un is. Öğütülerek toz durumuna getirilmiş tahıl ve başka besin maddeleri: "İstanbul'da mısır unundan baklava yapılırmış, diye bir gün köye geldi." S. F. Abasıyanık. un ufak etmek çok ufak kırıntılar durumuna getirmek, parçalamak: "O solucanları un ufak eden çocukların hırsına kapılmıştı." -T. Buğra, un ufak olmak çok ufak kırıntılar durumuna gelmek, parçalanmak: "... bir yer sarsıntısı ile un ufak olan evlerde yaşıyorlardı." -M. Ş. Esendal. ununu elemiş, eleğini asmış geri kalan ömrü süresince yapacak önemli bir işi kalmamış: "Yok, yok... Ben unumu eledim, eleğimi astım. Benim gibi evli, çoluk çocuk sahibi adamlara öyle yerlere gitmek yakışır mı?" -Yi. R. Gürpınar.
→ un çorbası, un helvası, esmer un, has un, özlü un, balık unu, buğday unu, et unu, galeta unu, kan unu, mısır unu, pirinç unu, yulaf unu
-unca bk. -mca / -ince vb.
uncu is. Un satan kimse.
unculuk, -ğu is. Un alıp satma işi.
un çorbası is. Un ve suyun karıştırılıp ateşte on dakika pişirilmesi ve daha sonra süt ve yumurta sarısıyla terbiye edilmesi yoluyla yapılan çorba.
un helvası is. Unun yağ içinde kavrulmasından sonra içine şeker şerbeti katılarak hazırlanan bir tür helva.
unlama is. Unlamak işi.
unlamak (-İ) 1. Una bulamak, üzerine un serpmek. 2. Un bulaştırmak.
unlanma is. Unlanmak durumu.
unlanmak (nsz) 1. Una bulanmak. 2. Una bulaştırılmak.
unluk, -ğu is. 1. Değirmende unun biriktiği yer. 2. Ekmek fırınlarında unların bulunduğu bölüm, un deposu. 3. sf. Un yapılmaya elverişli, temizlenmiş (buğday).
unsur is. Ar. 'unsur Öge: "Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve âdetlerine riayet etmemiştir." -Atatürk.
unutkan sf. Çok unutan, unutma huyu olan.
unutkanlık, -ğı is. Unutkan olma durumu: "Kendisine bir dalgınlık ve unutkanlık gelmiş. " -P. Safa.
unutma is. Unutmak durumu.
→ unutmabeni
unutmabeni is. bol. İki çeneklilerden, küçük mavi çiçekler açan bîr bitki (Myosotis palustris).
unutmak (-i) 1. Aklında kalmamak, hatırlamamak: Kaç kere aynı palavralarla kendimi avutmuş, öfkemi geçirmiş, sonradan hepsini unutmuştum," -R. H. Karay. 2. Bir şeyi dalgınlıkla bir yerde bırakmak. 3. Bir şeyi yapamaz duruma gelmek: "Onu da bilirdim eskiden memleketteyken amma sonradan unuttum." -O. C. Kaygılı. 4. Bağışlamak: Onun yersiz davranışlarını çoktan unuttum. 5. Gereken önemi vermemek, üstünde durmamak: "içinde kabaran sevinçten vücudunun berelerini unutarak uyudu." -H. E. Adıvar. 6. Hatırdan, gönülden çıkarmak: "iyiliğini de ölünceye kadar unutmam." -M. Ş. Esendal.
unutturma is. Unutturmak işi.
unutturmak (-i, -e) Unutmasına yol açmak veya unutmasını sağlamak: "Bu sırada, pek hayırlı bir hadise daha oldu ki babama beni tamamıyla unutturdu." -Y. K. Karaosmanoğlu.
unutulma is. Unutulmak durumu.
unutulmak (nsz) Unutma işine konu olmak: "Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi île geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." -Atatürk.
unvan is. Ar. 'unvan Bir kimsenin işi, mesleği veya toplum içindeki durumu ile ilgili olarak kullanılan ad, san: "Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı / Türk'üm, bu ad her unvandan üstündür." -Z. Gökalp.
→ ticari unvan
unvanlı sf. Unvanı olan.