şı

şık (I) sf. Fr. chic 1. Güzel, zarif, modaya uygun: Şık bir elbise. 2. Güzel, modaya uygun giyinmiş olan: "Daima müzik vardı, şık kadınlar vardı." -H. E. Adıvar. 3. mec. Yerinde, gereği gibi: Şık bir cevap.

şık, -kkı (II) is. Ar. şikk Bir konuda seçilebilecek yolların, alınabilecek kararların her biri, seçenek, alternatif: Sizin için iki şık var, ya çalışacaksınız ya bu işten vazgeçeceksiniz.

şıkırdama is. Şıkırdamak işi.

şıkırdamak (nsz) 1. Birbirine çarpan metal nesneler şıkırtı sesi çıkarmak: "Demir gagalı geveze leylekler gibi durmadan şıkırdayan makamları dinliyordum." -Ö. Seyfettin. 2. hlk. Aydınlanmak, parlamak.

şıkırdatma is, Şıkırdatmak işi.

şıkırdatmak (-i) 1. Şıkırtıh ses çıkartmak. 2. (nsz) hlk. Birine para verileceğini anlatmak: Biraz şıkırdat da, bak hizmet etmeye nasıl koşar.

şıkır şıkır sf Parlak, pırıl pırıl: "Her taraf şıkır şıkır ayna içindeydi." -R. Enis. şıkır şıkır oynamak 1) canlı bir biçimde oynamak; 2) mec. çok sevinmek.

şıkırtı is. Şıkırdama sonucu çıkan ses: "Birden denizin oradan, öteden, su şıkırtısına benzer bir ses çalınıyor kulağına." -Z. Selimoğlu.

şıklaşma is. Şıklaşmak işi.

şıklaşmak (nsz) Şık duruma gelmek, şık olmak: "Sen bugün böyle niçin pek şıklaştın, boynuna kravat filan taktın da geldin?" -O. C. Kaygılı.

şıklaştırma is. Sıklaştırmak işi veya biçimi.

şıklaştırmak (-i) Şık duruma getirmek, şık olmasını sağlamak.

şıklık, -ğı is. Şık olma durumu.

şıkşık, -ğı is. Çıngıraklı çocuk oyuncağı.

şıldır şıldır sf. 1. Canlı, parlak (göz): "Âna oğul sevdasını şefkatli bir heyecanla seyreden gözleri şıldır şıldır ahır kapısında yanıyordu. " -H. E. Adıvar. 2. Çok sulu. 3. zf Gözleri yaşlı olarak: "... gözleri şıldır şıldır dönerek şikâyet ederdi." -Y. 2. Ortaç. 4. zf. Şınl şırıl.

şıllık, -ğı is. argo Aşın ve bayağı biçimde süslenip boyanmış kadın: "Onların aftosuna hanımefendi derler, bizim paçozumuzun adı ya alüftedirya şıllık." -A. Gündüz.

şımarık, -ğı sf. Şımarmış, şımartılmış (kimse): "Bizim dayı kızları çok şımarıktır." -H. E. Adıvar.

şımarıkça zf (şımarı'kça) Şımarık bir biçimde.

şımarıklık, -ğı is. Şımarık olma durumu veya şımankça davranış.

şımarış is. Şımarma işi veya biçimi.

şımarma îs. Şımarmak işi.

şımarmak (nsz) Kendisine gösterilen sevgi ve saygıdan veya verilen değerden yüreklenerek yersiz ve aşırı davranışlarda bulunmak: "Şımardım, lakırtıyı senli benliye çevirip sordum." -R. H. Karay.

şımartılma is. Şımartılmak işi.

şımartılmak (mz) Şımartma işine konu olmak: "Canan güzel kadındır, çok şımartılmıştır." -P. Safa.

şımartma is. Şımartmak işi: "Her ne ise, sizi de pek şımartmaya gelmez." -R. N. Güntekin.

şımartmak (-i) Şımarmasına yol açmak: "Herifi şımartıp da bu hâle koyan sen değil misin?"-E.E.Talu.

-şın / -şin İsimden isim türeten ek: ak-şın, gök-şin, sarı-şın.

şıngıl is. 1. bot. Bir salkımı oluşturan küçük salkımlardan her biri. 2. Küçük ve parlak süs: "Gökyüzünü yıldızlar noel ağacının şıngılları gibi süslemiş, pırıldıyorlar." -R. H. Karay.

şıngırdama is. Şıngırdamak işi.

şıngırdamak (nsz) Küçük şeyler bir yere çarpıp düşerken veya birbirine değerken çınlama sesi çıkarmak: "Arabayı koştururken boyunlarındaki ziller güzel şıngırdıyordu atların." -R. Enis.

şıngır şıngır zf. Şıngırdayarak.

şıngırtı is. Şıngırdama sonucu çıkan ses.

şıp is. Düşen su damlasının çıkardığı ses. şıp diye 1) "şıp" sesi çıkararak; 2) ansızın; 3) hemen: "Öyle bir suratla karşılayacak ki, seninki hiç istenmediğini şıp diye anlayıp defolacak." -A. İlhan.

şıp şıp

şıpıdık, -ğı sf. Ökçesiz ve arkalıksız (terlik veya pabuç): "Çağırdığım zaman iç donu ve çorapsız, şıpıdık pabuçla geliyor." -R. N. Güntekin.

şıpın işi is. hlk. Kolayca ve çabuk yapılan: "Şıpın işi on lira alırız." -H. R. Gürpınar.

şıpırdama is. Şıpırdamak işi.

şıpırdamak (nsz) Su vb. hiç ara vermeksizin, damla damla akarken "şıp" sesi çdcarmak.

şıpır şıpır zf Şıpırdayarak: Alnından şıpır şıpır ter damlıyordu.

şıpırtı is. Şıpırdama sesi: "İçeride hafif su damlaları şıpırtılarına benzeyen belirsiz gürültüler vardı." -P. Safa.

şıpka is. (şı'pka) den. Torpidolara karşı ve daha başka işler için gemilerde kullanılan halattan örülmüş ağ.

şıppadak zf. (şıppadak) Birdenbire ve beklenmeyen bir zamanda: Şıppadak çıkageldi.

şıpsevdi is. Görür görmez seven, âşık olan kimse: O şıpsevdinin biridir, herkese âşık olur.

şıpsevdilik, -ği is. Şıpsevdi olma durumu.

şıpşıp, -bı is. Ökçesiz ve arkalıksız terlik, şıpıdık.

şıp şıp (I) zf. "Şıp" sesi çıkararak.

şıp şıp (II) is. Düşen su damlasının çıkardığı ses: "Onun da gözlerinden şıp şıp, iki damla yaş akar." -S. Birsel.

şıra is. (şı'ra) Far. şıre 1. Henüz mayalanmamış üzüm suyu. 2. Bazı meyve ve sebzelerin özü: Elma şırası. 3. argo Süzülmüş afyon.

şıraölçer, üzüm şırası

şıracı is. 1. Şıra yapıp satan kimse. 2. Şıra satılan yer.

şıracılık, -ğı is. Şıracı olma durumu.

şırak, -ğı is. Bir nesne başka bir nesneye birdenbire, şiddetle çarptığında çıkan hışırtılı, sert ses.

şırak şırak

şırakkadak zf (şıra'kkadak) Ansızın: Şırakkadak düşüp bayıldı.

şırak şırak zf. "Şırak" sesi çıkararak.

şıralı sf. Tadı ve suyu bol: Şıralı üzüm.

şıralık, -ğı sf. Şıra olmaya elverişli olan (meyve).

şıralık üzüm

şıralık üzüm is. Şıra yapmak için ayrılmış üzüm.

şıraölçer is. Şıranın yoğunluğunu ölçmeye yarayan alet.

şırasız sf Şırası olmayan.

şırfıntı sf tkz. Seviyesi düşük, bayağı (kadın): "Raba şırfıntısını ballandıra ballandıra methetti." -E. E. Talu.

şırıldama is. Şırıldamak işi.

şırıldamak (nsz) Su vb. akarken veya dökülürken şırıl şırıl ses çıkarmak, şırıltıyla akmak.

şırıl şırıl zf. Su, sürekli ve ses çıkararak (akmak): Musluk açık kalmış, şırıl şırıl akıyor.

şırıltı is. Şınldayan suyun çıkardığı ses: "Yüksekten karşıda çağlayanın şırıltısı duyuluyordu. " -Ö. Seyfettin.

şırınga is. (şırı'nga) İt. siringa 1. Havayı, sıvıları emmeye veya itmeye yarayan alet. 2. Kaslar veya damar yoluyla vücuda sıvı bir ilacı basınçla vermek için kullanılan burur pompa, araç, iğne, enjektör. 3. tıp Bir doku veya boşluğa basınçla sıvı doldurmaya yarayan alet. şırınga etmek gaz veya sıvı bir maddeyi gözenekli başka bir maddenin İçine şırınga ile doldurmak, şırınga yapmak şırınga ile vücuda gerekli yerinden ilaç vermek.

şırıngalama is. Şırıngalamak işi veya durumu.

şırıngalamak (-i) 1. Şırınga etmek. 2. mec. Birtakım düşünce veya duyguları bir başkasına benimsetmek, telkin etmek.

şırlağan is. hlk. Susam yağı.

şırlama is. 1. Şırlamak işi. 2. Gaz veya sıvının dar bir delik, kanal vb.nden geçmesiyle duyulan ses.

şırlamak (nsz) Şırıl şırıl ses çıkararak akmak.

şıvgın is. hlk. 1. Budanmış yaşlı ağaçların budanan yerlerinden çıkan taze sürgün, filiz, çıvgın. 2. Fırtınayla yağan yağmur.