üp

-üp bk. -ip / -ip vb.

-ür bk. -ir/-ir vb.

ürat is. Fr. urate kim. Sidik asidi tuzu.

Ürdünlü öz. is. Ürdün halkından olan kimse.

üre is. Fr. uree kim. 1. Azotlu besinlerin vücutta yanmasıyla oluşan, erimiş bir durumda idrarla dışarı atılan azotlu madde. 2. Yapay reçine verniği ve tutkalı üretiminde kullanılan temel gereçlerden beyaz, billursu toz.

ürem is. ekon. Faiz, getiri.

üreme is. biy. 1. Üremek durumu. 2. Canlıların cinsel hücrelerinin birleşmesinden ortaya çıkan tohumla veya doğrudan doğruya oluşturdukları sporlarla çoğalmaları, tenasül.

üreme organları, döllenmesiz üreme, eşeyli üreme, eşeysiz üreme, kendiliğinden üreme

üremek (nsz) 1. Canlı, doğup çoğalmak: "Altı, yedi ay içinde küçük sürü üredi." -Ö. Seyfettin. 2. Yetişmek: "Çubuklu bahçede üreyen kızılcık da hiçbir yerde bulunmaz." -S. Birsel. 3. mec. Çoğalmak, artmak: Yün kalın olduğu için örgü çabuk ürüyor.

üreme organları ç. is. biy. Organizmada tireme görevi için birlikte oluşmuş organlar bütünü.

üremi is. Fr. uremie tıp Ürenin idrarla çıkmayıp kanda birikmesi sonucu ortaya çıkan hastalık.

üremik, -ği sf. Fr. uremiaue Üremiyle ilgili olan.

üremsel sf. Üremeye ilişkin.

üreteç, -ci is. fiz. Herhangi bir mekanik enerjiyi elektrik akımına çeviren aygıt, jeneratör, dinamo: Pil ve dinamo, birer elektrik üretecidir.

dalgalı akım üreteci, elektrik üreteci

üretici is. 1. Üretimle uğraşan kimse, yetiştirici, müstahsil, tüketici karşıtı: "Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır." -Anayasa. 2. sf. Üretim sağlayan, üretimle ilgili.

üretici alan, üretici olmayan alan

üretici alan is. Maddi refahın yaratılması, dağılımı ve değişimi konularını kapsayan ekonomik etkinliklerin tümü.

üreticilik, -ği is. 1. Üreticinin İşi. 2. Üretici olma durumu,

üretici olmayan alan is. Sonucunda maddi ürünlerin değil, hizmetlerin doğduğu etkinlikleri kapsayan üretim alanı.

üretilme is. Üretilmek işi.

üretilmek (nsz) Üretme işi yapılmak.

üretim is. 1. İnsanların, toplumun varlığı ve gelişmesi için gerekli olan nesneleri sağlamak üzere, amaçlı etkinlikleriyle doğal çevrelerini değiştirmeleri, istihsal, tüketim karşıtı. 2. Bu etkinlikler sonucu elde edilen nesneler.

üretim araçları, üretim artığı, üretim biçimi, üretimevi, üretim güçleri, üretim ilişkileri, üretim kooperatifi, fason üretim

üretim araçları ç. is. ekon. Üretim sürecinde kullanılan iş, araç ve gereçlerin bütünü.

üretim artığı is. ekon. Ekonomide üretim fazlalığı.

üretim biçimi is. ekon. Toplum hayatında insanların yaşamları için gerekli olan şeyleri elde etmelerinin tarih içinde gösterdiği türlü düzenlemeler olan kölecilik, sermayecilik, toplumculuk vb.nin her biri.

üretimevi is. Fabrika.

üretim güçleri ç. is. ekon. Bir toplumdaki insan öğesi, üretim araçları, üretim deneyleri ve alışkanlıklarının bütünü.

üretim ilişkileri ç. is. ekon. Toplum hayatında maddi zenginliklerin üretimi, değişimi ve dağılımı süreci içinde toplum üyeleri arasmda ortaya çıkan ve insan bilincinden bağımsız olarak var olan nesnel, maddi ilişkiler.

üretim kooperatifi is. huk. Anamalı olmayan işçilere kendi aralarında ortaklık kurma imkânı sağlayan kooperatif sistemi.

üretimlik, -ği is. Fabrika.

üretimsel sf. Üretimle ilgili.

üretiş is. Üretme işi ve biçimi.

üretken sf. Üretme gücü olan, çok üreten.

üretkenlik, -ği is. Üretken olma durumu.

üretme is. Üretmek işi veya durumu, çoğaltma.

fikir üretme

üretmek (-i) 1. Aynı türden canlıları çoğaltmak: Tavuk üretmek. 2. Ekonomik bir etkinlik sonucu ürün elde etmek: Petrol üretmek. Çimento üretmek. 3. mec. Oluşturmak, yaratmak, meydana getirmek: Şiir üretmek.

kendiüretir

üreyiş is. Üreme işi veya biçimi.

ürik asit, -di is. Fr. acide uriaue kim. Suda çok az eriyen, soda ve amonyakla birleştiğinde kısmen eriyebilen, asit ve nötr tuzlar oluşturan asit (C5H4N4O3).

ürkek, -ği sf. 1. Çok ürken, korkuya çabuk kapılan: "Burasını yaramaz çocukların kapatıldığı ceza hücresi sandığım İçin ürkerek geri çekiliyorum." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Çekingen: "Kız, benzi uçmuş, yarı ürkek, yarı yalvarışh gülümsüyordu ona." -T. Buğra.

ürkekçe sf. (ürke'kçe) 1. Ürkek. 2. zf Ürkek bir biçimde.

ürkekleşme is. Ürkekleşmek durumu.

ürkekleşmek (nsz) Ürkek duruma gelmek.

ürkeklik, -ği is. Ürkek olma durumu veya ürkekçe davranış: "Kartlar, kuşlar uğrağı korkunç dağ başlarında tek başına gezen bir seyyah gibi gönlü ürkeklikle doludur." -R. H. Karay.

ürkme is. Ürkmek durumu, tevahhuş.

ürkmek, -er (nsz) 1. Bir şeyden korkup sıçramak, tevahhuş etmek: "Gölgesinden ürkmüş bir Arap atı gibi şahlandı." -Ö. Seyfettin. 2. Şaşkınlık ve korku duymak: "Birisi merdivenlerden biraz hızlı inip çıktığı zaman biz de ürküyorduk." -R. N. Güntekin. 3. Ağaç meyve vermemek: Şeftaliler bu yıl ürkmüş. 4. mec. Çekinmek: "Yaramaz çocuk tutumundan her zaman ürkerdi." -H. Taner.

ürkü is. Topluluğu saran ortak korku, panik.

ürkülü sf. Ürkü veren.

ürkünç, -cü sf Ürkme, çekinme duygusu veren.

ürküntü is. Ürkme duygusu, tevahhuş: "Işıltılı gözlerinde en ufak bir ürküntü yoktu." -N. Araz. ürküntü vermek ürkütmek: "Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor / Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor" -Y. K. Beyatlı.

ürküntülü sf. Ürküntü veren.

ürküntüsüz sf. Ürküntü vermeyen.

ürküşüz sf. Ürkü vermeyen.

ürküş is. Ürkme işi veya biçimi.

ürkütme is. Ürkütmek işi.

ürkütmek (-i) 1. Ürküntü vermek. 2. Korkutup kaçırmak: "Avcı, elinde ipi silkeleyerek hafif, sanki balıklarını ürkütmek istemiyormuş gibi yavaş yavaş ağını çekiyordu." -M. Ş. Esendal. 3. Herhangi bir etkiyle bitkinin gelişmesini engellemek. 4. mec. Korkutmak: "Bu kadar büyük bir adamın huzuruna çıkmak ihtimali bile beni ürkütüyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 5, mec. Kuşkulandırmak: "Ali Rıza Bey hemen kendini topladı. Münasebetsiz bir şey yaparak arkadaşım ürkütmekte mana yoktu." -R. N. Güntekin.

ürkütücü sf. Ürküntüye yol açan (şey): "Boğukluğu benim kulağıma da ürkütücü gelen bir sesle sordum." -R. H. Karay.

ürkütücülük, -ğü is. Ürkütücü olma durumu.

ürkütülme is. Ürkütülmek işi.

ürkütülmek (nsz) Ürkütme işi yapılmak: "Bunlar âdeta ürkütülmüş bir hayvan sürüşüydü."-Ö. Seyfettin.

ürkütülüş is. Ürkütülme işi.

ürokültür is. Fr. uruculture tıp İdrardan alınan bir örnekle yapılan bakteri kültürü.

ürolog, -ğu is. Fr. urologue İdrar yolu hastalıkları hekimi, bevliyeci.

üroloji is. Fr. urologie tıp Tıbbın idrar yolu hastalıklarını inceleyen dalı, bevliye.

ürolojik, -ği sf. Fr. urologigue tıp Üroloji ile ilgili.

ürperiş is. Ürperme işi veya biçimi: "Bu çamlığın bütün kokularını, seslerini ve ürperişlerini duydum." -A. Ş. Hisar.

ürperme is. Ürpermek durumu: "Bütün vücudunu bir soğuk ürperme aldı." -Y. K. Karaosmanoğlu.

ürpermek (nsz) 1. Korku, tiksinti, üşüme vb. yüzünden tüylerin dikilip derinin nokta nokta kabarmasıyla görülen ani titreme: "Akşam serinliğinde vücudu hafifçe ürpererek ayağa kalktı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. mec. Korkmak: "Gecenin durgun saatlerinde top sesleri ile ürperiyordu istanbul." -Y. Z. Ortaç.

ürperti is. Ürperme duygusu veya durumu: "İncir ağacının altında her zamanki isimsiz ürpertiyle titriyorum." -Y. Z. Ortaç, ürperti vermek korkutmak.

ürpertici sf. Ürperme duygusu veren: "Ürpertici bîr soğukluk, etlerine, damarlarına, kemiklerine yayılmaya başlıyordu." -Ö. Seyfettin.

ürpertilî sf. Titreşimli: "Gözleri pırıl pırıl, sesi ürpertilî." -Y. Z. Ortaç.

ürpertme is. Ürpertmek işi veya durumu.

ürpertmek (-i) Ürperti vermek: "Bu sesin tüyleri ürperten dehşeti kadınları, hatta komitaları bile buz gibi dondurdu." -Ö. Seyfettin.

ürtiker is. Fr. urticaire tıp Kurdeşen.

ürüme is. Ürümek işi. ürümesini bilmeyen köpek sürüye kurt getirir beceriksiz kimselerin iyilik yapayım derken zarara yol açtıklarını anlatan bir söz.

ürümek (nsz) Havlamak: "İt ürür, kervan yürür." -Atasözü, ürüyen köpek ısırmaz bağırıp çağırarak başkalarını korkutmak isteyen kimseden zarar gelmez.

ürün is. 1. Doğadan elde edilen, üretilen yararlı şey, mahsul. 2. mec. Eser: Cumhuriyet dönemi ressamlarının ürünleri sergilendi. 3. mec. Bir tutum ve davranışın ortaya çıkardığı şey. 4. kim. Türlü endüstri alanlarında ham maddelerin işlenmesiyle elde edilen şey.

ürün yelpazesi, yan ürün, su ürünleri, tekel ürünleri

ürünlü sf Ürünü olan.

ürünsüz sf. 1. Ürünü olmayan. 2. mec. Eseri olmayan, esersiz: "Neşeli bir olgunluk devrinin ürünsüz geçmesini, oldukça bencil bir davranış saydığımızı da belirtmeliyiz." -H. Taner.

ürünsüzlük, -ğü is. Ürünsüz olma durumu.

ürün yelpazesi is. Üretilen maddelerin, değişik ve yaygın çok çeşitlilik durumu: Bu firmanın ürün yelpazesi el, yüz ve baş havluları, bornozlar, plaj ve banyo havlularından oluşuyor.

ürüşme is. Ürüşmek işi veya durumu.

ürüşmek (nsz) Hep birden ürümek.

üryan sf Ar. 'uryünesk. Çıplak.

anadan üryan

üryani is. (ürya:ni:) Ar. 'uryânı bot. Üryani eriği.

üryani eriği is. bot. İnce kabuklu bir tür erik.