Ru kim. Rutenyum elementinin simgesi.
ruam is. (rua:m) Ar. ru'âm zool. esk. Sakağı.
ruba is. (ru'ba) İt. roba esk. Giysi, giyecek, urba.
rubai is. (ruba:i:) Ar. ruba'i ed. Divan edebiyatında dört dizeden oluşan ve belirli aruz kalıplan ile yazılan şiir, dördül: Hayyam'ın rubaileri.
rubaimsi sf Rubaiyi andıran, rubaiye benzeyen, rubai gibi.
rubidyum is. (rubi'dyum) Fr. rubidîum kim. Atom numarası 37, atom ağırlığı 85,48, yoğunluğu 1,53 olan, 39 °C'de eriyen, çabuk oksitlenen, tütün, pancar vb. bitkilerde, maden sularında bulunan,, potasyuma benzer kimyasal element (simgesi Rb).
ruble is. (ru'ble) Rus. Rusya Federasyonu'nda geçerli olan para birimi.
ruentgeniyum is. kim. Atom numarası 111, atom ağırlığı 272 olan, 25 °C'de katı olduğu, gümüş renginde veya gri renkte olduğu tahmin edilen yapay bir element (simgesi Rg)- .
ruf is. İng. roof Çatı, dam.
Rufai öz. is. (rufa.i:) Ar. rifü'ı Rufailik tarikatından olan kimse, (bu işe) Rufailer karışır bu iş öyle karışık ki bunu kimse çözemez.
Rufailik, -ği öz. is. Ahmed Rifai'nin kurduğu Sünni bir tarikat.
rugan is. Far. revğan 1. Ayakkabı, çanta vb. yapımında kullanılan parlak deri: "Yağmurlu havalarda kaldırımlar ne güzeldirler, rugan gibi parlarlar." -P. Safa. 2. sf. Bu deriden yapılmış: "Nevin'in babası siyah ipek çoraplarıyla rugan ayakkabısını giymişti." -S. F. Abasıyanık.
ruh is. (ru:hu) Ar. rüh 1. Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği öz, tin. 2. En önemli nokta, öz: "Lakin oyunun ruhunu anlamak mümkün değil." -M. Ş. Esendal. 3. Esans: "Bazısı ruh koklatır, bazısı alnına sirke sürer, bazısı kollarını, bileklerini ovuşturur." -H. R. Gürpınar. 4. Hayalet, görünmeyecek kadar zayıf kimse: "Doktor Hikmet, zayıflaya zayıflaya, âdeta bir ruh hâlini almıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 5. mec. Canlılık, duygu: "Nesri gibi güzel bir ruhu olan Falih Rıfkı Türk gazeteciliğim bir vatan hizmeti telakki etmiş ve kutsi bir vazife gibi ifa ediyor." -Y. K. Beyatlı. 6. fel. Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin hayat gücü. ruh kazandırmak (veya vermek) herhangi bir yeri veya şeyi canlı, hareketli, neşeli bir duruma getirmek, ruhu (bile) duymamak hiç haberi olmamak, anlamamak: "Birinin yukarıdan topladığını öteki sokağa taşır, konak soyulduğu hâlde, kimsenin ruhu bile duymaz." -H. E. Adıvar. ruhu şad olsun! ölüler, sevinsin, mutlu olsun, ruhum! sevgi anlatan bir söz: "-Ne var ruhum? -Hiç!" -Ö. Seyfettin, ruhunda güneş açmak 1) rahatlamak, huzura ermek; 2) sevinmek, neşelenmek, coşmak: "Saz dinleyenlerden bazılarının gözlerinde yaş olur, ruhlarında güneş açardı." -A. Ş. Hisar, ruhunu şad etmek ölmüş bir kimseyi anarak onu memnun etmek: "Hepsi örslerinin üzerine birer mum yakmışlar, pederlerinin ruhunu şadediyorlar." -Ö. Seyfettin, ruhunu teslim etmek ölmek: "Hiçbir şey söylemeden ruhunu teslim etmiş." -Y. K. Karaosmanoğlu.
→ ruh bilgini, ruh bilimi, ruh çöküntüsü, ruh doktoru, ruh göçü, ruh hastası, ruh hekimi, ruh karmaşası, ruh ölçümü, ruh ötesi, ruh sağlığı, uygulamalı ruh bilimi, afyon ruhu, katran ruhu, lokman ruhu, melisa ruhu, nane ruhu, nisadır ruhu, sirke ruhu, tesviyeruhu, tuz ruhu
ruhani sf. (ru:ha:ni:) Ar. ruhani esk. 1. Ruhla ilgili: "Bir nur inmiş gibi yüreğime âdeta ruhani diyebileceğim bir sükûnet çökmüştü. " -R. N. Güntekin. 2. din b. Din ve mezhep işlerini ele alan, bunlarla ilgili bulunan: "Muhterem hatun patrik meclisiyle ruhani meclisin nasihatlerini dinleyerek kızını, büyük emire zevce olarak verdi." -F. R. Atay. 3. din b. Dinle ilgili, dinî bir havası olan, manevi, cismani karşıtı: "Bunu artık ne pahasına ödersem ödeyeyim, duymuş olduğum bu ruhani haz, bana kâfidir." -A. Ş. Hisar.
ruhaniyet is. (ru:ha:niyet) Ar. rûhâniyyet esk. 1. Ruhtan ibaret olma durumu. 2. din b. Ölmüş kutsal bir kimsenin, bir inanışa göre sürüp gitmekte bulunan manevi gücü, manevilik: Evliyaların ruhaniyetine sığınmak.
ruhban ç. is. Ar. ruhban esk. Rahipler.
→ ruhban sınıfı
ruhbaniyet is. (ruhbaıniyet) Ar. ruhbâniyyet esk. 1. din b. Rahiplerin evlenmeyerek ve dünyadan el etek çekerek yaşamalan durumu. 2. Ruhbanlık.
ruhbanlık, -ğı is. 1. Ruhban olma durumu, ruhbaniyet. 2. Ruhban sınıfı.
ruhban sınıfı is. din b. Rahiplerin oluşturduğu dinsel sınıf.
ruh bilgini is. Ruh bilimi uzmanı.
ruh bilimci is. Ruh bilimi ile uğraşan uzman, ruhiyatçı, psikolog.
ruh bilimcilik, -ği is. fel. 1. Özellikle din, sanat, ahlak vb. olayları tek yanlı olarak yalnızca ruh bilimsel açıdan inceleme ve açıklama, psikolojizm. 2. Ruh bilimini bütün bilimlerin ve felsefenin temeli yapma eğilimi.
ruh bilimi is. Duyum, heyecan, düşünme vb. olguları ve bunların yasalarını inceleyen bilim, ruhiyat, psikoloji.
→ uygulamalı ruh bilimi
ruh bilimsel sf. Ruh bilimi ile ilgili olan, ruhsal, psikolojik, psişik.
ruh çöküntüsü is. psikol. Ruhsal sıkıntı ve bunalım.
ruh doktoru is. Ruh hekimi.
ruhen zf. (nt:'hen) Ar. ruhen Ruh bakımından.
ruh göçü is. Ruhun bir bedenden başka bir bedene geçerek varlığını sürdürdüğü inancı, tenasüh, reenkarnasyon.
ruh hastası is. Ruh veya sinir hastalığına tutulmuş kişi, psikopat.
ruh hekimi is. tıp Ruh hekimliği ile uğraşan uzman, sinir hastalıkları uzmanı.
ruh hekimliği is. tıp Ruh ve sinir hastalıklarıyla kişide görülen önemli uyuşmazlıkları önleme, teşhis ve tedavi ile uğraşan uzmanlık dalı.
ruhi sf. (ru:hi:) Ar. rûhâ psikol. Ruhsal: "Bedenî ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartlan bakımından özel olarak korunurlar. " -Anayasa.
ruhiyat is. (m:hiya:t) Ar. rühiyyât esk. Ruh bilimi, psikoloji: "Ben Avrupa'nın pürken papazlarıyla rekabet eden ruhiyat büyücülerinden değilim." -P. Safa.
ruhiyatçı is. (ru:hiyatçı) Ruh bilimi uzmanı, psikolog.
ruhiyatçılık, -ğı is. Ruh bilimi ile uğraşma.
ruh karmaşası is. psikol. Ruhsal sıkıntı.
ruhlu sf. 1. Görünüşü veya ruhsal durumu herhangi bir nitelikte olan: "Allah, ince ruhlu kibar yaratmıştı bu kızı." -N. Araz. 2. mec. Canlı, etkili.
→ çocuk ruhlu, şövalye ruhtu
ruhluluk, -ğu is. Ruha sahip olma durumu.
→ çocuk ruhluluk
ruh ölçümü is. psikol. Ruhsal süreçlerin ölçülmesinde kullanılan, araçları ve yöntemleri gerektiren bir ruh bilimi dalı, psikometri.
ruh ötesi sf. psikol. Ruhlarla ilişki kurma, gelecekten haber verme gibi ruh biliminin kapsamına girmeyen ve onun dışında incelenen olayları kapsayan (alan), metapsişik.
ruh sağlığı is. Ruhsal bakımdan sağlıklı olma: "Devlet, herkesin hayatım beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak ... amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler." -Anayasa.
ruhsal sf. psikol. 1. Ruhla ilgili olan, ruhi, tinsel, psikolojik, psişik. 2. Ruh bilimi ile ilgili, ruh bilimsel, psikolojik.
ruhsat is. Ar. ruhsat 1. İzin, müsaade. 2. İzin belgesi, ruhsatname: "Belediye doktoru tarafından tasdik edilerek gömülmesine ruhsat verilir." -H. R. Gürpınar.
→ ruhsatname, arama ruhsatı, çalışma ruhsatı, defin ruhsatı, satış ruhsatı
ruhsatiye is. (ruhsa:tiye) Ar. ruhşatiyye esk. Bir izin belgesi gerektiği durumlarda iznin verilmesi dolayısıyla alınan para.
ruhsatlandırma is. Ruhsatlandırmak işi.
ruhsatlandırmak (-i) Ruhsat vermek.
ruhsatlı sf. Yapılması ve kullanılması vb. için gerekli izni olan, ruhsatı olan.
ruhsatname is. (ruhsatna:me) Ar. ruhsat + Far. nâme esk. Belli etkinliklerde bulunabilmek, kamu hizmet ve mallarından yararlanabilmek için kişilere, önceden belirlenmiş bazı şartlara uyma kaydıyla idarece verilen izin, ruhsat
ruhsatsız sf. Yapılması, kullanılması vb. için gerekli izni olmayan, ruhsatı olmayan.
ruhsuz sf Cansız, güçsüz, etkisiz, miskin.
ruhsuzlaşma is. Ruhsuzlaşmak işi veya durumu.
ruhsuzlaşmak (nsz) Ruhsuz duruma girmek.
ruhsuzlaştırma is. Ruhsuzlaştırmak işi veya biçimi.
ruhsuzlaştırmak (-i) Ruhsuz duruma getirmek veya sokmak.
ruhsuzluk, -ğu is. Ruhsuz olma durumu.
ruj is. Fr. rouge Türlü renklerde dudak boyası: "Yanaklara, dudaklara, gül renkli ruj sürülmüş, ama belli belirsiz." -H. R. Gürpınar.
→ kalıcı ruj
rujlama is. Rujlamak işi veya durumu.
rujlamak is. Ruj sürmek.
rujlu sf. Ruj sürülmüş.
rujsuz sf. Ruj sürülmemiş.
rulet is. Fr. roulette 1. Bir bilyenin, dönmekte bulunan derin tepside yazılı numaralarından ve siyah ile kırmızı renklerden birinin üzerinde durmasıyla kazananı belirten kumar aracı ve bununla oynanan kumar. 2. Pastacı, terzi vb.nin kullandığı dişli, küçük demir çark.
→ Rus ruleti
rulman is. Fr. roulement Mekanik ve elektrikli sistemlerde kayma sürtünmesi yerine bir yuvarlanma sürtünmesi sağlayarak enerji kayıplarını azaltmak için yataklar ile muylular arasına yerleştirilen parça.
rulo is. Fr. rouleau 1. Dürülerek boru biçimi verilmiş deri veya kâğıt tomar. 2. Boya işlerinde kullanılan emici özelliğe sahip sünger veya sentetik silindir. 3. sf. Silindir biçiminde, içine değişik malzeme konularak hazırlanmış (köfte, pasta, dondurma).
Rum öz. is. Ar. rüm 1. Müslüman ülkelerde oturan Yunan asıllı kimse. 2. sf. Rumlara ilişkin, Rumlarla ilgili: Rum kilisesi. 3. tar. Doğu Roma İmparatorluğu sınırlan içinde yaşayan, Roma yurttaşı haklarına sahip olan halk. 4. esk. Anadolu.
→ Rum ateşi
Rum ateşi is. Denizde veya karadaki savaşlarda Bizanslılarca kullanılan ve sürekli yanan ateş, grejuva.
rumba is. (ru'mba) Fr. rumba (Antil Adaları İspanyolcasından) 1. Küba'dan Amerika ve Avrupa'ya yayılan bir dans. 2. Bu dansın müziği: "Caz o yıl çok yayılan bir rumbayı çalıyor." -N. Cumalı.
Rumca öz. is. (ru'mca) 1. Rumların kullandığı yeni Yunanca. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
Rumelili öz. is. (ru'melili) tar. Osmanlı İmparatorluğu zamanmda Avrupa topraklarında yaşayan Türklerden olan kimse.
Rumen öz. is. Fr. roumain 1. Romanya halkından veya bu halkm soyundan olan kimse. 2. Romanya ve Rumenlerle ilgili olan şey: Rumen petrolü. Rumen dansı.
Rumence öz. is. (rume'nce) 1. Rumen dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
Rumi öz. sf. (ru:mi:) Ar. rümi 1. tar. Anadolu ile ilgili, Anadolu'ya bağlı, Anadolu'da yaşayan. 2. esk. Bizans İmparatorluğu'na ve bu imparatorluğun egemenliği altındaki kimselere ilişkin.
→ Rumi takvim
rumi is. (ru:mi.) Ar. rümi Anadolu Selçuklularının üsluplaştırdıklan filiz, yaprak ve hayvan motiflerinden oluşmuş dolaşık süsleme,
Rumi takvim öz. is. Osmanlı Devleti'nde 1678'den sonra maliye işlemlerinde kullanılan miladi takvimden on üç gün geri olan bir güneş takvimi.
Rumlaşma is. Rumlaşmak işi veya durumu.
Rumlaşmak (nsz) Rum dilini ve kültürünü benimsemek.
Rumlaştırma is. Rumlaştırmak işi veya durumu.
Rumlaştırmak (4) Rum dilini ve kültürünü benimsetmek.
Rumluk, -ğu öz. is. Rum olma durumu.
rumuz ç. is. (rumu:z) Ar. rumuz 1. Sembol, simge, remiz. 2. Gizli anlamlan olan işaretler ve sözler: "Ne vurdumduymaz misafirdi bunlar... Ne surattan anlıyorlardı ne rumuzdan ne kinayeden..."-H. R. Gürpınar,
rumuzlu sf Rumuzu olan: "Hilmi Efendi bütün bu yarı rumuzlu sözlerden anlamıştı." -R. H. Karay.
run is. Norv. rün 1. III-XIII. yüzyıllarda İngiliz İskandinav dillerinde kullanılan alfabenin harflerinin her biri. 2. Göktürk yazıtlarında kullanılan yazı türünün harflerinden her biri.
runik, -ği sf. Fr. runiaue Run harfleriyle yazılmış.
→ runik yazı
runik yazı is. 1. Run harflerinin kullanıldığı eski bir Germen yazısı. 2. Göktürk yazıtlarında kullanılan yazı sistemi.
rupi is. İng. rupee Hindistan, Nepal, Pakistan'da kullanılan para birimi.
Rus öz. is. 1. Rusya Federasyonu'nda yaşayan Doğu Slav halkı veya bu halkın soyundan olan kimse. 2. sf. Rusya veya Ruslarla ilgili olan: Rus dili.
→ Rus ruleti, Rus salatası, Beyaz Rus
Rusça öz. is. (ru'sça) 1. Rus dili. 2. sf Bu dille yazılmış olan.
Ruslaşma is. Ruslaşmak işi veya durumu.
Ruslaşmak (nsz) Rus dilini ve kültürünü benimsemek.
Ruslaştırma is. Ruslaştırmak işi veya durumu.
Ruslaştırmak (-i) Rus dilini ve kültürünü benimsetmek.
Rusluk, -ğu öz. is. Rus olma durumu.
Rus ruleti is. Toplu tabancaya bir tek mermi konulup topun gelişigüzel döndürülmesi ve başa dayayıp tetiğin bir kez çekilmesiyle iki kişinin karşılıklı oynadığı ölüm oyunu.
Rus salatası is. Patates, bezelye, pancar, havuç, hıyar turşusu, kapari, mayonez ile yapılan salata, Amerikan salatası,
rustai is. (rusta:i:) Far. rüstâ + Ar. -i esk. Köylü: "Fakat artık korunun rustai perisinden eser görmüyorum." -Y. K. Karaosmanoğlu.
rustik, -ği sf. Fr. rustigue 1. Köy evi veya köy görünüşü veren, kırsal: "Rustik barlarda her şey sıcacık ve tahtadır." -Ç. Altan. 2. is. Pencere üstlerine takılan ahşap korniş.
rutenyum is. (rute'nyum) Fr. ruthenium kim. Atom numarası 44, atom ağırlığı 101,07, yoğunluğu 12,3 olan, 2400 °C'de eriyen, sert ve kırılgan, havada kolayca oksitlenen bir element (simgesi Ru).
rutherfordyum is. (rutherfo'rdyum) Fr. rutherfordium kim. Kurçatovyum elementine Amerikalıların verdiği ad (simgesi Rf).
rutin sf. Fr. routine 1. Alışılagelen, sıradan, sıradanlık, çeşitlilik göstermeyen, alışılagelmiş düzen içinde yapılan: "Genç olmasına karşın belli bir pişkinliği, yırtılmışlığı, rutini vardı." -H. Taner. 2. is. Alışkanlıkla elde edilmiş beceri.
rutubet is. (rutu:bet) Ar. rutubet Nem: "Kum tablasının rutubeti çektiği söylenirdi." -N. Cumalı.
rutubetlendirme is. Rutubetlendirmek işi.
rutubetlendirmek (-i) Rutubetlenmesine yol açmak.
rutubetlenme is. Rutubetlenmek işi.
rutubetlenmek (nsz) Nemlenmek, ıslanmak.
rutubetli sf. Rutubeti olan, nemli: "Geniş, bomboş bir taşlığın serin, rutubetli küf kokusu duyuldu." -P. Safa.
rutubetsiz sf. Rutubeti olmayan.
rutubetsizlik, -ği is. Rutubetsiz olma durumu.
ruz is. (ru:z) Far. rüz esk. Gün.
→ ruznamçe, ruzname, ruzuşeb
ruziklenme is. Ruziklenmek durumu.
ruziklenmek (nsz) Sefil bir biçimde gün geçirmek veya geçinip gitmek: "Hiç bu yaşa kadar mahkeme kapısına varmadık, adam yok, çocuklar askerde, güveyi kayıp; işler, karı, çoluk çocuk elinde, köyde dört mavzerle ruzikleniriz." -M. Ş. Esendal.
ruznamçe is. (ruzna:mçe) Far. rüz + nâm-çe tar. Osmanlı Devletinde defterdarlıkta günlük hadiselerin yazıldığı küçük defter.
ruzname is. (ruznaıme) Far. rüz + nâme esk. 1. Günlük olayların yazıldığı defter. 2. Gündem. 3. tar. Olayların zaman sırasına göre yazılmış bulunduğu defter: "Bugün elimde bir ruznamem olsaydı, belki hakikati anlayabilecektim." -Ö. Seyfettin, ruzname tutmak günlük olayları bir deftere yazıp toplamak: "Dünyada en birinci zevk ruzname tutmaktır derdi. Ben bunu boş ve manasız ve münasebetsiz bulurdum." -Ö. Seyfettin.
ruzuşeb zf. (rurzuşeb) Far. rüz + şeb esk. 1. Gece gündüz. 2. Sürekli.