şu sf. 1. Bu kelimesine göre yerde, zamanda veya söz zincirinde biraz uzak olanı niteleyen söz: "Masanın üstünde şu mektubu buldu" -M. Ş. Esendal. 2. zm. Biraz uzakta olan bir varlığı veya biraz önce anılan bir şeyi işaret yolu ile belirtmek için kullanılan söz: Bunu istemem, şunu isterim, şu günlerde (veya sırada) 1) çok uzak olmayan bir zamanda; 2) içinde yaşadığımız günlerde: "Şu sırada bütün belalar neredeysem gelip beni buluyor" -A. İlhan, şu hâlde öyleyse, bu durum karşısında, sonuç olarak denilebilir ki. şu kadar ki ancak, bununla birlikte, ne var ki.
→ şu bu, şu denli, şu hâlde, şu kadar, şunun Şurasında, susu busu
şua is. (şua:) Ar. şu'âfiz. esk. Işın.
şuara ç. is. Ar. şu'arâ Şairler.
→ kalem şuarası
şubat is. Ar. şubat Yirmi sekiz, artık yıllarda yirmi dokuz gün süren, yılm ikinci ayı, gücük ay.
şube is. (şu:be) Ar. şu'be 1. Bir kurumun, bir kuruluşun alt mevkilerindeki iş yerlerinden her biri: Banka şubesi, askerlik şubesi. 2. Okullarda aynı düzeydeki sınıflardan her biri: "Üç günün içinde, ders verdiği üç şubeye de 'La Pipe Turaue' adlı parçayı, noktasına, virgülüne, hatta noktalı virgülüne kadar ezberletti. " -H. Taner. 3. biy. Dal: Hayvanlar iki şubeye ayrılır: Bir hücreliler ile çok hücreliler. 4. esk. Dal, kol, kısım, branş.
→ ah şube, askerlik şubesi
şu bu zm. Birtakım kimseler ve nesneler: Şu bu karışırsa, iş yürümez. Şu bu derken bavulu doldurmuşum.
şu denli zf. Çok, fazla.
şufa is. Ar. şufa huk. esk. Ön alım.
→ şufa hakkı
şufa hakkı is. huk. Ön alım hakkı.
şuh sf (şu:h) Far. şüh Neşeli ve serbest (kadın): "O kadar oynak, o kadar şuh, o kadar cana yakın kadındı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
şu hâlde zf. Öyleyse, bu durum karşısında, sonuç olarak denilebilir ki.
şuhluk, -ğu is. Şuh olma durumu.
şu kadar zf. Çok, fazla.
şule is. (şu.ie) Ar. şu'le esk. Alev, yalım: "Bütün ordunun kalbini Duatepe'den çıkan kurtuluş şulesi aydınlatmış." -H. E. Adıvar.
şuna zf Şu zamirinin yönelme durum eki almış biçimi, şuna bak hafifsemek veya kınamak için söylenen bir söz.
→ şuna buna
şuna buna zf. Başkalarına.
şunca sf. (şu'nca) 1. Epey, çok. 2. zf Şu kadar, şu denli.
şuncacık sf. Şu kadarcık, birazcık: "Şuncacık kanı olan bir erkek, çeker bıçağını da deh eder, bitti gitti." -O. Kemal.
şunda zf Şu zamirinin kalma durum eki almış biçimi.
→ şunda bunda
şunda bunda zf Herkeste.
şundan zf 1. Şu zamirinin çıkma durum eki almış biçimi. 2. Şu nedenle.
→ şundan bundan
şundan bundan is. Belirsiz şeylerden, şundan bundan konuşmak havadan sudan konuşmak.
şunlar zm. Şu zamirinin çokluk biçimi.
şunu bunu is. Çeşitli nesneleri: "Bonmarşe'de biz şunu bunu almakla meşgulken yanımızdan geçti." -R. H. Karay, şunu bunu bilmemek itiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek.
şunun bunun zm. 1. Herkesin, el âlemin: "Başlarım dinlerler, kumru gibi yuvalarında oturur, şunun bunun aleyhinde konuşmazlar. " -B. Felek. 2. Kimliği belli olmayanın, adı sanı bilinmeyenin: "Çiftliği her zamanki gibi şunun bunun elinde unutulmuş buldu."-N.Cumalı.
şunun şurası is. Küçümseme, azımsama anlatan bir söz: "Bir incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle şunun şurasında ne var ki, ağzımızın tadını kaçırıyorsunuz." -O. C. Kaygılı.
şura is. (şu'ra) Anlatana veya söyleyene göre biraz uzakta olan yer, şu yer: Şuraya oturmuştu. şuradan buradan 1) birçok yerden, rastgele yerden; 2) her konuda.
→ şunun şurasında
şûra is. (şu:ra:) Ar. şürâ Bir alanla ilgili olarak oluşturulan danışma kurulu: Millî eğitim şûrası. Sağlık şûrası.
şuracık, -ğı is. (şu'racık) Yakın ve belirli bir yer.
şuracıkta zf. Yakın ve belirli bir yerde: "Hemen, şimdi, şuracıkta, gece yarısı bizi evlendireceksin!" -R. H. Karay.
şurada zf Şu yerde, şurada burada birçok yerde, rastgele yerde.
şurah sf (şu'ralı) Şu yerin halkından olan, şu yöreden olan.
→ şuralı buralı
şuralı buralı sf Değişik yerlerden olan: Şuralı buralı birtakım imanlar.
şurası zm. (şu'rası) 1. Şu yer: Şurasının manzarası daha güzel. 2. Şu: Şurasını unutmayın ki bilgisizlik her türlü felakete yol açabilir.
şurup, -bu is. Ar. surüb 1. Çok kaynatılarak koyulaştınlmış şerbet: "Sen hele şu kadayıfın şurubuna bir göz atıver." -A. İlhan. 2. Çeşitli meyve özleri ve şekerin kaynatılmasıyla elde edilen içecek: Vişne şurubu. 3. İçinde çok miktarda şeker bulunan koyu sıvı kıvamda oları ilaç: Kuvvet şurubu.
→ elma şurubu, kızılcık şurubu, vişne şurubu
şusu busu zm. Belirsiz mal varlığı: "Adamın bizim adada yalıları, şatosu, köşkü, susu busu vardır." -S. F. Abasıyanık.
şut is. İng. shoot sp. Futbolda bir oyuncunun topu kaleye sokmak için ayağıyla yaptığı sert ve hızlı vuruş: "Sol ayağımla değil şutu atmak, topa dokunmak bile mümkün olmaz. " -B. R. Eyuboğlu. şut atmak (veya çekmek) topu sert ve hızlı bir biçimde kaleye atmak.
şutlama is. Sırtlamak işi veya durumu.
şutlamak Kovmak, kapı dışarı etmek.
şuur is. (şuu:r) Ar. şu'ürpsikol. Bilinç.
→ şuuraltı, tahteşşuur
şuuraltı is. psikol. Bilinçaltı: "Şuuraltında yaşayan senaryo, kocasının yanlış rol oynaması ile baştan aşağı değişti." -M. Ş. Esendal.
şuurlanma is. Bilinçlenme.
şuurlanmak (nsz) Bilinçlenmek.
şuurlaşma is. Şuurlaşmak işi.
şuurlaşmak (-i) Şuurlu durumda olmak: "Bu hatıra ve tesirler arkadaşımın saf yüreğinden, yine safça, yani şuurlaşmamış bir hâlde için için geçiyordu." -O. C. Kaygılı.
şuurlu sf. Bilinçli: "Şuurlu bir anlayışla olmalcsızın, ben de ister istemez aynı havaya kapılmıştım." -F. R. Atay.
şuurluluk, -ğu is. psikol. Bilinçlilik.
şuursuz sf. Bilinçsiz: "Bir darağacı önünde gibi şuursuz, dilsiz, külçe halindeyim." -R.H. Karay.
şuursuzluk, -ğu is. psikol. Bilinçsizlik: "Avrupa'da üslup şuursuzluğu denilen bir devir 1870 senesine kadar sürdü." -Y. K. Beyatlı.