öt

öt is. anat. bk. öd (I).

ötanazi is. Fr. euthanasie Kendi ölümünü isteme hakkı.

öte is. 1. Konuşanın temel olarak aldığı bir şeyden daha uzak olan yer veya şey, mavera: "Köşklerin biraz ötesinde köy kulübelerine benzer derme çatma evler görülürdü." -R. E. Ünaydın. 2. Bir şeyin arkadan gelen bölümü: İşin ötesi kolay. 3. sf. Bulunulan yere göre karşı yanda olan: "Evimizin bir yanı bahçe, öte yanı sokaktı." -M. Ş. Esendal. 4. sf. Daha fazla, çok: "Güzel olduğu pek iddia edilmezdi ama, güzellikten de öte güçlü bir çekiciliği vardı." -H. Taner. ötesi var mı? daha diyecek var mı? "Hasta da olsalar yapmıyorum işte! Ötesi var mı? İşte başhekim, git söyle." -M. Ş. Esendal. filesi yok diyecek daha bîr şey yok: "Ötesi yok, bütün sinirlerim, iliklerim âşık oluverdi işte!" -A. Gündüz.

öteberi, öte gün, öte yandan, ötede beride, öteden beri, öteden beriden, ötesinde berisinde, öteye beriye, öteyi beriyi, enöte, günöte, yeröte, doğa Ötesi, fizik ötesi, kızıl ötesi, mor ötesi, ruh ötesi, sınır ötesi

öteberi is. Türlü, önemsiz, ufak tefek şeyler: "Çıkıp öteberi almaya çarşıya gittim." -R. H. Karay.

ötede beride zf. Çeşitli yerlerde, şurada burada: "Burun kanaması, diş kırılması, ötede beride ufak tefek sıyrıklar ve şişler..." -R. N. Güntekin.

öteden beri zf. Geçmişten bugüne kadar, başlangıçtan beri: "Olumlu olumsuz her yaptığımız üzerim, Batılıların dediklerine öteden beri gereğinden çok önem veririz." -N. Cumalı.

öteden beriden zf. Çeşitli yerlerden veya şeylerden, şundan bundan, şuradan buradan: "Öteden beriden susturmak isteyenler oldu." -M. Ş. Esendal.

öte gün zf. hlk. Geçen gün, yakın günlerden birinde.

öteki sf 1. Bilinenden, sözü edilenden ayrı, öbür, diğer: "Bu iki perdelik bir oyun imiş, bitince ötekini oynayacaklarmış!" -M. Ş. Esendal. 2. Sözü edilen veya benzer iki nesneden Önem ve konum bakımından uzakta olan.

öteki beriki

öteki beriki zm. Olur olmaz kimseler, şu bu: "Öteki berikine kefil olmayı bir nevi vazife telakki edermiş." -A. Ş. Hisar.

ötekileri zm. Ötede bulunanlar, diğerleri, başkaları.

ötekisi zm. Ötede bulunan, diğeri, başkası: Beriki sandalye kırık, ötekisini al.

öteleme is. 1. Ötelemek işi. 2./iz. Bir cismin, bütün noktalarının eşit, paralel ve yöndeş yollar çizmesiyle beliren hareketi, intikal.

ötelemek (-i) 1. Öteye götürmek. 2. Belli olmayan bir süre ertelemek.

ötelenme is. Öteleme.

ötesi berisi is. 1. Neyi varsa, bütün eşyaları. 2. Çeşitli yerleri veya şeyleri. 3. Tartışılacak, konuşulacak yanı: Bu işin ötesi berisi yok.

ötesinde berisinde zf. Çeşitli, dağınık yerlerde.

öte yandan zf. Diğer taraftan, başka bir yönden, karşılık olarak: "Öte yandan da bir siyasi grup, başka cinsten bir faaliyete geçmiş görünüyordu." -R. N. Güntekin.

öteye beriye zf. Çeşitli yerlere: "Gözleri ateşler saçarak telaşlı ve heyecanından çatlayacak gibi, öteye beriye gidip geliyordu." -A. Ş. Hisar.

öteyi beriyi is. Çeşitli yerleri: "Bütün gün yalnız çalıştıktan sonra, akşam gözleriyle öteyi beriyi arayarak eve geldi." -H. E. Adivar.

ötleğen is. zool. Çalı bülbülü.

çekirge ötleğeni

ötleğengiller ç. is. zool. Örnek hayvanı ötleğen olan ötücü kuşlar familyası.

ötleği is. hlk. Bir cins kartal.

ötme is. Ötmek işi.

ötmek, -er (nsz) 1. Kuş veya böcekler, değişik tonda ses çıkarmak: "Gelmiş o yaylanın baharı / öter bülbüller hoştur avazı." -Aşık Veysel. 2. Herhangi bir nesne sürekli ses çıkarmak. 3. Üflemeli çalgıların sesi çıkmak: Bu boru ötmüyor. 4. argo Anlamsız, boş konuşmak: "Onlar saçma sapan ötüp dururken, ben içimden şöyle düşünüyordum." -R. H. Karay. 5. argo Sarhoş kusmak.

ötre is. Arap harfli metinlerde bir ünsüzün o, ö, u, ü seslerinden biriyle okunacağını gösteren işaret.

öttürme is. Öttürmek işi.

öttürmek Ötmesini sağlamak veya ses çıkarttırmak: "Uyuma be Şahin Ağa, öttür şu zurnayı!"-O. C. Kaygılı.

ötücü sf. Güzel öten, ötüşü güzel olan.

ötücü kuşlar

ötücü kuşlar ç. is. zool. Kuşlar sınıfının geniş bir takımı.

ötücülük, -ğü is. Ötücü olma durumu.

ötümlü sf. dbî. Ciğerlerden gelen havanın ses yolundaki sivrilmiş ve gerilmiş kapalı bir engele çarpmasıyla oluşan, titreşimli ses veren, titreşimli, sürekli, yumuşak, tonlu, sedalı (ünsüz): b, c, d, g.

ötümlüleşme Ötümlüleşmek işi.

ötümlüleşmek (nsz) dbî. Kelimelerin son sesinde bulunan ötümsüz ünsüzler, ünlü ile başlayan bir ek aldığında ötümlü duruma gelmek: Ekmek-i > ekmeği; ağaç-a > ağaca; kanat-ı > kanadı; dip > dibi gibi.

ötümlülük, -ğü is. Ötümlü olma durumu.

ötümsüz sf dbl. Ciğerlerden gelen havanın ağız boşluğundaki tam kapalı veya yan kapalı engellere çarpmasıyla oluşan, titreşimsiz ses veren (ünsüz), titreşimsiz, süreksiz, tonsuz, sedasız: ç,f h, k, p, s, ş, t.

ötümsüzleşme is. Ötümsüzleşmek işi veya durumu.

ötümsüzleşmek (nsz) Ötümsüz duruma gelmek.

ötümsüzlük, -ğü is. Ötümsüz olma durumu.

ötürme is. Ötürmek işi veya durumu.

ötürmek (nsz) hlk. İshal olmak.

ötürü zf. Bir şeyden dolayı, bir şey yüzünden, naşi: "Sonunda biz bu hareketimizden ötürü on bir ay hapse mahkûm olduk." -S. F. Abasıyanık.

ötürük, -ğü is. hlk. İshal.

ötürüklü sf. ishalli, amel olmuş (insan veya hayvan).

Ötüş is. Ötme işi veya biçimi: "Oturmuş, ağustos böcekleriyle kurbağaların tatlı tatlı ötüşlerim dinliyorduk." -O. C. Kaygılı.

ötüşme is. Ötüşmek işi.

ötüşmek (nsz, -le) Birlikte veya karşılıklı ötmek: "Bir dakika evvel yaprakların arasında ötüşen kuşlar susuyor, gece oluyordu."-M. Ş.Esendal.