-ti bk. -di / -di vb.
ti is. (ti:) ask. Bir tören sırasında, askerleri bir araya toplamak, törenin başladığını bildirmek vb. amaçlarla çalınan borazanın çıkardığı tiz ses. tiye almak argo biriyle alay etmek, eğlenmek: "O günkü ne oldum delisi yeni zenginleri, özenti aydınları tiye alıyordu. " -H. Taner.
→ ti borusu, ti işareti
Ti kim. Titan elementinin simgesi.
tiabendazol, -lü is. Yuvarlak kurtları yok etmek için kullanılan ilaç.
Tibetçe öz. is. (tibe'tçe) 1. Tibet dili. 2. sf Bu dille yazılmış olan.
Tibetli öz. is. (ti'betli) Tibet halkından olan kimse.
Tibet öküzü is. zool. Yak.
Tibet sığırı is. zool Yak.
ti borusu is. Tİ işareti veren boru.
ticani is. Yobaz, gerici.
Ticani öz. is. (tica:ni:) Kuzey Afrika'da kurulmuş bir tarikat ve bu tarikattan olan kimse.
ticanilik, -ği is. Yobazlık, aşırı gericilik.
Ticanilik, -ği öz. is. Ticani tarikatı.
ticaret is. (tica.ret) Ar. ticâret 1. Ürün, mal vb. alım satımı: "Ne ziraat ne ticaret için kâfi nüfus kaldı." -F. R. Atay. 2. Kazanç amacıyla yürütülen alım satım etkinliği: "Yolcuların çoğu çıkmış, artık ticareti dönüşe bıraktım." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Bu etkinlikle ilgili bilim. 4. Alışveriş sonucu elde edilen, yararlanılan fiyat farkı, kâr.
→ ticaret ataşesi, ticaret borsası, ticaret coğrafyası, ticaret filosu, ticaret gemisi, ticarethane, ticaret isletmesi, ticaret limanı, ticaret mahkemesi, ticaret merkezi, ticaret odası, ticaret sicili, dış ticaret, dış ticaret açığı, bavul ticareti, kadın ticareti, nüfuz ticareti, vadeli döviz ticareti
ticaret ataşesi is. Yurt dışında ticaret işleri ve hareketleriyle ilgilenmek üzere görevlendirilen memur, ticari ataşe.
ticaret borsası is. huk. Ticaret mallarının işlem gördüğü borsa.
ticaret coğrafyası is. Bir ülkenin ticaretle ilgili her türlü ilişkilerini ve bunun nedenlerini inceleyen coğrafya bilimi.
ticaret filosu is. den. Aynı bayrak altında çalışan her türden ticaret gemilerinin tümü.
ticaretgâh is. (tica:retgâ:h) Ar. ticâret + Far. -gah esk. Ticaret yeri, ticarete elverişli yer.
ticaret gemisi is. den. Devlet veya özel sermayece işletilen, ticaret amacıyla kullanılan gemi.
ticarethane is. (tica:retha:ne) Ar. ticâret + Far. hâne Ticaret işlerinin yürütüldüğü yen "Harp başlamadan evvel bir ticarethanede kâtiptim." -S. F. Abasıyanık.
ticaret işletmesi is. Kazanç sağlamak amacıyla çalışan işletme.
ticaret limanı is. den. Dış ülkelerle alışverişin yapıldığı liman.
ticaret mahkemesi is. huk. Ticaret davalarına bakan mahkeme.
ticaret merkezi is. Çeşitli ürünlerin ve malların pazarlandığı, ticari İlişkilerin kurulduğu yer.
ticaret odası is. Tüccarlar arasında dayanışmayı sağlamak, ortak sorunlarla uğraşmak, yabancı tüccarlarla ilişki kurmak, ortak çıkarları korumak İçin kanun ile kurulan kurum.
ticaret sicili is. huk. Ticaret mahkemelerinin bulunduğu yerlerde ticari işlemlerin kayıt ve tescil edildiği ve herkesin yararlanabileceği resmî kütük.
ticari sf. (tica:ri:) Ar. ticari Ticaretle ilgili, ticarete İlişkin.
→ ticari ataşe, ticari dava, ticari tüketim, ticari unvan
ticari ataşe is. Ticaret ataşesi.
ticari dava is. huk. Ticaret mahkemesinin görev alanına giren davalar.
ticarileşme is. Ticarileşmek işi.
ticarileşmek (nsz) Ticari duruma gelmek.
ticari tüketim is. Ticaret mallarının tüketilmesi.
ticari unvan is. Ticarethanelerin kullanmak zorunda oldukları isim veya unvan.
tifdruk, -ğu is. (tifdruk) Alm. Tiefdruck Oyulmuş bakır kalıplarla yapılan, renkli fotoğraf baskılarına elverişli bir baskı tekniği.
tifo is. (ti'fo) Yun. tıp Kirli sularda, bu sularla sulanmış sebzelerde bulunan, ortalama üç hafta süren, ateşli ve tehlikeli bir bağırsak hastalığı, karahumma.
tiftik, -ği is. Ar. teftik 1. Tiftik keçisinin ince, yumuşak, parlak yünü, moher: "Otuz senedir tiftik ticaretiyle iştigal ederim." -H. Taner. 2. sf. Bu yünden yapılmış olan.
→ tiftik keçisi, tiftik tiftik
tiftik keçisi is. zool. Uzun, kıvırcık ve ipek gibi yumuşak kılları olan, evcil bir keçi türü, Ankara keçisi.
tiftiklenme is. Tiftiklenmek işi.
tiftiklenmek (nsz) Kumaşın telleri birbirinden ayrılmak, kabarmak, tiftik tiftik olmak.
tiftik tiftik sf. Telleri birbirinden ayrılıp kabarmış: "Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik." -M. A. Ersoy. tiftik tiftik olmak kumaşın telleri birbirinden ayrılmak, çok eskimek.
tifüs is. (ti'fös) Fr. typhus tıp Bitle geçen, ortalama on beş gün süren, vücutta pembe lekelerle beliren, ateşli ve tehlikeli bir hastalık, lekeli humma.
tiğ is. bk. tığ.
ti işareti is. Borazanla "ti" sesi çıkararak verilen İşaret.
-tik bk. -dik / -dik vb.
tik is. Fr. tic tıp 1. Herhangi bir kas kümesinin irade dışı hareketi: "Abdi Bey, sol gözünde beliren bir tikle, yay gibi gergin ve mosmor dudakları titreyerek onları seyretti. " -A. İlhan. 2. Alışkanlıkla sık sık tekrarlanan gülünç, sıkıcı söz, el, kol, yüz hareketi veya bir davranış biçimi: "Güldükten sonra hemen öksürmesinin de İlk Önce sandığım gibi hastalık değil, bir nevi tik olduğu anlaşılıyordu." -R. N. Güntekin.
tik ağacı is. bot.. 1. Çift çeneklilerden, kaplamada kerestesinden yararlanılan, doğal rengi sarı, zamanla havada kendiliğinden koyulaşan bir sıcak iklim ağacı (Tectona grandis). 2. sf. Bu ağacın tahtasından yapılmış olan.
tike is. hik. Et, ekmek, peynir vb.nde parça, lokma, dilim.
tikel sf. 1. Cüzi, kısmi, 2. fel. Bir türün bütün bireylerine değil de bir veya birkaç bireyine ilişkin olan, cüzi, tümel karşıtı.
→ tikel önerme
tikellik, -ği is. Tikel olma durumu.
tikel önerme is. man. Konunun kapsamına giren bütün bireyler için değil de bazıları için belli bir şey bildiren önerme, tümel önerme karşıtı.
tiksindirici sf. Tiksinilecek durumda olan, menfur: "Her vakit ıslak duran ellerinde öyle tiksindirici bir yapışkanlık vardı ki..." -Y. K. Karaosmanoğlu.
tiksindiricilik, -ği is. Tiksindirici olma durumu.
tiksindirme is. Tiksindirmek işi.
tiksindirmek (-i, -den) Tiksinmesine yol açmak.
tiksinilme is. Tiksinilmek işi.
tiksinilmek (-den) Tiksinme işine konu olmak.
tiksiniş is. Tiksinme işi veya biçimi.
tiksinme is. Tiksinmek işi, ikrah, istikrah, nefret: "İçinde bu adama karşı garip bir tiksinme, çekinme vardı." -S. F. Abasıyanık.
tiksinmek (-den) Bir şey, bir kimse, bir düşünce vb.ni kötü, iğrenç veya aşağılık bularak ondan uzak durma duygusuna kapılmak, nefret etmek, ikrah etmek, istikrah etmek: "Evin kapısından çıkar çıkmaz kendimden tiksinerek sokaklardayım." -S. F. Abasıyanık.
tiksinti is. Tiksinme işi, tiksinme, nefret: "Halktan insanlara duyduğu tiksintiyi bu hastalığına bağlamak gerekir." -A. Ş. Hisar.
tik tak is. Genellikle saatin çalışırken çıkardığı ses: "Ocağın üzerindeki saatin kırık bir kalp gibi vuran kuvvetsiz ve mahzun tik taklarını duydu." -Ö. Seyfettin.
tilavet is. (tilâ:vet) Ar. tilâvet esk. Kur'an'ı güzel ve yüksek sesle, usulünce okuma: "Hafız Hanım'ın Kur'an tilaveti de, tövbe tövbe Ya Rabbi, dikkatimi dağıtmıyor değil ha!" -A. İlhan.
tilki is. 1. zool. Köpekgülerden, uzunluğu 90 cm, kuyruğu 30 cm kadar, ırklarına göre çeşitli renklerde olan, ağız ve burnu uzun, sivri, kümes hayvanlarına zarar veren, kürkü beğenilen bir memeli türü (Vulpes). 2. sf. Bu hayvanın postundan yapılan (manto vb.): "iki hanım yaşları geçkince olmasına bakmayarak sürmüşler, boyanmışlar, omuzlarına tilkilerini almış, kurulmuşlar." -M. Ş. Esendal. 3. sf. mec. Çok kurnaz: Ne tilkidir o, bilmezsiniz, tilki gibi kurnaz (kimse), tilki tilkiliğini anlatıncaya kadar post elden gider bir gerçeği anlatıncaya kadar çoğu kez başa gelmedik şey kalmaz. tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır bir kişi ne kadar farklı yerlerde yaşarsa yaşasın, ne kadar farklı işlerle uğraşırsa uğraşsın, bağlı bulunduğu çevreye veya işe dönmek zorunda kalır.
→ tilkikuyruğu, tilki uykusu, tilki üzümü, beyaztilki, deniztilkisi
tilkikuyruğu is. bot. 1. Hoşkuran. 2. Uzun salkımlı bir çeşit üzüm. 3. sp. Yağlı güreşte oturak kündesine geçen üstteki güreşçiye, alttakinin elini geri uzatarak çenesinden veya gırtlağından çekmesi.
tilkileşme is. Tilkileşmek işi.
tilkileşmek (nsz) Kurnaz duruma gelmek.
tilkilik, -ği is. Kurnazlık veya kurnazca davranış.
tilkimsi sf. Tilkiyi andıran, tilkiye benzeyen, tilki gibi.
tilki uykusu is. Yarı uyanık biçimdeki uyku, hemen uyanılabilen uyku. tilki uykusuna vermek uyuyormuş gibi yaparak fırsat kollamak: "Muzafferiyeti sonuna kadar, yudum yudum içebilmek için kendimi tilki uykusuna verdim." -F. Celalettin. tilki uykusuna yatmak uyuyormuş gibi yaparak fırsat kollamak.
tilki üzümü is. bot. İt üzümü.
tilmiz is. Ar. tilmiz esk. Öğrenci.
tilmizlik, -ği is. Öğrencilik: "Tilmizliğe namzet olarak gösterecekleri gençleri yakından görüp beğendiğini ayırır." -Y. K. Beyatlı.
tim is. İng. team ask. 1. Silah, telsiz İstasyonu vb.ni çalıştırmak için kurulan topluluk. 2. Silahlı kuvvetlerde, belirli bir iş veya hizmeti başarabilecek güçteki en küçük birlik.
→ vurucu tim
timbal, -li is. Fr. timbale Üstü deri ile kaplı, bakırdan yapılan, küre biçiminde bir tür davul.
timing is. İng. timing bk. zamanlama.
timsah is. Ar. timsah zool. 1. Sürüngenlerden, sıcak bölgelerin akarsularmda yaşayan, kaim derili, uzun kuyruklu, iri bir hayvan (Crocodilus). 2. sf. Bu hayvanın derisinden yapılan.
→ timsah gözyaşları
timsah gözyaşları ç. is. Sahte gözyaşları.
timsahlar ç. is. zool. Örneği timsah olan sürüngenler takımı.
timsal, -li is. (timsa.i) Ar. timsâl esk. Sembol, örnek, simge: "O günden beri ceviz, bana ulvi bir şeyin timsali gibi görünüyor." -M. Ş. Esendal.
timüs is. (ti'müs) Fr. thymus onat. Göğüs kemiği arkasında bulunan iç salgı bezi, özden.
tin is. 1. psikol. Ruh. 2. fel. Birtakım fizik ötesi kurucularının, gerçeği ve evreni açıklamak için her şeyin özü, temeli veya yapıcısı olarak benimsedikleri madde dışı varlık.
tiner is. İng. thinner Boyanın yoğunluğunu azaltmak için kullanılan terebentin gibi sıvı inceltici.
tinsel sf. psikol. 1. Ruhsal, spiritüal. 2. Manevi, özdeksel karşıtı.
tinselcilik, -ği is. fel. 1. Evrenin gerçeğinin manevi nitelikte olduğunu, insan ve öteki varlıkların hepsinin fiziksel yapıdan ayrı ve bağımsız bir ruhsal yapısı bulunduğunu ileri süren görüş, spiritüalizm. 2. Bütün gerçekliğin özünün ruh olduğunu, her gerçek olanın manevi olduğunu ve maddi olanın yalnızca manevi gerçekliğin bir görünüşü olduğunu veya salt bir tasarım olduğunu ileri süren fizik Ötesi doktrin, spiritüalizm.
tin tin zf Sessiz, patırtısız olarak: Tin tin uzaklaştı.
tip is. Fr. type 1. Aynı cinsten bütün varlıkların veya nesnelerin temel özelliklerini büyük Ölçüde kendinde toplayan örnek: "Aynı yaşta, aynı tipte, aynı kuvvette iki güreşçi." -B. Felek. 2. Tür, çeşit. 3. sf. mec. ilgi çekici, değişik (kimse): Ne tip adam. 4. ed. Hikâye, roman, tiyatro gibi uzun anlatıma dayalı edebî eserlerde kişi kadrosu İçinde yer alan ve belli bir düşüncenin, topluluğun zihniyetini ve ideolojinin temsilciliğini yüklenen kişi: Batılılaşmanın yanlış anlaşılmasını sergileyen tip: Bihruz Bey. 5. tiy. Kendine özgü kişiliği olmayan, genellikle bilinen kalıplardaki İnsanları gösteren oyun kişisi.
→ astenik tip, piknik tip
tipi is. Kar fırtınası.
tipik, -ği sf. Fr. typique 1. Bir kimseyi veya nesneyi niteleyen, karakteristik: "Pek tipik ve âdeta alametifarikalı bir kadım bulmak zor değildir." -R. H. Karay. 2. Güçlü özgünlüğü olan.
tipileme is. Tipilemek işi.
tipilemek (nsz) Kar tipiye çevirmek.
tipili sf. Kar fırtınalı: "İstanbul'un tipili bir gününde öğle yemeğine çıkmış." -Y. Z. Ortaç.
tipleme is. Tiplemek işi veya durumu.
tiplemek (-i) sin. Belirli bir tipin bütün çapraşık özelliklerini, bunu en iyi, en rahat, en inandıncı biçimde temsil edebilecek kişiyle canlandırmak.
tipleşme is. Tipleşmek durumu.
tipleşmek (nsz) Tip özelliğini kazanmak veya temsilcilik görevini üstlenmek.
tipleştirme is. Tipleştirmek işi.
tipleştirmek (-i) Tip özelliği vermek veya kazandırmak.
tipo is. Fr. typographie'dan Kurşundan dökülmüş harflerin bir araya getirilmesiyle yapılan bir baskı türü.
tipocu is. Basımevlerinde tipo baskısıyla uğraşan kimse.
tipografi is. Fr. typographie 1. Kabartma biçimlerle ilgili baskı yöntemi. 2. Basım, tipografya.
tipografya is. Tipografi.
tipoloji is. Fr. typologie İnsan tiplerini belirleme ve ayırt etme yöntemi.
tipolojik, -ği sf. Fr. typologigue Tipolojiye ilişkin.
tipolojik tasnif is. 1. İnsan tiplerini sınıflandırma. 2. ed. Hikâye, roman ve tiyatro gibi uzun anlatıma dayalı edebî eserlerin kişi kadrosunu tipleşme özelliğine göre tasnif etme.
-tir (I) bk. -dır /-dir vb. (I).
-tir- (II) bk. -dır- / -dir- vb. (II).
tiraj is. Fr. tirage Gazete, kitap, dergi vb.nin bir basılışmdaki baskı sayısı.
tiramola is. (tiramo'la) İt. tiramolla den. 1. Geminin rüzgâr üstüne veya altına dönmesi için yelkenlerin bazısını gevşetme, bazısını germe işlemi. 2. Makaraları birbirine kavuşan bir palangayı açıp uzatma işi.
tiran is. Fr. tyran 1. tar. Eski Yunan'da siyasal gücü zorla ele geçiren, onu kötüye kullanan kimse. 2. sf. tnec. Acımasız, gaddar, despot.
tirat, -di is. Fr. tirade tiy. 1. Bir tiyatro oyununda oyuncuların bir defada söylediği parça. 2. Yazı veya konuşmada bir düşüncenin kesintisiz gelişimi: "Nina romantik bir tiradı andıran anlatışı kesti." -R. H. Karay. 3. Uzun ve tumturaklı konuşma: "Hayatın İnsafsızlığı ile başlayan bir yakınma tiradı, sizin beceriksizliğinize dayanır." -H. Taner.
tirbuşon is. Fr. tire-bouchon Burgu.
tire (I) is. 1. Dikişte kullanılan pamuk ipliği: "Parmak uçlarında ince ince delik çorapları renkli tire ile iliştiriyordu." -M. Yesari. 2. sf. Pamuk ipliğinden yapılmış.
tire (II) is. Fr. liret 1. Kısa çizgi. 2. Uzun çizgi.
tireleme is. Tirelemek işi.
tir elem ek (-i) Bir yazıya tire (II) koymak.
tirendaz sf (ti:renda:z) Far. tir-endâz esk. 1. Ok atan. 2. mec. Becerikli, elinden iş gelir: Tirendaz bir ev hanımı. 3. mec. Temiz ve zarif giyinmiş.
tirfil is. Yun. bot. Bir tür yonca.
→ çayır tirfili
tirfillenme is. Tirfillenmek işi.
tirfillenmek (nsz) Havı dökülmek.
tirhandil is. Yun. den. Yelken ve kürekle yürütülen ve genellikle Bodrum'a özgü dayanıklı ve zarif tekne türü: "Şaban Reis'in tirhandil biçimi kayığının onarılmasına yardım ediyor." -Halikaraas Balıkçısı.
tirhos is. Yun. zool. Taze sardalye balığı.
→ tirhos vohozu
tirhos vohozu is. zool. Sardalye balığının küçüğü.
tirildeme is. Tirildemek işi veya durumu.
tirildemek (nsz) hlk. Titremek.
tiril tiril sf. 1. Titrer gibi dalgalanan, ince (kumaş). 2. mec. Tertemiz: "Tiril tiril beyazlar giyer, başına da geniş kenarlı bir hasır şapka geçirirdi." -H. Taner. 3. zf Tir tir.
tirit, -di is. Far. terid 1. Et suyuna kızartılmış veya bayat ekmek konularak yapılan yemek. 2. Yemeğin suyu. 3. sf. hlk. Yaşlı ve zayıf (kimse), tirit gibi yerinden kımıldayamayacak kadar ihtiyar (kimse), tiridi çıkmak iyice ihtiyarlamak, çok yaşlanmak.
tiridine banmak yemeğin suyuna banmak.
tiritlenme is. Tiritlenmek İşi veya durumu.
tiritlenmek (nsz) Tiritleşmek.
tiritleşme is. Tiritleşmek işi veya durumu.
tiritleşmek (nsz) Çok yaşlanıp gücü kalmamak.
tiriz is. 1. Giysilerin yırtmacına ve eteğine eklenen ensiz kumaş parçası. 2. Ensiz tahta. 3. den. Çarpma ve sürtüşmelerden korunmak için güvertesiz teknelerin, direklerin ve dubaların dış kenarlarına takılan, tahtadan veya halat örgüsüyle yapılmış çıkıntı.
tirle is. Fr. tire-lait Meme başı üzerine yerleştirilip sütün alınmasına yarayan araç.
tirlin is. Fr. tire-ligne Mürekkeple çizgi çizmeye yarayan, türlü kalınlıklarda gereç.
tiroit, -di is. Fr. thyroide onat. Tiroit bezi.
→ tiroit bezi
tiroit bezi is. anat. Gırtlağın ön ve alt bölümünde bulunan, çok damarlı, salgısını kana veren bir bez, kalkan bezi, tiroit.
tirokalsitonin is. Fr. thyrocalcitonine biy. Tiroit bezinden salgılanan, kandaki kalsiyumu azaltan hormon.
tiroksin is. Fr. thyroxine biy. Tiroit hormonlarının ilki.
tirpidin is. hlk. Ufak bahçe çapası.
tirsi is. Yun. zool. Hamsigillerden, yumurtalarını tatlı sulara bırakan bir balık türü (Ahsa ahsa).
tirşe is. Far. terüşe' den 1. Yeşil ile mavi arası renk: "Rıhtım kenarlarında en taze yosunların tirşe çizgisi var." -R. E. Ünaydın. 2. sf. Bu renkte olan: "Tirşe gözlü kızla dereden tepeden birkaç söz daha savurduktan sonra kalktım." -O. C. Kaygılı. 3. Üzerine yazı yazmak için hazırlanan deri, parşömen.
→ tirşe gözlü
tirşe gözlü sf. Gözü tirşe renkli olan: "O esmer, narin, tirşe gözlü kız, içli bir kızdır." -O. C. Kaygılı.
tirşeleşme is. Tirşeleşmek işi veya durumu.
tirşeleşmek (nsz) Tirşe rengine dönüşmek: "Mor denizde gittikçe tirşeleşen bir renk beliriyordu." -A. Gündüz.
tir tir zf. "Çok üşümek, çok korkmak" anlamlarındaki tir tir titremek deyiminde geçen bir söz: "Vücudu tir tir titriyor, dişleri birbirine çarpıyordu." -H. Taner.
tiryak is. (tiryaık) Ar. tiryak esk. Bitkisel, hayvansal ve madensel maddelerin karışımından yapılan macun, panzehir.
tiryaki sf. (tirya:ki:) Ar. tiryaki 1. Afyon, tütün, kahve, çay vb. keyif veren maddelere alışmış olan (kimse): "Tiryaki değildi ama aklına estikçe içiyordu." -Ç. Altan. 2. mec. Bir şeye çok alışmış, vazgeçemeyen: "Belki de habire yenilmekte olduğu için zaten öfkesi burnunda bir altmış altı tiryakisi." -H. Taner. 3. is. üy. Karagöz oyununda yaşlı ve afyon içmeye alışmış kimse, (bir şeyin veya birinin) tiryakisi olmak bir şeye veya birine çok düşkün olmak: "Artık birbirimizin tiryakisi olmuştuk." -Y. Z. Ortaç. "Açık söyleyeyim, ben parasızlığın tiryakisi bile oldum."-P. Safa.
→ dudak tiryakisi, sigara tiryakisi
tiryakilik, -ği is. Tiryaki olma durumu, iptila: "Onun için ... bu nargile tiryakiliğini dert saymaz." -S. F. Abasıyanık.
tişört is. İng. tee-shirt Genellikle kısa kollu, pamuklu spor giysi.
titan is. Fr. titane kim. Atom numarası 22, atom ağırlığı 47,90, yoğunluğu 4,5 olan, 1675 °C'ye doğru eriyen, özellikleri bakımından silisyumla kalaya yaklaşan, parlak beyaz renkli, basit element (simgesi Ti).
titiz sf 1. Çok dikkat ve özenle davranan veya böyle davranılmasını İsteyen (kimse), memnun edilmesi güç, müşkülpesent. 2. Temizliğe aşın düşkün olan (kimse): "Kendisi gayet fitiz, kibirli, azametli, öfkeli olduğu için hizmetçileri ve adamları korkarlar imiş." -A. Rasim. 3. Huysuz, öfkeli: "Hem bezgin hem titiz ve sinirli bir hâli var." -Y. K. Karaosmanoğlu.
titizce zf. (titizce) Titiz bir biçimde: "Kurallara ne kadar titizce riayet ettiğini bilmeyen yoktur." -Y. K. Karaosmanoğlu.
titizlenme is. Titizlenmek işi.
titizlenmek (nsz) 1. Çok dikkat ve özenle davranmak veya böyle davranılmasını istemek, titiz olmak, titizlik göstermek. 2. Öfkelenmek, huysuzlamnak, rahatsız olmak.
titizleşme is. Titizleşmek işi.
titizleşmek (nsz) Titizlenmek.
titizlik, -ği is. Titiz olma, titizce davranma durumu: "Sevilen bir şair olması, yazıları üzerindeki titizliğinden geliyor." -O. V. Kanık. titizlik göstermek titizlenmek.
titizlikle zf. Titiz bir biçimde, titiz olarak.
titr is. Fr. titre Ad, unvan, etiket.
titrek, -ği sf. Titreyen: "O gece şu çinilerin üstünde titrek mum ışıkları kim bilir ne korkunç gölgeler koşturdu." -R. E. Onaydın.
titrek kavak, -ğı is. bot. Avrupa, Kuzey Afrika, Ön Asya, Kafkasya, Sibirya, Japonya ve Türkiye'nin orman bölgelerinde yetişen, çalı veya ağaççık hâlinde bir kavak türü, acı kavak, dağ kavağı (Populus tremula).
titrekleşme is. Titrekleşmek işi.
titrekleşmek (nsz) Titrek duruma gelmek: "Mırıltı o kadar hassaslaştı, titrekleşti ki dayanamadı." -A. Gündüz.
titreklik, -ği is. Titrek olma durumu.
titrem is. dbl. Ton.
titreme is. Titremek işi: "Titremeler ürpermeye çevrildi, yavaş yavaş ısınıyorum." -R. H. Karay, titreme gelmek titremeye başlamak, titremeye tutulmak: "Başına küçük bir ağrı, vücuduna hafif bir titreme geliyor." -P. Safa.
titremek (nsz, -den) 1. Küçük ve hızlı salınım hareketleri yapmak. 2. Kaslar hızlı küçük kasılmalarla sarsılmak: "Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem." -S. F. Abasıyanık. 3. Ses kısık ve kesik çıkmak. 4. Çok üşümek. 5. Işığın aralıklı olarak gücü azalıp çoğalmak. 6. (-den) mec. Birinden veya bir şeyden korkmak, korkuya kapılmak.
titremleme is. Titremlemek işi veya durumu.
titremlemek (nsz) Konuşmada, düşünce veya duyuştan gelen yumuşaklık ve sertlik özelliklerini belirtmek için tonları düzenlemek.
titreşim is. 1. Küçük ve hızlı salınım, ihtizaz. 2. fiz. Bir noktanın gözün göremeyeceği kadar kısaca kımıldanışı, ihtizaz.
→ titreşim önleyici
titreşimli sf. 1. Titreşim yapan veya titreşim oluşturan. 2. dbl. Ötümlü.
titreşim önleyici is. Yapılarda hidrofor, elektrik motoru, boyler üniteleri, kalorifer kazanı vb. araçların titreşimleriyle etrafa zarar vermemeleri için yapılan yalıtım.
titreşimsiz sf 1. Titreşim yapmayan veya titreşim oluşturmayan. 2. dbl. Ötümsüz.
titreşme is. Titreşmek işi.
titreşmek (nsz) 1. Her yanı titremek: "İşte şarap fıçılarını yelpazeliyor gibi ince ve sinirli titreşen hurmalar!.." -R. E. Ünaydın. 2. Titreşim durumunda olmak, İhtizaz etmek.
titreştirme is. Titreştirmek İşi veya durumu.
titreştirmek (-i) 1. Her yanı titretmek. 2. fiz. Titreşim durumuna getirmek.
titretiş is. Titretme işi veya biçimi.
titretme is. Titretmek işi.
titretmek (-i) 1. Titremesine yol açmak: "Ellerini büsbütün titretiyordu." -R. H. Karay. 2. mec. Korku salmak.
titreyiş is. Titreme işi veya biçimi.
tiyatro is. (tiya'tro) ît. teatro 1. Dram, komedi, vodvil vb. edebiyat türlerinin oynandığı yer: "Her tiyatronun holünde ille smokinli bir müdüre rastlayacaksınız." -H. Taner. 2. Bu türleri, izleyiciler önünde sahnede oynayan grup: "Tiyatro kuruldu, birinci temsilden sonra da kapandı." -S. F. Abasıyanık. 3. Oyun yazma sanatı: "Ben o tarihte, kendimi az çok bir tiyatro yazarı addetmekteyim." -H. F. Ozansoy. 4. Sahnelenmek için yazılmış oyunların tümü: "Eskiden tiyatro Osmanhcaya ibret sözü ile çevrilmişti." -F. R. Atay.
→ doğaçlama tiyatro, öncü tiyatro, özel tiyatro, saçma tiyatro, tarihî tiyatro, açık hava tiyatrosu, çadır tiyatrosu, gölge tiyatrosu, kabare tiyatrosu, kukla tiyatrosu, tuluat tiyatrosu
tiyatrocu is. 1. Tiyatro oyuncusu. 2. Tiyatro işleten, tiyatro sahibi kimse.
tiyatroculuk, -ğu is. 1. Tiyatro sanatçılığı: "Tiyatroculuk serüveni, işte ilkin bu büyük tabuyu göğüslemekle başlamıştır," -H. Taner. 2. Tiyatro işletme işi.
tiyatrolaştırma is. Tiyatrolaştîrmak işi veya durumu.
tiyatrolaştîrmak (-i) Yazılı bir eseri oyun durumuna getirmek.
tiz sf. Far. tiz İnce, keskin (ses): "Tüfeklerin daha tiz yaylım teraneleri bu en yüksek ölüm raksına hâkim olmuş." -H. E. Adıvar.
tizleşme is. Tizleşmek işi.
tizleşmek (nsz) Ses tiz bir durum almak.
Tl kim. Talyum elementinin simgesi.
Tm kim. Tulyum elementinin simgesi.