ulaç, -cı is. dbl. Zarf-fiil.
→ durum ulacı, hâl ulacı
ulaçlı birleşik zaman is. dbl. Zarf-fiil eki almış bir esas fiille "bilmek, durmak, görmek, kalmak, vermek, yazmak" fiillerinin oluşturduğu birleşik fiil: gidebilmek, yazadurmak, yapmayagörmek, bakakalmak, söyleyivermek, düşeyazmak gibi.
Ulah öz. is. SI. esk. Romanya'nın yerli halkına ve bu halkın soyundan olan kimselere Osmanlı Türklerinin verdiği ad.
Ulahça öz. is. (ula'hça) 1. Ulah dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
ulak, -ğı is. Haberci, haber veren kimse: "Az sonra ulaklar oba beylerine haber ulaştırmak için atlanmışlardı." -N. Araz. ulak çıkarmak haberci göndermek, posta çıkarmak.
→ özel ulak, el ulağı
ulam is. 1. Aralarında herhangi bir bakımdan ilgi veya benzerlik bulunan şeylerin tümü, makule, zümre, grup, kategori. 2. man. ve fel. Nesnel gerçekliğin ve bilginin en genel ve temel özelliklerini, ilişkilerini yansıtan temel kavramların her biri, nicelik, nitelik, bağıntı, makule, kategori.
→ ulam ulam
ulama is. 1. Ulamak işi. 2. Ulanan parça, ek, katkı, ilave. 3. dbl. Konuşmada art arda gelen kelimelerden birincisinin sonundaki ünsüzün, ikincisinin başındaki ünlüye ses bakımından bağlanarak söylenmesi: Ayırt etmek, ağaç altı, tertip etmek, art arda gibi. 4. sf. Ulanmış.
ulamak (-i, -e) Eklemek, katmak, ilave etmek.
ulam ulam sf. Sıra sıra: "Hatta ben mahcubiyetimden kızarmak değil, gözlerimden ulam ulam yaş da getirebilirim." -Ö. Seyfettin.
ulan ünl. kaba 1. Ey: "Ulan, bizim sokak çocukları ne İnsan şeyler be!" -M. Ş. Esendal. 2. Öfke ve nefret anlatan bir seslenme sözü: "Uşaktım ulan ne olacak, dediği zaman kimse sesini çıkarmazdı." -S. F. Abasıyanık.
ulanma is. Ulanmak işi.
ulanmak (nsz) Ulama işi yapılmak.
ulantı is. Ulanan şey.
ulaşılma is. Ulaşılmak işi.
ulaşılmak Ulaşma işi yapılmak.
ulaşım is. 1. Ulaşma işi. 2. Köyler, şehirler, ülkeler arasında bir yerden bir yere gidiş geliş, münakale, muvasala, temas: İki şehir arasında ulaşım kesildi. 3. Bir şeyi bir yerden başka bir yere aktarma.
→ deniz yolu ulaşımı, hava ulaşımı, hava yolu ulaşımı
ulaşma is. Ulaşmak durumu: "On yedinci yüzyıldan beri Batı Yeni Çağa ulaşma yolundadır. " -F. R. Atay.
ulaşmak (-e) 1. Varmak, gelmek: "Doğudan batıya kadar ulaşmış bir zafer bestesi dinliyorum. " -R. H. Karay. 2. Elde etmek, erişmek. 3. Yetişmek. 4. Birbirine katılmak, dökülmek: Nehirler denizlere ulaşıyor.
ulaştırma is. 1. Ulaştırmak işi. 2. İnsanların, malların, haberlerin ulaşmasını sağlayan işlerin ve araçların tümü, münakalat: Ulaştırma Bakanlığı. 3. ask. Orduda malzeme ve personel taşıma işlerini sağlayan sınıf.
ulaştırmak (-i, -e) Ulaşmasını sağlamak.
ulayıcı sf. Ulamaya yarayan: Ulayıcı ses.
ulema ç. is. (ulema:) Ar. 'ulemâ esk. 1. Bilginler. 2. din b. Sarıklı din bilginleri: "Bursa uleması bütün memleketçe tanınır ve sevilirdi. " -T. Buğra.
ulemalık, -ğı is. Bilginlik, âlimlik, ulemalık taslamak bilgiçlik etmek.
ultramodern is. Fr. ultramodern Düşünce, eğilim, üslup için en üst sınırda olan, çok modern olan.
ultrason is. Fr. ultrason fiz. İnsan kulağının alamayacağı nitelikte olan yüksek frekanslı ses titreşimi: Deniz sondajlarında ultrasondan yararlanılır.
ultraviyole is. Fr. ultraviolet fiz. Mor ötesi.
ulu is. 1. Erdemleri bakımından çok büyük, yüce: "Aile uluları arasında buna bir çare bulmak için dertleşmeler olur." -R. N. Güntekin. 2. sf. Çok büyük olan (somut şey): Ulu dağlar. Ulu ağaç. Ulu cami.
ulufe is. (ulû:fe) Ar. 'ulufe tar. Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen ücret, ulufe vermek (veya dağıtmak) 1) tar. Osmanlılarda askerî ve sivil kuruluşlardaki görevlilere üç ayda bir verilen ücreti dağıtmak; 2) mec. yerli yersiz bol keseden para harcamak.
ulufeci is. tar. Yeniçerilikte bir sınıf süvari askeri.
uluhiyet is. (ıtlû:hiyet) Ar. ulühiyyet din b. Tanrılık sıfatı, Allahlık vasfı: "Gerçek Tanrı'nın yolunu bulamayanlar tabiatıyla birtakım düzme uluhiyetlere doğru saparlar. " -H. E. Adıvar.
ululama is. Ululamak işi.
ululamak (-i) 1. Ağırlamak. 2. Ulu tutmak,._ ulu saymak.
ululanma is. Ululanmak işi veya durumu.
ululanmak (nsz) Ululama durumunda olmak.
ululaşma is. Ululaşmak işi.
ululaşmak (nsz) Ulu duruma gelmek.
ululuk, -ğu is. Büyüklük, büyük olma durumu, yücelik, izzet.
ulum ç. is. (ulû:m) Ar. 'ulûm esk. Bilimler, ilimler.
uluma is. Ulumak işi: "Çılgın gözlerini haddinden fazla açarak uzun uzun bir havlama, bir ulumadır tutturmuş." -A. Ş. Hisar.
ulumak (nsz) 1. Köpek, kurt, çakal vb. hayvanlar uzun, iniltili, ağlar gibi bir ses çıkarmak: "Geceleyin çakallar etrafta dolaşır, ulurlardı." -S. F. Abasıyanık. 2. İnsan iniltili ses çıkararak boğuk boğuk ağlamak: "Boğazında acı bir yumru, gözleri kupkuru, yüzükoyun mutfağın taşlarına kapandı, uludu." -H. E. Adıvar.
ulu orta zf. Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa: "Ticaret, ulu orta bir ihtikâr işi olmuştu." -Ö. Seyfettin.
ulus is. Millet: "Doğrulup güdüyorsun yeryüzünde yeniden / Her silkinen, kalkınan, kurtulan ulusla sen." -B. K. Çağlar.
→ uluslararası, ulussever
ulusal sf. Millî.
→ ulusal ekonomi, ulusal savunma, arsıulusal
ulusal ekonomi is. Bir milletin kendine özgü ekonomi siyaseti, millî ekonomi, millî iktisat.
ulusal gelir is. Millî gelir.
ulusallaştırma is. Millîleştirme.
ulusallaştırmak (-i) Ulusal bir nitelik vermek, millîleştirmek.
ulusallık, -ğı is. Milliyet, millîlik: "Dilimizi, ulusallığımızı sen öğrettin bize." -C. Külebi.
ulusal savunma is. Bir milletin kendine özgü savunma yöntemi, millî savunma, millî müdafaa.
ulusçu is. Milliyetçi.
ulusçuluk, -ğu is. Milliyetçilik.
uluslararası sf. Çeşitli milletlerin arasında yapılan, milletlerin arasında çok yönlü İlişkilerle ilgili olan, milletlerarası, beynelmilel, enternasyonal: "Siyasi partiler yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ... ayni ve nakdî yardım alamazlar." -Anayasa.
uluslara rasıcı is. Uluslararasmdaki ilişkileri benimseyen, uluslararasmdaki ilişkilerden yana olan, milletlerarasıcı, beynelmilelci, enternasyonalci.
uluslararasıcılık, -ğı is. Uluslararasmdaki ilişkileri benimseme, uluslararasmdaki ilişkilerden yana olma, milletlerarasıcı I ık, beynelmilelcilik, enternasyonalcilik, enternasyonalizm. .
uluslaşma is. Uluslaşmak durumu.
uluslaşmak (nsz) Milletleşmek.
uluslu sf. Ulusu olan.
→ çok uluslu
ulussever sf. Ulusunu seven (kimse), milliyetperver.
ulusseverlik, -ği is. Ulussever olma durumu, milliyetperverlik.
ulussuz sf. Ulusu olmayan.
ulutma is. Ulutmak işi veya durumu.
ulutmak (-i) Ulumasını sağlamak: "Şimdi ezanın sustuğu bu ölcsüz yurtlara çanlarını ulutmak için, Selanik'e vapur vapur gelen Kafkasya Rumları yerleşiyorlardı." -Ö. Seyfettin.
ulvi sf. (ulvi:) Ar. 'ulvi esk. 1. Yüce: "Doktor Hikmet, o vakit tabiatın bu ulvi manzarası karşısında sarsılarak biraz hakikate gelir gibi oldu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Gökle ilgili olan, semavi.
ulviyet is. Ar. 'ulviyyet esk. Yücelik.