zıbarma is. Zıbarmak durumu.
zıbarmak (nsz) 1. Ölmek, gebermek. 2. hkr. Uyumak, çok içip sızmak.
zıbın is. 1. Bebeklere iç çamaşırı olarak giydirilen, İnce pamukludan kısa ve kollu giysi. 2. hlk. Kolsuz giysi.
zıddiyet .is. Ar. ziddiyyet esk. 1. Karşıtlık: "Sasanhlarla İran'ın Üsküdar'a kadar gelişi ve Filistin'e kadar yürüyüşü bu zıddiyetin son haddini gösterir." -Y. K. Beyatlı. 2. mec. Sevişmezlik, geçimsizlik, çekememezlik.
zıh is. Far. zih 1. Giysilerin kol, yaka, etek vb. kenarlarına dikilen şerit veya kaytan: Pantolon zıhı. 2. Marangoz İşlerinde ince kenar pervazı. 3. Sayfa çevresine çekilen çizgi.
zıhlama is. Zıhlamak işi.
zıhlamak (-i) Kenarına zıh geçirmek.
zıhlanma is. Zıhlanmak işi.
zıhlanmak (nsz) Zıhlamak işi yapılmak.
zıhlı sf. Zıhı olan.
zıhsız sf. Zıhı olmayan.
zıkkım is. Ar. zakkum 1. Zehir, ağı. 2. mec. İçki ve sigara: "Bu zıkkım haramdır, insana zararı vardır."-M.. Ş. Esendal.
→ zehir zıkkım, zıkkımın kökü
zıkkımın kökü ünl. Kızgınlık anında söylenen bir söz.
zıkkımlanma is. Zıkkımlanmak işi.
zıkkımlanmak (-i) hkr. Yiyip içmek: "Ne yapıp etmiş, sofrayı hazırlarken, adamakıllı zıkkımlanmış." -S. M. Alus.
zılgıt is. îkz. Korkutma, çıkışma, gözdağı, azarlama, zılgıt vermek korkutmak, çıkışmak, azarlamak, gözdağı vermek: "Şehrin büyükleri otelciye adamakıllı bir zılgıt vermişler." -R. N. Güntekin. zılgıt yemek azar işitmek: "Biraz evvel babamdan yediğim zılgıttan sonra..." -R. N. Güntekin.
zılgıtlanma is. Zılgıtlanmak durumu.
zılgıtlanmak (nsz) Zılgıt yemek, azar işitmek.
zımba is. (zı'mba) Far. zunbe 1. Delgeç. 2. Delgeçle açılan delik.
→ tel zımba
zımbalama is. Zımbalamak işi.
zımbalamak (-i) 1. Bir şeyin üzerinde zımba ile delik açmak: "Belki .o biletleri zımbalayan delikanlı karnesini ona vermiş, bir de çay içirmiştir." -S. F. Abasıyanık. 2. argo Bıçaklamak, bıçakla vurmak, öldürmek.
zımbalanma is. Zımbalanmak işi.
zımbalanmak (nsz) Zımbalama işi yapılmak.
zımbalatma is. Zımbalatmak işi.
zımbalatmak (-i) Zımba ile delik açtırmak.
zımbalı sf. (zı'mbalı) Zımbası olan.
→ zımbalı defter
zımbalı defter is. Kolay koparılabilsin diye yapraklarının dibi zımbalanmış olan defter.
zımbırdatma is. Zımbırdatmak işi.
zımbırdatmak (-i) 1. Telli bir çalgıyı acemice çalmak. 2. Herhangi bir şeyden çirkin ve kulağı tırmalayan sesler çıkarmak.
zımbırtı is. 1. Telli bir çalgıyı acemice çalarak çıkarılan çirkin ses. 2. Bu çirkin sesi çıkaran şey. 3. argo Adı hatırlanmayan veya söylenilmek istenmeyen ufak ve değersiz bir şeyi anlatmak için kullanılan bîr söz, zırıltı, zamazingo, zamkinos.
zımnen zf. (zı'mnen) Ar. zımnen esk. Üstü kapalı olarak, dolayısıyla: Konuyu bana zımnen anlattı.
zımnında zf. Dolayısıyla, için: Buraya bir iş zımnında geldim.
zımni sf (zımni:) Ar. zimnî esk. 1. Kapalı olarak yapılan veya söylenen, dolayısıyla anlatılan, kapalı, gizli: Bu sözün zımni anlamı şudur. 2. is. man. içerik.
zımpara is. (zı'mpara) Far. sunparejeol. Çok sert alümin billurları kapsayan ve aşındırıcı olarak kullanılan doğal kaya.
→ zımpara kâğıdı, zımpara taşı, zımpara tozu, bant zımpara, disk zımpara
zımpara kâğıdı is. Maden, tahta ve daha başka şeylerin yüzünü aşındırıp düzeltmeye ve parlatmaya yarar, üstüne zımpara tozu yapıştırılmış kalınca kâğıt.
zımparalama is. Zımparalamak işi.
zımparalamak (-i) Zımpara kâğıdı sürerek bir şeyin yüzeyindeki pürüzleri yok etmek.
zımparalanma is. Zımparalanmak işi.
zımparalanmak (nsz) Zımparalama işi yapılmak.
zımparamsı sf. Zımparayı andıran, zımparaya benzeyen, zımpara gibi.
zımpara taşı is. Yüzeylerinden biri üzerinde çalışılan ve düzlemsel yüzeyleri düzeltmede kullanılan taşlama taşı.
zımpara tozu is. Taş kesme çarklarının üzerine yapıştırılan maden tozu.
zındık, -ğı is. Ar., zindik Tanrı'ya ve ahirete inanmayan (kimse): "Nazarında herkes zındıktı, hırsızdı,yalancıydı."-Ö. Seyfettin.
zındıklık, -ğı is. Zındık olma durumu.
zıngadak zf. (zı'ngadak) Birdenbire ve sarsıntıyla: "Elli metre kadar yürüdük, birkaç egzoz gürültüsü çıkarıp zıngadak durdum." -A. Gündüz.
zıngıldama is. Zmgıldamak işi veya durumu.
zıngıldamak (nsz) Zangırdamak.
zıngıl zıngıl zf. Zangır zangır.
zıngırdama is. Zıngırdamak işi veya durumu.
zıngırdamak (nsz) Zangırdamak.
zıngırdatma is. Zıngırdatmak işi.
zıngırdatmak (-i) Zangırdamasına sebep olmak, titretmek.
zıngırtı is. Zangırdama sesi.
zıngır zıngır zf. Zangır zangır.
zınk is. Hızla giden bir şeyin birdenbire durduğu an çıkardığı ses. zınk dîye durmak birdenbire durmak: "Askerî bir cip, Camekân Sokağı'nı sarsıla sarsıla geçti, apartmanın kapısı önünde zınk diye durdu." -A. İlhan.
zıp is. Zıplayan veya birdenbire fırlayan bir şeyin hareketi veya çıkardığı ses. zıp diye çıkmak hiç beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkmak.
→ zıpçıktı, zıpzıp, zıp zıp
zıpçıktı is. 1. Görgüsüz, fırsatçı kimse: "Bu kadar milyon nasıl olur da bu eğlenceler zıpçıktısına milyonlar yağdırır?" -F. R. Atay, 2. sf. Türedi: "Bu devir kâtipliğin itibardan düştüğü devirdir; halk arasında sünepe kâtip, zıpçıktı kâtip gibi tabirler kullanılır. " -R. H. Karay.
zıpır sf. tkz. Şımarık ve delice tavırlı, hareketlerinde Ölçüsüz, delişmen, zırtapoz: "Mesrure, zıpır bir oğlanla karşısına çıkmaktan çekinmiyor, herkes bana ne der diye düşünmüyor." -M. Ş. Esendal.
zıpırlık, -ğı is. Delişmenlik.
zıpka is. (zı'pka) hlk. Karadeniz kıyısı halkının giydiği dar paçalı potur: "Karşı kahvenin çırağı bacağındaki zıpkasını örten futasıyla dört kahve getirdi." -M. Ş. Esendal.
zıpkın is. Büyük balıkları vurup çekmeye yarayan ucu çengelli mızrak.
→ çatal zıpkın
zıpkıncı is. Zıpkınla balık avlayan kimse.
zıpkıncılık, -ğı is. Zıpkıncı olma durumu.
zıpkınlama is. Zıpkınlamak işi.
zıpkınlamak (-i) Zıpkınla vurmak.
zıpkınlanma is. Zıpkınlanmak işi.
zıpkınlanmak (nsz) Zıpkınlamak işi yapılmak.
zıplama is. Zıplamak işi.
zıplamak (nsz) 1. Bir yere çarpıp yukarı fırlamak: "İhtiyar profesörün elinde tuttuğu silindir, canlı bir mahluk gibi zıpladı." -F. R. Atay. 2. Sevinçten veya oyun yapmak için, bulunduğu yerde havaya doğru fırlamak: "Küçük köpek ince sevinç çığlıkları çıkarıyor, zıplıyor, havlıyor, atılıyordu." -S. F. Abasıyanık.
→ atkıya zıplaya, hoplaya zıplaya
zıplatma is. Zıplatmak işi.
zıplatmak (-i) Zıplama işini yaptırmak, hoplatmak, sıçratmak.
zıppadak zf. (zıppadak) Beklenilmeyen, uygun olmayan bir sırada: Zıppadak içeri giriverdi.
zıpzıp is. 1. Bilye: "Ben dünyadan bihaber bir çocuğum / Kayıp zıpzıplarımı arıyorum." -C. S. Tarancı. 2. Bir yerinden lastik bir bağla asılmış, içi talaş dolu hafif bir top olan çocuk oyuncağı.
zıp zıp is. 1. Zıp sesi. 2. zf. "Zıp" sesi çıkararak. zıp zıp zıplamak çok sevinmek.
zırcahü sf. (zı'rcaıhil) Çok cahil.
zırdeli sf. (zı'rdeli) Aşın deli, çılgın: "Çocukları idare etmek şöyle dursun, kendisi onlardan besbeter bir zırdeli idi." -R. N. Güntekin.
zırh is. Far. zirih esk. 1. Savaşlarda ok, kılıç, süngü vb. silahlardan korunmak için giyilen, demir ve tel levhalardan yapılmış giysi. 2. Savaş gemilerinin veya bazı araçların dışına kaplanılan çelik levha.
zırhlandırma is. Zırhlandırmak işi.
zırhlandırmak (-i) 1. Zırhla kaplamak. 2. Zırh giydirmek. 3. mec. Kuvvetlendirip sağlamlaştırmak: "Tehlikenin artması, harp edeni içinden zırhlandırıyor; maddeye ancak sulh karşı koyabilir." -R.E. Ünaydm.
zırhlanma is. Zırhlanmak durumu.
zırhlanmak (nsz) 1. Zırh giymek. 2. Zırh kuşatılmak.
zırhlı sf. 1. Zırh giymiş veya zırh kaplanmış: "... uçsuz bucaksız bir tank, panzer ve zırhlı araba zinciri ... geçip gidiyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. is. Büyük bir bölümü mermilere ve uçak bombalarına karşı bir zırhla korunmuş, genellikle büyük tonajlı açık deniz gemisi: "5-18 Mart muharebesi bizim zaferimizle bitmişti, düşman zırhlılarının canına okumuşuz." -A. Gündüz.
→ zırhlı araç, zırhlı balık, zırhlı başlılar, zırhlı birlik, zırhlı güç, zırhlı kuvvet, zırhlı yayın
zırhlı araç, -cı is. Savaşta veya savaş dışında güvenliği sağlamak İçin zırh ile kaplanmış araç.
zırhlı balık, -ğı is. zool. Zırhlı yayın.
zırhlı başlılar ç. is. zool. Omurgalı hayvanlardan amfibyumların bir takımı.
zırhlı birlik, -ği is. ask. Hareket yeteneği yüksek, ateş gücüne sahip, zırhla korunan savaş araçlarıyla donatılmış silahlı kara kuvveti, zırhlı güç, zırhlı kuvvet.
zırhlı güç, -cü is. ask. Zırhlı birlik.
zırhlı kuvvet is. ask. Zırhlı birlik.
zırhlı yayın is. zool. Kemikli balıklar takımının yayın balığıgiller familyasından bir balık türü, zırhlı balık.
zırhsız sf. Zırhı olmayan.
zırıldama is. Zırıldamak işi.
zırıldamak (nsz) 1. Durmaksızın söylenerek hoşnutsuzluğunu açığa vurmak: Herif yine zırıldayıp duruyor. 2. Sürekli ağlamak.
zırıldanma is. Zırıldanmak işi.
zırıldanmak (nsz) Zırıldamak.
zırıltı is, 1. Zırıldama sesi veya işi. 2. Zımbırtı: "Bırak hırboluğu diyor, çıkar o yenindeki zırıltıyı." -A. İlhan. 3. mec. Can sıkan veya hoşa gitmeyen ses çıkaran nesne: Elindeki o zırıltıyı bırak. 4. mec. Anlaşmazlık sebebiyle çıkan kavga, geçimsizlik, zırıltı çıkarmak anlaşmazlık sebebiyle kavga etmek: "Durup dururken zırıltı mı çıkarmalı?"-M. Ş.Esendal
→ kaynana zırıltısı
zırıl zırıl zf. Bolca: "Bazı sıkı zamanlarda öyle olur ki, sırtımdan çıkan gömleği elimde burup sıktığım zaman, tekneden çıkmış çamaşır gibi, zırıl zırıl su akar." -R. N. Güntekin.
zırlak, -ğı sf, hlk. Sürekli zırlayan.
zırlama is. Zırlamak işi.
zırlamak (nsz) Zırıldamak.
zırlatma is. Zırlatmak işi.
zırlatmak (-i) Zırlamasına sebep olmak.
zırnık, -ğı is. Far. zirnih kim. 1. Arsenik. 2. Herhangi bir şeyin en küçük, önemsiz ve işe yaramaz parçası: "Bizde zırnık kalmadı." -H. R. Gürpınar, zırnık (bile) koklatmamak en ufak bir şey vermekten kaçınmak: "Karın, kaynanan, çocukların hepsini yiyip sana zırnık koklatmazlar." -H. R. Gürpınar. zırnık bile vermemek en ufak bir şey vermemek.
zırtapoz sf. argo Zıpır.
zırtapozluk, -ğu is. Delişmenlik: "Yapmadığı zırtapozluk kalmadı." -F. Ceialettin.
zırt fırt zf. Zırt pırt.
zırt kaba kâğıt ünl. argo Cart kaba kâğıt.
zırtlak, -ğı sf Yavan, tatsız: "... sulu zırtlak bir şey getirir." -R. H. Karay.
→ sulu zırtlak
zırt pırt zf. İkide birde, uygunsuzca, yerli yersiz, gereksiz yere, zırt fırt, zırt zırt: "Zırt pırt değerini yitirmeyen zarardan söz ediyorlar. " -Ç. Altan.
zırt zırt zf. Zırt pırt.
zırva sf. Saçma, saçma sapan, boş, anlamsız (söz), zırva tevil götürmez saçma olan bir düşünceyi döndürme, çevirme yolu ile savunmaya kalkışanlara söylenen bir söz.
zırvalama is. Zırvalamak işi.
zırvalamak (nsz) Boş ve anlamsız sözler söylemek, saçmalamak.
zır zır zf. Bıktırıcı ve sürekli bir ses çıkararak: Bütün gün zır zır ağlar.
zıt, -ddı sf. Ar. zidd Karşıt, ters: "... devam ediyor, birbirine zıt birçok şeyler söylüyordu. " -Ö. Seyfettin, (biri biriyle) zıt gitmek birine karşı sürekli ters davranmak, istediklerinin tersini yapmak: "... ahlakım az çok bilirim, onunla zıt gitmeye gelmez." -A. Haşim. (bir şey birinin) zıddı olmak bir şey birini tedirgin etmek, hoşuna gitmemek. zıddına basmak (veya zıddına gitmek) sinirlendirmek, sinirini bozmak: "Niçin babanın zıddına basıyorsun evladım, seni hiç incitmemiş bir baba, bir gün bir fiske vurmadı, bir dediğin iki olmuyor." -H. E. Adıvar. "Yalnız akrep kuyruğu gibi bükülmüş pomatlı ibrişim bıyıklar zıddıma gidiyor. " -R. N. Güntekin.
→ zıt anlamlı, zıt kutup
zıt anlamlı sf. Karşıt anlamlı.
zıt kutup, -tbu is. Farklı durum ve yapıda olma.
zıtlanma is. Zıtlanmak işi.
zıtlanmak (nsz) Ters, karşı davranmak, zıtlaşmak.
zıtlaşma is. Zıtlaşmak işi.
zıtlaşmak (nsz) 1. Birbirine karşı ters davranmak. 2. Birbirine karşıt olmak.
zıtlık, -ğı is. Karşıtlık.
zıvana is. (zıva'na) Far. zubâne 1. İki ucu açık küçük boru. 2. Bir kilit dilinin yerleşmesi için açılmış delik, (birini) zıvanadan çıkarmak sinirlendirmek, öfkelendirmek: "Herhangi bir hastada aldığı tedbirlere rağmen beklediği sonucun doğmaması onu zıvanadan çıkarırdı." -A. İlhan, zıvanadan çıkmak 1) çok sinirlenmek, Öfkelenmek: "Dürdane Hanım'ın aşkı seni zıvanadan büsbütün çıkarmış." -H. R. Gürpınar. 2) aklını yitirmek, çılgın gibi davranmak: "Kaç zamandır zaten bir acayipleşen oğlanın artık adamakıllı zıvanadan çıktığına hükmediyorlardı." -H. Taner. 3) denetlenemez duruma gelmek: Bu iş zıvanadan çıktı.
zıvanalı sf. Zıvanası olan.
→ zıvanalı sigara, zıvanalı vida
zıvanalı sigara is. 1. Bir ucunda kartondan zıvana bulunan sigara. 2. argo içinde esrar bulunan sigara.
zıvanalı vida is. Zıvanası olan vida: "Bunlar birer karış uzunluğunda üç para çubuğun zıvanalı vidalarla birbirlerine eklenmelerinden meydana gelir." -S. Birsel.
zıvanasız sf. 1. Zıvanası olmayan, 2. mec. Kaçık.
zıypak, -ğı sf. hlk. Kaygan.