademdin soyundan başka bir karanlığa bırakan.

Araplar arasında ahiret İnancı olanlardan biri de en-Nâbiğa ez-Züb-yânî'dir. Hesap günü hakkında şöyle demiştir:

Dinlen Sağlamdır. Akıbetleri dışında bir şey ummazlar.

Bu ifadesi ile amellerin karşılığının verileceğini murat etmiştir.

Züheyr b. Ebi Sülmâ el-Müzenî de inancı olanlardandı. Bir gün gür ağaçlarla dolu bir ormandan geçiyordu. Ağaçlar kuruduktan sonra tekrar yapraklanmıştı. Yanındakilere şöyle dedi: "Araplar bana sövmeyecek olsa, kuruduktan sonra şu ağaçlan tekrar diriltenin, çürümüş kemikleri de dirilteceğine inanırdım!" Bilâhare inanmış ve bir kasidesinde şöyle demiştir:

Yoksa bir anneden daha mı vefakârdır kara toprak,

Ertelenir ve bir deftere yazılıp beklenir,

Hesap gününe kadar. Ya da âcilleştirip alınır intikamı.

Bir diğeri Allâf b. Şihâb et-Tcmîmfdir. Allâf, Allahü teâlâ'ya ve hesap gününe inanırdı. Bir şiirinde şöyle demişti:

Hasmı gördüm Rifâa savaşında, Aldım ondan silahını. Bildim ki Allah verir karşılığını kuluna, Hesap günü amellerin engüzeliyle.

Câhiliyc Araplarmdan bazıları ölümleri yaklaştığı zaman çocuklarına şöyle derlerdi: "Bineğimi de benimle gömün ki dirildiğimde ona bineyim. Eğer yapmazsanız diriltildiğimde yayan olurum." Cüreybe b. el-Eşîm el-Esedî ölüm döşeğinde yatarken oğlu Sa'd'a şöyle demişti:

Ey Sa'd! Ben ölmek üzereyim,

Sana vasiyetim var ki vasiyeti tutan yakındır.

Babanı yayan bırakma, Diriliş günü.

Yoksa düşer ellerinin üstüne, mahvolur.

Bindir babanı güzel bir bineğe,

Hem de binilecek bir deveye ki doğrusu budur,

Mirasım içinde belki vardır bir binek deve,

Diriliş günü 'Haydi binin!' denildiğinde binerim ona. tu:

Amr b. Zeyd b. el-Mütemennî ise oğluna şöyle vasiyette bulunmuş-

Ey oğul! Bırakıp gittiğinde beni Kabirde, bana güzel bir binek ver. Dirilişte Haydi binV denildiğine ölüleri Haşreden'in haşrinde herkesle Ama olmayan binecek devesi, İtilip kakılır orada, tökezler durur.

Câhiliye Arapları, deveyi başı arkaya çevrilmiş halde veya karnına doğru bağlanmış halde mezara sabitledikten sonra yularını ortadan iyice sıkarak boğazına bağlar ve hayvanı orada ölüme terkederlerdi. Bu durumdaki deveye 'Beliyye', onu sıkan ipe de 'Veliyye' derlerdi. Aynı zanıanta sıkıntı ve bela anlamına gelen Beliyye kelimesinden hareketle zor durumda kalanlara şöyle denirdi: Boyunlarında ipleri sıkılıp ölüme terkedilmiş develer gibi.

C- İslâm'ın kabul ettiği Câhiliyye gelenekleri

Muhammed b. Sâib el-Kelbî şöyle demiştir: Araplar, Câhiliye döneminde birtakım şeyleri haram görürlerdi. Kur'an indiği zaman, bunların bir kısmı Kur'an tararından da haram kılındı. Örneğin Araplar annelerle, kız çocuklarıyla, teyze ve halalarla evlenmeyi haram görürlerdi.

En çirkin adetleri, adamın iki kızkardcşle birden evlenmesi ve babasının kadınıyla düşüp kalkmasıydı. Böyle yapana 'Dayzan' derlerdi. Evs b. Hacer et-Temîmî, babasının kadınıyla nöbetleşe birlikte olan Kays b. Sa'lebe oğullarından üç kardeşi ayıplayarak şöyle demişti:

Yiğitliğiniz herkesin malumudur, Ama hepiniz de babanız için Dayzansınız. Taze kadın bulun da dolaşın tepesinde, örtülü koltukları üstünde zürafa gibi.

Kureyş kabilesinde iki kızkardeşle birlikte evlenen ilk kimse Ebu Uhayha Saîd b. el-As idi. Muğire b. Abdullah b. Amr b. Mahzûm'un kızları Hind ve Safıyye ile aynı anda evlenmişti.

Araplar arasında bir adam ölüp geride hanım bıraktığında veya hanımını boşadığında en büyük oğlu kalkıp eğer gönlü varsa kadının üstüne giysisini bırakırdı. Eğer onda gönlü yoksa kardeşlerinden biri yeni bir mihirle onunla nîkahlanırdı.

Kadını babasından, kardeşinden, dayısından veya dayı çocuklarından birinden sözlerlerdi. Denkler arasında nikah kıydırdı. Eğer taraflardan biri nesep bakımından daha üstün ise, diğeri malı için tercih edilirdi. Eğer annesi cariye ise kendisi gibi annesi cariye olan bir kadınla evlenirdi. Kız istemeye gelen içeri girerken "Sabahınız nimetli olsun" derdi. Sonra şunu söylerdi: "Biz sizin denginiz ve eşitin. Eğer kızınızı verirseniz biz arzumuza, siz de bize kavuşmuş olursunuz. Sizinle hısım olmaktan dolayı memnun oluruz. Eğer bir nedenden ötürü bizi reddederseniz, özür dileyerek geri döneriz." Kızı isteyen çok yakın biriyse kızın babası veya kardeşi geline şöyle derdi: "Kocana götürüldüğünde kolaycı ol, erkek doğur, kız doğurma. Allah çocuğunu, izzetini ve ömrünü bol etsin. Güzel ahlaklı ol, kocana saygı duy. Güzelliğin su gibi olsun."

Kız gurbete gidecekse şöyle derdi: "Kolaycı olma, erkek doğurma, uzakları yaklaştırır düşmanlar doğurmuş olursun. Güzel ahlaklı ol ve kayınvalidenle kayınpederine şirin görün. Çünkü gözleri senin üstünde, kulakları sendedir. Güzelliğin su gibi olsun."

Boşanma üç ayrı celsede üç kezde tamamlanırdı. Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh) şöyle demişti: "Uç talak ile boşamayı İlk gerçekleştiren İsmail b. İbrahim'dir (aleyhisselâm). Araplar boşamayı böyle yaparlardı. Kadın her defasında bir kez boşanır ve üçüncü boşamadan sonra bir daha onunla evlenemezdi." el-A'şâ b. Meymün b. Kays bir kadınla evlenmiş, ama kadının kabilesi bu evliliğe karşı çıkmıştı. Bir gün onu yakalamış ve kadım boşamadığı takdirde dayakla tehdit etmişlerdi. Şöyle dedi:

Ey eşim ayrı ol, çunku boşsun.

İnsanların işleri hep böyledir gider, gelirler.

Bunun üzerine 'İkile!' diye ısrar ettiler. O da şöyle dedi:

Ayrı ol, çünkü ayrılık daha iyidir

Sopadan, Başının üstünde bana ait bir karahk görülmesinden.

Sonra, 'Üçle' dediler. O da şu beyitle hanımını üçüncü kez boşadı: Ayrı ol, iffetli ve kınanmamış olarak, Aramızda sevilen ve seven biri olarak.

Câhiliye döneminde dört şekilde evlenilirdi: Adam kadına talip olur ve onunla evlenirdi. Kadının, kendisine uğrayan bir dostu olur, çocuğunu doğurduğu zaman, 'Bu çocuk filanındır' deyince adamla evlenirdi. Tek bir temizlik döneminde birçok erkekle birlikte olur ve doğurduğunda çocuğu onlardan birine nispet ederdi. Bu konumdaki kadına taksim edilmiş anlamında 'mukasseme' denirdi. Bir de evinin önüne bayrak dikmiş kadınlar olurdu. Bunlar sayısız erkekle birlikte olur, hamile kaldıklarında bütün erkekler toplanır ve çocuk kime benzîyorsa ona nispet ederdi.

Câhiliye Arapları Kabe'yi hacceder, umre yapar ve ihrama girerlerdi. Züheyr şöyle demiştir:

Köleler arasında öyleleri vardır ki kimi ihramlı, çıkmıştır. Kabe'yi yedi kez tavaf eder, Hacer-i Esvcd'i sıvazlar, Safa ile Merve arasında sa'y yaparlardı. Ebu Tâlib şöyle demişti:

İki Merve arasında kulaçlar Safa'ya doğru,

Her ikisinde de ne suret ve ne hayaller.

Telbiyede bulunurlar, ama bazdan telbiyede şirk koşardı:

Ancak bir ortağın vardır senindir,

Sen ona da, onun sahip olduklarına da sahipsin.

Vakfelerin hepsinde durulardı. Nitekim el-Udvâ şöyle demişti:

Kureyş'in haccettiği üzerine,

Geceleri hacıların durdukları vakfe üzerine and içerim.

Hac için kurbanlar keser, şeytan taşlar, haram ayları bilir, Tayy, Has'am ve el-Hâris b. Ka'b oğullarının bir kısmı dışında bu aylarda baskın ve savaş yapmazlardı. Bu kabileler ise ne hacceder, ne umre yapar, ne de haram ayları tanırlardı. Mekke'nin kutsallığını da tanımazlardı.

Kureyş, başka bazı kabilelerle yaptığı savaşı 'Amul-fıcâr' olarak isimlendirmişti. Çünkü bu savaşı, savaşın haram kılındığı aylarda yapmışlardı. Haram aylarda savaş ettikleri zaman 'Kad fecernâ — Yoldan çıktık, günah işledik' derlerdi. İsim de buradan gelmektedir.

Harem-i Şerifte zulümde bulunmayı hoş görmezlerdi. Kadının biri oğlunu orada zulümden sakındırarak şöyle demişti:

Ey oğul, zulmetme sakın Mekke'de, Ne küçüğe, ne de senden büyüğe. Ey oğul, kim zulmederse Mekke'de, Türlü kötülüklerle karşılaşır. Ey oğul, bunu kendim denedim de, Gördüm orada zulmedenin helakini. Ey oğul, kuşlarına bile dokunma oranın, Bırak yabani hayvanları güvende olsunlar.

Bazı Araplar, haram ayların yerlerini değiştirerek (—Nesî) iki yılda bir ay, üç yılda bir ay kazanırlardı. Yılın bir ayında haccettikleri zaman, sanki o ay Zilhicce'ymiş gibi Terviye Günü ve Arefe gününü tesbit etmekten çekinmezlerdi. Böylelikle ayın onuncu günü, Kurban Günü olurdu. O gün Mina'da kalırlardı. Arefe günü de, Mina'da kaldıkları günler de ahşveriş etmezlerdi. Ayların yerlerini değiştirmeleri hakkında şu ayet inmiştir: "Ayların yeriyle oynamak, ancak küfrü artırmaktır." (Tevbe, 9/37)

Putlar için kurban kestiklerinde kanlarını putlara sürerek servetlerinin artmasını umarlardı.

Kusay b. Kilâb Allah dışında putlara tapmaktan sakındırırdı. Şu meşhur şiir de onundur:

Bir Rab mi, yoksa bin rab mi,

Edineyim işler bölündüğünde?

Lât% Uzzâ'yı, hepsini terkettim,

Zaten basiretli adam da- böyle yapar.

Ne Uzzâ'ya taparım, ne onun iki kızına,

Ne de ziyaret ederim Benî Gtmem'in putlarını.

Şiirin Zeyd b. Amr b. NüfeyFe ait olduğu da söylenmiştir. Bu zât, Kureyşlilerîn eziyetlerine maruz kalmış ve Harem'den çıkartılmıştır. Kabe'ye sade geceleri girebilirdi.

El-Kalmas b. Ümeyye el-Kinânî Mekke meydanında halka şöyle hitap etmişti: "Beni dinleyin ki doğru yolu bulaşınız!" "Nedir o?" dîye sordular. Şöyle dedi: "Birçok ilaha dağılıp gittiniz. Çok iyi biliyorum ki Allah buna razı değildir. Muhakkak Allah, bu İlahların hepsinin Rabbidir. Yalnız kendisine kulluk edilmesini ister!"

Bu sözleri dinleyen kalabalık bir anda dağılıp gitti. Sadece bir grup ona yanaştı ve onun Temîm oğullarının dini üzere olduğunu zannettiler.

Câhiliye Arapları cünüplükten dolayı gusül abdesti alır ve ölülerini gömmeden önce yıkarlardı. el-Efvah el-Evedî bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:

Dikkat edin! Tedavi edin beni ve bilin ki gidiciyim, Ayrılık veya sakınma beni kurtaracak değildir Diyeceğim o ki giysilerim yaramaz bana. Mafsallarım ortaya çıkıp gözler donakaldığında. Getirsinler soğuk bir suyla yıkasınlar bedenimi, Ne zor yıkamadır o ki ardından büyük günahlar gelir.

Araplar ölülerini kefenler ve definden önce dua ederlerdi. Ölü için dua şundan ibaretti: Ölen kişi yatağına taşındıktan sonra evin büyüğü kalkar ve onun bütün iyiliklerini sayıp övgülerde bulunurdu. Ardından ölü defnedilir ve "Allah'ın rahmet ve bereketi üzerine olsun!" denirdi.

Kelb kabilesinden birinin Câhiliye döneminde torununa şöyle dediği nakledilmiştir:

Uzun ömürlü ol! Eğer ben sağken ölürsen, Dualarımda hep seni anarım. Malımın yansını İbn Sama veririm, Yaşarsam hayatımda ve de ölümümde.

Câhiliyye Arapları İbrahim Peygamber'in (aleyhisselâm) öğrettiği fıtrî temizliği devam ettirmişlerdir ki bunlar on kısımdır. Beşi kafa bölgesinde, beşi de vücut kısmındadır. Kafa kısmındaki beş şey, ağza ve burna su çekip temizlemek (mazmaza ve istinşak), bıyığı kısaltmak, saçı tarayıp ayırmak ve dişleri misvaklamak. Vücut kısmıyla ilgili beş şey de şunlardır: Büyük abdestten sonra taharetlenmek, tırnakları kesmek, koltuk altlarını temizlemek, avret mahallini tıraş etmek ve sünnet olmak. İslâm geldiği zaman bunları sünnet olarak takrir etmiştir.

Câhiliye Arapları hırsızın sağ elini keserlerdi. Yemen ve Hîre kralları da yol kesenleri çarmıha gererlerdi.

Araplar ahitlerinde durur, komşulara ikramda bulunur, misafirleri güzel ağırlarlardı. Hâtem et-Tâî şöyle demiştir:

İlahları Rabbim, Rabbim ilahlarıdır,

Temin ettim ki ne duracak, ne de bahane arayacağım.

Yine o şöyle demiştir:

Halklar arasında öyle kimseler vardır ki örnektir,

Sanki Mekke dağlarında ne sıpa kalmıştır çekilmedik, ne nimet,

Öyle kimselerdi ki Rablerine gönülden inanırlardı,

Her yerde de onlardan emsalsiz bir âbit bulunurdu.

4- Bab