üm

ümera ç. is. (ümera:) Ar. ümerâ esk. 1. Buyurucular, beyler, amirler. 2. Üstsubaylar: "Ordu kumandanı, kendi ümerasından birinin istediği bir matara suyu esirgedi." -F. R. Atay.

ümit, -di is. (-mi:di) Far. umid, ummid Umma, beklenti, umut: "Büyük bir ümit, sevinç ve heyecan içinde şu mektubu yazdım." -A. Gündüz, ümit bağlamak olmasını, olacağını ummak: "Hem ne güzeldi sesindeki yankı / Ben oraya ümitlerimi bağladımdı." -B. Necatigil. ümit bırakmak bir kimsede umut uyandırmak, umut vermek: "... ve Cemil'in bu sözleri kalplerde hiç olmazsa yarın için biraz ümit bırakıyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. ümit etmek ummak, beklemek: "Geceyi oldukça rahat geçireceğinizi ümit ederim." -R. H. Karay, ümit serpmek umutlandırmak: "Emine ile aralarını bulmaya çalışacağını söyledi, delikanlının gönlüne biraz ümit serptikten sonra çekildi gitti." -H. E. Adıvar. ümit uyanmak umut doğmak, umut belirmek, ümide düşmek gerçekleşmesine, olacağına inanmak: "Zavallı çocuk bir an geldi ki âdeta yeniden ümide düşer gibi oldu." -Y. K. Karaosmanoğlu. ümide kapılmak olacağını düşünmek, hayal etmek, ümidi sönmek umudu kalmamak, ümidi boşa çıkmak beklentisi, umudu gerçekleşmemek, hayal kırıklığına uğramak: "Kaç sene var ki böyle her ümidin boşa çıktı." -P. Safa. ümidi suya düşmek umudu kalmamak: "Artık karşı koyma ümidi suya düşmüştü, harp her cephede kaybedilmişti." -R. H. Karay, ümidini kesmek artık olacağını beklememek: "Bunu gerçekten anlamışım, ben de biliyormuşum gibi, bir şeylerden ümit kestiğimi hatırlıyorum. " -¥. R. Atay.

ümit dünyası, ümit kapısı

ümit dünyası is. Gerçekleşmesi çok zor olan şeyleri ummanın hoş görülmesi gerektiğini belirten bir söz.

ümit kapısı is. Bir umutla bağlanılan durum veya yer: "Hiçbir çıkar yol görmez, hiçbir ümit kapısı bulmaz, her zaman şikâyetlerinden bahseder." -A. Ş. Hisar.

ümitlendirme is. Ümitlendirmek işi, umutlandırma.

ümitlendirmek (-i) Umutlandırmak.

ümitleniş is. Ümitlenme işi veya biçimi.

ümitlenme is. Ümitlenmek durumu, umutlanma.

ümitlenmek (nsz) Umutlanmak: "Ayaklar kımıldandı, kalkacak, yüzünü göreceğim diye ümitlendim." -R. H. Karay.

ümitli sf. 1. Umutlu: "Silahsızdık, vasıtasızdık, tarafsızdık; fakat sırf ümitli idik." -R. E. Ünaydın. 2. Verim beklenen: "O sene bu civarların en ümitli tarlaları nihayet bire dört verdi."-M. Ş. Esendal.

ümitsiz sf. Umutsuz: "Ümitsiz bir tavırla gazetelerini yatağının üstüne fırlattı." -Y. K. Karaosmanoğlu.

ümitsizlik, -ği is. Umutsuzluk: "Bursa'da çektiğim sefalet, parasızlık, hastalık, ümitsizlik, memleketin hâli, Türk ahalisinin başına gelmiş felaketler..." -P. Safa.

ümmet is. Ar. ümmet din b. Hz. Muhammed'e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak çevresinde toplanan Müslümanların tümü: Allah'ım, sen koru Muhammed ümmetini bu eşkıyanın zulmünden.

ümmetçe zf Ümmet olarak: "Özlenen baharlar vardır, soyca sopça, ümmetçe özlenen baharlar..."-T. Buğra.

ümmetçi sf. Ümmetçilik yanlısı olan (kimse, görüş vb.).

ümmetçilik, -ği is. Bir İslam topluluğu olarak kalmak amacını güdenlerin görüşü.

ümmi sf. (ümmi:) Ar. ummi esk. Okuyup yazması olmayan: "Ha onun elinde yün ha ümmi adamın elinde gazete!" -H. Taner.

ümmilik, -ği is. Ümmi olma durumu.

ümran is. Ar. 'umrün esk. Bayındırlık.

ümranlı sf. Bayındır, gelişmiş: "Bu enerji, boş Anadolu'yu zengin ve ümranlı bir vatan yapmak için hiçbir vakit kullanılmadı." -F. R. Atay.

ümük, -ğü is. Mk. 1. Boğaz. 2. Gırtlak, ümüğüne sarılmak (veya ümüğünü sıkmak) bir İş için birini çok sıkıştırmak.