öykü is. 1. Ayrıntılarıyla anlatılan olay. 2. ed. Hikâye.
→ uzun öykü, öz yaşam öyküsü, yaşam öyküsü
öykücü is. Hikayeci: "Kentin bütün ozanları, öykücüleri oraya gelir akşamları." -Ç. Altan.
öykücülük, -ğü is. Hikâyecilik.
öyküleme is. ed. Tahkiye.
öykülemek (-i) ed. Tahkiye etmek.
öyküleştirme is. Öyküleştirmek işi.
öyküleştirmek (-i) Öykü durumuna getirmek.
öykünce is. ed. Fabl.
öykünme is. Öykünmek işi, taklit: "Gangster filmleri çoklukla gençler arasında öykünme isteği uyandırır." -N. Cumalı.
öykünmeci is. Öykünen, benzemeye çalışan, taklitçi kimse.
öykünmecilik, -ği is. Öykünmeci olma durumu.
öykünmek (-e) Birinin yaptığı gibi yapmak, birine veya bir şeye benzemeye çalışmak, taklit etmek: "Ölçümüz ve ölçütümüz, varsa yoksa Batı. Batı 'ya öykünüyoruz." -T. Dursun K.
öyle sf. 1. Onun gibi olan, ona benzer: "Ben öyle bir şey demedim." -R. H. Karay. 2. zf. O yolda, o biçimde, o tarzda: "... öyle tembel tembel salınışları, birdenbire öyle bir duruşları, arkalarına bir bakışları var ki, insanı çileden çıkarıyor." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. zf. O denli, o kadar, o derece: "Bugünlerde biraz üzüntü içindeysen de, kasavetlenmeyesin öyle." -O. C. Kaygılı. 4. ünl. İçinde "ne, nasıl" vb. sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğinde o cümlede anlatılan şeyin hoş karşılanmadığını veya ona şaşıldığmı anlatan bir söz: O ne biçim iş öyle! O nasıl hayvan öyle! öyle (yağma) yok! "öyle bir şey olmaz, öyle bir şey yapılmamalı" anlamlarında kullanılan bir söz. (birine) öyle gelmek sanmak, zannetmek: "Bana öyle gelirdi ki, çocuklar yalnız kışın büyürler." -S. F. Abasıyanık. öyle olsun peki, pekâlâ, öyle veya böyle ne olursa olsun, her hâlde, bu durumda: "Öyle veya böyle, bir amatör, bir heveskâr işte." -T. Buğra, öyle ya kuşkusuz, tabii, elbette. öyleyse o hâlde.
→ öyle öyle
öylece zf. (ö'ylece) 1. O biçimde, tam öyle: "Dudaklarının kenarını kırıştıran bir nefret duygusuyla öylece kaldı." -P. Safa. 2. Öylelikle.
öylelikle zf (öyleli'kle) Bu biçimde, en sonunda: Öylelikle güçlükler ortadan kalkar.
öylemesinez/ (ö'ylemesine) Öylesine.
öyle öyle zf. Böylece, yavaş yavaş.
öylesi sf. Ona benzer, onun gibi: "Bu otlakçıya canım kurban kardeşim! Bu herif öylesi değil ki!"-M. Ş. Esendal.
öylesine zf. (ö'ylesine) Aşırı bir biçimde, fazla, o kadar çok: "Göz öylesine alışır ki yeni yapılara, insan ne kadar kendini zorlasa, o boş arsanın nasıl olduğunu gözünün önüne getiremez." -N. Cumalı.