Pu kim. Plütonyum elementinin simgesi.
puan is. Fr. point 1. Çeşitli sporlarda kullanılan ölçüsü ve değeri değişken birim. 2. Genellikle test biçimindeki sınavlarda cevaplandırılacak soruların sayı olarak değeri veya cevaplayanın başarı değeri. 3. Kumaşlardaki benek, nokta, puan almak (veya kazanmak) 1) spor karşılaşmalarında başarılı bir oyun çıkararak kendine sayı sağlamak; 2) genellikle test biçimindeki sınavda herhangi bir puan elde etmek; 3) mec. itibar kazanmak, takdir edilmek, puan hesabıyla yenmek sp. rakibinin aldığından daha çok puan alarak oyunu kazanmış sayılmak, puan toplamak 1) sp. puan kazanmak; 2) mec. saygınlık sağlamak, puan tutturmak 1) gereken sayıda puan kazanmak; 2) sınavlarda istenen yere girebilmek için gerekli puanı elde etmek, puan vermek 1) değer biçmek, not vermek; 2) sp. boksta ve güreşte başarısız duruma düşmek.
puanlama is. Puanlamak işi.
puanlamak (-i) Sorulara verilen cevapları puan olarak değerlendirmek, puan vermek.
puanlandırma is. Puan vermek işi.
puanlandırmak (-i) Puan vermek.
puanlı sf. 1. Üzerinde puan bulunan: Kırmızı puanlı elbise. 2. Puanı olan.
puanlık, -ğı is. Puan değerinde olan: Kırk puanlık iki soru ile yirmi puanlık bîr soru vardı.
puansız sf. Puanı olmayan.
puantaj is. Fr. pointage Bir şeyin denetlendiğini veya görüldüğünü belirtmek için işaretleme, işaret koyma.
puantör is. Fr. pointeur Çalışanların giriş çıkış saatlerini işaretleyen kimse veya alet.
puding is. Fr. pudding 1. Meyve, bisküvi vb. ile yapılan bir tür sütlü tatlı. 2. jeol. Çakıl ve taş kırıntılarının kendi kendine çimentolaşmasından oluşmuş kütle.
pudra is. (pu'dra) Fr. poudre Bazı mineral ürünlerin karışımı ile elde edilen, cildi korumak, düzgün ve güzel göstermek veya kırışıklıkları, pürüzleri gizlemek amacıyla yüze ve tene sürülen, kokulu ince toz.
→ pudra şekeri, tas pudra, talk pudrası
pudralama is. Pudralamak işi.
pudralamak (-i) Pudra sürmek.
pudralı sf. Pudra sürülmüş olan (yüz, cilt): "... yüzü biraz çokça pudralı, saçları biraz kabartılmış, tepesinde topuz yapılmış, esmer, kara kuru bir hanım." -M. Ş. Esendal.
pudralık, -ğı is. Pudra kutusu.
pudra şekeri is. Dövülerek ince un durumuna getirilmiş şeker.
pudriyer is. Fr. poudrier Pudralık.
puf (I) is. 1. Arkalıksız, alçak, yumuşak, ayaklan gözükmeyen oturacak: "Aynanın önündeki kumaş kaplı, arkalıksız, kabarık, yumuşacık pufa oturmuş." -R. H. Karay. 2. Kaba, kabartılmış, yumuşak minder.
→ puf böreği
puf (II) ünl. Bezginlik, usanç anlatan bir söz.
puf böreği is. Mayalı hamurdan elde edilen yufkanın arasına peynir veya kıyma konularak yapılan ve tavada kızartılan bir çeşit börek: "Kaynanasının da hiç olmazsa puf böreği pişirmeyi bilmesini isterdi." -S. F. Abasıyanık.
pufla is. (pu'fla) 1. zool. Perde ayaklılardan, Kuzey Kutbu'na yakın yerlerde, İskandinavya kıyılarında yaşayan, ince ve yumuşak tüyleri için avlanan bir kuş (Somateria). 2. sf. Bu kuşun tüyleriyle doldurulmuş: "Tek atlı arabasının pufla ipek şiltesine uzanmış, kuş tüyünden, iri, pembe yastıklara dayanmış, gözleri açık, uyur gibi duran Masume Hanım, yoldan yaya geçenleri hiç görmüyordu. " -Ö. Seyfettin, pufla gibi çok yumuşak ve kabarık: Pufla gibi yastık.
puflama is. Puflamak işi: "... fakat kocası gelir gelmez hanımın suratı değişiyor. İnlemeler, puflamalar..." -Ö. Seyfettin.
puflamak (nsz) "Puf diye ses çıkararak sıkıntı veya üzüntüsünü belli etmek.
puhu is. zool. Baykuşgillerden, orman, dağ ve kayalıklarda yaşayan, uzunluğu 65 cm, sırtı koyu kahverengi bir kuş türü (Bubo bubo).
pul is. Far. pül 1. Posta parası karşılığı mektuplara, damga resmine karşılık kâğıtlara yapıştırılan, basılı küçük kâğıt parçası: "Mektuplarına kendi pullarım yapıştırırlar, kendi memurlarıyla sevk ederlerdi." -F. R. Atay. 2. Bazı giysilerde süs olarak kullanılan parlak, incecik, genellikle metal levhacık: "Arkasında bir omzu tamamıyla açık, altın pul işlemeli bir akşam tuvaleti vardı." -H. E. Adıvar. 3. Tavla oyununda kullanılan, plastik, tahta vb.nden yapılmış yassı yuvarlak levhacık. 4. Vida, cıvata vb. şeylerin boynuna geçirilen, ortası delik metal levhacık. 5. Propaganda amacıyla kullanılan yazılı küçük kâğıt. 6. sf Pula benzeyen, pulu andıran. 7. bot. Üzerinde bulunduğu organa yapışık, biçim ve yapıca çok basit yaprakların her biri. 8. zool. Balıkların, sürüngenlerin ve bazı kuşlarla memelilerin vücudunu kaplayan boynuzsu, sert levhacık: "Bir adamla minimini bir kız çocuğu elleri balık pulu içinde balık avlıyordu." -S. F. Abasıyanık. 9. esk. Akçeden küçük metal para.
→ pul biber, pul kanatlılar, pul pul, pul şişe, para pul, damga pulu, denetim pulu, evren pulu, posta pulu, taksa pulu
pul biber is. Kurutulduktan sonra dövülmüş iri taneli kırmızıbiber.
pulcu is. 1. Pul satan kimse. 2. Pul derleyen veya derleyenlere pul satan kimse, pul koleksiyoncusu.
pulculuk, -ğu is. 1. Pul satma işi. 2. Pul derleyiciliği veya derleyenlere satma işi.
pul kanatlılar ç. is. zool. Eklem bacaklılardan, kanatlan geniş ve sayısız küçük pullarla örtülü, sıvıları emmek için hortum biçiminde ağzı olan, başkalaşmaya uğramış böcekleri, kelebekleri içine alan böcekler takımı, kelebekler.
pullama is. Pullamak işi.
pullamak (-i) 1. Üzerine pul yapıştırmak: Zarfı pulladı. 2. Pullarla süslemek: Gece elbisesini pulladılar, işlediler.
pullanma is. 1. Pullanmak işi: Zarfların pullanması gerek. 2. Dış derinin boynuzsu küçük pullar veya büyük geniş parçalar durumunda dökülmesi: Bazı ateşli hastalıklardan sonra deride pullanma görülebilir.
pullanmak (nsz) 1. Zarf, mektup, evrak vb.nin üzerine pul yapıştırılmak. 2. Pul pul olmak.
pullu sf. 1. Üzerine pul yapıştırılmış: Pullu dilekçe. 2. Üzerine pul işlenmiş: Pullu gece elbisesi. 3. Pulu olan: Pullu cıvata. Pullu baht
→ pullu sazan, allı pullu, telli pullu
pulluk, -ğu is. SI Toprağı sürmek için kullanılan tarım aracı.
pullukçu is. Pulluk yapan, hazırlayan veya satan kimse.
pullu sazan is, zool. Bir tür balık.
pulman is. İng. pullman Yatar koltuk,
pul pul sf. Küçük parçalar durumunda olan: "Fırınlanmış birader, iki yıl sonra pul pul olmaz mı bunun vernikleri?"-H. Taner.
pulsuz sf. Pulu olmayan.
→ parasız pulsuz
pul şişe is. Yeşil camdan yapılan çok ince çeperli şişe.
puluç, -cu sf. esk. Cinsel gücü olmayan (erkek).
puluçluk, -ğu is. Puluç olma durumu.
puma is. (pu'ma) Fr. puma zool. Kedigillerden, uzunluğu 120 cm, kuyruğu 70 cm, sırtı kahverengi, karnı beyaz, Amerika'da yaşayan bir memeli türü, Yeni Dünya aslanı, dağ aslanı (Feis concolor).
pumba sf. Kabartılmış, yumuşak duruma getirilmiş: "Yün şilteler, pamuk şilteler, pumba yastıklar..." -S. F. Abasıyanık.
punç, -cu (I) is. Fr. punch Çay, şeker, tarçın, limon karışımına rom veya kanyak gibi damıtılmış bir alkollü içki katılarak yapılan ve bu içkinin buharlaşan alkolü yakıldıktan sonra içilen içki.
punç, -cu (II) is. İng. punch Çeşitli meyve suları ve alkol karışımıyla yapılan bir tür içki.
punt, -du is. İt. punta Bir şey için uygun zaman, fırsat punduna getirmek (veya pundunu bulmak) bir şeyi yapmak için uygun zamanı seçmek: "O döner dönmez bir punduna getirip tanıştırayım sizi." -A. İlhan.
punto is. (pu'nto) İt. punto Matbaacılıkta, bilgisayarda harflerin büyüklük ve küçüklüklerine göre aldığı ad: 8 punto. 10 punto.
puntolu sf Herhangi bir büyüklükte puntosu olan: İri puntolu başlık.
pupa is. (pu'pa) İt. poppa den. Geminin arkası, kıç: "Öyle bir denizci ki, rüzgârı pupasından aldı mı deniz atı gibi gidiyor düşmanın üzerine." -Z. Selimoğlu. pupa yelken ilerlemek (gitmek...) 1) yelkenler, arkadan esen rüzgârla şişmiş olarak, tam yolla; 2) mec. alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan: "Batı'da bilimsel araştırmalar, dramatik icat ve keşifler, pupa yelken ilerliyor. " -T. Halman.
puro is. (Pu'ro) İt. puro Yaprak sigarası.
pus (I) is. 1. Görüş uzaklığını çok azaltmayan bir tür hafif sis: "Ortalığa ilk pus düşer düşmez dönüş saatini sezmiş gibi köy yönüne geçti ve bekledi." -A. Sayar. 2. Bazı meyvelerin üzerinde oluşan, zamk veya sakıza benzeyen madde. 3. Yaprakların üzerinde görülen, örümcek ağını andıran böcek veya kurt yuvası. 4. Ağaçların kütük ve dallarındaki yosun. 5. Bazen meme başında oluşan kabuk.
pus (II) is. Fr. pouce mat. Parmak, inç.
pusarık, -ğı sf 1. Puslu, puslanmış, sisli. 2. is. Ilgım, yalgın, serap.
pusat is. esk 1. Araç. 2. Silah, zırh vb. savaş aracı. 3. Giysi veya giysilik kumaş.
pusatçı is. esk. Orta oyununda şakşak ve tahta kılıç vb. kullanan oyuncu.
pusatlı sf. 1. Pusatı olan. 2. Zırh giymiş.
puset is. Fr. poussette Elle sürülen, hafif, küçük çocuk arabası.
pusetçi is. Puset yapan, satan veya onaran kimse.
puslandırma is. Puslandırmak işi veya durumu.
puslandırmak (-i) Puslu duruma getirmek.
puslanma is. Puslanmak işi.
puslanmak (nsz) 1. Hava hafif sisli bir durum almak, 2. Buğulanmak: "Zehra'nın gözleri puslanıyor. Uyku mu, kahır mı, acı mı bilinmez. " -A. İlhan.
puslu sf. 1. Puslanmış, pusarık, hafif sisli: "Bu soğukta gök puslu, yerler beyaz." -H. Taner. 2. Üzerinde pus bulunan.
pusma is. Pusmak işi.
pusmak, -ar (nsz) 1. Sinmek. 2. Bir şeyi kendine siper edip saklanmak. 3. Ortalığı hafif sis kaplamak, pusarmak: "Yüce dağlar ne kararıp pusarsın." -Karacaoğlan.
→ suspus
pusu is. 1. Birine saldırmak için saklanarak beklenen yer. 2. Birine saldırmak için hazırlanma durumu: "Pencerenin kenarında pusuda bekleyen Sipsi, sinsice pencereye yaklaşır." -H. Taner, pusu kurmak saldıracağı kimseye görünmemek için bir yerde gizlenip beklemek, pusuya düşmek pusu kuran kimsenin saldın alanı içine girmek. (birini) pusuya düşürmek yolunu gizlice bekleyip kötülük etmek: "Bir gece, pusuya düşürmek, arkasından vurmak tasarlanmıştı. " -H. E. Adivar. pusuya yatmak pusuda beklemek: "Sakarya galibiyeti, o güne kadar pek farkına varılmayan korkunç bir düğümün çözülmesine, sinmiş, pusuya yatmış kuvvetlerin meydana çıkmasına yol açmıştı." -T. Buğra.
pusucu is. Pusu kuran veya pusuya yatan kimse, yön belirteci.
pusula (I) is. (pusu'la) İt. bussola Üzerinde kuzey-güney doğrultusunu gösteren bir mıknatıs iğnesi bulunan ve yön tespit etmek için kullanılan kadranlı araç: "Tam kutup noktasında pusula deli olmuş gibi dönmeye başlar." -Ö. Seyfettin, pusulayı şaşırmak 1) güç bir duruma düşerek ne yapacağım bilememek: "Aramızda bir profesör, bir de doçent vardı, hepimiz çoktan pusulayı şaşırmıştık. " -B. R. Eyuboğlu. 2) doğru tutum ve davranıştan ayrılmak.
pusula (El) is. (pusu'la) İt. bussola 1. Küçük bir kâğıda yazılmış kısa mektup, tezkere: "... elinde pusulasıyla bir jandarma geldi. kımıldamaya mecali olmayan Emine'yi ite söve önüne kattı, şehrin dışındaki hapishaneye götürdü." -R. H. Karay. 2. Üzerinde alacak hesabı yazılmış kâğıt. 3. Oy pusulası.
→ hesap pusulası, birleşik oy pusulası, oy pusulası, sevk pusulası
pusulacik, -ğı is. 1. Küçük pusula. 2. Üstüne hatırlanması gereken notlar yazılan, kendinden yapışkanı olan küçük kâğıt.
pusulalı sf. Pusulası olan.
pusulama is. Pusulamak işi veya durumu,
pusmamak (nsz) Pusu konumuna veya durumuna getirmek.
pusulasız sf. Pusulası olmayan: "Öyle bir tekne parçası ki, pusulasızdır, barometresizdir." -Y. K. Karaosmanoğlu.
pusuluk, -ğu is. Pusu kurulan yer.
pusval is. Yemenicilerin kullandığı ölçü.
puşt is. Far. puşt kaba 1. Eş cinsel erkeklerin cinsel zevklerine hizmet eden sapık erkek çocuk. 2. ünl. Ağır ve kaba sövgü sözü. puşt olmak 1) birinin ilencine uğrayıp kötüleşmek, mahvolmak: "Bu gurbet ellerde candan usandım / El kahrım çekmede ömrüm puşt oldu." -Halk türküsü, 2) argo bir işin uzmanı olmak.
puştluk,-ğu is. Puştolma durumu.
put (I) is. Far. but 1, Bazı ilkel toplumlarda doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne, tapıncak, sanem, fetiş: "Onu ben, büsbütün başka bir hayranlıkla âdeta bir puta taparcasına seviyordum. " -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Haç. put gibi sessiz, anlamsız bir bakışla ve kımıldamaksızm: "Düşündüklerimi takırtı ile gayet kolay anlattığım hâlde kalemi ele alınca put gibi tutuluyorum." -R. N. Güntekin. put kesilmek sessiz ve hareketsiz bir durum almak: "Görmediniz mi, adım söyleyince herkes put kesiliyor." -A. H. Tanpınar,
→ mini put
put (II) is. Üç dört tel ipekten bükülmüş iplik.
putlaşma is. Putlaşmak işi.
putlaşmak (nsz) Gereğinden çok değer kazanmak.
putlaştırma is. Putlaştırmak işi.
putlaştırmak (-i) Bir şeyi olağanüstü görerek gereğinden çok değer vermek, put durumuna getirmek: "Bana işlerin en kolayı nedir diye sorarsanız, size bir insanı, bir yazarı putlaştırmaktır derim." -S. Birsel.
putperest is. Far. but-perest Puta tapan: "Bu mabet de bir putperest mabedi değilse bile herhalde ilk kiliselerden biriymiş." -Y. K. Beyatlı.
putperestlik, -ği is. Puta tapma durumu, fetişizm.
putrel is. Fr. poutrelle Yapılarda, demir yollarında kullanılan demir kiriş, bağlama: "Demir putreli bir bal mumu gibi bir vuruşta eritiveriyordu." -S. F. Abasıyanık.
putrelli sf. Putreli olan: Putrelli bina.