ud

udi is. (u:di:) Ar. 'üdı müz. Ut çalan çalgıcı, utçu.

U dönüşü is. Yüz seksen derecelik bir dönüş yapma. U dönüşü yapmak 1) yüz seksen derece dönüş yapmak; 2) önceden sahip olduğu bir düşünceden farklı bir düşünceyi savunmaya başlamak.

uf ünl. Acı, sızı duyulduğunda veya sıkıntılı bir durumda söylenen bir söz: Uf, parmağım yandı! uf olmak çocuk dilinde yanmak, acımak.

ufacık, -ğı sf. (ufacık) Çok ufak, küçücük: "Ufacık, minyatür bir yüzü, aynı ufaklıkta vücudu vardı."-S. F. Abasıyanık.

ufacık tefecik

ufacık tefecik, -ği sf. Kısa boylu ve zayıf, küçük yapılı, çelimsiz: "İfakat Hanım ufacık tefecik, tostoparlak, köstebek misali bir hatun kişi..."-H. Taner.

ufak, -ğı sf. 1. Boyutları normalden küçük: Ufak ev. 2. Yaşça daha küçük olan: "İki ufak çocuk konuşarak Fener'e doğru gidiyor. " -M. Ş. Esendal. 3. Makam, derece bakımından geri olan: "Ufak bir memuriyet de olsa olurdu." -O. Kemal. 4. mec. Önemsiz, çok az: "Ufak bir ameliyatla yüzük kesilip alındı." -R. N. Güntekin. ufak at da civcivler yesin çok yalan söyleyen veya olayları abartan kişilere inandırıcı olmadığını belirtmek için söylenen bir söz.

ufak çapta, ufak para, ufak tefek, ufak ufak, ufaktan ufağa, ekmek ufağı

ufakça sf. Oldukça ufak, ufarak.

ufak çapta sf Aslına göre küçük olan.

ufaklı sf. İçinde ufak taneler bulunan.

irili ufaklı

ufaklık, -ğı is. 1. Ufak olma durumu. 2. Bozukluk: "İnsan ihtiyaten yanında daima ufaklık para bulundurmalı, bir fakire acıyıverince derhâl sadaka vermeliydi." -A. Ş. Hisar. 3. Küçük çocuk. 4. ünl. Çocuklar için kullanılan bir seslenme sözü. 5. şaka Bit.

ufak para is. Bozuk para.

ufaktan ufağa zf. Küçük küçük, ufak ufak, azar azar: "Birkaç ay geçince dayanamadı, utanıp sıkılmayı kaldırarak ufaktan ufağa bazı şikâyetlere başladı." -H. Taner.

ufak tefek, -ği is. 1. Gerekli küçük eşya, araç gereç: "Üç kat elbisemden, birkaç takım çamaşırımdan ve ufak tefeğimden başka hiçbir şeyim ve hiçbir kimsem yok." -P. Safa. 2. sf. Büyük yer kaplamayan, küçük. 3. sf Çok gerekli olmayan, önemsiz: "Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu." -B. Felek. 4. sf Kısa ve zayıf: "Kapımın Önünde ufak tefek bir kadın göründü." -R. H. Karay.

ufak ufak zf 1. Küçük küçük: "Ufak ufak ne tatlı heyecanlar geçirdik, şimdi kaybetmiş olmakla beraber daha geniş nefes alıyoruz." -R. H. Karay. 2. Küçük parçalar durumunda. 3. Yavaş yavaş: "Dışarıda önce tehditkâr bir pembelik belirdi, ufak ufak akşam oluyor." -A. İlhan.

ufalama is. Ufalamak işi.

ufalamak (-i) Kırarak, ovarak veya ezerek ufak parçalara ayırmak.

ufalanma is. Ufalanmak işi.

ufalanmak (nsz) Ufalama işi yapılmak, ufak parçalara ayrılmak.

ufalayıcı sf. 1. Ufalama işini yapan. 2. is. Pis suda bulunan iri maddelerin ufalanmasını sağlayan alet.

ufalma is. Ufalmak durumu.

ufalmak (nsz) 1. Büyükken daha ufak duruma gelmek, küçülmek: "Ne söyleyeceğimi şaşırmış, bir sandalyenin ucunda gittikçe ufalarak oturdum." -Y. Z. Ortaç. 2. Büzülmek, küçülmek.

ufaltma is. Ufaltmak işi.

ufaltmak (-İ) Büyük olan bir şeyi daha küçük duruma getirmek, küçültmek.

ufarak, -ğı sf. Biraz ufak: "Kara ve pos bıyıklar bu kuru ve ufarak yüzü karanlıklar içinde bırakıyordu." -P. Safa.

ufarakça sf. Oldukça ufak veya küçük.

ufki is. (ufki:) Ar. ufki mat. esk. Yatay: "Hep ufki vaziyette durabilmek için elleriyle birtakım hareketler icat etmeye başladı." -H. Taner.

ufku dar sf. İleriyi göremeyen, bakış açısı geniş olmayan (kimse).

ufku geniş sf. İleriyi görebilen, bakış açısı geniş olan (kimse).

uflama is. Uflamak işi.

uflamak (nsz) Acı, sızı duyarak uf demek, uflayıp puflamak sürekli olarak uflamak. uflayıp durmak.

ufuk, -fku is. Ar. ufk 1. coğ. Çekülün gösterdiği dikey çizgi ile gözlemci üzerinden geçen düzlem, göz erimi. 2. Düz arazide veya açık denizde gökle yerin birleşir gibi göründüğü yer, çevren, göz erimi: "Geniş çöl ufukları arasında çadırlarımızı kurduk." -F. R. Atay. 3. mec. Anlayış, kavrayış, görüş, düşünce gücü, ihata: "Bu dar zihinlerde, ufku genişlememiş dimağlarda, zaruri olarak faziletler de dardı." -Ö. Seyfettin. 4. mec. Çevre, dolay, ufkunu genişletmek görüş alanını genişletmek, daha geniş, daha fazla bilgi ve görüş edinmek.

ufuk çizgisi, ufku dar, ufku geniş

ufuk çizgisi is. Göz eriminde geçen yatay düzlemle kesiştiği çizgi.

ufuklu sf Ufku olan.

geniş ufuklu

ufuksuz sf. Ufku olmayan.

uful, -lü is. (ufu:l)Ar. uful esk. 1. Yıldızın batması. 2. mec. Ölme.

ufunet is. (ufu-.net) Ar. 'ufunet esk. 1. Pis koku: "Kokladığım bu havada devrin ufunetini hissediyorum." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. İrin, cerahat.

ufunetlendirme is. Ufunetlendirmek işi veya durumu.

ufunetlendirmek (nsz) esk. 1. İrinlendirmek, cerahatlendirmek. 2. Düzenini bozmak, İlletli hâle getirmek: "(Nanıaziz) Mide şişiriyorsun, beslemiyorsun, bağırsak ufunetlendiriyorsun. " -H, R. Gürpınar.

ufunetlenme is. Ufunetlenmek durumu.

ufunetlenmek (nsz) esk. Yara irinlenmek.

ufunetli sf. İçinde irin, cerahat olan: "Meğer, İnsanlıkçılık ve ufunetli bir yara hâlinde meydana çıkmak için böyle bir fırsat bekliyormuş." -E. E. Talu.

ufunetsiz sf. İçinde irin, cerahat olmayan.