rübap, -bı is. bk. rebap.
rücu is. (rücu:) Ar. rucü' esk. 1. Geri dönme, sözünü geri alma, cayma, tersinme. 2. fel. Kayıtım, rücu etmek geri dönmek: "Hakkı olmak hakkından kim rücu edecek? " -P. Safa.
→ rücu hakkı
rücu hakkı is. huk. Bir kimsenin alacaklısına ödediği şeyi diğer birinden istemeye hakkı olması durumu: "Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır." -Anayasa.
rüçhan is. (-ha:nı) Ar. ruchân esk. 1. Üstünlük: "Yugoslav ucuzluğu ile ödediği için nakliyat hususunda büyük bir rüçhan kazanmıştır. " -F. R. Atay. 2. Yeğlik. 3. Öncelikli.
→ rüçhan hakkı
rüçhan hakkı is. huk. Yasal olarak tanınan öncelik hakkı.
rüesa ç. is. (rüesa:) Ar. ru 'esâ esk. Başkanlar.
rüfeka ç. is. (rüfeka:) Ar. rufekâ esk. Arkadaşlar.
rükû is. (rüku:) Ar. rukü' 1. Öne doğru eğilme. 2. din b. Namazda elleri dizlere dayayıp öne doğru eğilme.
rükün, -knü is. Ar. rukn esk. 1. Bir şeyin en güçlü ve sağlam yönü. 2. Bir kurulun, bir topluluğun en önemli üyelerinden her biri.
rüküş sf. Ar. rukşe Gülünç bir biçimde giyinip süslenen (kadın): "Sadece kasabanın adam çekiştirmesinden başka bir şey bilmeyen seviyesiz ve rüküş kadınlarını tenkit ediyordu." -R. N. Güntekin.
rüküşlük, -ğü is. Rüküş olma durumu.
rün is. bk. run.
rünik sf. bk. runik.
rüping sistemi is. Kapalı kazanlarda önce basıncı artırıp sonra düşürerek uygulanan ağaca koruyucu sıvı emdirme yöntemi.
rüsum ç. is. (rüsuım) Ar. rusüm esk. Vergiler.
rüsumat ç. is. (rüsu:ma:t) Ar. rusümât esk. Bazı mallardan devletçe alınan vergiler: "Size ya rüsumat müdürlüğünde yahut da şehir eminliğinde gözü olduğunu söyler." -R. H. Karay.
rüsup, -bu is. (rüsu:p) Ar. rusüb kim. esk. Çökelti.
rüsva sf. Far. rusva Ayıplanacak durumda olan, rezil.
rüsvalık, -ğı is. Rüsva olma durumu.
rüşeym ıs. Ar. ruşeym anat. esk. Oğulcuk.
rüşt, -dü is. Ar. ruşd Erginlik, rüşdünü ispat etmek 1) kanunlara göre ergin sayılacak yaşa gelmiş olmak; 2) mec. herhangi bir konuda yeterli seviyeye geldiğini göstermek.
rüştiye is. Ar. ruşdiyye esk. Ortaokul derecesinde olan eğitim kurumu.
→ askerî rüştiye
rüşvet is. Ar. rişvet Yaptırılmak istenen bir işte yasa dışı kolaylık ve çabukluk sağlanması için bir kimseye mal veya para olarak sağlanan çıkar: "Bu zat rüşvetin, hediyenin korkunç bir düşmamymışl" -Ö. Seyfettin. rüşvet almak rüşvet olarak verilen parayı veya malı kabul etmek, rüşvet vermek bir görevliye bir işi yaptırmak için para veya mal vermek, rüşvet yemek bir işi yapmak için birinden rüşvet almak.
→ söz rüşveti
rüşvetçi is. Rüşvet alarak iş gören kimse.
rüşvetçilik, -ği is. İş görmek için rüşvet alma tutumu.
rütbe is. Ar. rütbe 1. Mertebe, derece, paye. 2. Subay, astsubay ve polislerin sahip olduğu derece, mevki: "Ben de nişana taburunun subaylarını rütbeleriyle, isimleriyle bilirdim." -N. Curnalı.
→ rütbe indirimi, rütbe sıralaması, tenzilirütbe
rütbe indirimi is. Daha alt bir göreve getirilme.
rütbeli sf. Rütbesi olan: Yüksek rütbeli subay.
rütbe sıralaması is. Büyükten küçüğe, küçükten büyüğe makam ve rütbe sırası.
rütbesiz sf. Rütbesi olmayan, kıdemsiz.
rüya is. (rü:ya:) Ar. ruyâ 1. Düş: "Annemi ölmüş gördüm rüyamda / Ağlayarak uyanmışım. " -O. V, Kanık. 2. mec. Gerçekleşmesi imkânsız durum, hayal: "Bu saadetin bir ay, bir buçuk ay sonra yeniden bir rüya olacağını bile aklına getirmiyordu." -R. N. Güntekin. 3. mec. Gerçekleşmesi beklenen ve istenen şey, umut. rüya gibi olağanüstü, harika, çok güzel: Yolculuğumuz rüya gibi geçti, rüyası çıkmak görülen rüya gerçekleşmek, rüyasına (veya rüyalarına) girmek 1) rüyasında görmek: "Geceleri Avrupa şehirleri rüyama girer." -Ö. Seyfettin. 2) mec. bir şeyden çok etkilenmek, çok korkmak, rüyasında görememek olacağım, gerçekleşeceğini hiç düşünememek. rüyasında görse hayra yormamak hatır ve hayalinden geçirmemek, olacağına inanmamak.
rüyet is. (rü:yet) Ar. ru yel esk. Görme.
rüzgâr is. Far. rüzgar Havanın yer değiştirmesinden oluşan esinti, yel, bad. rüzgâr almak yel esen bir yerde bulunmak: Bu ev çok rüzgâr alıyor, rüzgâr ekip fırtına biçmek yaptığı bir kötülüğün çok daha kötüsü île karşılaşmak, rüzgâr gelecek delikleri tıkamak istenmeyen bir durum veya gelişmeye karşı her türlü önlemi almak, rüzgâr gibi çabucak: "Rüzgâr gibi geçip giden gençliğimin tanıkları / Şu yıpranmış fotoğraflar, soluk renkli, siyah beyaz." -M. Çınarlı, rüzgâr tutmak (veya tutmamak) rüzgâra açık ve kapalı bulunmak: "Rüzgâr tutmayan yerlerinde dadılar, çocuklar ve ihtiyarlar güneşlenirler." -B. Felek, rüzgârlı havanın kuytusu, yağmurlu havanın uykusu rüzgârlı havada kuytu bir yer, yağmurlu bir havada da uyku tercih edilir.
→ rüzgâr altı, rüzgârgülü, rüzgârölçer, rüzgâr üstü, rüzgâr yükü, dik rüzgâr, yanık rüzgâr, saba rüzgârı
rüzgâr altı is. Boca.
rüzgârgülü is. 1. Rüzgârların yönünü ve adını gösteren levha. 2. Kâğıdın özel bir biçimde katlanmasıyla yapılan ve rüzgârın etkisiyle dönen bir oyuncak,
rüzgârlama is. Rüzgârlamak işi.
rüzgârlamak (-i) 1. Yel vermek. 2. Esmek, savurmak.
rüzgârlanma is. Rüzgârlanmak işi.
rüzgârlanmak (nsz) 1. Yel esmeye başlamak. 2. Yele karşı durmak.
rüzgârlı sf. Rüzgâr alan, rüzgâra açık: "Hava bulutlu ve üzerinde durduğumuz tepe rüzgârlı idi." -A. Haşim.
rüzgârlık, -ğı is. 1. Kapı üstlerine konulan eğik saçak biçimindeki örtme. 2. Rüzgârdan korunmak için giysilerin üstüne giyilen bir tür üstlük. 3. sp. Yelkesen.
rüzgârölçer is. Yelölçer.
rüzgârsız sf. Rüzgârı olmayan, rüzgâr tutmayan, yel esmeyen.
rüzgâr üstü is. Orsa.
rüzgâr yükü is. Bir bölgede görülen rüzgârın binalarda oluşturduğu sarsma gücü.