Ugandalı öz. is. Uganda halkından olan kimse.
uğra is. hlk. Yufka açılırken hamurun tahtaya yapışmaması için serpilen kaim un.
uğrak, -ğı is. 1. Çok uğranılan yer: "Bingöl bugün de şahinlerin yaylağı, çobanın uğrağı ve Türk'ün sevgisidir." -E. İ. Benice. 2. Yol uğrağı: "Yol boyundaki bütün uğraklarının aksine bu nahiyeye karşılanarak girmişlerdi. " -T. Buğra.
→ fırtına uğrağı, yol uğrağı
uğralama is. Uğralamak işi veya durumu.
uğralamak (4) hlk. Uğra serpmek.
uğrama is. Uğramak işi.
uğramak (-e) 1. Yola devam etmek üzere, bir yerde kısa bir süre kalmak: "Üç günde yalnız üç vapur iskeleye uğradı." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir yerin yanından, yakınından, içinden geçmek: "Ona kapıdan şöyle bir uğramak isterdim." -H. Taner. 3. Fırlayarak çıkmak, dışarı çıkmak: "Zelzele çığlığıyla beraber hepsi evden dışarı uğradılar." -M. Ş. Esendal. 4, Kötü duruma konu olmak: "Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir." -Atatürk. 5. Yaklaşmak: "Erkek misafir geldiği zaman Despina'dan başka kimse salona, kapının yanma uğramayacaktı." -Ö. Seyfettin. 6. Karşılaşmak, maruz kalmak: "Millî Mücadele'nin başından o güne kadar Atatürk'ün en hafif bir sitemine uğramamıştım." -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Cin, peri çarpmak.
uğranma is. Uğranmak işi.
uğranmak (nsz) Uğrama işi yapılmak.
uğraş is. 1. Bir insanın yaptığı iş veya meslek, meşguliyet. 2. Bir güçlüğü yenmek için gösterilen sürekli çaba, mücadele.
uğraşı is. Uğraşılan şey, iş güç, meşgale: "İnsanı her günkü uğraşılarından koparışları, kavrayıp götürüşleri de caba." -M. N. Sepetçioğlu.
→ yaşama uğraşısı
uğraşılma is. Uğraşılmak işi.
uğraşılmak (4e) Uğraşma işi yapılmak.
uğraşma is. Uğraşmak işi: "Çetin bir uğraşma pahasına mesleğimde muvaffak oluyorum. " -R. N. Güntekin.
uğraşmak (nsz) 1. Bir işi başarmaya çalışmak, iş edinmek: "İkisi barbut oynuyor, üçüncüsü, en küçükleri, bir çekirgeye sigara içirmeye uğraşıyordu." -H. Taner. 2. Bir iş üzerinde sürekli çalışmak: "Muhacir kümeleri arasında, ekmek dağıtmakla uğraşan yaşlıca bir adama seslendi." -P. Safa. 3. Zamanını bir işe verme durumunda kalmak: "Ee, hadi yürü yahu. Şenlen mi uğraşacağız?" -H. Taner. 4. (nsz, 4e) Savaşmak: "Düşmanlarla uğraşmak için sonuna kadar çalışmaya azmettik." -Atatürk. 5. (4e) mec. Birine kötü davranmak: "Aman, siz de hep beybabamla uğraşırsınız!" -Ö. Seyfettin.
uğraştırma is. Uğraştırmak işi.
uğraştırmak (-i) Uğraşmasına yol açmak: Bu iş beni çok uğraştırdı.
uğratma is. Uğratmak işi: "Gece kendiliğinden çıtırdayan merdiven tahtaları onu yalın ayak odasından uğratmaya yetiyordu." -H. Taner.
uğratmak (-i, -e) 1. Uğrama işini yaptırmak, uğramasına sebep olmak: "Öteki tabancayla, o da mağdurun belinden aşağısını felce uğrattı." -B. Felek. 2. (-den) hlk. Savmak, çıkmak, dışarı atmak, kovmak.
uğru (I) is. esk. Hırsız: "Şehrin en korkunç uğruları, katilleri buradan dışarı çıkamaz." -S. Birsel.
→ gönül uğrusu, Samanuğrusu
uğru (II) is. hlk. Ön veya yan: "Evlerinin uğru bakla /Al beni koynunda sakla." –Halk türküsü.
uğrulama is. Uğrulamak İşi veya durumu.
uğrulamak (-i) esk. Hırsızlıkla ele geçirmek, çalmak, sirkat etmek.
uğruluk, -ğu is. Uğrunun yaptığı iş, hırsızlık, sirkat.
uğrun zf Gizlice.
uğrunda (I) zf. Amacında, yolunda: "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / Toprak eğer uğrunda Ölen varsa vatandır." -M. C. Kuntay.
uğrunda (II) zf Önünde: "Kışlanın uğrunda bir ufak mezar / Anama söylemen bağrını ezer." -Halk türküsü.
uğuldama is. Uğuldamak işi.
uğuldamak (nsz) 1. Sürekli gürültülü, boğuk ve anlaşılmaz ses çıkarmak: "Soğuk rüzgâr beni boğacak bir haydut gibi kulaklarımda uğuldayarakgeçiyordu." -M. Ş. Esendal. 2. Beyinde, kulakta uğultu olmak: "Gözlerim kararıyor, kulaklarım uğulduyordu." -Ö. Seyfettin.
uğultu is. Gürültülü, boğuk ve anlaşılmaz ses, uğuldama sesi: "içeride müphem, karışık bir uğultu var." -F. R. Atay.
uğultulu sf Uğultusu olan, uğultu çıkaran.
uğultusuz sf. Uğultusu olmayan.
uğul uğul zf Uğultulu olarak.
uğunma is. Uğunmak işi.
uğunmak (nsz) hlk. Büyük bir üzüntü veya acıdan kıvranmak, soluğu tıkanmak, ağlaya ağlaya bayılmak.
uğur (I) is. 1. Bazı olaylarda görülen ve insana iyilik getirdiğine inanılan belirti veya bazı nesnelerde var olduğuna inanılan iyilik kaynağı; "Onlar da uğurlar dilediler, aralarında konuşmaya başladılar." -M. Ş. Esendal. 2. Bu nitelikte olduğuna inanılan şey. 3. Meymenet, kadem. 4. Talih, şans. uğur getirmek iyilik, şans, talih, bereket getirmek: "Emeti ile evlenmek, Satılmış'a uğur getirmişti." -E. E. Talu. uğur ola! (veya uğurlar olsun!) esenlikle git, yolun açık olsun!
→ uğur boncuğu, uğur böceği, uğur böcekleri, uğur parası, uğuru açık
uğur, -ğru (II) is. Hedef, amaç, gaye, yol: "Bu uğurda rahatlarım, servetlerini feda ederler; canlarım tehlikeye koyarlar." -H. C. Yalçın.
uğur, -ğru (III) is. hlk. Ön veya yan: "Evlerinin uğru bakla /Al beni koynunda sakla" -Halk türküsü.
uğur boncuğu is. Nazar boncuğu.
uğur böceği is. zool. Vücudu yarım küre biçiminde, turuncu, kırmızı renkli, üzerinde yedi tane kara nokta bulunan km kanatlı böcek, hanım böceği, uçuç böceği (Coccinella septempunctata).
uğur böcekleri ç. is. zool. Örneği uğur böceği olan, etçil ve otçul türleri içine alan kın kanatlılar familyası.
uğurlama is. Uğurlamak işi: "Bu suçlar arasında en büyüklerinden biri de uğurlama, karşılama törenlerinin kaldırılması oldu." -M. Ş. Esendal.
uğurlamak (-i) Gideni esenlik ve sevgi dilekleriyle geçirmek, selametle göndermek, teşyi etmek: "Ev sahibi onları uğurladıktan sonra döndü." -T. Buğra.
uğurlanış is. Uğurlanma işi veya biçimi.
uğurlanma is. Uğurlanmak işi.
uğurlanmak (nsz) Uğurlama işi yapılmak: "Andelip, istanbul'daki belli başlı hemşirelere yazılmış tavsiye mektuplarıyla kasabadan uğurlanır." -R. N. Güntekin.
uğurlayıcı is. Uğurlayan kimse.
uğurlayış is. Uğurlama işi veya biçimi.
uğurlu sf. Uğuru olan, iyilik getirdiğine inanılan, kutlu, tekin, kademli, meymenetli, mübarek: "Mayıs, İstanbullular ve Türkler için istanbul'un fethedildiği ay olması itibarıyla uğurlu aydır." -B. Felek, uğurlu kademli olsun mutlu bir olay dolayısıyla söylenen bir iyi dilek sözü.
→ ayağı uğurlu
uğurluk, -ğu is. hlk. Maskot.
uğur parası is. Zenginlik ve iyilik getireceğine inanılarak birisinden alınan para.
uğursama is. Uğursamak işi veya durumu.
uğursamak (-i) hlk. Herhangi bir olguyu veya nesneyi uğur saymak.
uğursuz sf. Kendinde uğursuzluk bulunan, yomsuz, kadersiz, meymenetsiz, menhus, musibet, meşum: "Kendince uğursuz saydığı işlerden birini işlemiş olmasından korktu. " -M. Ş. Esendal.
uğursuzluk, -ğu is. Bazı olaylarda görülen ve insana kötülük getirdiğine inanılan belirti veya bazı nesnelerde var olduğuna inanılan güç, kademsizlik, meymenetsizlik, nuhuset, şeamet: "Uğura, uğursuzluğa; berekete ve bereketsizliğe inanırdı." -A. Ş. Hisar.
uğuru açık, -ğı sf. Talihli, şanslı (kimse).
uğut is. hlk. Çimlenmiş buğdayın kaynatılmasıyla yapılan bir çeşit yemek.