vıcık, -ğı sf. Sulanarak kıvamı gevşemiş, yumuşamış.
→ vıcık vıcık
vıcıklama is. Vıcıklamak işi veya durumu.
vıcıklamak (-i) Sulu veya yumuşak şeyleri avuç içinde ezmek, vıcık duruma getirmek.
vıcıklık, -ğı is. Vıcık olma durumu.
→ vıcık vıcıklık
vıcık vıcık sf. 1. Kıvamı çok gevşemiş, yumuşamış, sulu: "Pençesiz pabuçların içinde vıcık vıcık olmuş çoraplar." -T. Buğra. 2. mec. Ciddi olmayan, özden yoksun olan, değersiz.
vıcık vıcıklık, -ğı is. 1. Gevşeklik, yumuşaklık. 2. mec. Ciddilikten, özden yoksun oluş, değersizlik.
vıcırdama is. Vıcırdamak işi veya durumu.
vıcırdamak (nsz) 1. Serçe gibi kuşlar ötmek. 2. Böcek kıvıl kıvıl oynaşmak, hareket etmek: "İçeride aynanın önünde kavanozda vıcırdayan sülük sürüsünü seyredersiniz." -R. H. Karay.
vıcırdaşma is. Vıcırdaşmak işi veya durumu.
vıcırdaşmak (nsz) Hep birlikte vıcırdamak.
vıcır vıcır zf. Vıcırdaşarak.
vıdı vıdı sf. Türlü sebeplerle yerli yersiz çok konuşmayı huy edinmiş (kimse), vıdı vıdı etmek çevresini rahatsız edecek biçimde yerli yersiz çok konuşmak: "İşlerine çok karışıyor, çok vıdı vıdı ediyormuş." -E. Bener.
vık vık zf İnce ses çıkararak.
vın is. Vınlama sesi.
vınıltı is. Vınlama sesi: "Vantilatörün vımltısındaki donukluğun nedeni de aynı şey, işi gücü anlamsız bir değirmen gibi, o soğuk loşluğu öğütmek!" -A. ilhan.
vınlama is. Vınlamak işi.
vınlamak (nsz) Dönerken veya düz bir doğrultuda hızla hareket ederken "vın" diye ses çıkarmak: "Bir kurşun vınlayarak başımın üzerinden geçti gitti." -T. Dursun K.
vırıldama is. Vırıldamak işi.
vırıldamak (nsz) Usandıracak, sinirlendirecek biçimde durmadan konuşmak.
vırıldanma is. Vırıldanmak işi.
vırıldanmak (nsz) Kendi kendine sürekli konuşmak.
vırıltı is. Vırıldama sesi.
vırlama is. Vırlamak işi veya durumu.
vırlamak (nsz) Vırıldamak.
vırt zırt zf. Sık sık, ikide birde: "Saçları vırt zırt boyanmaktan, tepelerine oturtulmuş bakır veya kalay bir miğferi andırıyor." -A. İlhan.
vır vır is. Usandırıcı, sinirlendirici bir biçimde durmadan konuşma: "Her gün münasebetsiz birtakım vır vırlarla beni bile kocattı. " -O. C. Kaygılı, vır vır etmek usandırıcı, sinirlendirici bir biçimde durmadan konuşmak.
vırvırcı is. Can sıkacak kadar çok konuşan kimse.
vırvırcılık, -ğı is. Vırvırcı olma durumu.
vız is. Böcek uçarken veya atılan bir şey hızla geçerken çıkan ses. (birine bir şey) vız gelip tırıs gitmek tkz. hiç önemsememek, aldırış etmemek: "Bu ölümle Ahmet, dünya yüzünde sahibi olunacak şeyin yalnız bir kadın olabileceğini, ötesinin ise yalan, haksız olduğunu ve kendisine kadından gayrı bir şeye sahip olmanın vız gelip tırıs gittiğinin farkına varmıştı." -S. F. Abasıyanık. (birine bir şey) vız gelmek tkz. pek önemsiz görünmek: "Fakat bu da Nahit'e vız geldi, çünkü kız koltuğa oturmuştu." -T. Buğra.
vızıldama is. Vızıldamak işi.
vızıldamak (nsz) 1. "Vız" diye ses çıkarmak. 2. mec. Hafif sesle ve bezdirici biçimde yakınmak, sızlanmak: "Beni gönderecektin değil mi büyük hanım? diye vızıldadığı zaman ümidini kıracak bir şey söylemiyordu." -R. N. Güntekin.
vızıldanma is. Vızıldanmak işi.
vızıldanmak (nsz) Yakınmak, sızlanmak.
vızıltı is. 1. Vızıldama sesi: "Uçan bir sivrisineğin vızıltısı duyuldu." -Halikarnas Balıkçısı. 2. mec. Hafif sesle ve bezdirici biçimde yakınma, sızlanma: "Gerçi sabahları gene evde iş görüyor, annesinin vızıltısını dinlemeye mecbur oluyordu." -H. E. Adıvar.
vızır vızır zf. Ara vermeksizin, sürekli, çabuk ve kolaylıkla: "Rüyalar bize vızır vızır gelip gidiyor ve ... bize gaipten haber veriyordu." -A. Ş. Hisar.
vızlama is. Vızlamak durumu.
vızlamak (nsz) Vızıldamak.
vız vız is. Vızıldama sesi.
vızvız böceği is. Vızıldayarak uçan bir tür böcek.