Zodyak öz. is. Fr. zodiaaue astı: Gök küresinde Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık burçlarının eşit aralıklarla dağıldığı kuşak, Burçlar Kuşağı.
zoka is. (zo'ka) Yun. Büyük balıkları tutmakta kullanılan,, küçük balık biçiminde, ucu iğneli kurşun parçası, zokayı yutmak argo aldatılıp zarara sokulmak.
zom sf. argo 1. Olgun (kimse). 2. Çok sarhoş. zom olmak çok sarhoş olmak.
zona is. (zo'na) Lat. zona tıp Deride, sinirler boyunca, özellikle gövde, bacak ve yüzde birtakım ağrılı fiskelerin dökülmesiyle beliren, mikroplu bir hastalık.
zonk is. "Zonklamak" anlamındaki zonk zonk atmak, "vücudun bir yeri çok zonklamak" anlamındaki zonk zonk zonklamak deyimlerinde geçer: "Sağ koluma bir ok saplanmıştı sanki, bir yerden bir sinir zonk zonk atıyordu." -N. Eray.
zonklama is. Zonklamak işi veya durumu: "Oradan âdeta erimiş bir öğle aydınlığına çıktığım zaman, şakaklarımda bir zonklama vardı." -S. F. Abasıyanık.
zonklamak (nsz) Vücudun bir yeri nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak: "Dişlerini sıkmış, şakakları zonkluyor, alnında yağlı ve kınalı ter damlacıkları." -A. İlhan.
zonklatma is. Zonklatmak işi.
zonklatmak (-i) Zonklamasına yol açmak, zonklamasına sebep olmak.
zoolog, -ğu is. Fr. zoologue Hayvan bilimci.
zooloji is. Fr. zoologie Hayvan bilimi.
zoolojik, -ği sf. Fr. zoologiaue Hayvan bilimi ile ilgili.
zoospor is. Fr. zoospor biy. Suda yaşayan mantarlarda ve su yosunlarında bulunan, selüloz zardan yoksun, üzerindeki iki veya daha çok titrek tüyle hareket eden üreme hücresi.
zootekni is. Fr. zootechnie Evcil hayvanları üretme ve yetiştirme bilimi.
zor is. Far. zür 1. Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm." -R. N. Güntekin. 2. Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu." -N. Cumalı. .3. Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi. " -M. Ş. Esendal. 4. sf. Sıkıntı veya güçlükle yapılan, kolay karşıtı: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir." -B. Felek. 5. zf. Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı." -H. Taner. 6. ünl. "Yapamazsın" anlamında kullanılan bir söz. zor gelmek bir işin yapılması birine güç gelmek: "Ama, sevdiğimiz insanın acı çekmesini seyretmek, ölüm acısından çok daha zor gelmiştir bana." -K. Tahir. zor kullanmak bir işin yapılması için her türlü baskıya başvurmak. zor oyunu bozar hile, güç kullanarak düzenlenen oyun boşa çıkarıldığında söylenen bir söz. zora binmek iş, ancak zor kullanılmakla sonuçlanacak bir durum almak. zora gelememek baskıya, sıkıntıya veya sıkı bir çalışmaya dayanamamak, katlanamamak. zora koşmak güçlük çıkarmak. zoru olmak kendisini zorlayan bir durumu, bir sıkıntısı olmak, sorunu bulunmak, güçlüğü olmak: "Bizim anlayacağımız, bu memleketin iki tek zoru var. Biri okul, öteki de yol." -B. R. Eyuboğlu. zorun ne? kastın ne, ne istiyorsun? zoruna gitmek onuruna dokunmak, gücüne gitmek, zorunda bırakmak yapmaya mecbur etmek: "Onları susmak zorunda bırakmanın sıkıntısını duyuyorum. " -N. Cumalı. zorunda kalmak (veya olmak) kesinlikle yapması gerekmek, yapmaya mecbur olmak: "Kitabını basacak yayınevi bulamamış, onu kendi parasıyla bastırmak zorunda kalmıştır. "-S. Birsel.
→ zor alım, zor bela, zoru zoruna, zar zor, idrar zoru, sidik zoru
zoraki sf. Far. zür + Yun. 1. İstemeyerek yapılan: "Sinirli ve zoraki bir gülüşle güldü." -H. Taner. 2. zf. İstemeye istemeye, istemeyerek, zorla: "Pek çok okuyucum bunu zoraki okumuştur." -B. Felek.
zor alım is. huk. 1. İşlenen bir suç karşılığı olarak suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki mülkiyetine son verilmesi ve bu mülkiyetin bir başka kuruluşa devredilmesi, müsadere. 2. esk. Tanzimattan önce herhangi bir kişiye ait mallara padişah adına el konulması, müsadere, zor alıma çarpmak kişi mallarına devlet adına yasal olarak el koymak, müsadere etmek.
zorba sf. Far. zür-bâz Gücüne güvenerek hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan (kimse), müstebit, despot, diktatör.
zorbaca zf. (zorba'ca) Zorba bir yol seçerek.
zorbalık, -ğı is. 1. Zorba olma durumu. 2. Zorbaca davranış, müstebitlik: "Her davranışının, her sözünün altında bir zorbalık yattığı görülür." -S. Birsel, zorbalık etmek zorba gibi davranmak: "Makinist zorbalık etti, beni Eşref Efendi'nin elinden aldı." -M. Ş. Esendal.
zor bela zf Güçlükle.
zorca sf. 1. Biraz zor. 2. zf Zora yakın, oldukça zor: "Şişman zat, kapıdan biraz zorca sığarak Galip'in yanına geldi." -S. Kocagöz. 3. zf. (zo'rca) Zor bir biçimde.
zorgu is. Kişinin eğilimi ve isteğine uymayan iş ve davranışlara zorlanması veya bu özellikteki davranışları göstermesi.
zorgulu sf. Davranışları uygunsuz ve yersiz olmasına karşın bunları yapmak için önüne geçilmez bir zorgu duyan (kimse).
zorla zf. (zo'rla) 1. Zor kullanarak, cebren, zecren, metazori: "Ona da bu hakikati zorla kabul ettirecekti." -Ö. Seyfettin. 2. İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki: "Adama beş lira verdik, zorla başımızdan savdık." -B. Felek.
zorlama is. 1. Zorlamak işi, zecir: "İlk gençliğimin en büyük sıkıntısı bu şiir zorlamasıdır." -F. R. Atay. 2. tıp Özellikle oynaklarda ara keseciklerinin fıtığı olarak beliren, bir organın zorlanmış olmasıyla ortaya çıkan aksaklık veya bozukluk. 3. sf Zorlanarak sağlanan, cebrî: "Melodram ile vodvilin temelde eş yapıda, zorlama türler olduğunu yazar durmadan." -N. Cumalı.
zorlamak (-İ, -e) 1. Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur etmek: "Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk." -F. R. Atay. 2. (-i) Açılması, kırılması, sökülmesi gereken şeyler için güç kullanmak: Gece kapıyı zorlamışlar. 3. Üstelemek, ısrar etmek: "Bütün köylü zorladı da, bu sefer izin alabildi. " -Ö. Seyfettin.
zorlamasız sf Kolay, içten: "Akıcı, zorlamasız, açık anlatımlı bir üslubu vardı." -H. Taner.
zorlanış is. Zorlanma işi veya biçimi.
zorlanma is. Zorlanmak işi.
zorlanmak (-e) Zorlama işi yapılmak: "Hiç kimse sendikaya üye olmaya ... zorlanamaz. " -Anayasa.
zorlaşma is. Zorlaşmak durumu.
zorlaşmak (nsz) Zor duruma gelmek, güçleşmek.
zorlaştırma is. Zorlaştırmak işi: "Bu yaşamı zorlaştırmaya kalkışması daha da haksız olur." -N. Cumalı.
zorlaştırmak (-i) Zor duruma getirmek, güçleştirmek.
zorlayıcı sf. Zorlayan, mücbir.
zorlayıcılık, -ğı is. Zorlayıcı olma durumu.
zorlayış is. Zorlama işi veya biçimi.
zorlu sf. 1. Güçlü, kuvvetli, şiddetli: Zorlu bir yağmur. 2. Tuttuğunu koparan (kimse), baskı ypabilecek ölçüde güçlü, kavi: "Ne zorlu bir amir olduğunu daha ilk gününden belli etti." -H. Taner. 3. Zor, güç yapılan: "Millî Mücadelenin bazı zorlu safhalarında onun âdeta, işlere seyirci kalır gibi bir kayıtsız, ilgisiz duruşu olurdu ki..." -Y. K. Karaosmanoğlu. 4. Zorbalık yapan: "Zorlunun hakkından Allah gelir." -Atasözü.
zorluk, -ğu is. Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük: "Seyfi, zorluk karşısında kalırsa, birini yakalayıp silah atmadan buraya dönecek." -S. Kocagöz. zorluk çıkarmak bir şeyin yapılmasını engellemek için çeşitli sorunlar yaratmak.
→ geçim zorluğu
zorlukla zf. Zor bir biçimde, güçlükle: "Zorlukla kımıldattıktan sonra beni sahiden sürüklemeye başladı." -H. C. Yalçın.
zorsunma is. Zorsunmak durumu.
zorsunmak (-i) Yüksünmek, yapacağı İşi ağır bir yük veya angarya olarak kabul etmek: "Ben zaten zayıfım. Beybabam dedi ki, zorsunuyorsan çalışma oğlum, dedi." -O. Kemal.
zorunlu sf. 1. Kesin olarak gereksinim duyulan, zaruri, mecburi, ıstırari: "Tanzimat, gecikmiş de olsa, zorunlu, kaçınılmaz bir atılımdı." -N. Cumalı. 2. fel. Doğal olarak kaçınılması imkânsız olan, olumsal karşıtı. zorunlu kılmak mecbur etmek, zorunlu olarak kendi isteğinin dışında.
→ zorunlu emeklilik, zorunlu öğrenim, zorunlu sigorta, zorunlu tasarruf
zorunlu emeklilik, -ği ts. Yasalarda şartlan belirlenmiş mecburi emeklilik.
zorunluk, -ğu is. 1. Zorunluluk. 2. sos. Olayların iç ve özlerindeki düzenlilik, yasaya bağlılık ve yapı gereği, belli şartlar altında ortaya çıkması kaçınılmaz olan şey. 3. sos. İnsanın, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına bağımlı olması durumu.
zorunluluk, -ğu is. Olması gerekme, olduğundan başka olmama, zorunlu olma, mecburiyet, zaruret, ıstırar, zorunluk, olumsallık karşıtı: "Bu zorunluluk, başkalarınca savsaklanmış görevi yerine getirmekten doğuyor." -S. Birsel.
zorunlu öğrenim is. Zorunlu olarak yapılan öğrenim.
zorunlu sigorta is. Zorunlu olarak yaptırılan sigorta.
zorunlu tasarruf is. Mecburen yapılması gereken tasarruf.
zoru zoruna zf. Zorlukla, zorluk çekerek.
Zr kim. Zirkonyum elementinin simgesi.