ro

roba (ro'ba) ît. roba Bir giyeceğin göğüsle omuz arasında kalan bölümüne eklenen parça.

robalı sf. Robası olan: Robalı gömlek.

robdöşambr is. bk. ropdöşambır.

robot is. Fr. robot 1. Belirli bir işi yerine getirmek için manyetizma ile kendisine çeşitli işler yaptınlabilen otomatik araç. 2. mec. Başkasının buyruğu ile iş yapan, kendi akıl ve iradesini kullanmayan kimse.

robotik, -ği is. Fr. robotiaue Birtakım işlevlerde insanın yerini alabilecek düzeneklerin hazırlanmasıyla ilgili çalışma ve tekniklerin bütünü.

robotlaşma is. Robotlaşmak durumu.

robotlaşmak (nsz) Başkasının buyruğu ile iş yaparak kendi akıl ve iradesini kullanmaz duruma gelmek.

robotlaştırma is. Robotlaştırmak işi veya durumu.

robotlaştırmak (-i) Robot durumuna getirmek.

robotluk, -ğu is. Robot gibi mekanik hareket etme durumu.

roda is. (ro'da) İt. roda den. Yöntemine uygun düzgün sarılmış halat yumağı.

rodaj is. Fr. rodage Bir motorun yavaş yavaş çalıştırılarak alıştırılması.

rodeo is. İng. rodeo Bir binicinin yabani at veya öküz üzerinde durabilmesine dayanan Amerikan oyunu,

rodeocu is. Rodeo yapan kimse.

rodeo culuk, -ğu is. Rodeocu olma durumu.

Rodezyalı öz. is. Rodezya halkından olan kimse.

rodyum is. (ro'dyum) Fr. rhodium kim. Atom numarası 45, atom ağırlığı 102, 91, yoğunluğu 12,33 olan, 1970° C'de eriyen, gümüş renginde, sert, kırılgan bir element (simgesi Rh).

roka is. (ro'ka) Lat. ruca bot. Turpgillerden, yaprakları salata gibi yenen, 20-40 cm yüksekliğinde, sebze olarak bahçelerde yetiştirilen, kokulu, bir iki yıllık bir bitki (Eruca sativa).

roket is. İng. rocket 1. Atış sırasında mekanik olarak yön verilen, yörüngesinin başlangıcında öz itmeli olarak yol alan ve daha sonra yalnız balistik kanunlarına bağlı kalan mermi. 2. Bir çeşit füze.

roketatar

roketatar is. ask. Bazuka.

rokfor is. Fr. roguefort Koyun sütünden yapılan, mahzenlerde olgıtnlaştırılan, içi özel küflü peynir, rokfor peyniri.

rokfor peyniri

rokfor peyniri is. Rokfor.

rokoko is. Fr. rococo mim. 1. XVIII. yüzyılın başında Fransa'da çok geçerli olan, kavisli çizgileri bol, gösterişli bir bezeme üslubu. 2. sf. Bu üslupta olan: Rokoko mobilya.

rol, -lü is. Fr. röle 1. tiy. ve sin. Bir kişiliği canlandıran oyuncunun söylemesi ve yapması gereken hareketlerin genel adı. 2. mec. Bir işte bir kimse veya şeyin üstüne düşen görev: "Ev kadım rolünü çok ciddiyetle ele almıştım." -H. E. Adıvar. 3. mec. Gerçek olmayan davranış, gösteriş, rol almak bir oyunda görev almak: "Halide Edip Hanım'ın Kenan Çobanları'nda rol almıştı bu kız." -Y. Z. Ortaç, rol kesmek yalan, uydurma söz söylemek veya içten olmayan davranışlarda bulunmak, rol oynamak 1) oyunda rol almak; 2) mec. birinin bir işte önemli etkisi olmak: "Bunda ne hocanın bilgisi ne çocuğun çalışkanlığı rol oynar." -B. Felek, rol yapmak davranışlarda içtenlik bulunmamak: "Rol yapmaya kalkışsa yüzüne gözüne bulaştıracağını biliyordu." -T, Buğra, rolü olmak etkisi bulunmak: "Sizinle benim bunda bir rolümüz oldu muydu?" -S. F. Abasıyanık. rolüne çıkmak oyunda belli bir kişiliği sahnede oynamak: "Görgülü rolüne çıkmış zekâsız bir türediye benzeyecek." -R. H. Karay.

rol çatışması, rol iflası, başrol

rolcü is. Rol yapan kimse.

rolcülük, -ğü is. Rol yapma durumu: "Onlar çevrelerinde olup bitenleri izleyen ve büyüklerin rolcülüğünü sezen cimcimeler olmuşlardır. " -H. Taner.

rol çatışması is. sos. ve psikol. Toplumun statülere bağlı olarak beklediği veya buyurduğu iki veya daha fazla şey karşısında ferdin gösterdiği çelişik istekler, davranışlar.

rol iflası is. sos. ve psikol. Buyrukların veya beklentilerin yönelttiği durumda ortaya çıkan davramşsızlık.

rom is. İng. rum Şeker kamışından şeker yapılırken elde edilen öz suyun, melas ve artıkların mayalandırılarak kurutulmasıyla elde edilen alkollü sert içki.

Romalı is. Roma halkından olan.

roman is. Fr. roman 1. İnsanın veya çevrenin karakterlerini, göreneklerini inceleyen, serüvenlerini anlatan, duygu ve tutkularını çözümleyen, kurmaca veya gerçek olaylara dayanan uzun edebî tür: "Hikâyem tıpkı hayalî, hissi bir roman kadar gariptir diye başladı." -Ö. Seyfettin. 2. Bu türde yazılmış eser, romanı yazılmak romanlaşmak.

çizgi roman, ırmak roman, nehir roman, polisiye roman, resimli roman, tarihî roman, tarihsel roman, tefrika roman, koy romanı

Roman öz. is. 1. Çingene. 2. Romen.

romancı is. Roman yazarı: "Birçok kadınlar, ruh tahlillerini seven romancılar gibi, ömürlerin kuruluşunu ve bozuluşunu takip eder."-A.Ş. Hisar.

romancılık, -ğı is. Roman yazma sanatı.

Roman dilleri ç. öz. is. Latinceden türemiş yaşayan diller.

romanesk sf. Fr. romanesque 1. Roman özelliği olan: "Hayattaki her vaka, her sergüzeşti romanesk çeşide mevzu olabilir." -F. R. Atay. 2. Romanla ilgili olan. 3. mec. Duygusal, düşçü: "Hicabını, ayıbım da henüz duyamayacak kadar romanesk bir hüzün içindeydi." -Y. K. Karaosmanoğlu.

romaıunısı sf. Romansı.

Romanist öz. is. Fr. romaniste db. Roman dilleri uzmanı.

romanlaşma is. Romanlaşmak durumu.

romanlaşmak (nsz) Roman durumuna gelmek.

romanlaştırma ıs. Romanlaştırmak işi.

romanlaştırmak (-i) Bir konuyu roman biçiminde yazmak: "Eserlerinde hiçbir zaman romanlaştırmak hadisesine rastlayamıyoruz." -S. F. Abasıyanık.

Romanolog, -ğu öz. is. Roman dilleri uzmanı, Romanist.

Romanoloji öz. is. Roman dilleri bilimi.

romans is. İsp. romence 1. ed. Sekiz hecelik dizelerden oluşmuş bir İspanyol şiir türü. 2. müz. Şarkı türünde ve piyano için hazırlanmış, genellikle kıtalar biçiminde beste,

romansı sf. Romanı andıran, romana benzeyen, roman gibi, romanımsı.

romantik, -ği sf. Fr. romantigue 1. Davranışlarında duygu ve coşkunun aşırı ölçüde etkisi bulunan: "Kardeşimin hayatında oynadığınız rol sizi romantik bir insan gibi bana gösterdi." -H. E. Adıvar. 2. Romantizm ile ilgili: Romantik edebiyat. 3. is. Romantizm çığırından olan yazar: "Romantikler düş güçleriyle insanın mutluluk sınırlarını araştırırken, kendi açılarından gerçekçiydiler," -N. Cumalı.

romantiklik, -ği is. Romantik olma durumu.

romantizm is. Fr. romantisme 1. XVIII. yüzyıl sonunda başlayan, duygu, coşku ve sembole aşın yer veren sanat akımı: "Victor Hugo'yu seviyordum; bu merhaledeki düşünüşüme epeyi uygun olduğu için onun şiirini anlamakla, romantizme kolay bir kapıdan girmiş oldum." -Y. K. Beyatlı. 2. Romantik ortam veya durum. 3. mec. Duygusal eğilim.

Romanyalı öz. is. (roma'nyalı) Romanya halkından olan kimse.

romatizma is. (romaü'zma) Fr. rhumatisme tıp Kaslarda ve özellikle eklemlerde kendini gösteren ağrılı hastalıkların genel adı: "Dikkat ediniz, bu bir romatizma başlangıcıdır." -S. F. Abasıyanık, romatizması tutmak romatizma ağrıları başlamak: "Kardeşinin romatizmaları tutmuş." -Ö. Seyfettin.

Romen öz. is. Fr. romain Eski Roma halkından olan kimse.

Romen rakamları

Romen rakamları ç. is. Romalılardan kalına, sayılan göstermek için kullanılan, sırasıyla 1, 5, 10, 50, 100, 500 ve 1000 rakamlarına karşılık gelen I, V, X, L, C, D ve M işaretleri.

rondela is. (ronde'lâ) ît. rondella tek. Sıkıştırılacak parça ile somun arasına konan ve bu somunun parça üzerine uyguladığı kuvveti iletmeye ve dağıtmaya yarayan küçük delikli pul.

rop, -bu is. Fr. robe Çoğu tek parça kadın giysisi: "İlk gözüme çarpan şey, pembe renkli, ince yünlü, sade bir roptu." -P. Safa.

ropdöşambır is. Fr. robe de chambre Erkeklerin evin içinde kıyafetlerinin üzerine giydikleri üstlük: "Sırtına yeni aldığı devetüyü uzun ropdöşambırını geçirdi." -Y. K. Karaosmanoğlu.

rosto is. (ro'sto) İt. arrosto Haşlandıktan sonra veya doğrudan doğruya kızartılarak pişirilen, dilim dilim kesilen et.

rostoluk, -ğu sf. Rosto yapmaya elverişli (et).

rot is. İng. rod Motorlu taşıtlarda direksiyon ile tekerlek arasındaki bağlantıyı sağlayan demir çubuk.

rota is. (ro:ta) İt. rotta 1. Bir gemi veya uçağın gidiş yönü, izleyeceği yol: "Sarhoş serseri, bir eliyle boyuna rotayı ayarlamaya çalışıyordu." -Ç. Altan. 2. mec. Görüş veya tutuma göre gidilen, izlenen yol. rota değiştirmek 1) gidilen yolu değiştirmek: "Turgut, ani bir kararla rotasını değiştirdi." -F. F. Tülbentçi. 2) mec. tutumunu değiştirmek, izlediği yoldan ayrılmak.

rotasyon is. Fr. rotation Bir birimde çalışan görevlilerin düzenli bir biçimde yer değiştirmeleri.

rotatif is. İng. rotative Büyük bir çabuklukla dönerek işleyen ve saatte binlerce adet basan bir tür basım makinesi.

rotatifçi is. Rotatifte çalışan kimse.

rotil is. Fr. Otomobilin ön düzeninde bulunan, her yöne dönebilen ve mafsal olarak kullanılan küre biçiminde bir parça.

rotor is. İng. rotor fiz. Döneç.

roza is. (ro'za) İt. rosa 1. Bir tür pembe elmas. 2. sf. Bu elmasla yapılmış olan (takı): Roza küpe.

rozbif is. Fr. rosbif Kızartılmak amacıyla hazırlanmış veya kızartılmış sığır eti parçası.

roze is. Fr. rose Bir tür pembe şarap, gül şarabı.

rozet is. Fr. rosette 1. Yakaya takılmak için çeşitli biçimlerde yapılan, bir kuruluşun sembolü sayılacak genellikle küçük metal nesne: "Bir süs bir rozet gibi yakasına iliştirmiştir." -S. F. Abasıyanık. 2. Musluğun, gizli döşenmiş boruya vidalandığı yerin çirkin görünüşünü kapatmak amacıyla kullanılan nikel veya krom kaplanmış çember biçimli sac parça. 3. Kapı kolunun altına monte edilen metal parça. 4. bot. Güney Anadolu sahillerinde yetişen, pembe ve beyaz çiçekleri olan süs bitkisi.