vi

vibrasyon is. Fr. vibration Titreşim.

vibrasyon tecridi

vibrasyon tecridi is. Titreşim önleyici.

vibratör is. Fr. vibrateur Titreşim yaratan araç.

vibriyo is. Fr. vibrion biy. Virgül biçimindeki bakteri.

vicahen zf. (vica:'hen) Ar. vicahen esk. Yüz yüze.

vicahi sf. (vica:hi:) Ar. vicahi esk. Yüz yüze olan veya yapılan.

vicdan is. (-da:m) Ar. vicdan Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç: "... başkanlığı da bir vicdan rahatlığıyla ona devretmiş." -Y. K. Karaosmanoğlu.

vicdan azabı

vicdan azabı is. istenilmeden veya bilinçsizce yapılan kötü bir işten dolayı duyulan acı, üzüntü. vicdan azabı çekmek (veya duymak) istenilmeden veya bilinçsizce yapılan kötü bir işten dolayı üzülmek, pişmanlık duymak: "Gözlerinde minnet yaşlarıyla yüzüme baktıkça vicdan azabına benzer bir şey duyuyor." -R. N. Güntekin.

vicdanen zf. (vicda:'nen) Ar. vicdanen Vicdan bakımından: "Yoksa vazife başında bulunmadığım için vicdanen rahatsız ve hükümet doktoru olarak da belki mesut olacaktım." -R. N. Güntekin.

vicdani sf. (vicdami:) Ar. vicdanı Vicdanla ilgili olan, vicdana dayanan: "Hâkimler ... vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler." -Anayasa.

vicdanlı sf. Vicdanı olan, insaflı.

vicdansız sf. Vicdanı olmayan, insafsız.

vicdansızca zf. (vicdansı'zca) Vicdansız bir biçimde.

vicdansızlık, -ğı is. 1. Vicdansız olma durumu. 2. Vicdansızca davranış.

vida is. (vi'da) ît. vite Döndürülerek bir yere sokulan burmalı çivi. vidaları gevşemek argo kendini tutamayıp çok gülmek.

piston vida, zıvanalı vida

vidala is. (vida'la) İt. vitello Çanta ve ayakkabı yapılan tabaklanmış dana derisi.

vidalama is. Vidalamak işi.

vidalamak (-i) Vida ile tutturmak.

vidalanma is. Vidalanmak işi.

vidalanmak (nsz) Vidalama işine konu olmak.

vidalı sf. 1. Vidası olan. 2. Vida ile tutturulmuş.

vidanjör is. Fr. vidangeur Foseptik kuyularındaki pis suları çekmeye yarayan makine.

vidasız sf. Vidası olmayan.

video is. İng. video Hem görüntü hem de ses kaydedebilen, daha önce kasete kaydedilmiş görüntü ve sesleri ekrana yansıtan aygıt, vîdeoteyp.

videobant, videokaset, videoteyp

videobant, -dr İng. video + Fr. hande Televizyon yayınlarının kaydedildiği, bir kasete sarılı şerit.

videocu is. Video alıp satan veya onaran kimse.

videoculuk, -ğu is. Videocunun işi.

videokaset is. İng. video + Fr. cassette Üzerinde kayıtlı olanı video aracılığıyla ekrana yansıtabilen kaset.

videoteyp, -bi is. İng. video tape Video.

vido is. İt. vedo Oyunda kazanılacak sayıyı veya parayı iki katına çıkarma, vido çekmek oyundaki kazanılacak sayıyı veya parayı iki katma çıkarmayı teklif etmek. vidoyu görmek vidoyu kabul etmek.

vidolu sf. Vido ile oynanan: Vidolu bezik partisi

vidosuz sf. Vido ile oynanmayan.

Vietnamlı öz. is. (vie'tnamh) 1. Vietnam halkından olan kimse. 2. sf. Vietnam'a özgü, Vietnam'la ilgili.

vigla is. (vi'glâ) İt. viglia den. Savaş ve ticaret gemilerinin direklerine ve dalyanlarda dikine gömülmüş gönderler üzerine gözcülerin nöbet tutmaları için yapılmış yer.

viglacı is. Savaş ve ticaret gemilerinde gönderler üzerinde nöbet tutan kimse.

vikaye is. (vika.ye) Ar. vikaye esk. Koruma. vikaye etmek korumak.

vikont is. Fr. vicomte Batı ülkelerinde baron ile kont arasında bir soyluluk unvanı.

vikontes is. Fr. vicomtesse Kadın vikont veya vikont karısı.

viladî sf. (vilâ:di:) Ar. vilâdi esk Doğuştan (olan).

vilayet is. (vilâyet) Ar. vilâyet 1. İl: "İki haftadan beri komşu vilayetleri kasıp kavuran dayanılmaz sıcaklar burada..." -R. N. Güntekin. 2. esk. Valilik.

vilayet binası

vilayet binası is. Şehrin valilik makamı ile idari ve adli kuramlarının bulunduğu yapı.

villa is. (vi'llâ) İt. villa Yazlıkta veya şehir dışında, bahçeli, müstakil ev: "Zarif villalar, muazzam bağ ve bahçeler, düz ve geniş yollar gözüküyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu.

vinç, -ci is. İng. winch Ağır yük kaldırmaya ve bir yere taşımaya yarayan araç.

vinter is. İng. winter den. Ağaç çemberler üzerine örülmüş torba biçimindeki balık ağı.

vinterizasyon is. İng. winterization Kademeli olarak soğutulan ve düşük sıcaklıklarda yavaşça karıştırılıp bekletilerek elde edilen donmuş asitlerin süzülerek yağdan uzaklaştırılması.

vinterize is. İng. winterize "Vinterizasyon işleminden geçirmek" anlamındaki vinterize etmek birleşik fiilinde geçer.

vinyet is. Fr. vignette Bir kitabın sayfalarım süsleyen başlık, süslü harf gibi motif.

vira zf (vi'ra) İt. vira 1. Durmadan, aralıksız, ara vermeden: Vira söylüyor. 2. ünl. den. Macuna ve başka makinelerin çevrilmesi için verilen komut, vira etmek toplamak, almak: "Demiri vira edip açılmaya karar verdim." -2. Selimoğlu.

viraj is. Fr. virage Bir yolun kıvrıldığı yer, büküntü, dönemeç: "Bu dönüm noktası ... meğer bir ölüm virajı imiş!" -Y. Z. Ortaç. viraj almak virajı dönmek: "Memur, geç işareti verince gaza bastı ve virajı umduğundan güzel aldı." -H. Taner.

virajlı sf. Virajı olan.

virajsız sf. Virajı olmayan, düz.

viran sf. (vi:ra:n) Far. viran Yıkık, harap: "İleriye baktı; harabe. Şu tarafa baktı. Viran bir kemer." -A. Gündüz, viran olmak viran duruma gelmek, haraplaşmak: "Yunus Emre'm bunu söyler, aşkın deryasını boylar / Şolyüce köşkler, saraylar viran olur kalır bir gün." -Yunus Emre.

virane is. (vi:ra:ne) Far. virane 1. Yıkılmış veya çok harap olmuş yapı: "Viranede oynayan çocukların sesleri gittikçe azalıyor." -P. Safa. 2. Yıkılmış veya yanmış olan yapılardan geriye kalan, yıkıntı, ören: "Kim bilir hangi viranelerden, tarlalardan, bahçelerden ... kucak kucak odun, çalı çırpı toplayıp getiriyor." -R. N. Güntekin. viraneye çevirmek yıkıntı durumuna getirmek.

viranelik, -ği is. Ev yıkıntıları bulunan yer.

viranlaşma is. Viranlaşmak işi veya durumu.

viranlaşmak (-i) Viran duruma gelmek.

viranlık, -ğı is. Viran yer: "Aydınlattığı yerin viranlığına, kuraklığına, kara, kırık ve yamuk mihraplarına..." -H. E. Adıvar.

virdizeban is. Ar. vird + Far. zeban Dile dolama, dilden düşürmeme, virdizeban etmek bir şeyi veya konuyu sık sık tekrar etmek, dile dolamak.

vire SI. bk. vere.

virgül is. Fr. virgüle Yazılı cümlelerde birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime grupları arasına konulan, kısa bir durmayı göstermek için kullanılan noktalama işaretinin adı (,).

noktalı virgül

virman is. Fr. virement tic. Para aktarımı.

virolog, -ğu is. Fr. virologue tıp Viroloji uzmanı.

viroloji is. Fr. virologi tıp Virüsleri inceleyen bilim dalı.

virolojik, -ği sf. Fr. virologiaue tıp Viroloji ile ilgili.

virt, -di is. Ar. vird 1. Dinî bir sözü sürekli tekrarlama. 2. mec. Çok tekrarlama, diline dolama, virt etmek diline dolamak, alışkanlık hâline getirmek.

virdizeban

virtüöz is. Fr. virtuose müz. Herhangi bir müzik aracını büyük ustalıkla çalabilen sanatçı: "Ressam için müze görmek ne ise, müzisyen için de virtüözlerinin plaklarını dinlemek o imiş." -H. Taner.

virtüözlük, -ğü is. Virtüöz olma durumu.

virüs is. (vi'rüs) Fr. virüs tıp 1. Bulaşıcı hastalıklara yol açan mikrop. 2. bl. Bilgisayar programlarında bozulmaya sebep olan etken.

visal, -li is. (visa:l) Ar. vişâl esk. Sevgiliye kavuşma: "Aşk derdinin çaresi visaldir." -R. N. Güntekin.

visamiral, -li is. (vi'samiral) Fr. vice-amiral ask. Amirallikten bir önceki rütbede olan deniz subayı.

viski is. (vi'ski) İng. whisky Tahıllar malt yapılarak şekerlendirildikten ve gereği kadar mayalandıktan sonra damıtılarak elde edilen alkollü içki.

viski bardağı

viski bardağı is. Viski içmek için kullanılan özel bardak.

viskonsül is. Fr. vice-consul Yardımcı konsolos: "Bugün ingiliz viskonsülünün yolladığı kâğıtları bir türlü bulamadım." -R. H. Karay.

viskoz is. Fr. viscose kim. Selüloz türevlerinin üretiminde kullanılan koloidal selüloz çözeltisi.

viskozite is. Fr. viscosite Bir maddenin ağdalı, koyu kıvamlı olma durumu, ağdalık.

viskozite değeri

viskozite değeri is. 100 cm3 sıvının akıcılık ölçeği olarak kullanılan kabın deliğinden boşalma süresinin saniye olarak miktarı.

vişnap, -bı is. SI. + Far. âb esk. Vişne şurubu.

vişne is. (vi'şne) SI. bot. 1. Gülgillerden, dalları kırmızımtırak, çiçekleri beyaz renkte, kiraza benzer bir ağaç (Cerasus vulgaris). 2. Bu ağacın genellikle reçel ve şerbet yapılan, kırmızı renkte ekşimtırak meyvesi, ekşi kiraz.

vişneçürüğü, vişne hoşafı, vişne reçeli, vişne suyu, vişne şurubu

vişneçürüğü is. 1. Çürük vişne rengi. 2. sf. Bu renkte olan.

vişne hoşafı is. Kurutulmuş vişne, şeker ve suyun kaynatılması ile yapılan hoşaf.

vişneli ekmek, -ği is. Vişne ve ekmekle yapılan bir çeşit tatlı.

vişne reçeli is. Taze vişne, şeker ve suyun kaynatılarak koyu kıvama getirilmesi sonucu yapılan reçel.

vişne suyu is. Vişneden çıkarılan su.

vişne şurubu is. Taze vişneden içmek için yapılan şurup.

vitamin is. Fr. vitamine biy. Genellikle taze besinlerde bulunan, vücutta eksikliği çeşitli hastalıklara yol açan, organizmaya besin veya ilaç olarak dışarıdan sağlanan maddelere verilen genel ad.

vitaminli sf. Vitamini olan.

vitaminsiz sf. Vitamini olmayan.

vitaminsizlik, -ği is. Vitamin eksikliğinden veya yetersizliğinden doğan patolojik olayların hepsi.

vitellüs is. (vite'llüs) Fr. vitellus Yumurtada, kabuk ve çekirdek dışında kalan maddelerin hepsi.

vites is. Fr. vitesse Otomobillerin çekiş ve hızını ayarlamaya yarayan dişliler düzeni. vites değiştirmek otomobilin çekiş ve hızını değiştirmek: "Ankara Caddesi'nde bir ağır kamyon vites değiştiriyor." -A. İlhan, vitese takmak motorlu taşıtlarda vites kolunu uygun duruma getirip aracı kalkışa hazır durumda tutmak.

vites dişlisi, vites kolu, vites kutusu, geri vites, arazi vitesi

vites dişlisi is. Otomobillerde vites koluna bağlı ve hareket iletişimini sağlayan dişli takımı.

vites kolu is. Motorlu taşıtların dişlilerini birbirine geçirmeye yarayan manivela.

vites kutusu is. Motorlu taşıtlarda, dişlilerin içinde bulundukları yuva.

vitesli sf. Vitesi olan: Altı vitesli arazi arabası.

vitir, -tri is. Ar. vitr din b. Vitir namazı.

vitir namazı

vitir namazı is. Yatsı namazından sonra kılınan üç rekâtlık namaz.

vitray is. Fr. vitrail Birbirine bağlı kurşun bölmelere yerleştirilmiş renkli cam parçalarından oluşan, saydam pencere süslemesi veya resim.

vitrin is. Fr. vitrine 1. Bir dükkân veya mağazanın sokaktan camla ayrılan ve mal sergilemek için kullanılan yeri, sergen: "Sarışın bir kız, pastacının vitrinine dikkatle bakıyordu." -P. Safa. 2. İçine konan şeylerin görünmesi için yapılmış camlı dolap: "Vitrinin yan aynasında eşyayı seyreder gibi görünerek kendime de bakıyorum." -R. H. Karay.

vitrincilik, -ği is. Vitrincinin yaptığı iş.

vitrinleme is. Vitrinlemek işi veya durumu.

vitrinlemek (-i) Vitrin durumuna getirmek.

viya is. (vi'ya) İt. via den. 1. Dümeni ortaya alarak gemiyi bulunduğu doğrultuda yürütme. 2. ünl. Gemiyi belirli bir doğrultu verildikten sonra, aynı doğrultuda tutması için dümenciye verilen komut.

viyadük, -ğü is. Fr. viaduc Köprü yol.

viyak is. Bebeğin ağlarken çıkardığı ses.

viyak viyak

viyaklama is. Viyaklamak işi: "Yeni kadınların çoğu ana olmayı zarafete mugayir bir şey sayıyorlar ve çocuk viyaklamasından nefret ediyorlar." -P. Safa.

viyaklamak (nsz) "Viyak" diye ses çıkararak bağırmak, ağlamak.

viyak viyak zf. Viyaklayarak: Çocuk viyak viyak ağladı.

viyol is. Fr. vieille'den Satış sırasında yumurtayı korumayı amaçlayan, atık malzemeden yapılmış özel kap.

viyola is. (viyo'la) İt. viola muz. Kemana benzer, kemandan büyük bir çalgı, alto.

viyolacı is. Viyola çalan kimse, viyolonist.

viyolonist is. Fr. violoniste Viyolacı.

viyolonsel is. Fr. violoncelle Viyoladan büyük, kontrbastan küçük, dört sürtme telli bir orkestra çalgısı.

viyolonselci is. 1. Viyolonsel yapan veya satan kimse. 2. Viyolonsel çalan sanatçı, viyolonselist.

viyolonselist is. Fr. violoncelliste Viyolonselci.

vize is. (vi'ze) Fr. visa 1. Bazı resmî kâğıtlara "görülmüştür" anlamında konulan işaret ve bu işareti koyma işi. 2. eğt. Yükseköğrenimde yarıyıl İçinde yapılan sınav, ara sınav. 3. huk. Bir ülkeye girmek veya bir ülkeden çıkmak için yetkili makamlardan alınması gerekli izin: "İçeriye girmen için vize mi bekliyorsun? İngiliz validenden izin mi gelecek?" -R. H. Karay, vize almak elçilikten veya konsolosluktan bir ülkeye giriş izni almak.

vize sınavı

vize sınavı is. eğt. Yükseköğrenimde yarıyıl içinde yapılan sınav, ara sınav.

vizite is. (vizi'te) İt. visita 1. Hekimin hastanedeki hastalan dolaşıp yoklaması. 2. Muayene için hekime ödenen ücret: "İlk cömert müşterinin vereceği vizitemle ödeyeceğim, tasa çekme!" -R. H. Karay.

viziyer is. Fr. visiere Kasket siperi.

vizon is. Fr. vison zool. 1. Sansargillerden, kürkü çok beğenilen bir memeli türü, mink (Mustela vison). 2. sf Bu hayvanın kürkünden yapılmış olan: Vizon manto. Vizon etol.

vizon kürk

vizon kürk is. Vizondan yapılan iyi işlenmiş kürk.

vizör is. Fr. viseur Kamera, fotoğraf ve dürbünde bulunan, görüntüyü tam sınırlarıyla kesmeden veya taşırmadan alabilmeyi sağlayan düzenek, bakaç.

vizyon is. Fr. vision 1. Gösterim. 2. mec. Geniş görüş, ileri görüş.

vizyon sahibi

vizyon sahibi sf. Geniş görüşlü, ileri görüşlü, ufku geniş (kimse).