püf is. Bir ateşi söndürmek, canlandırmak için dudakları hafifçe büzerek dışarı verilen soluğun çıkardığı ses: Püf desen söner, püf desen uçacak çok zayıf kimseler için kullanılan bir söz.

püfnoktası

püfkürme is. Püfkürmek işi.

püfkürmek (-i) Üfleyerek püskürmek.

püfleme is. Püflemek işi.

püflemek (-i) Söndürmek veya soğutmak için üflemek.

püf noktası is. Bir işin en ince, hassas ve önemli noktası: "Pek doğru söylüyorsun, hem de bu işin içyüzünü tafsilatıyla bilmediğin hâlde püf noktasını buluyorsun, Davut Ağa."-R. H.Karay.

püfür püfür zf. Rüzgâr hafif ve serin bir biçimde eserek: "Çamlıca'nın püfür püfür esen rüzgârlarım ateşinin üstüne sallanan tılsımlı yelpazeler gibi duyar." -A.. Ş. Hisar.

pülverizatör is. Fr. pulverisateur Püskürteç.

pünez is. Fr. punaise Raptiye.

pür (I) sf. Far. pur esk. Dolu (II).

pür (II) is. hlk. Çam, ardıç, ladin ağaçlarının iğne gibi ince yaprakları.

pürçek, -ği is. hlk. 1. Şakaklardan sarkan saç, zülüf. 2. Bitkilerin saçaklı kökü veya püskülü.

pürçeklenme is. Pürçeklenmek işi.

pürçeklenmek (nsz) Pürçekli duruma gelmek, püsküllenmek.

pürçekli sf. Pürçeği olan.

pürçeksiz sf Pürçeği olmayan.

pürçük, -ğü is. hlk. Pürçek.

parça pürçük

pürçüklü sf. hlk. Pürçeği olan.

pürçüksüz sf. Pürçeği olmayan.

pür dikkat, -ti sf. Far. pur + Ar. dikkat esk. Dikkatli.

püre is. Fr. puree Sebzeyi, eti ezerek veya süzgeçten geçirerek elde edilen ezme: Patates püresi. Kestane püresi.

patates püresi

püren is. hlk. Süpürge otu.

pürhiddet sf. Far. pur + Ar. hiddet esk. Hiddetli.

pürist is. Fr. puriste db. Özleştirmeci.

püriten sf. Fr. puritain Kutsal kitapları yeniden ve değişik bir anlayışla okumaya özen gösteren: "Ben Avrupa'nın püriten papazlanyla rekabet eden ruhiyat büyücülerinden değilim."-V. Safa.

püritenlik, -ği is. 1. Püriten olma durumu. 2. mec. Ahlaki, siyasi vb. konularda katı taassup.

pürizm is. Fr. purisme db. Özleştirmecilik.

pür melal sf. (pürmelâl) Far. pur + Ar. melal esk. Hüzünlü, üzüntülü.

pürneşe sf Far. pur + Ar. neş 'e esk. Neşeli.

pürsıhhat, -ti sf. Far. pur + Ar. şihhat esk. Sıhhatli, sağlıklı.

pürtelaş sf. (pürtelaş) Far. pur + Ar. telaş esk. 1. Telaşlı. 2. zf. Telaşlı olarak: "Gırtlağımı yırtarcasına haykırırken odaya efendim pürtelaş girdi." -R. H. Karay.

pürtük, -ğü is. 1. Herhangi bir şeyin üzerindeki çıkıntı biçiminde küçük kabarcık, çıkıntı: Portakalın pürtükleri. 2. Cızırtı.

pürtüklenme is. Pürtüklenmek işi.

pürtüklenmek (nsz) Herhangi bir şeyin üzerinde pürtükler oluşmak.

pürtüktü sf. Pürtükleri olan: "Sanki bu daktilo gürültüleri içinden, sesi pürtüklü bir trombon, tek başına hâlâ o rumbayı çalmakta idi." -H. Taner.

pürüz is. 1. Bir şeyin düzgünlüğünü bozacak çıkıntı, gedik veya kusur: Cildin pürüzleri. 2. mec. Engel, güçlük, pürüz çıkarmak engel çıkarmak.

pürüzalır

pürüzalır is. Bir borunun ağzına biçim vermek, genişletmek veya çapaklarını, pürüzlerini almak için kullanılan, çevresinde kesici yüzü bulunan alet.

pürüzlenme is. Pürüzlenmek işi.

pürüzlenmek (nsz) 1. Pürüz oluşmak, pürüzlü duruma gelmek. 2. Ses boğuk ve bozuk çıkmak: "Konserlerde sesi pürüzlendiği zaman böyle yapardı." -R. N. Güntekin. 3. mec. Bir iş, durum vb. karışık ve güç bir duruma gelmek.

pürüzlü sf. 1. Pürüzü olan: Pürüzlü cilt. 2. Boğuk ve bozuk (ses): "Sesi hâlâ pürüzlü idi." -H. Taner. 3. mec. Karışık, güç (durum, iş): "Mesele pürüzlüdür, bir skandal hâlini almasından korkulur." -R. H. Karay.

pürüzsüz sf. 1. Pürüzü olmayan: "Yüzü bir sabah gibi düz ve pürüzsüzdü." -K. Hulusi. 2. Düzgün, falsosuz (ses): "Pürüzsüz, billur gibi sesleri İncirlik, Kanlıdere taraflarını çın çın öttürüyordu." -O. C. Kaygılı.

pürüzsüzlük, -ğü is. Pürüzsüz olma durumu: "Cenap Şehabetün Bey'in aşk şiirlerinin pürüzsüzlüğü derecesinde değilse bile daha içinden gelen ve şahsî bir cazibeyle eserler yazmıştı." -H. E. Adivar.

püskül is. Bir ucundan bazı şeylere süs olarak takılan, diğer ucu serbest saçak biçimindeki iplik demeti: "Kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu." -Ö. Seyfettin.

püskül kuyruklular, çobanpüskülü, mısır püskülü

püskülcük, -ğü is. astr. Güneş kursunun bazı tek renkli resimlerinde görülen parlak bulut.

püskül kuyruklular ç. is. zool. Vücutları iki, üç tüysü uzantıyla sonuçlanan, kanatsız, ince, yumuşak, en bilinen türü gümüşçün olan böcekler takımı.

püsküllü sf. Püskülü olan, püskül takılmış olan: "Bu püsküllü şapka, boyunu biraz daha uzatmış." -M. Ş. Esendal.

püsküllü bela

püsküllü bela is. Büyük sıkıntı, zarar veren kimse veya şey: "Başıma püsküllü bela kesilen şemsiyeyi nerede unuttum, nerede bıraktımsa, er geç gelip beni buldu." -S. Birsel.

püskülsüz sf. Püskülü olmayan: "Püskülsüz eski yemeni sarılı fesi en yağlı ve en kılıksız çocuk oydu." -H. E. Adivar.

püskürme is. 1. Püskürmek işi. 2. sf. Sık ve tek tek benekler durumunda. 3.jeol. Yanardağın, duman, kül ve lav çıkarması, indifa.

püskürme benli, yanardağ püskürmesi

püskürme benli sf. Bir arada irili ufaklı benleri olan.

püskürmek (-i) 1. Ağzında bulunan bir sıvı veya toz durumundaki bir şeyi hızla savurtarak dışarı çıkarmak. 2. Yanardağ lav çıkarmak, indifa etmek. 3. mec. Öfkeyi aniden dışarı vurmak: "Yeniden yepyeni bir insan olmak için zaman zaman bir volkan haliyle bir şeyler püskürüyordum." -S. F. Abasıyanık.

püskürteç, -ci is. 1. Sıvıları ve toz durumundaki maddeleri gaz veya toz durumunda saçmaya, atmaya yarayan tulumba veya körük biçimindeki aygıt, pülverizatör. 2. Sprey.

püskürtme is. 1. Püskürtmek işi. 2. Sulu boya püskürterek çeşitli tonlarda yüzeyler elde etme tekniği veya bu teknikle yapılmış resim. 3. sf. Püskürtülerek yapılmış: Püskürtme sıva. 4. sf. Sıçramış, fırlamış: "Kain ipek çorapları püskürtme çamur içinde kalmıştı. " -H. Taner.

püskürtme makinesi, püskürtme tabanca

püskürtmek 1. Püskürme işini yaptırmak. 2. (-i, -e) Hızla ve savurtarak çıkarmak, 3. Fışkırtmak. 4. (-i) mec. Geri dönmek zorunda bırakmak: "Düşmanı, hem de kanadı kırık hâlimizle, hangi güçle geri püskürttük? " -H. Taner.

püskürtme makinesi is. Püskürteç.

püskürtme tabancası is. Vernik veya boya sıvılarını basınçlı hava yardımı ile püskürterek sürmekte kullanılan tabanca biçiminde araç.

püskürtü is.jeol. Lav.

püskürtücü is. Püskürtme işini yapan araç, sprey.

püskürtülme is. Püskürtülmek işi.

püskürtülmek (nsz) Püskürtme işi yapılmak.

püskürtüş is. Püskürtme işi veya biçimi.

püskürük, -ğü sf jeol. Yanardağın püskürmesiyle ortaya çıkan.

püskürük külte, püskürük taş

püskürük külte is. min. Yanardağından püskürme sonucu katılaşmış duruma gelen taş.

püskürük taş is. min. Püskürük külte.

püstül is. tıp İrinle dolu kabarcık veya sivilce.

püsür is. Yun. 1. Bir şeyin can sıkıcı, karışık ayrıntısı veya pürüzü. 2. Can sıkıcı, istenmeyen kimse: Kendi yetişmiyormuş gibi, bir de peşine püsîir takmış! 3. sf hlk. Tembel, kalpazan, 4. hlk. Karışık, dolaşık (ip, saç vb.). 5. hlk. Karışık, kusurlu (iş).

bokpüsür

püsürlü sf. Püsürü olan, pürüzlü.

püsürsüz sf. Püsürü olmayan, pürüzsüz.

püsürüklük, -ğü is. Pısırıklık: "Ben bir akşamüzeri kö'şeciğimde oturmuş bir ıslanmış tavuk püsürüklüğüyle elimde bir kitap okuyorum" -H. Z. Uşaklıgil.

pütür is. Küçük kabarcık, çıkıntı, pürüz, pürtük.

pütür pütür

pütürlenme is. Pütürlenmek işi.

pütürlenmek Pütürlü duruma gelmek: "Sırtını ve omuzlarını yoklamak kabil olsa, cildinin tavuk derisi gibi pütürlendiği hissedilecektir. " -R. N. Güntekin.

pütürlü sf. Pütürü olan, pürüzlü, pürtüklü.

pütür pütür sf. 1. Üzerinde pek çok pütür bulunan. 2. Sertleşip çatlamış: Pütür pütür deri.

pütürsüz sf. Pütürü olmayan.

pütürsüzlük, -ğü is. Pütürsüz olma durumu.