öd

öd (I) is. Safra, ödü bokuna karışmak kaba çok korkmak, ödü kopmak (veya patlamak) çok korkmak: Benim at sineği ile hamam böceğinden ödüm kopar." -Ö. Seyfettin, (birinin) ödünü koparmak (veya patlatmak) çok korkutmak.

öd dışı, öd kanalı, öd kesesi, sığırödü

öd (II) Ar. 'üd bot. 1. Öd ağacı. 2. Bu ağacın kıyılmış parçalarından yapılan tütsü.

öd ağacı, yalancı öd ağacı

öd ağacı is. bot. Dulaptal otugillerden, tropik bölgelerde yetişen, dinî törenlerde yakılan ve yanarken güzel koku veren, odunu ve kabuğu hoş kokulu bir ağaç (Aquilaria agallocha): "Mangalında ikide birde birtakım tütsüler, öd ağact, günlük, defne yaprağı yaktırır." -A. Ş. Hisar.

öd dışı sf.fel. Dışınlı.

ödem is. Fr. oedeme tıp Bazı hastalıklarda yüzde, ellerde, ayaklarda görülen iltihapsız şiş.

ödeme is. Ödemek işi, tediye.

ödeme emri, ödeme kartı, geri ödeme, ön ödeme, yan ödeme

ödeme emri is. tic. Ödemelerin yapılabilmesi için yetkili makamca verileri emir, tediye emri.

ödemek (-i) 1. Bir alışveriş ilişkisinde, borcu alacaklıya vermek, tediye etmek: "Borç varsa benimkidir, onu ödemek ve teşekkür etmek lazım." -R. H. Karay. 2. Bir alışverişte alınan şeyin karşılığını alacaklıya vermek. 3. Bedelini vererek bir zararı karşılamak, tazmin etmek. 4. Bir iş, bir kuruluş harcanan, yatırılan parayı çıkartmak, itfa ermek: Bu fabrika sermayesini beş yılda ödedi. 5. mec. Bir işin, bir görevin karşılığını vermek: "Bir gece de onunla kal. Bize yaptıklarım ödemiş olursun." -S. F. Abasıyanık. 6. mec. Bir şey karşısında fedakârlık etmek, bir şey elde etmek için özveride bulunmak.

ödeme kartı is. ekon. Banka kartı.

ödemeli sf 1. Değeri ödendikten sonra alıcıya verilecek olan: Ödemeli paket. 2. Karşı tarafça ödenmek şartıyla edilen (telefon) veya çekilen (telgraf). 3. zf. Değeri ödendikten sonra alıcıya verilmek şartıyla.

ön ödemeli

ödemli sf. Ödemi olan.

ödence is. huk. Tazminat.

ödence davası, bildirim ödencesi

ödence davası is. huk. Tazminat davası.

ödenek, -ği is. 1. Bir iş için ayrılan belli para, tahsisat. 2. Parlamento üyelerine, görevleri sebebiyle verilen, yolluk dışında kalan para. 3. huk. Devlet harcamalarının yapılabilmesi için, her yılın bütçesiyle yürütme organına verilen harcama izni.

ek ödenek, örtülü ödenek, makam ödeneği

ödenekli sf. 1. Ödeneği olan. 2. Belli dönemlerde devlet bütçesinden yardım veya belirli bir pay alan kişi, kuruluş: "Ödenekli tiyatroların tersine, hep elini Türk yazarlara uzattı." -H. Taner.

ödeneksiz sf. Ödeneği olmayan.

ödeneksizlik, -ği is, Ödeneksiz olma durumu.

ödeniş is. Ödenme işi veya biçimi.

ödenme is. Ödenmek işi.

ödenmek (nsz) Ödeme işine konu olmak: "Buğday, ot, deve ve tekmil hizmetler Suriye'de bütün harp müddeti altınla ödenmiştir." -T. R. Atay.

ödenti is. Aidat.

ödeşme is. Ödeşmek işi.

ödeşmek (nsz, -le) 1. Birbirine olan borçlan ödeyip alacak verecek bırakmamak. 2. Karşılık olarak benzer iş, hareket yapıp veya bir şey verip borçlu kalmamak: "İçinden, yarın paydosu biraz erken çalar, ödeşiriz, diye düşündü." -H. Taner.

ödetme is. Ödetmek işi.

ödetmek (-i, -e) Ödeme işini yaptırmak: "Şimdi Yusuf, işte o faturayı ödetiyordu." -T. Buğra.

ödev is. 1. Yapılması, yerine getirilmesi, insanlık duygusu, töre ve yasa bakımından gerekli olan iş veya davranış, vazife, vecibe: "Doktor da rahattır. Ödevini yapmıştır." -H. Taner. 2. Öğretmenin öğrencilere okul dışında yapmaları için verdiği çalışma, ödev bilmek (veya saymak) bir şey yapmayı kendisi için yerine getirilmesi zorunlu bir iş olarak kabul etmek, borç bilmek.

ödev bilgisi

ödev bilgisi is. Herhangi bir meslekte bulunanların birbirleriyle ve başkalarıyla olan işlerinde tutmaları gereken yollar ve yerine getirmek zorunda bulundukları ödevler üzerinde duran, bilgi, deontoloji.

ödevcil sf. ödevine bağlı olan, ödevlerini yerine getirmeyi seven, vazifeşinas.

ödevlendirilme is. Ödevlendirilmek işi veya durumu.

ödevlendirilmek (nsz) Ödevlendirme işine konu olmak.

ödevlendirme is. Ödevlendirmek işi veya durumu.

ödevlendirmek (-i) Birine ödev vermek.

ödevli sf. Ödev yüklenmiş, olan, vazifeli.

ödiyometre is. Fr. eudiometre kim. bk. odyometre.

öd kanalı is. anat. Karaciğer ve öd kesesi kanallarının birleşmesinden oluşan, safrayı bağırsağa veren kanal, koledok.

öd kesesi is. anat. Safra kesesi.

ödlek, -ği sf. Korkak, tabansız, yüreksiz: "Oda arkadaşım geceleri bir tavşan gibi ödlekti." -H. Taner.

Ödlekçe sf (ödle'kçe) 1. Ödleğe yaraşır, ödlek gibi. 2. zf. Ödleğe yaraşır bir biçimde.

ödleklik, -ği is. Ödlek olma durumu veya ödlekçe davranış.

ödül is. 1. Bir başarı karşılığında verilen armağan, mükâfat: "İki Nobel Edebiyat Ödülü Balkanlı yazarlara verildi." -H. Taner. 2. Bir iyiliğe karşılık olarak verilen armağan, mükâfat, ödül almak herhangi bir başarı karşısında armağana layık görülmek, ödül vermek ödüllendirmek.

ödüllendirilme is. Ödüllendirilmek işi.

ödüllendirilmek (nsz) Ödüllendirme işi yapılmak.

ödüllendirme is. Ödüllendirmek işi.

ödüllendirmek (-i) Bir başarıyı veya bir iyiliği ödülle değerlendirmek, mükâfatlandırmak.

ödün is. Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veya savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme, ivaz, taviz: "Kalabalığa verilen her ödün, verenleri kendi benliğinden, kişiliğinden uzaklaştırıyor," -N. Cumalı. ödün vermek ödünle uzlaşma sağlamak: "Yaşamı boyunca ekmek parası yüzünden olmayacak ödünler verdi." -H. Taner.

ödüncü is. Ödün veren, tavizci: "Yüze gülücülüğün at oynattığı bir aydınlar ortamında küsebilmek bile insanı ödüncülerden ayıran bir nitelik oluyor." -H. Taner.

ödünç, -cü is. İleride geri verilmek veya alınmak şartıyla alınan veya verilen şey. ödünç almak ödünçlemek: "Kısa ve uzun vadeli hiçbir ödünç alma imkânı yoktu." -F. R. Atay. ödünç vermek birine geri alınmak üzere mal, para, eşya vb. vermek.

ödünçleme is. Ödünçlemek işi, ariyet.

ödünçlemek (nsz) 1. Ödünç olarak alınmak. 2. dbl. Başka bir dilden söz almak, bütünüyle özümsemek.

ödünçlenme is. Ödünçlenmek işi.

ödünçlenmek (nsz) Ödünç alıp vermek.

ödünçleşme is. Ödünçleşmek işi.

ödünçleşmek (nsz) Karşılıklı ödünç alıp vermek.

öd ünleme is. 1. Ödünlemek işi, taviz. 2. psikol Engellenen ve doyurulmayan dilek, istek ve davranışların yarattığı tedirginliği, onların yerine geçebilecek başka dilek, istek ve davranışlarla giderme.

ödünlemek (-i) Ödünle karşılamak, taviz vermek.

ödünlü sf. 1. Ödün niteliğinde olan, ödün vererek yapılan, ivazlı. 2. Ödün veren (kimse).

ödünsüz sf. 1. Ödün niteliğinde olmayan, ödün vermeksizin yapılan, ivazsız. 2. .Ödün vermeyen (kimse).

ödünsüzlük, -ğü is. Ödünsüz olma durumu.

ödyometre is. (ödyome'tre) Fr. eudiometre kim. Kimyasal tepkimelerde gazların hacim değişmelerim ölçmeye yarayan araç.