öf

öf ünl. Usanç, bezginlik, tiksinti vb. duygular anlatan bir söz: Öf, ne kaba adam! Öf, ne pis koku!

öfke is. Engelleme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık, hışım, hiddet, gazap: "Eve gelinceye kadar hiç öfkesi kalmadı." -Ö. Seyfettin, öfke baldan tatlıdır öfkeye kapıldığında bağırıp çağırmak insanı rahatlatır, öfke ile kalkan ziyanla (veya zararla) oturur öfkesine kapılarak iş gören sonunda güç duruma düşer: "Hanım, dedi, yapmayın, öfke ile kalkan ziyanla oturur!" -O. C. Kaygılı. (birinin) öfke topuklarına çıkmak çok öfkelenmek, öfkesi kabarmak çok kızmak, sakinleşmişken yeniden öfkelenmek, tekrar sinirlenmek, (bîr kimseden) öfkesini çıkarmak (veya almak) öfkeli kişi haksız yere ilgisiz birine çatmak: "Evde önüne gelenin öfkesini kendisinden çıkarmasına alışıktı." -N. Cumalı. "Adamı pataklamadan bırakmazdım, pataklamadıkça öfkemi alamazdım." -R. H. Karay, öfkesini yenmek iradesini kullanarak öfkesini gidermek, öfkeye kapılmak çok sinirlenmek, kızmak, hiddetlenmek: "Siz gelin de böyle bir adamın herhangi bir öfkeye kapılacağını tahmin edin." -Y. K, Karaosmanoğlu.

öfkesi burnunda

öfkelendirme is. Öfkelendirmek işi.

öfkelendirmek (-i) Öfkelenmesine yol açmak, kızdırmak.

öfkeleniş is. Öfkelenme işi veya biçimi: "Bütün öfkelenişlerimde olduğu gibi mırıldanıyordu. " -T. Buğra.

öfkelenme is. Öfkelenmek işi: "Ne kadar enerjim varsa öfkelenmeler, giyinmeler, anlatmalarla tükettiğimden artık konuşamazdım zaten." -R. H. Karay.

öfkelenmek (-e) Öfkeli duruma düşmek, kızmak, hiddetlenmek: "Her şeyden alınıyorlar, her şeye öfkeleniyorlar." -Y. K. Karaosmanoğlu.

öfkeli sf Öfkelenmiş, kızgın, hiddetli: "Meydan okuyan öfkeli bekleyiş karşısında sustum. " -H. E. Adıvar.

öfkesi burnunda sf. Çok öfkeli (kimse): "... habire yenilmekte olduğu için zaten öfkesi burnunda bir altmış altı tiryakisi kahveyi zamanında getirmedi diye kızıp..." -H. Taner.

öfkesiz sf 1. Öfkelenmeyen. 2. Kızgın olmayan: "Öfkesiz bir sesle dedi M ..." -R. H. Karay.

öfkesizlik, -ği is. Öfkesiz olma durumu.