ökçe is. 1. Ayakkabı altının topuğa rastlayan yüksek bölümü, topuk: "Ökçesi yenmiş ayakkabıların üstünde çamurlu paçaları lime lime sarkıyordu." -Ö. Seyfettin. 2. Topuğun arka bölümü. 3. hlk. Saban demirinin geçtiği ağaç parçası.
→ ökçe çene, yumurta ökçe
ökçe çene is. Boru anahtarının kola bağlı olan setleri dışa dönük, hareketsiz çenesi.
ökçeli sf. Ökçesi olan veya ökçesi yüksek olan, topuklu: "Ayaklarında kalın ökçeli kauçuk pabuçlar. " -A. İlhan.
ökçesiz sf. Ökçesi olmayan (ayakkabı): "Ayaklarında kauçuk altlı, ökçesiz ayakkabılar var." -N. Cumalı.
öke is. Deha sahibi kimse, dâhi.
ökelik, -ği is. Öke olma durumu.
ökse is. Yun. 1. Ökse otu saplarından veya çoban püskülü kabuklarından çıkarılan yapışkan macun. 2. Bu macunla bulanarak kuş tutmakta kullanılan değnek: "Tepelere çıkıp kuşlara ökse kuralım." -A. Gündüz. 3. mec. Erkekleri kendine bağlamasını bilen alımlı kadın, ökseye basmak dikkatsizlik ederek zarara uğramak veya yanılmak.
→ ökse çubuğu, ökse kuşu, ökse otu
Ökse çubuğu is. Üzerine ökse sürülmüş değnek.
ökse kuşu is. zool. Saka kuşu.
ökseleme is. Ökselemek işi veya durumu.
ökselemek Ökse ile yakalamak.
ökseme is. Öksemek durumu.
öksemek (-i) hlk. Özlemek, göreceği gelmek, istemek.
ökse otu is. bot. Ökse otugillerden, elma, armut, ıhlamur, kiraz, erik vb. ağaçların dalları üzerinde asalak olarak yaşayan, üzüme benzer yemiş veren, saplarından ökse çıkarılan bitki, burç (II) (Viscum albüm).
ökse otugiller ç, is. bot. Taçsız iki çeneklilerden, ökse otu gibi ağaç dalları üzerinde asalak olarak yaşayan bitkileri içine alan bir familya.
öksürme is. Öksürmek işi.
öksürmek (nsz) 1. Solunum yollan zarlarının rahatsızlığı sebebiyle akciğerlerdeki havayı birdenbire ve gürültülü bir sesle dışarı vermek: "Efendim, çocuk durmaz, koşar, terler, öksürür." -B. Felek. 2. Öksürtücü bir hastalığa tutulmuş olmak: Çocuk öksürüyor, sokağa çıkarmamalı, öksürüp tıksırmak öksürmek.
öksürtme is. Öksürtmek işi.
öksürtmek (-i) Öksürmesini sağlamak.
öksürtücü is. Öksürten, öksürüğe yol açan şey.
öksürük, -ğü is. 1. Ciğerlerdeki havanın, solunum organlarının kasılması ve zorlanmasıyla ağızdan gürültü ile çıkması: "Trende herkes uyuyor, uzun bir öksürük silsilesi ve bazı iniltilerden başka ses yok." -H. E. Adıvar. 2. tıp Üşütme gibi bir sebeple ortaya çıkan göğüs hastalığı: "Sancılı bir öksürükle öksürerek ağlamaya başladım." -A. Gündüz, öksürük olmak öksürük hastalığına yakalanmak, öksürük tutmak sürekli ve şiddetli öksürmek.
→ öksürük otu, öksürük tıksırık, kuru öksürük
öksürüklü sf. 1. Öksürüğü olan, sürekli öksüren. 2. mec. Yaşlı ve hasta: "Ekseriyeti öksürüklü ise de, henüz rey verecek kadar kolunu oynatabilir." -F. R. Atay.
→ öksürüklü tıksırıklı
öksürüklü tıksırıklı sf. Sağlıksız, sağlığı bozuk.
öksürük otu is. bot. Gövdesi pullarla kaplı, san çiçekli, ekin tarlaları için zararlı, çok yıllık ve otsu bir bitki (Tussûago farfara).
öksürük tıksırık, -ğı is. Sık sık öksürme: "İnsana çok yorarmış, hem de öksürüğe tıksırığa birebirmiş." -O. C. Kaygılı.
öksürüş is. Öksürme işi veya biçimi,
öksüz sf. 1. Anası veya hem anası hem babası ölmüş olan (çocuk): "Nihayet iki saat uzakta bir köyde öksüz bir kız bulundu." -Ö. Seyfettin. 2. mec. Kimsesiz: "Ben hem öksüzüm hem yetimim hem de tam 23 saattir açım." -Y. K. Karaosmanoğlu. öksüz (veya öksüzler) anası, öksüz(veya öksüzler) babası yoksul ve kimsesiz olanları gözeten kadın veya erkek, öksüz kalmak 1) anası veya hem anası hem babası ölmüş olmak; 2) kimsesiz olmak: "O güne kadar yalnızlığımı pek o kadar duymamıştım, birden öksüz kaldım." -R. H. Karay.
→ öksüzdoyuran, öksüzsevindiren
öksüzdoyuran is. Çok büyük bardak, çanak ve bunların içindeki yiyecek ve içecek.
öksüzlük, -ğü is. 1. Öksüz olma durumu. 2. Kimsesizlik: "Deminki öksüzlük hâlim birden, acayip bir merakla dayanılmaz bir tecessüs hissine dönmüştü." -Y. K. Karaosmanoğlu.
öksüzsevindiren is. Değeri az, cicili bicili şey.
öküz is. 1. Çift sürmekte, kağnı çekmekte kullanılan, etinden yararlanılan, iğdiş edilmiş erkek sığır: "Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." -Ö. Seyfettin. 2. mec. Bön, görgüsüz, kaba, anlayışsız, yeteneksiz kimse. 3. argo Cıvalı zar. öküz gibi aptal, anlayışsız bir biçimde: "Usta şoför olsa tramvay fren yapınca bunu sezer, gelip öyle öküz gibi bindirmezdi." -H. Taner, öküz gibi bakmak karşısındakini rahatsız edercesine bakmak, öküz öldü, ortaklık bozuldu (veya bitti) iki ortak veya taraf arasındaki yakınlığın dayandığı sebep yok olduğunda bu yakınlık da çözülür, öküze boynuzu yük olmaz (veya ağır gelmez) tkz. insan kendi yakınlarını ve kendi işlerini yük saymaz, öküztin altında buzağı aramak olmayacak sebeplerle suç ve suçlu bulma çabasında olmak, öküzün trene baktığı gibi bakmak aptalca, hiçbir şey anlamadan bakmak.
→ öküz arabası, öküz balığı, öküzburnu, öküz damı, öküzdili, öküzgözü, öküz soğuğu, cennet öküzü, haymana öküzü, Tibet öküzü
öküz arabası is. Öküz koşulmuş araba: "Çeşmenin önünde birkaç öküz arabası ve bir dizi kağnı dinleniyor." -A. Gündüz, öküz arabası gibi çok yavaş.
öküz balığı is. zool. Dört kısa ayağı ve üst çenesinden aşağıya doğru sarkık iki büyük dişi olan, 6 m boyunda, foka benzer bir deniz memelisi (Trigia Iyra).
öküzburnu is. zool. Serçegillerden, gagası uzun ve çok kalın, eti yenir bir kuş (Calao).
öküz damı is. Öküz ahin.
öküzdili is. bot. Sığırdili.
öküzgözü is. bot. Birleşikgillerden, sarı renkte, papatyayı andırır bir çiçek ve onun bitkisi, sığırgözü, mastı çiçeği, arnika (Arnica montana).
öküzlük, -ğü is. 1. Budalalık, sersemlik. 2. Budalaca, sersemce iş.
öküz soğuğu is. Nisan ayında çıkan ve ortalama altı gün süren fırtına, sitteisevir.