öz (I) is. 1. fel. Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, denin, varoluş karşıtı: "Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbını gezdirmişti." -H. Taner. 2. "Kendine, kendi kendini" anlamlarında birleşik kelimeler türeten bir söz: Öz eleştiri, öz geçmiş, özyönetim. 3. Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hülasa, zübde: Karaciğer özü. Meyve özü. Mısır özü. 4. Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça. 5. zm. Kendi, zat: "Bir od düştü yanar tatlı özüme /Dünya zindan görünüyor gözüme. " -Karacaoğlan. 6. mec. Bir şeyin temel öğesi, künh, zübde: "Ortalıktaki krizi sebep gösteriyorlar ama asıl kriz şirketin kendi özünde." -A. Gündüz. 7. bot. Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm, özü sözü bir düşündüğü gibi söyleyen veya davranan: "Özü sözü bir, yürekli bir kişi idi." -H. Taner.
→ öz bağışıklık, özbeöz, öz belirtim, öz beslenme, öz denetim, öz devim, öz devinim, özdeyiş, öz dışı, öz dikeni, öz direnç, öz eleştiri, özezer, öz geçmiş, öz güven, öz ısı, öz ışın, öz indükleme, öz itme, öz kedi balığıgiller, öz kesit, Öz odun, öz öğrenim, öz saygı, özsever, öz su, öz tahta, özveri, öz yapı, öz yaşam, öz yaşam öyküsü, öz yönetim, kaçık öz, bal özü, budak özü, diş Özü, mantar özü, mısır özü, odun özü
öz (II) sf 1. Kan bağı ile bağlı olan, üvey olmayan: "Çocuğun bu yalanı bir anda onu bana bir öz evlat sevgisiyle bağladı." -R. N. Güntekin. 2. İçine, anlığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, an.
→ öz kardeş
öz (III) is. hlk. 1. Dere, çay. 2. Sulak, verimli yer.
öz bağışıklık, -ğı is. tıp Bireyin, kendi vücudundan olan öğelere karşı antikor yapması.
Özbek öz. is. 1. Özbekistan Cumhuriyeti'nde yaşayan Türk soyundan bir halk ve bu halktan olan kimse. 2. sf. Özbeklere özgü olan, Özbeklerle ilgili olan.
→ Özbek pilavı
Özbekçe öz. is. (özbe'kçe) 1. Özbek Türkçesi. 2. sf. Bu Türkçeyk yazılmış olan.
Özbek pilavı is. Havuç, et, üzüm karıştırılarak yapılan pirinç pilavı.
öz belirtim is. Kendim yönetme hakkını belirleme.
özbeöz sf. (ö'zbeöz) Gerçek, öz (I): "Bu özbeöz İstanbul efendisi, makalelerim, romanlarım kendine özgü naif resimlerle süslerdi." -H. Taner.
özbeslenen sf. biy. Besinini bağımsız olarak sağlayan, inorganik azot, azotlu madde ve CO2'den protein ve karbonhidratların sentezini yapabilen (bitki), kendi beslek, ototrof.
öz beslenme is. biy. Besinini bağımsız olarak sağlama, inorganik azot, azotlu maddeler ve karbonhidratların sentezini yapabilme, ototrofı.
özcesi zf. (ö'zcesi) Özet olarak, kısacası, sözün özü, sözün kısası.
özdek, -ği is. 1. Duyularla algılanabilen, bölünebilen, ağırlığı olan nesne, madde. 2. Kullanılmaya, harcamaya uygun, taşınması kolay eşya, ayniyat. 3. iş yerlerinde eşya ve malzeme işleriyle ilgilenen bölüm, ayniyat. 4. fel. İnsanın çalışmasıyla bir amaç uğruna biçim verdiği veya yararlandığı doğal cisimler, nesneler.
özdekçi is. fel. Maddeci, materyalist.
→ tarihsel özdekçi
özdekçilik, -ği is. fel. Materyalizm.
→ canlı Özdekçilik, tarihsel özdekçilik
özdeksel sf. fel. Özdekle ilgili, özdek niteliğinde olan, maddi, materyalist, tinsel karşıtı: "Adıyla sanıyla, tarihsel olayları özdeksel açıdan değerlendirmek demektir." -N. Cumalı.
özden sf. 1. Özle, öz varlıkla, gerçekle ilgili. 2. İçten, candan, samimi: "Ama ne kadar özden, ne kadar inandırıcıydı bir bilseniz." -Y. Z. Ortaç. 3. is. anat. Timüs.
öz denetim is. psikol. Daha önemli bir amaca ulaşabilmek için kişinin tepkilerini, davranışlarını veya başka amaca yönelme eğilimini denetleyip kısıtlaması, otokontrol.
özdenlik, -ği is. 1. Özden olma durumu. 2. fel. Varlığı kendinden olma, kendi özüyle var olma durumu: Tanrı'nın özdenliği.
özdeş sf. 1. Her türlü nitelik bakımından eşit olan, ayırt edilmeyecek kadar benzer olan, aynı. 2. fel. Bir ve aynı olan, bir ve aynı anlama gelen. 3. mat. Kendinde özdeşlik bulunan, identik.
özdeşleme is. Özdeşlemek işi.
özdeşlemek (-i) Özdeş duruma getirmek.
özdeşleşme is. Özdeşleşmek işi.
özdeşleşmek (nsz) Özdeş duruma gelmek: "Bir tiyatro sanatçısı yaşamdan ne bekler? Birtakım kişiliklerin kalıbına girmek, onlarla özdeşleşmek, beğenilmek, alkışlanmak. " -H. Taner.
özdeşleştirme is. Özdeşleştirmek işi.
özdeşleştirmek (-i) Özdeş duruma getirmek.
özdeşlik, -ği is. 1. Aynılık. 2. fel. Değişen durumlarda aynı kalma, aynı olma. 3. mat. İki yanı birbirinin aynı olan veya harflerle verilen sayısal değerler ne olursa olsun iki yanı da sayıca eşit değerler alan eşitlik.
özdeştirme is. sos. Özdeştirmek işi veya durumu.
özdeştirmek (-i) Başka birinin ve bir grubun ölçülerini, beklentilerini benimsemek.
öz devim is. Endüstride, yönetim ve bilimsel işlerde insan aracılığı olmadan işlerin otomatik olarak yapılması, otomasyon.
öz devinim is. Bir alete otomatik bir işleyiş kazandırmak için gerekli olan düzen, otomatizm.
özdeyiş is. Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir ilkeyi kısa ve kesin bir biçimde anlatan, genellikle kim tarafından söylendiği bilinen özlü söz, vecize, kelamıkibar, aforizm: "Kitabındaki her bölümün başına seçkin düşünürlerin ve sanatçıların konuşma sanatına ilişkin özdeyişlerini koymuş." -H. Taner.
öz dışı sf.fel. Dışınlı.
öz dikeni is. bot. Dikenli, tırmanıcı ve kışın yapraklarını dökmeyen bir bitki (Smilax aspara).
öz direnç, -ci is. fiz. Her cismin elektrik akımına karşı gösterdiği direnç.
öze is. Bir türde, bir bireyde bulunan, aynı cinsten başka hiçbir türde veya bireyde rastlanılmayan, has: Gülmek insan türüne öze bir durumdur.
özek, -ği is. hîk. Bir şeyin çevreden aynı uzaklıkta olan yeri, merkez.
→ özek ağacı, özek demiri, Özek doku
özek ağacı is. Hayvanların çektiği arabalarda ön ve arka dingili birbirine bağlayan uzun tahta.
özek demiri is. Özek ağacını arabaya bağlayan demir.
özek doku is. biy. Selüloz çeperleri kalınlaşmış, odunlaşmamış olan, değişik görevler yapan hücrelerin oluşturduğu doku, parankima.
özel sf. 1. Yalnız bir kişiye, bir şeye ait veya ilişkin olan: "Kendisini özel olarak görmek istediğim söyledi." -F. R. Atay. 2. Bir kişiyi ilgilendiren veya kişiye ait olan, hususi, zatî: "Özel bir diyeceği varmış gibi koluma girdi sokakta." -N. Cumalı. 3. Devlete değil, kişiye ait olan, hususi, resmî karşıtı. 4. Dikkatle' değer, istisnai: Özel bir ilgi gösterdi. 5. Her zaman görülenden, olağandan farklı: Özel durumları da göz önüne alalım.
→ özel ad, özel af, özel dit, özel girişim, özel hayat, özel kesim, özel mülkiyet, özel okul, özel radyo, özel sayı, özel sektör, özel televizyon, özel teşebbüs, özel tiyatro, özel ulak, özel yaşam, kişiye özel
özel ad is, dbl. Tek varlığı bildiren ad: AH, Ayşe, Ankara, Sakarya, Kızılırmak gibi.
özel af, -ffı is. huk. Yaşlılık, hastalık vb. sebeplerle bir suçlunun cezasının kaldırılması.
özel dil is. Aynı meslekten olanların veya aynı iş alanında çalışanların kendi aralarında konuştukları dil: Balıkçı dili. Kalaycı dili.
öz eleştiri is. Bir kişinin kendi davranışları üzerine yönelttiği yargı, otokritik: îman öz eleştiri ile yanlışlarını düzeltebilir.
özel girişim is. tic. Özel sektör.
özel girişimci is. Özel girişimcilik yanlısı kimse veya görüş.
özel girişimcilik, -ği is. Ekonomik alanda özel girişimi tercih etme.
özel hayat is. Kişinin kendine özgü yaşayışı, yaşama tarzı kendisini ilgilendiren tutum ve davranışı, özel yaşam: Onun özel hayatı beni ilgilendirmez.
özelik, -ği is. fel. Herhangi bir durumu gösterebilme yeteneği.
özel kesim is. Resmî kesimden ayrı ve bağımsız çalışan grup.
özelleşme is. Özelleşmek işi.
özelleşmek (nsz) Özel bir duruma gelmek.
özelleştirilme is. Özelleştirilmek işi.
özelleştirilmek (nsz) Özelleştirme işi yapılmak.
özelleştirme is. 1. Özelleştirmek işi veya durumu. 2. Devlete ait taşınır, taşınmaz malların teklif alma ya da ihale yoluyla satışını yapma.
özelleştirmek (-i) 1. Bir şeyi özel duruma getirmek veya özel olarak kullanmak, kamulaştırmak karşıtı. 2. Kamu malını satarak özel duruma getirmek.
özellik, -ği is. Bir şeyin benzerlerinden veya başka şeylerden ayrılmasını sağlayan nitelik, hususiyet: "Her icadının kendine göre bir Özelliği oluyor." -H. Taner.
Özellikle zf. (özelli'kle) Özel olarak, her şeyden önce, başta, hele, bilhassa, hususuyla, bahusus, mahsus: "Eşiğinde bulunduğu delilik üzerine konuşmaktan özellikle zevk ahrmış." -H. Taner.
özel mülkiyet is. Kişinin sahip olduğu taşınır ve taşınmaz mal.
özel okul is. Devlet yönetiminden ayrı mülkiyeti kişiye veya bir özel kuruluşa ait eğitim öğretim yeri.
özel radyo is. Kişi veya kuruluşlara ait radyo istasyonu.
özel sayı is. Bir süreli yayının belli bir konuya ayrılmış sayısı: Türk Dili dergisinin buyılki özel sayısı çıktı.
özel sektör is. Ekonomi alanında özel kişilerin veya kuruluşların yaptığı işlerin bütünü, kamu kesimi dışında kalan iş alanı, özel girişim, özel teşebbüs, hür teşebbüs.
özel televizyon is. Kişi veya kuruluşlara ait televizyon kanalı.
özel teşebbüs is. Özel sektör.
özel tiyatro is. Kişi veya kuruluşlara ait tiyatro.
özel ulak, -ğı is. Geldiği postanede hiç bekletilmeden özel bir araç veya görevli ile yerine ulaştırılan (mektup, paket vb.), ekspres.
özel yaşam is. Özel hayat.
özeme is. Özemek işi veya durumu.
özemek (-i) hlk. Yoğurt, pekmez vb. koyu şeyleri suyla inceltmek, sulandırmak.
özen is. Bir işin elden geldiğince iyi olmasına çabalama, çekidüzen, özenme, itina, ihtimam: "Yenisini onlar özenle bileğime geçirdiler." -H. Taner, özen göstermek bir şeyi özenerek elden geldiğince iyi olmasına gayret ederek yapmak, itina etmek: "Çay bitmesin diye yudum yudum içmeye büyük özen gösterirler." -S. Birsel.
özenci sf. Amatör.
özene, -ci is. hlk 1. İstek. 2. İmrenme.
özendirilme is. Özendirilmek işi,
özendirilmek (nsz) Özendirme işi yapılmak.
özendirme is. 1. Özendirmek durumu, işi, teşvik. 2. Promosyon.
özendirmek (-i, -e) Özenmesini sağlamak, teşvik etmek.
özene bezene zf. Özen ile, itina ile: "Bir bebek yatağı hazırlar gibi özene bezene muslinlerle süslemiştim." -R. N. Güntekin.
özengen sf. Amatör.
özengenlik, -ği is. Özengen olma durumu, amatörlük.
özeni is. Özenme işi.
özenilme is. Özenilmek işi.
özenilmek (-e) Bir şeye özenti duyulmak: Böyle şeye özenilir mi?
özeniş is. Özenme işi veya biçimi.
özenli sf. 1. Özen gösterilerek yapılan (iş), itinalı. 2. Özenle çalışan (kimse).
özenme is. Özenmek işi, özen.
özenmek (-e) 1. Bir şeyi yaparken elden geldiğince iyi yapmaya çabalamak, bir şeye büyük dikkat ve ilgi göstermek, itina etmek: "Dünya güzelliği sendedir mevcut / Hususi Özenmiş yaratmış mabut." -Âşık Veysel. 2. Beğendiği şeye benzemeye çalışmak, yapmaya kalkışmak: "Biri hukuktan çıkar, hariciye memurluğuna göz diker; diğeri tıbbiyeyi bitirir, aktörlüğe özenir." -R. H, Karay. 3. (-e, -den) Birini veya bir şeyi taklit etmeye çalışmak, özenip bezenmek bir işi ayrıntılarına varıncaya değin büyük bir özenle ve titizlikle yapmak.
→ özene bezene
özensiz sf. 1. Gelişigüzel: "Onun yanında kendisini inanılmayacak kadar özensiz ve çirkin buluyordu." -A. İlhan. 2. Özenmeden, isteksizce iş yapan (kimse).
özensizlik, -ği is. Özensiz olma durumu, itinasızlık.
özenti is. Beğendiği bir durumda olma, beğendiği şeye benzeme çabası: "Taklit ve ozenti devri en çok bizde sürmüştür." -F. R. Atay.
özentici is. Birine veya bir şeye benzemeye çalışan kimse.
özenticilik, -ği is. Özentici olma durumu.
özentili sf. Özenti ile yapılan.
özentisiz sf. Özenti olmadan, özenti gösterilmeden, özenmeden yapılan.
özerk sf. Ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme yetkisi olan (kuruluş, devlet vb.), muhtar, otonom.
özerkleşme is. Özerkleşmek işi veya durumu.
özerkleşmek Özerk duruma gelmek.
özerkleştirme is. Özerkleştirmek işi veya durumu.
özerkleştirmek (-i) Özerk duruma getirmek, özerklik vermek.
özerklik, -ği is. 1. Bir topluluğun, bir kuruluşun ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme hakkı, muhtariyet, otonomi: Bilimsel özerklik. Üniversite özerkliği. 2. fel. Bir kişinin, bir topluluğun kendi uyacağı yasayı kendisinin koyması, yad erklik karşıtı: "Bu bayrak onun bir çeşit kendine güven ve özerklik bayrağıdır sanki." -H. Taner.
özet is. 1. Bir yazı veya sözün anlamını daha kısa ve özlü biçimde veren yazı veya söz, hülasa, fezleke: Romanın özeti. 2. sin. ve TV Filmin konusunu en kısa biçimde anlatan, bir senaryo çalışmasının ilk basamağı olan metin.
→ çıkış özeti, hesap özeti, yönetici özeti
özetleme is. Özetlemek işi.
özetlemek (-i) Bir yazı, konu, söz veya filmin içeriğini daha az sözle anlatmak, özünü vermek, kısaltmak, hülasa etmek,
özetlenme is. Özetlenmek işi.
özetlenmek (nsz) Özet durumuna getirilmek, hülasa edilmek.
özezer sf psikol. 1. Cinsel zevk almak için kendisine eziyet edilmesi gereken, eziyet çekerek cinsel zevk alan (sapık), mazoşist. 2. is. Özezerlik sapıncı gösteren kimse, mazoşist.
özezerlik, -ğî is. psikol. Fiziksel acı veya aşağilatıcı davranışlarla doyuma ulaşma biçiminde beliren cinsel sapkınlık, mazoşizm.
özge sf. Başka: "Güzel sever diye isnat ederler / Benim haktan özge sevdiğim mi var?" -Karacaoğlan.
özgeci is. Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına yararlı olmaya çalışan kimse, diğerkâm.
özgecil sf. Özgeci turumu olan: "Kadın erkeğe göre daha özgecil, sevmeye daha uygun bir yapıdadır."-O. Hançerlioğlu.
özgecilik, -ği is. Özgeci olma durumu, diğerkâmlık.
öz geçmiş is. Bir kimsenin doğumundan yaşadığı güne kadar geçirdiği belli başlı evreleri içeren yazı, hayat hikâyesi, yaşam öyküsü, biyografi, hâl tercümesi, tercümeihâl.
özgü sf. Birine, bir şeye ait olan, belli bir kimsede veya şeyde bulunan, has, mahsus: "Hepsi de halis sporculara özgü sevimli bir çocukluk ve candanlık içinde kocamışlardı." -H. Taner.
→ kendine özgü
özgül sf. Bir türle ilgili, bir türe ilişkin.
→ özgül ağırlık
özgül ağırlık, -ğı is. fiz. Bir cismin 1 cm3 hacmindeki parçasının ağırlığı.
özgüleme is. Özgülemek işi.
özgülemek (-i) Bir şey veya bir yeri birine, bir şeye ayırmak, vermek, hasretmek, tahsis etmek.
özgüllük, -ğü is. Özgül olma durumu.
özgülük, -ğü is. Özgü olma durumu, hasiyet.
özgün sf. 1. Yalnız kendine özgü bir nitelik taşıyan, orijinal: "Eskinin doğa ile uyuşan, özgün yapılarını yıkıp yerine yabancı, öykünme, yaratıcılıktan yoksun yapılar dikerek çirkinleştirdik." -N. Cumalı. 2. Bir buluş sonucu olan, nitelikleri bakımından benzerlerinden ayrı ve üstün olan: Özgün biçim. 3. Çeviri olmayan, asıl olan (metin).
özgünleşme is. Özgünleşmek işi.
özgünleşmek (nsz) Özgün duruma gelmek.
özgünleştirme is. Özgünleştirmek işi.
özgünleştirmek (-i) Özgün duruma getirmek.
özgünlük, -ğü is. Özgün olma durumu, orijinallik.
özgür sf. 1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya, şarta bağlı olmayan, serbest, hür: "Muallim Naci'den önceki çevirmenler de çok özgür bir çeviriden yarladırlar." -S. Birsel. 2. Yönetim bakımından yabancı bir gücün etkisi altında bulunmayan, başka bir yönetime bağlı olmayan, bağımsız, hür. (ulus, ülke). 3. Kendi kendine hareket etme, davranma, karar verme gücü olan. 4. Tutuklu olmayan, hür. 5. Başkasının kölesi olmayan, hür. 6. Siyasi bir güç tarafından denetlenmeyen, engellenmeyen: Özgür basın. Özgür girişim. 7. Toplumsal baskılara, özellikle görgü kurallarına boyun eğmeyen, tavır ve davranışlarında serbest olan.
özgürce zf. (özgü'rce) Özgür bir biçimde.
özgürleşme is. Özgürleşmek işi.
özgürleşmek (nsz) Özgür duruma gelmek.
özgürleştirme is. Özgürleştirmek işi.
özgürleştirmek (-i) Özgür olmasını sağlamak.
özgürlük, -ğü is. 1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti: "... her çeşit baskı, sanatın özgürlüğünü yok eder." -Y. N. Nayır. 2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet.
→ basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü
özgürlükçü is. Özgürlük yanlısı.
→ özgürlükçü demokrasi
Özgürlükçü demokrasi is. Bireylerin her türlü düşüncelerine saygı gösteren, yasak koymayan demokrasi biçimi.
özgürlükçülük, -ğü is. Özgürlükçü olma durumu,
öz güven is. İnsanın kendine güvenme duygusu.
öz ısı is. fiz. Isınma ısısı.
öz ışın is. bot. Ağaç gövdesinde yatay yönde besin iletimi yapan ve öz kesitte parıltılı görünen hücreler topluluğu.
öz indükleme is. fiz. Bir elektrik devresinde içinden geçtiği akımın değişmeleriyle oluşan indükleme.
öz itme is. İçine yerleştirilen öz itmeli düzenek yardımıyla otomatik olarak çalışma.
öz itmeli sf. Atmosferde veya uzayda otomatik olarak çalışan düzeneğinin iticiliğiyle hareket eden (cihaz vb.).
öz kardeş is. Ana babaları veya yalnız babaları bir olan kardeşlerden her biri.
öz kedi balığıgiller ç. is. zool. Köpek balıklarının örtülü omurgalılara giren bir familyası.
öz kesit is. Tomruğun boyu yönünden alınan ve özünden geçen kesit yüzeyi.
özlem is. Bir kimseyi veya bir şeyi görme, kavuşma- isteği, hasret, tahassür: "Nasıl doysun, yılların özlemini gideriyor." -A. İlhan, özlemini çekmek Arzulamak, çok özlemek, hasretini çekmek: "Mustafa Kemal Paşa, özlemini çektiği bir yuvaya kavuşmuştur." -H. Taner, özlemini duymak yürekten istemek, arzu etmek.
→ sıla özlemi
özleme is. Özlemek işi, iştiyak.
özlemek (-i) Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi, kavuşmayı istemek, göreceği gelmek: "Ben bütün hayatımda bu sadeliği özledim." -P. Safa.
özlemli sf. Özlemi olan, özleyen, hasretli,
özlenme is. Özlenmek işi.
özlenmek (nsz) Özleme işine konu olmak: "Ben özlenerek hatırlananlardan bahsediyorum." -P. Safa.
özlenti is. Özlem, hasret.
özlentili sf. Özlem taşıyan, özlem dolu: "Özlentili kalbinde bütün çizgileriyle..." -Y. K. Beyatlı.
özleşme is. 1. Özleşmek işi, anlaşma. 2. bot. Ağacın çoğunlukla öze yakın bölümlerinin artık öz su iletmemesi ve bunun sonucunda kuruyup sertleşmesi olayı.
özleşmek (nsz) 1. Öz durumuna veya özlü bir duruma gelmek. 2. Anlaşmak. 3. hlk. Tahıl olgunlaşmak.
özleştirme is. Özleştirmek işi, anlaştırma.
özleştirmeci is. db. Özleştirmecilik yanlısı olan kimse, tasfiyeci, pürist.
özleştirmecilik, -ği is. Bir dili yabancı öğelerden arıtarak an, katışıksız bir duruma getirmeyi ve kendi imkânlarıyla geliştirmeyi amaçlayan çalışma, tasfıyecilik, pürizm.
özleştirmek (-i) 1. Öz durumuna getirmek, özlü durum kazandırmak, arılaştırmak. 2. db. Özleştirmecilik yapmak.
özletme is. Özletmek işi.
özletmek (-i, -e) Özlemesine yol açmak.
özleyiş is. Özleme işi veya biçimi: "Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile / Bitmez bir özleyiştir ölümden beter bile." -Y. K. Beyatlı.
özlü sf 1. Özü olan, öz bölümü çokça olan: "Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle." - Y. K. Beyatlı. 2. Benliğinde, varlığında, yapısında herhangi bir nitelik bulunan: "Ben o kadar bedbaht, doğru özlü bir kadınım ki, beni sonra anlayacaksınız." -A. Gündüz. 3. Yapışkan, verimli (toprak). 4. Düşünceyi gereksiz söz kullanmadan bildiren: Özlü anlatım.
→ özlü çamur, Özlü söz, özlü un, bal özlü
özlü çamur is. Yapışkan çamur.
özlük, -ğü is. 1. Bir şeyin durumu, mahiyet. 2. Kişi, zat.
→ özlük hakkı, özlük işleri
özlük hakkı is. huk. Genel memur statüsü içinde kişinin, kanunların öngördüğü şekil ve şartlarla bağlı olduğu hakkı.
özlük işleri ç. is. huk. 1. Bir kuruluşta görevlilerin atanmalan, yükselmeleri ve emeklilikleri vb. kişisel işlemlerin bütünü. 2. Bu işleri yürüten bölüm, zat işleri.
özlü söz is. Gereksiz ayrıntılardan arınmış söz.
özlü un is. Hamuru yapışkan olan un.
özne is. dbl. 1. Bir cümlede bildirilen işi yapan, yüklemin bildirdiği durumu üzerine alan kimse veya şey, fail, süje: Çocuk uyudu. Çocuk henüz küçüktür cümlelerinde çocuk sözü öznedir, 2. fel. Bilinci, sezgisi, düş gücü olan, bazı filozoflara göre de dış dünyaya karşıt olan birey.
→ özne grubu, özne öbeği, dolaylı özne, ortak özne, pekiştirmeli özne, sözde özne
özne grubu is. dbl. Birden çok kelimeden oluşan ve cümlelerde bütünüyle özne görevinde bulunan sözler.
öznel sf. Özneye ilişkin olan, öznede oluşan, nesnelerin gerçeğine değil, bireyin düşünce ve duygularına dayanan, enfüsi, sübjektif, nesnel karşıtı.
öznelci is. fel. Öznelcilik yanlısı, öznelciliği benimseyen ve savunan kimse subjektivist.
öznelcilik, -ği is. fel. Bütün bilgilerin özneye ilişkin ve değer yargılarının bireysel, öznel olduğunu ileri süren öğreti, subjektivizm.
öznellik, -ği Öznel olma durumu, sübjektivite, nesnellik karşıtı.
özne öbeği is. dbl. Özneyle ilgili olarak kullanılan sözlerin bütünü.
öz odun is. biy. Olgunlaşan ağaç gövdesinin öze yakın bölümü.
öz öğrenim is. Kendi kendini yetiştirme işi.
öz öğrenimli sf. Bir okula gitmeden kendi kendini yetiştiren, otodidakt.
öz saygı is. İnsanın kendine duyduğu saygı onur, haysiyet, izzetinefis.
özsel sf. Öz ile ilgili.
özsever sf. psikol. Kendi benliğine bağlanan, hayran olan (kimse), narsist.
özseverlik, -ği is. psikol Kişinin kendi bedensel ve ruhsal benliğine karşı duyduğu hayranlık ve bağlılık, narsisizm.
öz su is. biy. 1. Bitki ve hayvan dokularında bulunan sıvı, usare: "Her yan öyle sessiz ki, insan kulak kesilse, dallara, yaprak uçlarına yürüyen öz suyun fısıltısını işitecek.'" -A. İlhan. 2. Salgı ile oluşan ve içinde enzimler bulunan organik sıvı: Mide öz suyu.
öz tahta is. Tomruğun özünden geçecek biçimde kesilerek alınan tahta.
özümleme is. 1. biy. Özümlemek işi, yapım, temessül, temsil, asimilasyon, anabolizma, yadımlama karşıtı. 2. mec. Edinilmiş olan bilgileri kendi öz malı durumuna getirme.
→ özümleme dokusu
özümleme dokusu is. biy. Bitkilerde, havadaki karbondioksidi karbonhidrata çeviren, genellikle yapraklarda bulunan doku.
özümlemek (-i) 1. biy. Canlı varlıklar, dışarıdan aldıkları besinleri, değişikliğe uğratarak yeni bir birleşimle, organizmanın gereksinme duyduğu maddeler durumuna getirmek, temsil etmek. 2. mec. Edinilmiş olan bilgileri bireyin öz malı durumuna getirmek: "Topraklar üzerinde gelmiş geçmiş eski insancıl kalıtım özümlemişti." -N. Cumalı.
özümlenme is. 1. biy. Besini özümlemek işi. 2. mec. Edinilen olan bilgilerin bireyin öz malı durumuna gelmesi.
özümlenmek (nsz) Özümleme işine konu olmak.
özümseme is. Özümsemek işi veya durumu.
özümsemek (-i) Özümlemek.
özümsenme is. Özümsenmek işi veya durumu.
özümsenmek (-i) Özümlenmek.
özümsetme is. Özümsetmek işi.
özümsetmek (-i) Özümseme işini yaptırmak.
özün erosluk, -ğu is. psikol. Kişinin kendi vücudu üzerinde cinsel etkinliklerde bulunma sapıncı, otoerotizm.
özünlü sf.fel. Bir şeyin aslında veya gerçeğinde olan, İlinekle ilgili olmayıp özde bulunan, deruni, zatî, dışınlı karşıtı.
özür, -zrü Ar. 'uzr 1. Bir kusurun, bir suçun elde olmadan yapıldığını ileri sürme veya bu kusurun hoş görülmesini gerektiren sebep, mazeret: "Harp tarihi bu saldırı için hiçbir özür bulamayacaktır." -F. R. Atay. 2. Sakatlık, bozukluk, eksiklik veya elverişsizlik: Bu evin birtakım özürleri var. Özrüm var, uzun yol yürüyemem. 3. Kusur, defo. özür dilemek 1) özrünü ileri sürerek bir işi yapmayı istememek, bir işten bağışlanmasını istemek: "Onları, ayakta bekleyenleri görünce özür diledi." -N. Araz. 2) yapuğı bir yanlıştan ötürü bağışlanmasını istemek: "Karyolasına ilişti, odası için özür dileyip dilememeyi düşündü." -P. Safa. özrü kabahatinden büyük bir suç veya kabahat için özür dilerken daha büyük suç işleyen kimseler için söylenen bir söz.
özürlü sf 1. Özrü olan. 2. Engelli. 3. Kusuru olan, defolu: Özürlü kumaş.
özürsüz sf. 1. Özrü olmayan. 2. zf. Özrü olmaksızın: Özürsüz geç kalanlar.
özüt is. 1. Ekstre. 2. kim. Bir maddenin herhangi bir yolla elde edilmiş olan özü.
özveren sf. Özverili.
özveri is. Bir amaç uğruna veya gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme, fedakârlık: "Özveri, kadında ille çocuk doğurmakla da başlamaz. " -H. Taner.
özverili sf. Özveri ile davranan, özverisi olan, özveren, fedakâr: "Bugün yaşıyorsam ben de hayatımı o doktorun özverili çalışmasına borçluyum." -N. Cumalı.
özverisiz sf. Özveri ile davranmayan, özverisi olmayan.
öz yapı is. Karakter.
öz yaşam is. Bir kişinin yalnız kendini ilgilendiren özel yaşamı.
→ öz yaşam öyküsü
öz yaşam öyküsü is. ed. Bir kişinin kendi yaşam öyküsü üzerine yazdığı yazı veya eser, hayat hikâyesi, otobiyografi.
öz yönetim is. Öğretim kuruluşlarında, öğrencilerin yönetmeliklere ve okul kurallarına göre söz ve karar sahibi olmaları ilkesine dayanan yönetim.