Pr kim. Praseodim elementinin simgesi.
prafa is. (prafa) İng. preference 1. İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir tür oyun. 2. Yeğleme.
pragmacı is. (pra'gmact) fel. Pragmacılığı kendine öğreti olarak kabul eden kimse, pragmatist.
pragmacılık, -ğı is. fel. Yararcılık.
pragmatik, -ği is. Fr. pragmatique fel. Yararcı.
pragmatist is. Fr. pragmatiste fel. Pragmacı.
pragmatizm is. Fr. pragmatisme fel. Yararcılık.
pranga is. (pra'nga) İt. branca esk. Ağır cezalıların ayaklarına takılan kalın zincir: "Kafile, kelepçe, zincir ve pranga sesleri ile meydanı geçti." -F. R. Atay. prangaya vurmak ayağına pranga bağlamak, zincire vurmak.
→ pranga cezası, pranga kaçağı, pranga mahkûmu
pranga cezası is. Pranga ile cezalandırma.
pranga kaçağı is. Azılı haydut.
prangalı sf. Prangaya vurulmuş: "Bu iki katil ayaklarından bellerine kadar, bellerinden boyunlarına kadar iki kat prangalı idiler." -Y. K. Beyatlı.
pranga mahkûmu is. Pranga cezası almış kimse.
prangasız sf Prangası olmayan.
praseodim is. Fr. praseodyme kim. Atom numarası 59, atom ağırlığı 140,92 olan, soluk san renkli bir element (simgesi Pr).
pratik, -ği sf. Fr. pratigue t. Teoriye dayanmayan, davranış ve uygulama ile ilgili olan, kılgılı, uygulamalı, tatbikî, amelî, 2. Kolaylıkla uygulanabilir, kullanışlı: "Çok görmüş halk adamlarına mahsus pratik bir zekâsı vardı." -R. N. Güntekin. 3. is. Bir şeyi yapma yöntemi veya biçimi, teamül. 4. is. Bir sanat ve bilim dalının ilkelerinin, kurallarının uygulanışı, kılgı, uygulama, tatbik, ameliye.
pratika is. (prati’ka) İt. pratica Kıyı sağlık idaresi tarafından gemilere verilen giriş çıkış izni.
pratikleşme is. Pratikleşmek işi.
pratikleşmek (mz) Pratik duruma gelmek.
pratikleştirme is. Pratikleştirmek işi.
pratikleştirmek (-i) Pratik duruma getirmek.
pratiklik, -ği is. Pratik olma durumu.
pratikte zf. Günlük yaşayışta, uygulamada.
pratisyen sf. Fr. praticien Mesleğinde, sanatında uzmanlık belgesi almamış olan (kimse).
prediksiyon is. Fr. prediction Ön deyi.
prefabrik, -ği sf. Fr. prefabrique Parçalan önceden hazırlanıp konulacağı yerde bir bütün oluşturan, kurma.
→ prefabrik konut
prefabrikasyon is. Fr. prefabrication Ev, gemi vb. şeylerin önceden hazırlanmış bir plana göre, bir bütün olarak birleştirilmesi yöntemi.
prefabrike is. bk. prefabrik,
prefabrik konut is. Duvar, kapı, pencere ve diğer elemanları fabrikasyon olarak üretilen ve konutun yapılacağı beton platform üzerine monte edilen konut.
prehistorik, -ği sf. Fr. prehistoriaue Tarih öncesine ilişkin veya bu dönemden kalma.
prehîstorya is. Lat. prehistoria Tarih öncesi.
prekambriyen is. Fr. precamhrien jeol. Kambriyen öncesi.
prelüt, -dü is. Fr. prelude müz. Ses ve çalgı ile ilgili bir kompozisyona girişi sağlayan yazılı veya doğaçtan olan müzik parçası.
prematüre sf. Fr. prematüre Vaktinden önce, erken doğmuş (bebek),
prens is. Fr. prince 1. Hükümdar ailesinden olan erkeklere verilen unvan. 2. Bir prensliğin başında bulunan kimse. 3. Bazı ülkelerde en yüksek soyluluk unvanı.
prenses is. Fr. princesse 1. Hükümdar ailesinden olan kadın veya kızlara verilen unvan: "Yengem, ağzındaki lokmayla beraber, prensesten hiç de iyi haberler almadığını geveliyor." -Y. Z. Ortaç. 2. Hükümdar karısı.
prenseslik, -ği is. Prenses olma durumu ve prensesin görevi.
prensip, -bi is. Fr. principe îlke, umde: "Bunlar için esaslı bir prensip kararı alınmalıdır. " -M. Ş. Esendal.
prenslik, -ği is. 1. Prens olma durumu veya prensin görevi. 2. Bir prensin yönetiminde olan ülke.
preparat is. Alm. Preparat 1. Müstahzar. 2. Eczanede doktorun isteğine göre hazırlanan ilaç.
pres is. Fr. presse 1. İşletme, onarma, düzletme vb. işlemlerin uygulanması için bir nesneyi, iki ağırlık arasında mekanik olarak sıkıştırmaya yarayan alet, mengene. 2. Üzüm, elma, zeytin vb. meyve sebzeleri sıkarak suyunu, yağını çıkarmakta kullanılan alet veya araç, cendere. 3. sp. Baskı, pres yapmak sp. karşı takımın oyun kurmasını baskı yaparak engellemek.
presbit sf. Fr. presbyte Presbitliğe uğramış (göz veya kimse).
presbiteryen sf. Fr. presbyterien Presbiteryenlikle ilgili.
presbiteryenlik, -ği is. Protestan mezhebinin demokratik kurallara göre kurulmuş bîr kolu.
presbitlik, -ği is. Gözde uyum gücünün azalması yüzünden, yakındaki nesneleri net görememe durumu.
presçi is. Pres kullanan kimse.
presçilik, -ği is. Pres yapma, satma veya kullanma işi.
prese sf. Fr. presse Sıkıştırılmış, sıkılmış olan.
presesyon is. Fr. precession astr. Devinme olayı.
presleme is. 1. Presle sıkıştırma. 2. Kumaşları basınç altında tutarak yapılan işlem.
preslemek (-i) Presle sıkıştırmak.
preslenme is. Preslenmek işi.
preslenmek (nsz) Presleme işi yapılmak.
prestij is. Fr. prestige Saygınlık, itibar: "Prestijinizi kaybedersiniz diye mesajlar, mektuplar gönderiyorlardı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
presto zf (pre'sto) İt. müz. 1. Çabuk, çok çabuk bir tempo ile. 2. is. Bu tempo ile çalınan müzik parçası.
prevantoryum is. (prevanto'ryum) Fr. preventorium tıp Vücutlanna verem mikrobu girmesine rağmen henüz hastalığa yakalanmamış zayıf kimselerin, vereme yakalanmasını önlemek amacıyla bakıldıkları sağlık kurumu.
prezantabl sf. Fr. presentable 1. Sunulabilir durumda olan. 2. Derli toplu, düzenli. 3. Olumlu özellikleri bir arada bulunduran.
prezantasyon is. İrtg. presentation Tanıtma, takdim etme.
prezante sf. Fr. presenter "Tanıtmak, takdim etmek" anlamlarındaki prezante etmek birleşik fiilinde geçen bir söz: "Şu prezante ettikleri Bay Ahmet Müslim, hiç Türk'e benzemiyor. " -A. Gündüz.
prezervatif is. Fr. preservatif Cinsel ilişkilerle geçebilecek hastalıklardan korunmak veya kadının gebe kalmasını önlemek için erkeklerin kullandığı ince, saydam bir çeşit kılıf, kondom, kaput.
prezidyum is. Lat. praesidium 1. Bütün yetkilerini eski S.S.C.B anayasasına özgü bir tarzda kullanan örgüt. 2. Başkanlık divanı, konseyi.
prim is. Fr. prime 1. İşveren tarafından iş yapanı isteklendirip verimini artırmak veya sonuca daha kolay ve çabuk ulaşmak amacıyla verilen para: "Kimi mutluluğu attığı golde, aldığı primde, kırdığı rekorda bulur." -H. Taner. 2. Sigorta kuruluşlarına bağlı olanların ödemek zorunda oldukları ücret. 3. ekon. Pay senetlerinin asıl fiyatı ile piyasa fiyatı arasındaki artış.
→ sigorta primi
primadonna is. (primado'nna) İt. prima donna müz. Operada başkadın rolünü oynayan oyuncu.
primat is. Fr. primate zool. Bütün maymun türlerini ve bazı bilginlerin sınıflamasına göre, insanları içine alan memeliler takımı, primatlar.
primatlar ç. is. zool. Maymunlar.
prime time İng. prime time bk. altın saatler.
primitif sf. Fr. primitiffel. İlkel.
primitivizm is. Fr. primitivisme İlkelcilik.
print is. İng. print 1. Baskı. 2. Çıktı, print etmek çıktı almak.
printer is. İng. printer bk. yazıcı.
priz is. Fr. prise Elektrik akımı almak için fişin sokulduğu yuva: "Hatta bir keresinde prizdeki ütüyü devirip handiyse evi bile yakıyordu. " -H. Taner.
→ duy priz
prizma is. (pri'zma) Yun.fiz. 1. Işınları saptıran ve ayrıştıran, saydam maddeden yapılmış üçgen cisim. 2. mat. Alt ve üst tabanları birbirine paralel ve eşit iki çokgenden, yanal yüzeyleri de eşit ve paralel doğrulardan oluşan çok düzlemli cisim, menşur, biçme.
→ kesik prizma, üçgen prizma
probabilizm is. Fr. probabilisme fel. Olasıcılık.
problem is. Fr. probleme 1. mat. Teoremler veya kurallar yardımıyla çözülmesi istenen soru, mesele. 2. Mesele, sorun: "Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu." -B. Felek. 3. sf mec. Davranışları normal olmayan ve özel olarak eğitilmesi gereken (kimse): Problem çocuk, problem çıkarmak sorun çıkarmak, problem etmek (veya yapmak) dert etmek, problem olmak dert olmak.
problematik, -ği sf. Fr. problâmatique Sorunsal.
problemli sf. Meselesi, sorunu olan.
problemsiz sf Meselesi, sorunu olmayan.
problemsizlik, -ği is. Problemsiz olma durumu.
prodüksiyon is. Fr. production Yapım: "Böyle muazzam bir prodüksiyonun ne kadar astronomik finansmana dayandığını siz tahmin edin artık." -H. Taner.
prodüktivite is. Fr. productivite Verilen emeğe ve yapılan masrafa oranla üretilen miktar ürün verme gücü, üretkenlik.
prodüktör is. Fr. producleur sin. ve TV 1. Yapımcı. 2. tic. Üretici.
prodüktörlük, -ğü is. Prodüktörün işi.
profesör is. Fr. professeur Yükseköğretim kuruluşlarında en üst aşamada olan öğretim üyesi: "Bu kırk yasım geçmiş profesörleri ve ressamları kapıcı tanıyor." -P. Safa.
profesörlük, -ğü is. Profesör olma durumu veya profesörün görevi.
profesyonel sf. Fr. professionnel Bir işi kazanç sağlamak amacıyla yapan (kimse) meraklı, hevesli, amatör karşıtı: "Gümrükte, profesyonel kaçakçı imişiz gibi, bavullarımızı didik didik aradılar." -H. Taner, (bir işin) profesyoneli olmak bir işin, bir uğraşın bütün inceliklerini veya açıklarını kavramış olmak.
profesyonelleşme is. Profesyonelleşmek işi.
profesyonelleşmek (nsz) Profesyonel duruma gelmek.
profesyonelleştirme is. Profesyonelleştirmek işi.
profesyonelleştirmek (-i) Profesyonel duruma getirmek.
profesyonellik, -ği is. Profesyonel olma durumu.
profil is. Fr. profil 1. Yandan görünüş. 2. İnsanın yüzünün yandan görünüşü: "Yalnız, sakallı sert profilinin bir parçasını görebiliyoruz. " -F. R. Atay, 3. mat. Yanay: Profil doğrusu. Profil düzlemi.
→ profil boru
profil boru is. Demircilerin korkuluk vb. şeylerin yapımında kullandıkları içi boş demir boru.
profîterol, -lü is. Fr. profiterole Arasında krema bulunan özel yuvarlak toplar üzerine sıcak çikolata dökülerek yapılan bir tür tatlı.
proforma fatura is. tic. Bir malın satın alınmasını sağlayabilmek amacıyla ödemenin önceden yapılması için kesilen fatura: "Nalburlardan, inşaat malzemesi satan dükkânlardan, proforma faturalar alarak başhekimden yüklü avanslar çekerdi." -Ç. Altan.
program is. Fr. progratnme 1. Belirli şartlara ve düzene göre yapılması öngörülen işlemlerin bütünü, izlence: "Ne yapacaksa, yapmada kurar, hatta programını yanındakilere de söylerdi." -Ö. Seyfettin. 2. Yapılacak bir işin bölümlerini, bölümlerin sırasını ve zamanım gösteren tasarı. 3. Okullarda, haftanın belli günlerinde, belli saatlerde verilecek dersleri gösteren çizelge. 4. Tören, gösteri, gezi vb.nin öngörülen ayrıntılarını gösteren basılı kâğıt. 5. Siyasi partinin, toplumsal örgütün veya hükümetin açıkladığı ana ilkelerin tümü. 6. Radyo ve televizyonda sunulan, haber, müzik, eğlence gibi kendi başına bir bütün oluşturan yayınlardan her biri. 7. Bilgisayara bîr işlemi yaptırmak için yazılan komutlar dizisi.
→ paket program, sayfalanmış program, ders programı, eğitim programı, müfredat programı, öğretim programı, televizyon programı
programcı is. 1. Yapımcı. 2. Tiyatro, konser vb. yerlerde program satan veya dağıtan kimse.
programcılık, -ğı is. Program yapma veya hazırlama işi.
programlama is. Programlamak veya programlaştırmak işi.
programlamak (-i) Programa bağlamak, bir şeyin programını yapmak.
programlanma is. Programlanmak işi veya durumu.
programlanmak (nsz) Programlı duruma gelmek, programa bağlanmak.
programlaştırma is. Programlaştırmak işi.
programlaştırmak (-i) Bir işin programını yaptırmak.
programlı sf. 1. Programı olan. 2. Programa bağlanmış, belli bir programa göre düzenlenmiş: Programlı iş.
programsız sf. 1. Belli bir programı olmayan. 2. Belli bir programa göre düzenlenmemiş, programa bağlanmamış: Programsız iş.
→ plansız programsız
programsızlık, -ğı is. Programsız olma durumu.
proje is. Fr. jtrojet 1. Tasarlanmış şey, tasarı: "Babamın istanbul seferi projesi kız kardeşimle bana değil, anneme de ciddi görünüyordu. " -Y. K. Karaosmanoğlu. 2, Değişik alanlarda önceden plan ve programa alınmış, maliyeti hesaplanmış, kurum ve kuruluşların yönetim organları tarafından onaylanmış, kısa ve uzun vadeye bağlanarak özel kurum veya devlet adına gerçekleştirilmesi kabul edilmiş bilimsel çalışma tasarısı. 3. mim. Mal sahibinin isteğine göre yapılacak bir yapıyı, belli bir programa göre inşa edilecek bir yapı bütününü, bir makine veya bir kuruluşu plan durumunda gösteren çizim, proje yapmak tasarlamak: "Karpuz sergisi açabilmek için projeler yapmakta idi." -S. F. Abasıyanık.
→ avan proje, ön proje
projeci is. Proje sahibi veya proje yapan kimse.
projecflik, -ği is. Projeci olma durumu.
projeksiyon is. Fr. projection 1. mat. vejiz. İz düşümü. 2. Görüntüleri bir ekran üzerine yansıtma işlemi. 3. Bu işlemi yapan alet. projeksiyon tutmak bir konuyu aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak.
projektör is. Fr. projecteur 1. Işıldak: "Bu sırada gemilerden telaşla birkaç projektör yandı." -F. R. Atay. 2. Gösterici, projeksiyon aleti.
→ projektör ışığı
projektör ışığı is. Işıldağın etrafa saçtığı ışık. projektör ışığında olmak göz önünde bulunmak, ortada olmak: "Devlet adamları her ülkede projektör ışığında kişiler olarak davranışlarına, sözlerine, görünümlerine dikkat etmek zorundadırlar." -H, Taner.
projelendirilme is. Projelendirilmek işi.
projelendirilmek (nsz) Proje durumuna getirilmek.
projelendirme is. Projelendirmek işi veya durumu.
projelendirmek (-i) Proje durumuna getirmek, projesini hazırlamak.
proletarya is. (proleta'rya) Fr. proletariat Çalışanların oluşturduğu sosyal topluluk.
proleter is. Fr. proletaire Emekçi.
proleterleşme is. Proleterleşmek durumu.
proleterleşmek (nsz) Emeğe önem veren sınıfı geliştirmek.
prolog, -ğu is. Fr. prologue Ön deyiş.
prometyum is. Fr. promethium kim. Atom numarası 61, atom ağırlığı 145 olan, nadir topraklar grubundan bir element (simgesi Pm).
prom il is. Fr. promille Kanda alkol varlığı birimi.
promosyon is. Fr. promotion Bir malı geniş kitlelere tanıtmak ve o malın sürümünü sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar,
promosyonlu sf. 1. Promosyon ihtiva eden. 2. Özendirmek amacıyla yapılan.
promosyonsuz sf. Promosyonu olmayan.
promönat, -di is. Fr. Promenade Gezinti yeri: "Denizden kazanılan bu alanın otuz metresi bir promönat, elli metresi de yeşil alan olacak." -H, Taner.
propaganda is. (propaga'nda) İt. propaganda Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma: "Seçim günleri yaklaştıkça iki komşu da propaganda faaliyetim büsbütün artırdılar." -H. Taner,
propagandacı is. Propaganda yapan kimse: "Bin bir maskeli propagandacıları ile ajanlan aynı temi işlemek için her fırsattan yararlanmakta." -T. Buğra.
propagandacılık, -ğı is. Propaganda yapma işi.
propagandist is. Fr. propagandiste Tanıtıcı.
prosedür is. Fr. procedure Bir amaca ulaşmak için tutulan yol ve yöntem.
proses is. İng. process Süreç,
prospektüs is. (prospe'ktüs) Fr. prospectus Tanıtmalık, tarife.
prostat is. Fr. prostate 1. anat. Erkeklerde idrar torbasının altında bulunan, siyeğin başlangıç bölümünü çevreleyen ve' meni yapımında görev alan, iç salgı da salgılayan bez, kestanecik. 2. tıp Bu organda oluşan hastalık.
prostela is. (proste'lâ) Yun. Önlük.
prostelah sf. Önlüğü olan: "Prostelah Rum kızından bir şampanya alıp köşedeki bir koltuğa oturdu." -A. İlhan.
protaktinyum is. (protakti'nyum) Fr. protactinium kim. Atom numarası 91, atom ağırlığı. 231 olan, aktinit grubundan radyoaktif bir element (simgesi Pa).
protein is. Fr. proteine kim. Canlı hücrelerin ana maddesini oluşturan, genellikle sülfür, oksijen ve karbon öğeleri bulunan amino asit birleşiminden oluşmuş, Yumurta akı, et, süt vb. yiyeceklerde bulunan karmaşık yapılı doğal madde: "Hayvani protein alamayan yerlerde, bu yol ile fakir fukaraya et yedirebilmek imkânı hazırlanmıştır." -B. Felek.
→ protein yetersizliği
proteinli sf. Proteini olan: Proteinli besin.
proteinsiz sf. Proteini olmayan.
proteinsizlik, -ğî is. Proteinsiz olma durumu.
protein yetersizliği is. Yeterli protein alınmaması veya düşük kaliteli proteinlerin alınması sonucu ortaya çıkan, büyümeyi engelleyen, hastalıkların ağır seyretmesine yol açan, kan hücrelerinin yapımını geciktiren ve kansızlığa sebep olan dengesiz beslenme.
Protestan öz. is. Fr. protestant din b. 1. Hristiyanlıkta reform hareketi sonucu doğan mezhep: Protestan kilisesi. 2. Bu mezhebe bağlı olan kimse.
Protestanlık, -ğı öz. is. 1. Protestan olma durumu. 2. Anglikan, Lüterci, Kalvenci gibi türlü kollan içine alan, papanın dinî başkanlığını ve Katolik kurallarını tanımayan kilise birliği.
protesto is. (prote'sto) İt. protesto 1. Bir davranışı, bir düşünceyi, bir uygulamayı haksız, yersiz, gereksiz bularak karşı çıkma, kabul etmeme. 2. Herhangi bir davranışın haksız, yersiz, gereksiz görülerek onaylanmadığım bildiren resmî açıklama: "Efendiler, aynı günde muhtelif vesaitle şu protestoyu gönderdim." -Atatürk. 3. huk. Değerli evrak niteliğindeki borç senedinin ödenmemesi durumunda, özel bir biçime bağlı ve belli hukuki sonuçlar doğuran bildirim. protesto çekmek protesto yollamak, protesto etmek 1) itiraz etmek, reddetmek; 2) protesto yollamak.
protez is. Fr. prothese 1. Eksik bir organın yerini tutmak, bir orgamn sakatlığını örtmek amacıyla yapılan yapma organ veya parça: Diş protezi. 2. sf. Bu amaçla yapılıp kullanılan (organ). 3. dbl. Ön ses türemesi.
protezci is. Protez yapan kimse.
protezcilik, -ği is. Protez yapma işi.
protojin is. Fr. protogine jeol Gnays yapısında, genellikle Alp dağlarında rastlanan bir granit.
protokol, -lü is. Fr. protocole 1. Bir toplantı, oturum, soruşturma sonunda imzalanan belge. 2. Diplomatlar arasında yapılan anlaşma tutanağı. 3. Diplomatlıkta, devletler arasındaki ilişkilerde geçen yazışmalarda, resmî törenlerde, devlet başkanları ile onların temsilcileri arasmdaki görüşmelerde uygulanan kurallar. 4. Resmî ilişkilerde ve işlemlerde ciddiyet: "Bunun nedenini merak eder, ama nezaket ve protokol belası soramazdı." -H. Taner, protokole dâhil resmî törenlere katılma hakkı olan (kimse). protokolcü is. 1. Protokol işleriyle uğraşan kimse. 2. mec. Kurallara sıkı sıkıya bağlı olan kimse: "Pek protokolcü olduğu için yemek sessiz geçiyordu." -F. R. Atay.
proton is. Fr. proton kim. ve fiz. 1. Atom çekirdeğinde her biri (+1) pozitif elektrik yükü taşıyan tanecik. 2. Hidrojen atomunun çekirdeği.
protonema is. (protone'ma) Fr. protonema bot. Yosun sporlarının çimlenmesinden oluşan iplik biçimindeki organ.
protoplazma is. (protoplâ'zma) Fr. protoplasma biy. Yapı bakımından çekirdek ve sitoplazmadan oluşan, yan sıvı, saydam ve canlı hücrenin metabolizma olaylarının oluştuğu yer.
prototip is. (pro'totip) Fr. prototype İlk örnek, ilk tip.
prova is. (pro'va) İt. prova 1. Bir şeyin amacına uygun, istenilen düzeyde olup olmadığını anlamak için yapılan deneme. 2. Bir giysiye son biçimini vermeden önce giysiyi giyecek kişinin üzerinde yapılan düzeltme: ilk prova. 3. Yazar veya düzeltmen tarafından üstünde düzeltmeler yapılan basılı metin: "Gece yarısına kadar isli bir petrol lambasının ışığında gazetenin provalarını tashih ederdi." -R. N. Güntekin. prova etmek 1) bir giysiye son biçimini vermeden önce giysiyi giyecek kişinin üzerinde düzeltmek; 2) oyunu sahnelemek için önceden tekrarlamak, prova yapmak 1) gözden geçirmek; 2) oyunu sahnelemek için önceden denemek: "Hâlbuki onu odasına çekip de baş başa prova yaptığı zamanlarda pekâlâ kıvıracağa benziyordu." -T. Buğra.
providansiyalizm is. Fr. providentialismefel Kayracılık.
provizyon is. Fr. provision Bir çekin para olarak karşılığı.
provizyonsuz sf. Bankada karşılığı olmayan (çek).
provokasyon is. Fr. provocation Kışkırtma.
provokatör sf. Fr. provocateur Kışkırtıcı.
→ ajan provokatör
provoke sf. Fr. provoguer "Kışkırtmak" anlamındaki provoke etmek birleşik fiilinde kullanılır.
prozodi is. Fr. prosodie müz. Bir şiir bestesinde, hece vurgularının müzik vurgu ve yükselişleriyle iyice uyuşmuş olması ve bu yoldaki kuralların bütünü.
prömiyer is. Fr. premiere tiy. İlk gösteri.
Prusyalı öz. is. Almanya'nın Prusya bölgesinden olan kimse.
pruva is. (pru'va) İt. prova den. Geminin veya sandalın ön tarafı, baş bölümü: "Gök çakınca pruvadaki gemici: Oradalar! diye gösterdi." -Halikarnas Balıkçısı.
→ pruva hattı
pruva hattı is. den. Gemilerin birbirinin ardı sıra gitmek için aldıkları durum.