şö

şöbiyet is. İnce yufkaların içine kaymak konulup üstüne dövülmüş fıstık serpilerek yapılan bir tür baklava.

şöhret is. Ar. şuhret 1. Herkesçe bilinme, tanınma durumu, ün: "Kıran Bey, çetesinin şöhretini her tarafa yaydı." -R. H. Karay. 2. Tanınmış, ünlü kimse: "Bu salonda hepsini ilk defa gördüğüm altı şöhret var." -Y. Z. Ortaç, şöhret bulmak (veya kazanmak) ün sahibi olmak, üne kavuşmak, ünlenmek: "Fakat Nedim'den hoşlanan kızlarla kadınların çoğu onu, yeni şöhret bulan bir sinema aktörüne benzetmektedir." -Y. K. Karaosmanoğlu. "Her mahallede, hatta satıcılar arasında şöhret kazanmış olan güzel sesliler bulunurdu." -A. Ş. Hisar, şöhret kapısı açılmak meşhur olmaya başlamak: "Konser gezileri bizim üstada şöhret kapılarını ardına kadar açtı." -N. Nadi. şöhret salmak ünü yayılmak: "Burada jandarma teğmeni olsun da daha bir defa, Ankara'da şöhret salmış olan o gözleri görmesin." -R. H. Karay, şöhreti dünyayı tutmak çok tanınmak: "Bizim evin altında şöhreti dünyayı tutmuş bir turşucu dükkânı vardı." -R. H. Karay.

şöhret sahibi, yalancı şöhret

şöhretli sf. Ünü olan, ünlü, tanınmış: "İstanbul'un en güzel, en şöhretli kadınlarından idi." -R.H.Karay.

şanlı şöhretli

şöhret sahibi is. Üne ulaşmış kimse: "Şöhret sahibi imza, güçlük çekmezdi eserine alıcı bulmakta." -Y. Z. Ortaç.

şöhretsiz sf. Ünü olmayan, ünsüz.

şölen is. Moğ. 1. Ziyafet: "Sizin şöleniniz, galiba, benimkinden daha masraflı olmuş..." -R. H. Karay. 2. Belli bir amaçla düzenlenen eğlence. 3. mec. Sanat gösterisi. 4. sos. Din töreni niteliğinde yemek toplantısı. şölen çekmek 1) şölen düzenlemek, ziyafet vermek; 2) mec. sanat gösterisinde bulunmak: Konuşmanın şurasına burasına espriler serpiştirerek size bir konuşma şöleni çekerdi.

bilgi şöleni

şömine is. Fr. cheminee Odalarda, genellikle duvar kenarlarında tuğla veya taştan yapılmış, bacası olan yer, ocak: "Müsveddeleri harıl harıl yanan açık şömineye atıyordu." -H. E. Adıvar.

şömiz is. Fr. chemise 1. Gömlek. 2. Kitap kılıfı.

şömizli sf. Şömizi olan.

şömizsiz sf. Şömizi olmayan.

şömizye is. Fr. chemisier Yakası erkek gömleğini andıran, uzun kollu, manşetli kadın bluzu.

şömüz is. bk. şömiz.

şövale is. Fr. chevalet Ressam sehpası.

şövalye is. (şövalye) Fr. chevalier tar. 1. Eski Roma'da üç sınıftan İkincisinin üyesi olan yurttaş. 2. Orta Çağ Avrupa'sında özel eğitimle yetişmiş, belli ülküler taşıyan, soylu, atlı savaşçı: "Niğbolu muharebesine birçok Fransız asilleri ile şövalyeler ve Almanlar iştirak etmişlerdir." -F. R. Atay. 3. Derebeylik düzeninde soyluluk unvanlarının en alt basamağı. 4. Günümüzde Fransız hükümetinin verdiği şeref belgesi ve nişanı.

şövalye ruhlu, şövalye yüzüğü

şövalyece zf (Şövalye'ce) Şövalye gibi, şövalyeye yakışır biçimde.

şövalyelik, -ği is. (şövalyelik) 1. Şövalye olma durumu. 2. Şövalyenin bağlı olduğu derebeylik kurumu. 3. mec. Gereğinden çok yüreklilik, atılganlık gösterme durumu.

şövalye ruhlu is. Şövalye geleneği çerçevesinde yetişen kimse.

şövalye yüzüğü is. Kaşı kaim ve köşeli bir çeşit yüzük.

şöyle zf. (şö'yle) 1. Şunun gibi, şuna benzer biçimde: "O zamanlar, şöyle öğleye doğru otele bir başvurup çamaşır değiştireceği varsa değiştiriyor." -E. E. Talu. 2. Şu yolda, şu biçimde, aşağı yukarı: "Kendisi lisedeki ilk zamanlarını şöyle anlatmıştı." -F. R. Atay. şöyle dursun bir işin gerçekleşmekten çok uzak bulunduğunu, ona bağlı daha kolay, daha basit bir şeyin bile gerçekleşmediğini anlatan bir söz: Uyumak şöyle dursun, biraz dinlenmek bile mümkün olmadı. şöyle ki bir düşünceyi, bir iddiayı açıklamak için söylenecek sözlerin başına gelen bağlaç: Hakkında yanlış işlem yapılmıştır. Şöyle ki...

şöyle bir, şöyle böyle

şöyle bir zf. 1. Üstünkörü: Bardağı şöyle bir yıkadı. 2. Kısaca, kısa süreli: "O alışanı, Bebek dönüşü, Miralay Ferit'i yoklamak için geçerken şöyle bir uğramıştı." -A. İlhan. şöyle bir bakmak (veya göz atmak) kısaca bakmak.

şöyle böyle zf. 1. Ne iyi ne kötü, orta derecede, âdeta: Almancayı şöyle böyle bilir. 2. Aşağı yukarı, hemen hemen, yaklaşık olarak: Şöyle böyle üç yıl oldu.

şöylece zf. (şöylece) Şu biçimde, tam şöyle: Şöylece söylemeli.

şöylemesine zf. (şöylemesine) Şu biçimde, şöylesine.

şöylesine zf. (şö'ylesine) Aşırı bir biçimde: Şöylesine bir vurdu ki...