vuku is. (vuku:) Ar. vuku' esk. Olma, meydana gelme, vuku bulmak olmak, meydana gelmek.
→ hissikablelvuku, kablelvuku
vukuat ç. is. (vuku:a:t) Ar. vukü'ât 1. Polisi ilgilendiren olay veya olaylar: "Vukuat aramaya giden, hadise çıkmıyor diye üzülen ... bir adamım." -R. H. Karay. 2. esk. Olanlar, olan bitenler.
vukuf is. (vuku:f) Ar. vukuf esk. Anlama, bilme, bilgi: "Kuzenim, mektuplarında Fransız edebiyatına da vukufunuzdan uzun uzadıya bahsediyor." -Y. K. Karaosmanoğlu.
→ ehlivukuf
vukuflu sf. Bilgisi olan: "İyi kabul görürse elbet uzman ve vukuflu heyetlerce daha ayrıntılı bir şekilde düşünülür." -H. Taner.
vukufsuz sf. Bilgisiz.
vukufsuzluk, -ğu is. Bilgisizlik.
vulgarize sf. Fr. vulgarise Halk için yapılan: Vulgarize yayınlar.
vulva is. (vu'lva) Lal. vulva anat. Ferç.
vuraç, -cı is. sp. Raket.
vurdulu kırdılı sf. Hareketli, şiddet içeren, maceraya ve dövüşmeye ağırlık veren: Vurdulu kırdık film.
vurdumduymaz sf. Anladığı hâlde anlamamış gibi davranan, umursamaz, aldırmaz, aldırışsız, duygusuz: "... ne saygısız, ne vurdumduymaz misafirdi bunlar..." -H. R. Gürpınar, vurdumduymaz kör ayvaz (olmak) duygusuz (olmak).
vurdumduymazlık, -ğı is. Aldırmazlık, aldırışsızlık, umursamazlık: "Vefakârlığı da öyleydi. Genel unutkanlığa, vurdumduymazlığa karşı içinden gelen bir tepki idi." -H. Taner, vurdumduymazlıktan gelmek aldırış etmemek, umursamamak, önem vermemek: "Şimdi böyle bir iftira karşısında bizim için vurdumduymazlıktan gelmeye imkân kalır mıydı?" -Y. K. Karaosmanoğlu.
vurdurma is. Vurdurmak işi.
vurdurmak (-i) 1. Vurmasına yol açmak: "Hafif sesli bütün aletleri susturup davulu sabaha kadar vurdurmak istiyorum." -F. R. Atay. 2. Vurmasını sağlamak.
vurgu is. dbl. Konuşma, okuma sırasında bir hece veya kelime üzerine diğerlerinden daha farklı olarak yapılan baskı, aksan.
→ vurgu uzunluğu, gevşek vurgu, ön vurgu, tonlu vurgu, kelime vurgusu, sözcük vurgusu
vurgulama is. Vurgulamak işi: "Şaşırtmak için bu acayip vurgulamaya aşırı bir ciddilikle devam ediyor." -H. Taner.
vurgulamak (-i) 1. Vurgu ile söylemek. 2. Bir yazı veya konuşmada sürekli olarak öne sürülen, önemle belirtilmek istenen düşünceye dikkati çekmek, belli bir noktayı altını çizerek belirtmek. 3. Belirlemek, damgasını vurmak.
vurgulu sf. 1. Vurgu ile söylenen: Vurgulu kelime. Vurgulu hece. 2. zf mec. Üstünde önemle durularak, dikkat çekilerek: Vurgulu konuştu.
→ vurgulu hece
vurgulu hece is. dbl. Bir kelimede vurgunun bulunduğu hece.
vurgun is. 1. Kolayca ve haksız ele geçen kazanç, ihtikâr, spekülasyon. 2. Sıcak, soğuk, dolu vb. etkilerle ürünlerde görülen zarar: Dolu vurgunu elma. 3. Dalgıcın, çok derinlerdeki suyun basıncı, iki akıntı arasında sıkışıp kalma, düzenli hava alıp verememe veya birden su yüzüne çıkma vb. durumlarda uğradığı inme veya ölüm. 4. sf Silahla yaralanmış olan. 5. sf. mec. Birine veya bir şeye vurulmuş, bağlanmış, sevmiş olan, sevdalı, âşık: "Onun da kendisine vurgun olduğuna gönülden inanmaktadır." -T. Buğra, vurgun (veya vurgunu) vurmak yolsuzluk yaparak kısa sürede büyük kazanç elde etmek: "İkinci Dünya Savaşı yıllarında Harun'un paralarını kullanarak vurduğu vurgunlarla bugünkü mertebesine ulaşmıştır belki." -A. İlhan, vurgun yemek vurgun sonucu ölmek veya sakat kalmak.
vurguncu is. ekon. Para dalgalanmalarından yararlanarak kolay yoldan kazanç elde eden kimse, muhtekir, spekülatör: "Yukarıdaki hikâyemin kahramanlarıyla dolu bin bir çarşıda, bin bir vurguncuyu yakalamak imkânsızdır. " -S. F. Abasıyanık.
vurgunculuk, -ğu is. Vurguncu olma durumu, ihtikâr, spekülasyon, vurgunculuk etmek haksız kazanç sağlamak için uğraşmak.
vurgunluk, -ğu is. Vurgun olma, gönül kaptırma durumu.
vurgusuz sf Vurgu ile söylenmeyen: Vurgusuz kelime.
→ vurgusuz hece
vurgusuz hece is. dbl. Bir kelimede vurgu bulunmayan hece.
vurgu uzunluğu is. dbl. Bir kelimede vurgulu hecenin uzunluğu.
vurma is. Vurmak işi.
→ usa vurma
vurmak, -ur (-e) 1. Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak: Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2. Ses çıkarmak için, bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak: "Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." -R. H. Karay. 3. Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek: "Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." -R. H. Karay. 4. (-i, -e) Hızla değmek, çarpmak: Kolumu duvara vurmuşum. 5. (-i, -e) Sürmek: Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak. 6. (-i, -e) Takmak, koymak: "Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup Öyle götürecekler!" -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. (-i, -e) Bağlama, ilişkilendirmek: "Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafım alırlar. " -R. H. Karay. 8. Olduğundan başka biçimde görünmek. 9. (-i, -e) Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak: Bıçak vurmak. İğne vurmak. 10. (-i, -e) Uygulamak, basmak, koymak: Damga vurmak. 11. Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak. 12. (-i) Amaçladığı şeye rast getirmek. 13. (-i) Hızla çarpmak: Ayağım güm güm yere vurarak. 14. (-i) Silahla yaralamak, öldürmek: "Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." -H. E. Adıvar. 15. Dokunmak, hasta etmek: Kömür başına vurdu. 16. Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek: Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu. 17. (nsz) Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak: "Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." -H. Taner. 18. Piyango vb. çıkmak, isabet etmek. 19. Üzerinde görünmek, üzerine düşmek: Ağacın gölgesi duvara vuruyor. 20. Desteklemek, dayamak: Akşam olunca kapının desteğini vurduk. 21. Çıkmak, görünmek: Su dışarı vurdu. 22. Sırtına, omzuna yerleştirmek: "Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." -H. Taner. 23. Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak. 24. Tavla oyununda pulu kırmak. 25. mec. Çok etki etmek, yaralamak. 26. argo İçki içmek. 27. (-i) argo Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak: Birinin on milyon lirasını vurmak. 28. (-i, -e) mat. Çarpma işlemini yapmak: İkiyi dörde vurursak sekiz eder. vur abalıya bütün özverinin yumuşak huylu kişiye yüklenmesi, sessiz, güçsüz kişinin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda söylenen bir söz. vur aşağı tut yukarı uzun uzun çekişerek, sıkı pazarlık ederek, vur dedimse (veya dedikse) öldür demedim (veya demedik) ya bir dileği yerine getirirken aşırılığa düşen için söylenen bir söz. vur patlasın, çal oynasın aşırı zevk ve eğlenceyi anlatan bir söz: "Komşu konaklarda vur patlasın çal oynasın saz âlemleri devam ediyor, uzak yakın piyano sesleri işitiliyordu." -Ö. Seyfettin, vurduğu yerden ses gelmek çok kuvvetli vurmak, eli ağır olmak. vurdukça tozumak üzerinde çalışıldıkça, işlendikçe işi artmak.
→ vurtut, başvurmak
vurmalı sf. Vurularak çalınan (çalgı).
→ vurmalı çalgılar, vurmalı sazlar
vurmalı çalgılar ç. is. müz. Vurmalı sazlar.
vurmalı sazlar ç. is. müz. Davul, zil, timbal, tef gibi vurularak çalınan çalgılar, vurmalı çalgılar.
vurtut is. 1. Silahla yaratılan kargaşalık: O vurtut içinde o da gitti. 2. zf. Uzun uzun çekişerek, sıkı pazarlık ederek: Vurtut, bir milyon liraya aldım.
vuru is. Kalbin, gevşeyip kasılmasından ileri gelen kımıldanışı, vuruş.
vurucu sf Vuran, silah attığında hedefini vuran.
→ vurucu güç, vurucu tim, başvurucu
vurucu güç, -cü 1. ask. Silah gücü yüksek, özel eğitim görmüş askerî birlik, vurucu tim. 2. Sivil bir kuruluş içinde etkili silahlarla donatılan birlik.
vuruculuk, -ğu is. Vurucu olma durumu.
vurucu tim is. Vurucu güç.
vuruk, -ğu sf. Çarpık, çarpılmış.
vurulma is. Vurulmak durumu.
vurulmak (nsz) 1. Vurma işine konu olmak: "Yatak odasının kapısı vuruluyordu." -M. C. Kuntay. 2. (-e) mec. Âşık olmak, gönül kaptırmak, sevdalanmak: "Kim söylemiş beni /Süheyla'ya vurulmuşum diye." -O. V. Kanık.
vuruluş is. Vurulma işi veya biçimi.
vurunma is. Vurunmak işi.
vurunmak (nsz) hlk. 1. Kendine vurmak. 2. Giyinmek, örtünmek: Yaşmak vurunmak. 3. Koymak.
vuruntu is. Ateşleme bozukluğu sebebiyle bir motorun içinden gelen gürültü ve bu gürültüden anlaşılan çalışma düzensizliği.
vuruş is. 1. Vurma İşi veya biçimi: "Bazen kalbinin hafif ve sık çarpıntıları arasında ansızın tokmak gibi vuruşlar var." -P. Safa. 2. müz. Bir ölçüyü oluşturan eşit sürelerden her biri: İki vuruşu olan ölçü. 3. tek. Bir kuvvetin etkileme süresi ile şiddetinin çarpımından çıkarılan nicelik.
→ çift vuruş, makaslama vuruş, serbest vuruş, başlama vuruşu, ceza vuruşu, hata vuruşu, kale vuruşu, korner vuruşu, köşe vuruşu
vuruşkan sf. Dövüşken.
vuruşkanlık, -ğı is. Dövüşkenlik.
vuruş kırış is. Karmakarış, darmadağın olma durumu: "Rüzgâr öylesine üförür, öylesine vuruş kırış patlatır ki - bir dakika duramayız." -S. Birsel.
vuruşma is. Vuruşmak işi.
vuruşmak (nsz, -le) 1. Birbirini vurmak, dövüşmek. 2. Savaşmak, çarpışmak.
vuslat is. Ar. vuslat esk. Sevgiliye kavuşma: "Civanlığında senin de başından geçmiştir anacığım; aşkın ilacı vuslattır, anacığım." -O. C. Kaygılı.
vusul, -lü is. (vusu'.l) Ar. vuşül esk. Ulaşma, varma, vusul bulmak ulaşmak, varmak.
vuzuh is. (vuzu:h) Ar. vuzüfy esk. 1. Açık olma durumu, açıklık, aydınlık: "Bu akşam bilhassa, Şevki'nin fikrindeki vuzuh onu düşündürdü. " -H. E. Adıvar. 2. ed. Açıklık.
vuzuhsuz sf. Açık olmama durumu, belirsiz.
vuzuhsuzluk, -ğu is. Vuzuhsuz olma durumu, belirsizlik.