-üz bk. -iz / -iz vb. (III).
üzengi is. Eyerin iki yanında asılı bulunan ve hayvana binildiğinde ayakların basılmasına yarayan, altı düz demir halka: "İyi süvarilik gururuyla ayaklarım üzengiden çıkarmış, dizginleri bırakmış." -F. R. Atay.
→ üzengi kayışı, üzengi kemiği, üzengi taşı, çanak üzengi, ayağı üzengide
üzengi kayışı is. Eyerin sağma ve soluna takılan üzengi demirini özel toka ile eyere bağlayan kayış.
üzengi kemiği is. anat. Orta kulakta üzengiye benzeyen küçük bir kemik.
üzengileme is. Üzengilemek işi.
üzengilemek (-i) Koşturmak için hayvana üzengi ile vurmak.
üzengilenme is. Üzengilenmek işi.
üzengilenmek (nsz) Hayvana üzengi ile vurulmak.
üzengili sf. Üzengisi bulunan.
üzengisiz sf. 1. Üzengisi bulunmayan. 2. zf. Üzengi olmaksızın.
üzengi taşı is. Bir kemerin iki yanında ayaklar üzerine gelen ilk taş.
üzenti is. Manevi hazdan yoksunluk: "Şu iftara çağrılış bile üzenti gibi geldi, kendimden sıkıldım." -F. R. Atay.
üzere zf. 1. Amacıyla: "Müzakere bitince üç dört gün sonra gene evde buluşmak üzere ayrıldılar." -P. Safa. 2. Şartıyla: Altşama geri vermek üzere bu kitabı olabilirsiniz. 3. Neredeyse: "Bu yangın kalbimizde başlıyorsa, yani ümitsiz bir aşka düşmek üzere olduğumuzu hissedersek ne yapalım?" -R. N. Güntekin. 4. Gibi, bu yolda, bu biçimde: Daha önce belirtildiği üzere.
üzeri is. 1. Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı: "Bunların üzerinden ustalıkla atlayarak gemiye doğru yürüdü." -S. F. Abasıyanık. 2. Varlık, kimlik: "Bu sözler, Mebrure'nin üzerinde derin ve kuvvetli bir tesir bıraktı." -P. Safa. 3. Bir şeyin görülen yanı, yüzü. 4. Bir şeyin dış yüzü, yüzey. 5. Giysi. 6. Vücut, beden: "Gece sıcak olduğu için üzerine yalnız ince bir pike örtü örttük. " -R. N. Güntekin. 7. Artan, geriye kalan bölüm: Alışverişin üzeri. 8. Bazı tamlamalarda zaman bildiren bir söz: "Sonra yine böyle durgun, yine sıcak, öğle üzerleri vardır, herkesin uykuya vardığı, araba seslerinin kesildiği, sokakların tenhalaştığı bomboş, çıplak öğle üzerleri." -R. H. Karay, üzerinde durmak bir işe önem vermek, bir işle yakından, sürekli ilgilenmek, üzerinde kalmak 1) mal veya iş, artırma sırasında bir kimsenin olmak: "Hasılı ne yaptı yaptı, elektrikli süpürge üzerinde kaldı." -H. Taner. 2) istenmeyen şey birine yüklenmek, sorumluluğuna bırakılmak, üzerinden atlamak bir şeyi ödev edinmemek, üzerinden atmak 1) sıkıntı veren bir iş veya durumdan kurtulmak; 2) işi başkasına devretmek, üzerinden dökülmek bol ve biçimsiz olmak. üzerinize afiyet üstünüze afiyet.
→ akşamüzeri, ayaküzeri, bayramüzeri, ikindiüzeri, öğleüzeri
üzerinde zf. 1. Üstünde: "Donanan minareler sanki yolun üzerinde yakılan meşalelerdir." -R. E. Ünaydın. 2.... ile ilgili, üzerine: "Hacı Ömer'in hatırı için gecelerce başımı soğuk su ile ıslatarak kitaplar üzerinde çalıştım. " -R. N. Güntekin.
→ ütüsü üzerinde
üzerine zf. 1. Üstüne. 2. Hakkında: Dil üzerine bir yazı. 3. ...-den dolayı: Onun gelmesi üzerine ortalık düzeldi. Bu söz üzerine herkes rahat etti. 4. ...-den sonra: Bunca hazırlık üzerine yola çıkmamak insanı üzer. üzerin üzerine gitmek çekinmeden sonucu tehlikeli olabilecek bir şeyle uğraşmak, yılmamak. üzerine almak 1) bir işi görev edinmek, deruhte etmek: "Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma şerefim üzerine ant içerim." -Anayasa. 2) bir davranışın kendisine karşı olduğunu sanarak tedirgin olmak, alınmak: "Söylediklerini hepimiz ayrı ayrı üzerimize almıştık, susuyor ve sıkılıyorduk. " -Ö. Seyfettin. 3) eşinin üzerine bir başkasıyla evlenmek: "Fakat haydi beni boşadınız. Almanya'da sevdiğiniz bir başka kadını üzerime aldınız, neyse." -Ö. Seyfettin. üzerine atmak bir suçu birine yüklemek. üzerine bir bardak su içmek alay alacaklı bulunduğu bir şeyi elde etmekten umut kesmek, üzerine bîr iki güneş doğmak sabah yataktan geç kalkmak, üzerine çökmek duygu, durum vb. bastırmak, kaplamak: "Üzerimize çöken şimşekli, yıldınmh havanın bana verdiği helecanı yeniden duyuyorum." -Y. K. Karaosmanoğlu. üzerine çullanmak her tarafını kaplamak, sarmak: Korku, su içen bir ceylana saldıran kurt gibi, üzerime çullandı, (bir şeyin) üzerine düşmek bir şeyle ilgilenmeye başlamak, ilgi göstermek, bir şeyle çok uğraşmak, üzerine evlenmek eşinin üzerine bir başkasıyla evlenmek, üzerine koymak katmak, eklemek. üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi uyumak çok derin uyumak: "Aidim eve getirdim kuşu. Başka zaman olsa üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi uyurdum. Gece uyku girmedi gözüme. Arada bir uyanıp kuşa baktım." -T. Dursun K. üzerine oturmak hakkı yokken bir şeyi kendine mal etmek. üzerine titremek çok sevgi ve özen göstermek: "Onları alıcı gözü ile seyretsin. Bir sanat eseri üzerine titremek ne demektir, görsün." -B. R. Eyuboğlu. üzerine tuz biber ekmek üzüntüyü, kusuru artıracak durum yaratmak, üzerine varmak 1) bir şey yapmasını baskı yaparak istemek; 2) kuma olmak, üzerine yaptırmak bir malın tapusunu kendi adına yazdırmak, üzerine yatmak üstüne oturmak, üzerine yok üstüne yok. üzerine yüklenmek 1) saldırmak; 2) mec. ısrar etmek, üzerine yürümek saldırmak.
üzerlik, -ği is. bot. 1. Sedef otugillerden, yaprakları almaşık, çiçekleri beyaz renkte, susama benzeyen tohumlan acı olan, halk hekimliğinde tedavi amaçlı, tütsü olarak kullanılan bir bitki (Peganum harmala): "Miniminiyken o da benim gibi üzerlikle tütsülenmiştir. " -R. H. Karay. 2. Bu bitkinin tohumlarından yapılan nazarlık veya süs olarak kullanılan eşya.
üzgü is. Yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı, eziyet, eza, cefa: Bilirim, bir üzgü bin avaz yapar.
üzgülü sf. Üzgü veren, eziyetli.
üzgün sf. Üzülmüş, üzüntü duymuş, mahzun, melul, mükedder: "O zamana kadar üzgündü, sesi kısılmış gibiydi." -T. Buğra.
→ üzgün balığı
üzgün balığı is. zool. Kaya balığıgillerden, kemikli, küçük bir balık (Collionymus îyra).
üzgünlük, -ğü is. Üzgün olma durumu, neşesizlik.
üzgüsüz sf. Üzgü vermeyen, eziyetsiz.
üzlük, -ğü is. hlk. Topraktan yapılmış, kulpsuz, küçük çömlek.
üzme is. Üzmek işi.
üzmek, -er (-i) 1. Üzüntü vermek: "Onu biraz üzerim ama zekâsına da bayılırım." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir şeyi gerip çekerek gevşetmek, sürterek aşındırmak: "Odunlar eşeğin sırtını üzüyordu." -Halikarnas Balıkçısı.
üzre e. bk. üzere.
üzücü sf. Üzüntü veren, acıklı: Üzücü bir durum.
üzülme is. Üzüntü duyma, teessür.
üzülmek (nsz) 1. Üzme işine konu olmak: "Karısının düştüğü bu hâle üzülmek şöyle dursun ona çok defa dadı kalfa muamelesi etmekten çekinmezdi." -R. N. Güntekin. 2. (-e) Üzüntü duymak, kaygılanmak: "Bu apartmandan başka yere gideceksiniz diye üzülüyorum." -P. Safa.
üzüm is. bot. Asmanın taze veya kuru olarak yenilen ve salkım durumunda bulunan meyvesi, üzüm üzüme baka baka kararır her zaman bir arada bulunan, arkadaşlık eden kimseler, birbirlerine huy aşılar, üzümün çöpü armudun sapı var demek her şeyde bir eksiklik bulmak, güç beğenir olmak. üzümünü ye de bağını sorma yararlandığın şeyin nereden geldiğini araştırma.
→ üzüm asması, üzüm çekirdeği, üzümgüneşi, Üzüm hoşafı, üzüm kompostosu, üzüm kurusu, üzüm pekmezi, üzüm salkımı, üzüm sirkesi, üzüm suyu, üzüm şekeri, üzüm şırası, üzüm turşusu, üzüm üzüm, çöpsüz üzüm, kuru üzüm, sıralık üzüm, yaş üzüm, amerikaüzümü, ayı üzümü, Bektaşi üzümü, çavuş üzümü, çilek üzümü, denizüzümü, Frenk üzümü, Hasandede üzümü, it üzümü, köpek üzümü, kuş üzümü, mis üzümü, parmak üzümü, peygamber üzümü, tilki üzümü
üzüm asması is. Üzüm çubuğunun ve dallarının asılarak yetiştirilmesi sonucu oluşturulan asma.
üzümcü is. Üzüm yetiştiren veya satan kimse.
üzümcülük, -ğü is. Üzüm yetiştirme ve satma işi.
üzüm çekirdeği is. Üzümün özünde bulunan çekirdek.
üzümgüneşi is. İnce uzun gövdeli, ön kanatlı ve ince duyargalı küçük kelebek.
üzüm hoşafı is. Üzümün şeker ve su ile birlikte kaynatılmasıyla yapılan hoşaf, üzüm kompostosu.
üzüm kompostosu is. Üzüm hoşafı.
üzüm kurusu is. Çeşitli yöntemlerle kurutulmuş üzüm.
üzümlü sf. İçinde üzüm olan.
→ üzümlü kek
üzümlü kek is. İçine üzüm konularak yapılan kek.
üzüm pekmezi is. Üzümün önce çiğnenerek, ezilerek şıra durumuna getirilmesi sonra kazanda şeker ve üzüm topağı ile kaynatılması sonucu elde edilen pekmez.
üzüm salkımı is. Üzüm tanelerinin dizi dizi bulunduğu salkım.
üzüm sirkesi is. Üzüm suyundan yapılan sirke.
üzüm suyu is. Üzümün sıkılması sonucu elde edilen meyve suyu.
üzümsü sf. Üzümü andıran, üzüme benzeyen, üzüm gibi.
üzümsüz sf. İçinde üzüm olmayan.
üzüm şekeri is. kim. Glikoz.
üzüm şırası is. Üzümün ezilerek suyunun çıkarılması ve dinlendirilmesi İle elde edilen şıra, dinlendirilmiş üzüm suyu.
üzüm turşusu is. Üzümden sirke ile yapılan turşu.
üzüm üzüm zf. Üzmek ve üzülmek fiillerine getirilerek anlamlarını pekiştiren bir söz: "Hıncım doğrudan doğruya çıkaramıyor, başka bahaneler bularak kızı üzüm üzüm üzüyor." -Ö. Seyfettin.
üzünç, -cü is. Üzüntü.
üzünçlü sf Üzüntülü: "İçlerinden biri titrek ve üzünçlü bir sesle hicazkâr üzerinde gezinmeye başladı." -S. Birsel.
üzüntü is. Olması istenilmeyen olaylardan doğan ruh tedirginliği, teessür: "Sesinde bir üzüntü, hatta bir sitem sezdim." -A. Gündüz. üzüntü vermek tedirginlik yaratmak, sıkıntı ve huzursuzluğa yol açmak: "Üzüntü versin diye ara sıra uydurduğu yalanların tesiri altında kalmıştım." -R. H. Karay.
üzüntülü sf. 1. Üzüntüsü olan, acılı, müteessir: "Ara sıra, saate üzüntülü bir göz atıyordu." -P. Safa. 2. Üzüntü veren: "Onu güldüren ve bizi ağlatan bu uzun ve üzüntülü oyun feleğin sabrını tüketti." -Y. K. Beyatlı. 3. zf Üzüntülü bir biçimde, üzüntülü olarak.
üzüntüsüz sf. 1. Üzüntüsü olmayan, sıkıntısız, acısız. 2. zf. Üzüntüsüz bir biçimde, üzüntüsü olmadan.