üvendire is. (üve'ndire) Yun. Çift öküzlerini yürütmek için kullanılan, ucuna nodul çakılmış uzun değnek, gönder: "Öküzün üvendiresini tuttu ve sakin, huzur dolu bir sesle haber verdi." -N. Araz.
üvey sf. 1. Yalnız yasaca akraba sayılan, aralarında kan bağı bulunmayan, öz olmayan. 2. mec. Kendisine kötü davranılan.
→ üvey ana, üvey anne, üvey baha, üvey çocuk, üvey evlat, üvey kardeş, üvey kız, üvey oğul
üvey ana is. Üvey anne: "Üvey anası ona bir kurtarıcı gibi geldi." -T. Buğra.
üvey anne is. 1. öz olmayan anne, analık, üvey ana. 2. mec. Çocuğuna kötü davranan anne.
üvey baba is. 1. Öz olmayan baba, babalık. 2. mec. Çocuğuna kötü davranan baba.
üvey çocuk, -ğu is. Üvey evlat.
üvey evlat, -di is. 1. Karı kocanın her birine göre öbürünün ayrı bir eşinden dünyaya gelmiş olan evlat. 2. mec. Kötü davranılan kimse, üvey evlat gibi tutmak (veya saymak) horlanmak, haksızlık etmek, iyi davranmamak: "Sanatçıyı üvey evlat sayma huyumuz yine değişmedi." -H. Taner.
üveyik, -ği is. zool. Güvercinlerden, korularda yaşayan, eti için avlanan, boz renkli bir kuş. (Streptopelia turtur).
üvey kardeş is. Babaları veya anaları ayrı olan kardeşlerden her biri: "Mısır'dan beri bana dadılık eden Had iye isminde bir genç kızın üvey kardeşiydi." -Y. K. Karaosmanoğlu.
üvey kız is. Karı kocanın her birine göre öbürünün ayrı bir eşinden dünyaya gelmiş olan kız çocuk.
üveyme is. Üveymek işi veya durumu.
üveymek (mz) hlk. Güvercin, kumru vb. kuşlar, göğüslerinden ötmek.
üvey oğul, -ğlu is. Karı kocanın her birine göre öbürünün ayrı bir eşinden dünyaya gelmiş olan erkek çocuk: "Yeni baba üvey oğluna saygılı idi." -F. R. Atay.
üvez (I) is. bot. 1. Gülgillerden, orta boylu bir ağaç (Pirus sorbus). 2, Bu ağacın muşmulaya benzeyen yemişi: "Gülse bile gülüşünde ham ayva, muşmula veya üvez yemiş gibi bir burukluk vardır." -R, H. Karay.
üvez (II) is. zool. Sivrisineğe benzer bir böcek (Sorbus).