us is. Akıl.
→ us dışı, us payı, usa vurma
usanç, -cı is. Usanma duygusu, bıkma, bıkkınlık, melal: "Çehremde usanç alametlerinin arttığım sezen kâhya sustu." -R. H. Karay. usanç getirmek usanacak duruma gelmek: "Efendim, Tanrının günü aynı pilava kaşık sallamaktan usanç getirmişsindir." -E. E. Talu. usanç vermek usandırmak, bıktırmak: "Binlerce kahraman, bu yazın usanç veren günlerini de ateşe, ısınmış demire karşı ve kızgın toprak üstünde geçirecekler." -F. R. Atay,
usançlık, -ğı is. Usanma durumunda olma, bıkma, usançlık getirmek iyice bıkmak, tamamen usanmak: "Üzüntüyle usançlık getirip işinden soğumasın!" -M. Ş. Esendal.
usandırıcı sf. Usanç verici, bıktırıcı.
usandırma is. Usandırmak işi.
usandırmak (-i) Usanmasına yol açmak: "Her gün birbirine benzeyen ölçülü, kavgasız yaşayış, bilmeyerek ikisini de usandırdı." -M. Ş. Esendal.
usangın zf. hlk. Usanmış, bıkmış bir biçimde: "Kırgın, usangın kalktı sabahın er saatlerinde. " -A. Sayar.
usanılma is. Usanılmak durumu.
usanılmak (-den) Usanma işi yapılmak: Bu işten çabuk usanıldı.
usanma is. Usanmak durumu.
usanmak (-den) Tekrarlanması, uzun sürmesi dolayısıyla bir şeyden hoşlanmaz veya sıkılır duruma gelmek, bıkmak, bezmek: "Bir iskele kuşu gibi bir aşağı bir yukarı dolaşmaktan da usandım." -E. E. Talu.
usantı is. Usanç, usanma durumu.
usare îs. (usa:re) Ar. 'usare biy. esk. Öz su.
usa vurma is. 1. Akıl süzgecinden geçirme, muhakeme. 2. fel. Bilinen veya doğru olarak kabul edilen belirli önermelerden başka Önermeler çıkarma, uslamlama, muhakeme.
usçu sf. 1. Usçuluk yanlısı (kimse), akılcı, rasyonalist. 2. Aklını kullanmasını bilen.
usçuluk, -ğu is. sos. Akılcılık.
us dışı is. fel. Akıl dışı.
us dışıcılık, -ğı is. fel. Yaşamda ve bilgilerde us dışı öğelere tek yanlı olarak ağırlık veren, sezgi, sevgi, duygu ve içgüdüleri bilginin kaynağı sayan görüş, akıl dışıcılık, İrrasyonalizm.
ushuru is. İng. screw bk. uskuru.
uskumru is. (usku'mru) Yun. zool Uskumrugillerden, sıcak ve ılık denizlerde sürü durumunda yaşayan, çizgili bir deniz balığı (Scomber scombrus).
→ uskumru dolması
uskumru dolması is. Bir tür uskumru yemeği.
uskumrugiller ç. is. zool. Açık denizlerde yaşayan, mekik biçiminde uzun gövdeli, örnek hayvanı uskumru olan bir balık familyası.
uskumrumsugiller ç. is. zool. Ömek hayvanı kırlangıç balığı ve zargana olan, kemikli balıklar takımının kefaller alt takımına giren bir familya.
uskur is. İng. screvv Pervane: "Boğaz'dan uskur gürültüleriyle köpük köpük geçen bir vapura dalmış." -A. İlhan.
uskurlu sf. Uskuru olan: O korkunç isimli vapur sekiz mil alamayan bir uskurlu ahşap dubadır.
uskuru is. İng. screw Cıvata ve somunlardaki yiv.
uslamlama îs. fel. Usa vurma.
→ kayıtımla uslamlama
uslamlamak (-i) psikol. Usa vurmak.
uslanma is. Uslanmak durumu.
uslanmak (nsz) 1. Yadırganan, ayıplanan davranışlardan vazgeçmek, davranışlarına düzen vermek: "Deli eniştemiz bir hayli yaşlanmıştı fakat hiç uslanmış değildi." -A. Ş. Hisar. 2. Herhangi bir olaydan ders almak, aklı başına gelmek.
uslu sf. 1. Toplumu, çevresini rahatsız etmeyen, edepli, müeddep, yaramaz karşıtı: "Uslu ve çekingen huyum ne kendimi ne de nafakamı herhangi bir sert hareketle savunmaya asla müsait değildi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. zf. Uysal bir biçimde: "Karagöz tutulunca lök gibi, beyimiz tuttu diye uslu uslu gelecek değil ya..." -S. F. Abasıyanık. 3. esk. Akıllı, zeki: "Gören bizi sanır deli / Usludan yeğdir delimiz." -Anonim şiir. uslu durmak (veya oturmak) yaramazlık etmemek: "Sizin gitmeyeceğinizi bildiği için uslu oturacaktır." -A. Gündüz.
→ uslu akıllı, akıllı uslu
uslu akıllı is. Olgun, ağırlığı ve değeri olan kimse: "Senin bundan sonra Mebrure'ye uslu akıllı görünebileceğini tahmin edemiyorum." -P. Safa.
usluluk, -ğu is. Uslu olma durumu: "Bir kavga çıkarırlar, kan bile dökebilirlerdi. Ancak nedense uslulukları tuttu." -M. Ş. Esendal.
us payı is. Akıl dersi, us payı vermek akıllı davranma dersi vermek.
ussal sf. Akla uygun, yalnız akla dayanan, akli, rasyonel.
ussallaştırma is. Herhangi bir işi veya davranışı akla uygun kılma, rasyonalizasyon.
ussallık, -ğı is.fel. 1. Akla dayalı olanın niteliği, rasyonalite. 2. Bir amaca en etkin biçimde ulaştıracak araçları kullanmayı gerektiren tutum.
usta is. Far. ustâd 1. Bir zanaatı gereği gibi öğrenmiş olan ve kendi başına yapabilen kimse. 2. Zanaat öğreticisi. 3. Zanaatçılar için unvan: "Üzeyir usta yoldan geçmeyeceğimizi söyledi." -R. H. Karay. 4. sf. Eli uz, işinin eri, becerikli, mahir: "Bunların hepsi de çok güzel sesli ve oyunun en ustaları arasından seçildi." -T. Buğra. 5. tar. Osmanlı İmparatorluğumda saraydaki cariye ve hizmetlilerin kıdemlisi. 6. mec. Akıl veren veya öğreten: "Kız sana bir hâl olmuş, kim senin ustan?" -R. H. Karay, usta elinden çıkmak işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak: "Sırtında koyu lacivert, usta elinden çıkmış bir kostüm." -Y. Z. Ortaç.
→ ustabaşı, usta işi, ibriktar usta, lonca ustası, sohbet ustası, söz ustası, takyap ustası
ustabaşı is. Bir iş yerinde çalışan ustaların başı olan ve onları denetleyen kimse: "Ustabaşı Salih Ağa, iri yumruğunu göğsüne vurarak..." -Y. Z. Ortaç.
ustaca sf. (usta'ca) 1. Ustaya yakışan. 2. zf. El uzluğu ile, ustalıkla: "Eve girişinden beri eksilmeyen gülüşü genişliyor; ellerini hızlı hızlı ovuşturuyor; ustaca çocuklaşıyor." -T. Buğra. 3. zf Becerikli olarak, kurnazlıkla.
usta işi sf. Eli uz, işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılan: "Bir gün altında imzası, usta işi bir şiir yayımlayarak kendisini avuttu." -Y. Z. Ortaç.
ustalaşma is. Ustalaşmak durumu.
ustalaşmak (nsz) Bir İşi yapmakta usta durumuna gelmek.
ustalık, -ğı is. 1. Usta olma durumu. 2. Beceriklilik, el uzluğu, maharet.
ustalıkla zf. (ustalı'kla) 1. Ustaca: "Bunların üzerinden ustalıkla atlayarak gemiye doğru yürüdü." -S. F. Abasıyanık. 2. Kurnazca: "Onlar huylarını ya bilmez ya açığa vurmaz ya ustalıkla gizler ya sarahatle duyurmaz ve bizi aldatabilirler." -A. Ş. Hisar.
ustalıklı sf Ustalıkla yapılmış: "Benim kazadaki itibarımın sebebi biraz da böyle gergin zamanlarda hemşehrilerimi ustalıklı latifelerle yatıştırmasını bilişimdir." -R. N. Güntekin.
ustunç, -cu is. İt. astuccio Taşınabilir cerrah araçları takımı.
ustura is. (u'stura) Far. usturre Tıraş için kullanılan, açılır kapanır, çok keskin bıçak, baş bıçağı, yülgü: "Tayyar ile kalfaları tertemiz giyinmişler, boyuna ellerindeki yepyeni usturaları kılağılıyorlar." -O. C. Kaygılı. ustura tutunmak vücuttaki istenmeyen kılları temizlemek, usturayı kayışa çekmek usturanın kılağısını almak için berber kayışına sürtmek.
→ ustura taşı
ustura taşı is. min. Ustura bilemek için kullanılan taşın yapıldığı bir tür sert şist.
usturlap, -bı is. (usturlâp) Ar. usturlâb esk. Gök cisimlerinin yükseltisini ölçmekte kullanılan araç.
usturmaça is. (usturma'ça) İt. stramazzo den. Her tür deniz aracının rıhtım, iskele gibi yerlere yanaşmaları sırasında olabilecek çarpmaları önleyici nitelikte halat, ağaç, lastik, plastik gibi esnek malzemeden yapılmış, sabit veya taşınabilir yastık.
usturpa is. (ustu'rpa) İt. stropa İnce bir halatın ucuna bir kurşun parçası bağlanarak yapılan bir çeşit kırbaç: "Hele Üsküdar gibi bıçkını fazla semtlerde on çocuktan üç dördünde bir bıçak, bir sustalı, bir usturpa, hatta bir saldırma bulunurdu." -B. Felek.
usturuplu sf. hlk. Derli toplu, ustalıklı, uygun: "İşlerini, kimseyi taciz etmeden usturuplu, icap edene yardım ederek, hediyeler takdim ederek görmüşlerdi." -S. F. Abasıyanık.
usul, -lü (I) ç. is. (usu:l) Ar. uşül 1. Kökler, asıllar. 2. Bir kimsenin ana, baba, dede ve nineleri.
usul, -lü (II) is. (usu:l) Ar. uşül 1. Bir amaca erişmek için izlenen düzenli yol, tutulan yol, yöntem, tarz: "Kendine baktırmak için güzel usul doğrusu." -H. Taner. 2. Bilimde belli bir sonuca erişmek için, belli İlke ve kurallara göre izlenen yol, metot. 3. mec. Yol, yöntem: "Burada ne kadar av varsa o kadar da avlanmak usulü vardır." -H. C. Yalçın. 4. huk. Bir yasama veya idare işleminin hazırlanması, yapılması veya yürürlüğe konması sırasında uyulması gereken hükümler ve İzlenecek yollar. 5. müz. Klasik Türk müziğinde tempo: "Kendilerine nota, usul filan öğretilecek olursa bunlardan çok şey beklenebilir." -O. C. Kaygılı. usul tutmak dümtekle tempo tutmak: "Usul tutarak, dümtek vurarak, başlarını sallayarak avazları çıktığı kadar şarkıya başlarlar." -Ö. Seyfettin.
→ usul boy, Alman usulü, muhakeme usulü, yargı usulü, yargılama usulü
usul (III) zf. esk. 1. Alçak sesle: "Ala gözlü benli dilber / Usul söyle söz ederler" -Karacaoğlan. 2. Yavaş.
usul boy sf. Biçimli endamı olan (kimse): "Altın kemer sıkmış ince belini / Usul boylarını sarasım gelir." -Karacaoğlan.
usulca zf (usu'lca) 1. Yavaşça: "Hadi çekici al da perdeleri sök. Usulca çıkar ki duvarlar bozulmasın." -M. Ş. Esendal. 2. Sessiz bir biçimde: "Ayfer, Nuran'ın düşürdüğü mendili usulca yerden aldı." -M. Yesari.
usulcacık zf. (usulcacık) Yavaş ve belli etmeden veya ortalığı karıştırmadan, yavaşçacık: "Başım usulcacık kaldırmak istedi." -R. H. Karay.
usuldan zf. Yavaşça, sessizce.
usullacık zf. (usu'llacık) Usulcacık.
usulsüz sf. 1. Yöntemsiz. 2. Yasalara aykırı olan.
usulsüzlük, -ğü is. 1. Yöntemsizlik. 2. Yolsuzluk: "Şişman, kısa boylu bir yüzbaşı usulsüzlükte, şarlatanlıkta, inatta hepimizi bastırıyor." -Ö. Seyfettin.