Şia öz. is. (şi:a) Ar. şi'a din b. 1. İslamiyette Hz. Ali'ye yandaş olanlar. 2. Şiilik.
şiar is. (şia:r) Ar. şi'âr esk. 1. Duyuş, düşünüş ve inanıştaki ayırıcı özellik, belgi: "Bütün o devirlerde topların ve kolların şiarı bu Türk sözüydü: Zorlara dağlar dayanmaz!" -Y. K. Beyatlı. 2. Ülkü, düstur, şiar edinmek benimsemek, ilke olarak kabul etmek: "Hoyratlığı ve zevksizliği şiar edinen bir halkçılık gerçek halkçılık olamaz." -H. Taner.
şiber valf, -fi is. tek. Suyu açıp kapamaya yarayan contasız vana.
şiddet is. Ar. şiddet 1. Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik. 2. Hız: Rüzgârın şiddeti. 3. Karşıt görüşte olanlara, inandırma veya uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma. 4. mec. Duygu veya davranışta aşırılık: "Sesinin tonunda siteminin şiddetini azaltan bir yumuşama vardı." -N. Cumalı. şiddet göstermek kaba, sert davranmak. şiddete başvurmak kaba kuvvet kullanmak.
→ şiddet olayı
şiddetle zf. Güçlü bir biçimde.
şiddetlendirme is. Şiddetlendirmek işi.
şiddetlendirmek (-i) Şiddetini giderek artırmak.
şiddetlenme is. Şiddetlenmek işi.
şiddetlenmek (nsz) Şiddeti giderek artmak, hızlanmak: "Yağmur büsbütün şiddetlenmişti. " -S. F. Abasıyanık.
şiddetli sf. 1. Etkisi çok olan, zorlu: "Bir aralık rahmetli babam şiddetli bir romatizmaya tutulmuştu." -F. R. Atay. 2. Hızlı: "Şiddetli yağmurun damlaları camı dövüyordu." -R. Enis. 3. Aşın: Şiddetli geçimsizlik.
şiddet olayı is. Çevreyi sindirmek için yaratılan olay veya girişilen hareket.
şif is. hlk. 1. Pamuk kozası. 2. Şırası alınmış üzüm posası.
şifa is. (şifa:) Ar. şifâ' Bedensel veya ruhsal bir hastalığın son bulması, hastalıktan kurtulma, onma. şifa bulmak iyi olmak, onmak. şifa niyetine bir kimseye ilaç verilirken "İyi olması, fayda sağlaması dileğiyle" anlamında kullanılan bir söz. şifa vermek iyi etmek, sağlığına kavuşturmak: "Hastalara türlü maceralarla şifa vermesini ben bilirim." -Y. K. Karaosmanoğlu. şifalar olsun aksıranlara, banyodan çıkanlara veya ilaç içenlere söylenen bir iyi dilek sözü. şifayı bulmak (veya kapmak) tkz. hastalanmak veya hastalığı artmak: "Aksırık_ öksürük derken kızcağız şifayı kapmış." -A. İlhan.
→ şifahane, şifa otu, darüşşifa
şifahane is. (şifa:ha:ne) Ar. şifa' + Far. hâne esk. Hastane.
şifahen zf. (şifa:'hen) Ar. şifahen esk. Ağızdan, sözle söyleyerek: Şifahen bildirmek.
şifahi sf. (şifa:hi:) Ar. şifahi esk. Sözlü, tahrirî karşıtı: "Hilmi Bey'in bir âdeti de kira arabasına bindiği zaman arabacı ile şifahi bir mukavele akdetmesiydi." -S. Ayverdi.
şifalı sf. (şifa:li) Sağlığa yararlı olan.
şifa otu is. bot. Demet hâlinde çiçek açan ve küçük bir saraypatma benzeyen otsu bir bitki (Erigeron).
şifasız sf. (şifa:sız) Şifası olmayan: Şifasız bir dert.
şifleme is. Şiflemek işi veya biçimi.
şiflemek (-i) hlk. 1. Pamuğu kozasından ayırmak. 2. Mısırı koçanından ayırmak.
şifon is. Fr. chiffon 1, İpek iplikle dokunmuş ince, şeffaf kumaş. 2. sf Bu kumaştan yapılmış.
şifonyer is. Fr. chiffonier Çekmecelerine çamaşır konulan dolap.
şifre is. (şi'fre) Fr. chiffre 1. Gizli haberleşmeye yarayan işaretlerin tümü: "İstanbul mümessilliği şifresiyle Mustafa Kemal Paşa'ya bekledikleri malumatı iletmiştim." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Gizliliği olan kasa, kapı, çanta vb. şeylerin açılması için gereken rakam, şifreyi çözmek 1) bir şifrede kullanılan işaretlerin anlamını bulmak; 2) mec. gizli bir olayı anlayıp açıklığa kavuşturmak.
→ şifre anahtarı
şifre anahtarı is. Şifrede kullanılan işaretleri gösteren üste.
şifreci is. (şi'freci) 1. Metinleri şifreleyen kimse. 2. Şifreli bir metni çözen kimse.
şifrecilik, -ği is. Şifreci olma durumu.
şifreleme is. Şifrelemek işi.
şifrelemek (-i) Bir metni şifreli duruma getirmek.
şifreli sf. 1. Şifresi olan. 2. Şifre ile yazılmış: "Yasaktır, şifreli telgraf kabul edilmez!." -A. Ş. Hisar. 3. Ancak şifresi çözüldüğünde açılabilen: Şifreli kasa. Şifreli kilit.
→ şifreli çanta, şifreli hesap, şifreli kasa, şifreli kilit, şifreli telgraf
şifreli çanta is. Açılıp kapanması şifreli rakamlara bağlı olan özel yapılmış çanta.
şifreli hesap, -bı is. Gizli hesap.
şifreli kasa is. 1. Önceden belirlenmiş harf veya rakamlardan oluşan özel bir şifrenin uygulanması sonucunda açılıp kapanan kasa. 2. Açılıp kapanması şifredeki rakamlara bağlı olan çelik kasa.
şifreli kilit, -di is. Üstünde her birinde çepeçevre birçok harfler yazılı bir sıra tekerlek bulunan ve bunlar çevrildiğinde bilinen bir kelime ortaya çıkarıldığında açılabilen kilit.
şifreli telgraf is. Metni şifreli olan ve bu şifre çözüldüğünde anlaşılabilen telgraf: "Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masanın üstünden aldığım şifreli telgraftan okudum." -F. R. Atay.
Şii öz. is. (şi:i:) Ar. şi'i Şiilik mezhebinden olan kimse.
Şiilik, -ği öz. is. (şi:i:lik) Hz. Muhammed'in ölümünden sonra, damadı Ali'nin ilk halife ve imametin ancak onun soyundan gelenlere ait olduğunu kabul edenlerin, Sünnilerden ayrılarak kurdukları mezhep, Şia.
şiir is. Ar. şi'r ed. 1. Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım:. "Halk şiirinden, divan şiirinden değil, şiir mefhumundan, sadece şiirden bahsedeceğim." -N. Ataç. 2. Bir şairin, bir dönemin bu sanatı kullandığı özel biçim; Romantik şiir. Tanzimat şiiri. 3. mec. Düş gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey: "Burada herkes kendi gönlünden olduğu kadar bu tabiatın içinden gelen bir şiiri dinler." -A. Ş. Hisar, şiir gibi çok güzel, çok hoş.
→ şiir defteri, şiir kitabı, saz şiiri
şiirce is. ed. Mensur şür.
şiir defteri is. Yazılmış veya derlenmiş şiirlerin içinde bulunduğu defter: "Ya kitaplarım ya şiir defterim / Yanarım bakkal eline düşerse." -C. S. Tarancı.
şiirimsî sf. Şürsi.
şiiriyet is. Ar. şi'riyyet Şiir olma özelliği: "Mana, vezin değişti mi? Başka kelimeler mi kullandık? Hayır, fakat şiiriyet uçuver."-N.Ataç.
şiir kitabı is. İçeriği şiirlerle düzenlenmiş kitap.
şiirleştirme is. Şiirleştirmek işi veya durumu.
şiirleştirmek (-i) Şür durumuna getirmek.
şiirli sf Şür havasında olan: "Ötede beride Fıstıkağacı, Bağlarbaşı, Servilik, Nuhkuyusu gibi saffetli ve şiirli isimler duyulur." -A. Ş. Hisar.
şiirsel sf Şiir niteliğinde olan.
şiirsi sf. Şiiri andıran, şiire benzeyen, şiir gibi, şiirimsi.
şikâr is. (şikâ:r) Far. şikâr esk. 1. Av. 2. Avlanan hayvan. 3. Düşmandan ele geçirilen mal, ganimet.
şikâyet is. (şikâyet) Ar. şikâyet Hoşnutsuzluk belirten söz veya yazı, sızlanma, sızıltı, yakınma, yakıntı: "Vali ne yapsa, hâkim onu imzalar ve hiçbir şikâyet mevzusu duyulmazmış." -A. Ş. Hisar, şikâyet etmek 1) sızlanmak: "Bir dakika önce oğlundan şikâyet ederken şimdi döndü, methetmeye başladı. " -M. Ş. Esendal. 2) birinin yaptığı yanlış bir iş veya davranışı daha üst makamdakine bildirmek: "Belli bir şey, Behram edepsizi şikâyet etmiş olmalıydı." -K. Tahir. şikâyet getirmek sızlanmak, yakınmak: "Hüsmen de yorgunluğundan şikâyet getirmiyor, hak uğruna çalışmak ona yol mihnetlerini unutturuyordu." -R. H. Karay. şikâyette bulunmak yakınmak, şikâyet etmek.
→ şikâyetname
şikâyetçi is. Sızlanan, sızıltısı olan, yakman, şikâyet eden kimse: "Üzgündü, hatta dertliydi ve buna sebep onlarmış gibi şikâyetçi bir edası vardı." -T. Buğra.
şikâyetçilik, -ği is. Şikâyetçi olma durumu.
şikâyetname is. (şikâ:yetna:me) Ar. şikâyet + Far. nâme esk. Bir görevlinin, yanlış ve kötü hareketleriyle davranışlarım ilgili ve yetkili makama bildiren yazı, şikâyet mektubu.
şike is. Fr. chigue 1. sp. Bir spor karşılaşmasının sonucunu değiştirmek için maddi veya manevi bir çıkar karşılığı varılan anlaşma. 2. mec. Bir çıkar karşılığı, uzlaşarak bir iş yapma, aldatma: Bu işte şike var. şike yapmak 1) danışık spor karşılaşması yapmak; 2) mec. bir çıkar karşılığı anlaşarak bir işi yapmak.
şikeli sf Danışıklı (spor karşılaşması).
şikemperver sf Far. şikem-perver esk. Boğazına düşkün.
şikesiz sf. Şikesi olmayan.
şikeste sf Far. şikeste esk. 1. Kırılmış, kırık. 2. mec. Yenilmiş, yenik düşmüş. 3. mec. Gücenmiş, kırgın, kederli.
şile is. bot. Mercanköşk.
Şile bezi is. 1. Gecelik, gömlek, peçete yapımında kullanılan, bir tür ince, yıkanabilir pamuklu kumaş. 2. sf. Bu kumaştan yapılmış olan.
şilem is. İng. slam Briçte bir ekibin, en çok bir el vererek yaptığı oyun.
şilep, -bi is. Alm. Schlepp den. Yük taşımaya yarayan gemi, yük gemisi: "İngiliz bandıralı bir şileple Amazon kıyılarına gideceğiz. " -S. F. Abasıyanık.
şilepçilik, -ği is. Şilep işletmeciliği.
şilin is. İng. shilling 1. Avusturya para birimi. 2. İngiliz sömürgelerinde ve başka bazı ülkelerde para birimi. 3. esk. İngiliz lirasının yirmide biri olan para.
şilt, -di is. İng. shield Üzerine genellikle bir kurum veya kuruluşun adı, işareti kazılmış olan ve armağan olarak bir kimse veya takıma verilen levha, ergilik: Kara Kuvvetleri şildi.
şilte is. Üstünde oturulan, yatılan, içi yünle, pamukla doldurulmuş döşek: "Anasının evinde de bir yer yatağında, bir tek şilte üzerinde yatardı." -M. Ş. Esendal.
şimal, -li is. (şima:l) Ar. şimal esk. Kuzey.
şimali sf (şima:li:) Ar. şimali esk. Kuzeyle ilgili, kuzeye özgü, kuzey: "Şimali Avrupa'dan gelen sürat katarını parçalamak istemişlerdi. " -M. Ş. Esendal.
şimdi zf (şi'mdi) 1. Şu anda, içinde bulunduğumuz zamanda: "Şimdi daha bahtiyar bir haberi sevgili bir sesten bizzat duymaya imkân buluyoruz." -A. Ş. Hisar. 2. Az sonra, yakında: Annen şimdi gelir, ağlama sus! 3. Az önce, biraz önce, demin: Otobüs şimdi geçti, öbürü ne zaman gelir bilmem. 4. Artık, bundan böyle, bu duruma göre: "Sizden kaçan hayvanı da şimdi kim bilir hangi semtte satacaklar?" -B. Felek, şimdiden tezi yok hiç vakit geçirmeden hemen şimdi. şimdiye kadar (veya dek) şu ana kadar, bugüne gelinceye kadar: "Duruşunda, bakışlarında şimdiye kadar hiç alışık olmadığımız bir acayip mehabet.." -H. Taner.
→ şimdi şimdi
şimdicik zf. (şi'mdicilik) hlk. Hemen şimdi, şu anda: İşim biter, şimdicik gelirim." -M. Yesari.
şimdiden zf. (şi'mdiden) İçinde bulunduğumuz zamandan başlayarak: "Şimdiden sonra bol bol görüşürüz, tavla atarız beyefendi..." -S. F. Abasıyanık.
şimdiki sf (şi'mdiki) İçinde bulunulan anda olan veya yapılan, bu andaki, bu zamandaki: "Şimdiki ölçülere uymaz bir biçimi vardı." -Y. Z. Ortaç, şimdikiler yeni kuşak, şimdiki gençler, yeniler.
şimdilerde zf. 1. Bugünlerde. 2. Bu sıralarda.
şimdileyin zf Şimdiki zamanda.
şimdilik zf. (şi'mdilik) Şimdiki durumda veya zamanda, şimdiki zaman için, şu duruma göre: "Sen şimdilik büyük babanın yanında kal, babanı istediğin zaman görürsün." -H. E. Adıvar.
şimdi şimdi zf. Ancak çok yakın bir zamandan beri.
şimendifer is. Fr. ehemin de fer 1. Demir yolu. 2. Demir yolu katan, tren.
şimiotaksi is. Fr. chimiotaxie biy, Kimya göçümü.
şimiotropizm is. Fr. chimiotropisme bot. Kimya doğrulumu.
şimşek, -ği is. 1. Bir bulutun tabanı ile yer arasında, iki bulut arasında veya bir bulut içinde elektrik boşalırken oluşan kırık çizgi biçimindeki geçici ışık, balkır, çakım, çakın, yalabık, yıldırak. 2. mec. Parıltı, şimşek çakmak 1) şimşek oluşmak: "Üst üste birkaç şimşek çakıyor." -A. İlhan. 2) mec. aşırı parlamak: "Bazen kara gözlerinde şimşekler çakıyordu." -R. Enis. şimşek gibi çok hızlı: Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan / Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan." -Y. K. Beyatlı. (bir kimse) şimşekleri üstüne çekmek sert eleştirilere hedef olmak.
→ şimşek taşı
şimşeklenme is. Şimşeklenmek işi veya durumu.
şimşeklenmek (nsz) Şimşek çakmak.
şimşekli sf. 1. Şimşek oluşan, şimşek çakan (hava). 2. mec. Gürültülü patırtılı, sinirli, tartışmalı: "Üzerimize çöken şimşekli, yıldırımlı havanın bana verdiği heyecanı yeniden duyuyorum." -Y. K. Karaosmanoğlu.
şimşeksiz sf. Şimşeği olmayan.
şimşek taşı is. asîr. Gök taşı.
şimşir is. Far. şemşir bot. 1. Şimşirgillerden, yaprakları her mevsimde yeşil kalan, taşlık, çorak bölgelerde kendiliğinden yetişen veya bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, odunu sarımsı renkli ve çok sert olan bir ağaççık (Buxus sempervirens). 2. Bu bitkinin sert, düzgün sarı renkte kerestesi. 3. sf. Bu keresteden yapılan: "İçi çiçekli şimşir kaşıkla salatayı âdeta pilav yer gibi tıkmıyordu." -O. C. Kaygılı.
şimşirgiller ç. is. bot. İki çeneklilerden, örnek bitkisi şimşir olan ve şimşir türlerini içine alan bir bitki familyası.
şimşirlik, -ği is. esk. Sarayda babası ölmüş şehzadelerin yaşadığı yer, kafes.
-şin bk. -şm / -şin.
şinanay ünl. hlk. 1. Sevinç, mutluluk, hoşnutluk, kıvanç belirten bir söz. 2. argo Yok, kalmadı, tükendi: Onda para şinanay. 3. is. İdare lambası. 4. sf. Cicili bicili: Ne güzel, şinanay basmalar.
şinik, -ği is. Yun. 1. Tahıl İçin kullanılan, sekiz kiloluk ölçek. 2. sf Şiniğin alabileceği miktarda olan: İki şinik arpa almış.
şinikleme is. Şiniklemek işi.
şiniklemek (-i) Şinikle tartmak, ölçmek.
Şinto öz. is. Jap. Doğaya ve atalar kültüne önem vermesiyle tanınan Japonların inanç sistemi.
Şintoculuk, -ğu öz. is. Doğaya ve atalar kültüne önem vermesiyle tanınan Japonların inanç sistemini benimseme.
Şintoizm öz. is. Şintoculuk.
şip is. zool. Biz (III) (Acipenser nudiventris).
şipşak zf. (şipşak) tkz. Çabucak: "Eğer siz bana haftada iki defa gelseniz, ikinci hafta şipşak kim olduğunuzu söylerim." -B. Felek.
şipşakçı is. Sokakta fotoğraf çekip beş on dakika içinde hazırlayan ve bunları satan fotoğrafçı: "Taksim'de bir şipşakçının çektiği küçük bir resmimiz vardı." -H. Taner.
şipşakçılık, -ğı is. Şipşakçının yaptığı iş.
şipşirin sf. (şipşirin) Çok sevimli, çok şirin, cana yakın.
şiraze is. (şi:ra:ze) Far. şirâze 1. Ciltçilikte, kitap yapraklarını düzgün tutmaya yarayan ince örülmüş şerit. 2. sp. Pehlivan kispetinin paçası, şirazeden çıkmak akıl dengesini kaybetmek, (iş) şirazesinden çıkmak düzenini kaybetmek, çığırından çıkmak.
şirden is. Far. şirdün zool. Geviş getiren hayvanlarda, çiğnenmiş besinin bir kez daha mide sularıyla sindirildiği, dört bölümlü midenin dördüncü bölümü.
şirin sf. Far. şirin Sevimli, cana yakın, tatlı, hoş: "Gözlerin, dişlerin ve ak gerdanınla / Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye abla." -A. M. Dranas.
şirinlik, -ği is. Şirin olma durumu, sevimlilik.
şirk is. Ar. şirk din b. esk. Tanrı'nın birden çok olduğuna inanma, Tanrı'ya ortak tanıma, eş koşma. (Tanrı'ya) şirk koşmak Tanrı'nın birden çok olduğunu söylemek, Tanrı'ya ortak tanımak, eş koşmak.
şirket is. Ar. şirket tic. Ortaklık: "İtalya'da büyük bir şirketin acentesiyim ben..." -R. Enis.
→ anonim şirket, aracı şirket, kolektif şirket, komandit şirket, limitet şirket, işletme şirketi
şirketleşme is. Şirketleşmek işi veya durumu.
şirketleşmek (nsz) Şirket durumunu almak.
şirpençe is. Far. şir + pençe tıp Deri altı hücre dokusunun ve yağ bezlerinin iltihaplanmasından oluşan, genişlediğinde çok tehlikeli olabilen, stafılokoklarm sebep olduğu bir kan çıbanı, kızılyara, aslanpençesi: "Araya taraya gördüğünüz küçük bir sivilceye şirpençe adını takmışsınız." -Y. K. Karaosmanoğlu.
şirret sf. Ar. şirret Geçimsiz, huysuz, kavga çıkarmaktan hoşlanan, edepsiz, yaygaracı (kimse): "Melek kadar masum / Yok canım şeytan kadar şirret." -B. Necatigil.
şirretçe zf. (şirre'tçe) Şirret bir biçimde: "Niye oturaktan kalktın Allahın cezası, diye onu şirretçe payladı." -S. Dölek.
şirretleşme is. Şirretleşmek işi.
şirretleşmek (nsz) Huysuzlaşmak, edepsizleşmek: "O halim selim, namazında niyazında hatun kişi on dakikanın içinde bir ifritleşsin, bir şirretleşsin." -H. Taner.
şirretlik, -ği is. 1. Şirret olma durumu, yaygaracılık. 2. Şirretçe davranış: "Annesinin şirretliğinden, mesele çıkarması İhtimalinden ürkerek ona bir şey söylemiyordu." -H. E. Adıvar. şirretlik etmek edepsizce davranmak.
şiryan is. (şirya:n) Ar. şiryan esk. Atardamar.
şist is. Fr. schiste min. 1. Kolayca yapraklara ayrılabilen, silisli, alüminli tortul kayaçların genel adı. 2. Kömürle karışık bütün moloz maddelerinin bilimsel adı. 3. Kil taşı.
→ talk şist
şistleşme is. Şistleşmek işi veya durumu.
şistleşmek (nsz) Kömüre karışmış moloz oranın çok olması yüzünden, bir tabaka tümüyle işletilemez olmak.
şistli sf. Şist gibi yapraklı: Şistli kaya.
şistlilik, -ği is. Bazı kayalara özgü olan dilimlere ayrılabilme durumu.
şiş (I) is. 1. Şişmiş olan yer, şişlik. 2. sf. Şişmiş, şişkin, kabarık: "Emine Hanım'ın şiş gözleri daha sakindi." -H. E. Adıvar.
→ kabaşiş
şiş (II) is. 1. Bir ucu sivri, demir veya ağaçtan, bazen silah gibi kullanılabilen ince uzun çubuk. 2. Örgü örmekte kullanılan, metal, ağaç, kemik vb.nden yapılan uzun çubuk: Örgü şişi. "... ablası bir an çorap şişlerini bırakıyor, gözleri doluyor." -H. E. Adıvar. 3. sf. Şişe geçirilerek veya şişte pişirilmiş olan (et).
→ şişhane, şiş kebap, şiş köfte
şişe (I) is. Far. şişe 1. İçerisine sıvı konulan, cam veya plastikten yapılmış, dar ağızlı uzun kap: "Önünde yarım kiloluk bir şarap şişesi yarı yarıya boştu." -S. F. Abasıyanık. 2. sf. Bu kabın aldığı miktarda olan: "Olsa da bu zavallıya hiç olmazsa bir şişe kan verilse!" -M. Ş. Esendal. 3. Gaz lambasında fitil çevresine konulan cam koruyucu, şişe çekmek (veya vurmak) ağrı dindirmek amacıyla içinde alev yakılarak havası seyreltilen özel bir şişeyi veya bardağı sırta yapıştırmak, vantuz çekmek.
→ pet şişe, pul şişe, hacamat şişesi
şişe (II) is. hlk. Tavan tahtaları arasındaki açıklığı kapatmak için uzunluğuna çakılan çıta.
şişeci is. Şişe alan veya satan kimse.
şişek, -ği is. hlk. 1. İki yaşındaki koyun. 2. Kuzulama dönemine girmiş veya doğurmuş koyun.
şişeleme is. Şişelemek işi.
şişelemek (-i) Şişeye doldurmak.
şişelenme is. Şişelenmek işi.
şişelenmek (nsz) Şişeye doldurulmak.
şişelik, -ği is. Şişe konulacak yer: Dolabın bir kısmına da şişelik yaptırın.
şişhane is. (şişha:ne) Far. şeş + hâne esk. Namlusu altı yivli tüfek veya top.
şişinme is. Şişinmek işi.
şişinmek 1. Surat asmak, dargın durmak. 2. zool. Bazı böcekler, saldırıya uğradıklarında bütün uzantı ve eklentilerini, düşmanını korkutup ürkütecek biçimde yayarak genişletmek. 3. (nsz) hlk. Başkalarına yüksekten bakar gibi bir tavır takınmak, böbürlendiğini davranışlarıyla belli etmek, kabarmak, gururlanmak: "O da bu övgülerle beğenilerin önünde şişindikçe şişirtiyordu." -Ç. Altan.
şişirilme is. Şişirilmek işi.
şişirilmek (nsz) Şişirme işine konu olmak.
şişiriş is. Şişirme işi veya biçimi.
şişirme is. 1. Şişirmek işi. 2. sf. mec. Baştan savma, kötü (iş): "Bu görüş her türlü edebî şişirmelerden ari bir görüştür." -Y. K. Beyatlı.
→ şişirme haber
şişirmece sf. Baştan savma, kötü (iş).
şişirme haber is. Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmiş gibi gösterilen haber, asparagas.
şişirmek (-i) 1. Şişkin bir duruma getirmek: "Nefesinin olanca gücü ve hızıyla şişirdiği tulumu dudaklarına yanaştırdı." -O. C. Kaygılı. 2. mec. Abartmak. 3. mec. Bir sözü veya yazıyı gereksiz yere uzatmak. 4. mec. Baştan savma iş görmek: "Şimdi çabuk tarafından bir senaryo şişirmeli." -A. İlhan.
şişirtme is. Şişirtmek işi.
şişirtmek (-i, -e) Şişirme işini yaptırmak.
şiş kebap, -bı is. Şişe takılarak pişmiş kebap.
şişkin sf. Şişmiş, şişirilmiş; "Ayağa kalktı, arka ayaklarını geriye itip şişkin adaleleri çekerek... gerdi." -P. Safa.
şişkinlik, -ği is. 1. Şişkin olma durumu. 2. Kabarıklık, şişlik: "Yürürken ceketinin arka tarafında bir şişkinlik gözüme ilişti." -R. H. Karay. 3, Bağırsaklarda gaz birikmesi sonucu karında oluşan şişme ve gerginlik. 4. Enflasyon.
→ durgun şişkinlik, para şişkinliği
şişko sf. (şi'şko) alay 1. Şişman: Şişko bir kadın. 2. Toplu, dolgun: "Şişko yanaklı, sarkık gerdanh, otuz beşlik bir adamdı bu." -R. Enis.
şişkoluk, -ğu is. (şi'şkoluk) Şişman olma durumu.
şiş köfte is. Şişe geçirilerek hazırlanmış ve pişirilmiş köfte.
şişleme is. Şişlemek işi: "Ondan sonra kâh baldırından, kâh omuzundan adam şişleme devam etmişti."-S. F. Abasıyanık.
şişlemek (-i) 1. Birine veya bir şeye şiş saplamak, şiş batırmak. 2. argo Kama, çakı vb. bir araçla yaralamak.
şişlenme is. Şişlenmek işi.
şişlenmek (nsz) 1. Şiş saplanmak, şişle yaralanmak. 2. Kama, çakı vb. bir araçla yaralanmak.
şişletme is. Şişletmek işi.
şişletmek (-i) Şişleme işini yaptırmak.
şişlik, -ği is. 1. Şiş: "Bileğinde şişlik kalmamışsa da daha ağrısı varmış." -M. Ş. Esendal. 2. sf. Şiş olmaya elverişli: Şişlik et.
şişman sf. Deri altında fazla yağ toplanması sebebiyle vücudun her yanı şişkin görünen (kimse), şişko, mülahham: "Şişman odacı sahanlıkta bir daha gözüktü." -E. E. Talu.
şişmanca sf. Biraz şişman: "Aşağı bahçe kapısından bir kolunda kızı, bir kolunda torunu şişmanca bir yaşlı kadın sallana sallana gelir." -B. Felek.
şişmanlama is. Şişmanlamak işi.
şişmanlamak (nsz) Şişman duruma gelmek: "Sizi biraz şişmanlamış buldum." -H. E. Adıvar.
şişmanlaşma is. Şişmanlaşmak işi.
şişmanlaşmak (-i) Şişman duruma gelmek: "O akşam daha, oda kıyafeti ile fazlaca şişmanlaşıp çıkkınlaşmış gövdesinden ... başka acı haber izi görünmüyordu." -R. E. Ünaydın.
şişmanlatma is. Şişmanlatmak işi.
şişmanlatmak (-i) Şişmanlamasını sağlamak, şişman duruma getirmek.
şişmanlık, -ği is. Şişman olma durumu: "Kaplıcalara gidiyorsun ama bir türlü bu şişmanlıktan kurtulamıyorsun." -F. R. Atay.
şişme is. Şişmek işi.
şişmek (nsz) 1. İçi hava veya gazlarla dolarak gerilmek: Balon şişti. 2. Bir şey emerek hacmi büyümek, genişlemek: Tahta, su emerek şişer. 3. Vücudun bir yeri içine yabancı bir maddenin girmesiyle veya başka bir etkiyle gerilmek, kabarmak: "İhtiyar kadın sabahın bu saatinde, ağlamaktan şişmiş gözlerim, sararmış yüzümle beni görünce şaşırdı." -R. N. Güntekin. 4. Çok yemek yiyerek rahatsız olacak kadar doymak. 5. mec. Gururlanmak, büyüklenmek. 6. argo Utanmak, mahcup olmak: Ben demedim mi sana, bu herifin karşısında aşık atılmaz diye, şiştin mi şimdi? 7. sp. Yorularak koşuyu veya müsabakayı sürdüremez olmak.
şita is. (şita:) Ar. şitâ' esk. Kış.
şitaiye is. (şita:iyye) Ar. şitâ 'iyye esk. ed. 1. Divan edebiyatında kış mevsimini konu olarak İşleyen şiir. 2. Bir kasidenin kışı anlatan giriş bölümü.
şive is. (şi:ve) Far. şive 1. db. Söyleyiş özelliği, ağız: "Bunu Arapça değil, peltek bir Kafkas şivesiyle, Türkçe söyledi." -R. H. Karay. 2. esk. Naz, eda.
şivekâr sf. (şivekâır) Far. şive-kâr esk. İşveli.
şiveli sf. (şi:veli) 1. Nazlı, edalı. 2. Şivesi herhangi bir özellikte olan.
şivesiz sf. (şiıvesiz) Söyleyişi kusurlu, bozuk olan.
şivesizlik, -ği is. (şi:vesizlik) Söyleyişte bozukluk.
şizofren is. Fr. schizophrene tıp Şizofreniye tutulmuş kimse.
şizofreni is. Fr. schizophrenie tıp Gerçeklerle olan ilişkilerin büyük ölçüde azalması, düşünce, duygu ve davranış alanlarında önemli bozulmaların ortaya çıkması vb. belirtiler gösteren bir ruh hastalığı.
şlempe is. Alm. Schlempe kim. Tanelerin, melasın fermantasyonuyla veya damıtma yoluyla alkolün alınmasından sonra geriye kalan çok sulu hâldeki lapa.
şnitzel is. Alm. Schnitzel Tavuk etinden yapılan bir tür yemek.
şnorkel is. Alm. Schnorchel 1. Dizel motorlu denizaltının su altında uzun süre kalmasını sağlayan düzen. 2. den. Solukluk.