ova is. Çevrelerine göre çukurda kalmış, çoğunlukla alüvyonla örtülü, eğimi az, akarsuların derine gömülmemiş olduğu, genellikle geniş veya dar düzlük, yazı: "Tabiatın kırlara, ovalara verdiği doyulmaz güzellikte bir parça var." -M. Ş. Esendal.
oval, -li sf. Fr. ovale 1. Yumurta biçiminde olan, yumurtamsı, sobe, beyzi. 2. mat. Kapalı, dışbükey ve uzunca bütün eğriler, özellikle elips gibi iki simetri ekseni olan (simetrik eğri).
ovalama is. Ovalamak işi: "Alnına ve şakaklarına soğuk su serperek başım ovalamaya devam etti." -P. Safa.
ovalamak (-i) 1. Ellerini bir şeye veya birbirine sürtmek: "Kocası okurken gözleriyle satırları takip ediyor, elleriyle boncuk çantasını ovalıyordu." -Ö. Seyfettin. 2. Sertçe ovmak: "Sert bir havlu ile vücudunu kızartıncaya kadar ovaladı." -H. Taner. 3. Ezmek veya ufak parçalara ayırmak.
ovalanma is. Ovalanmak işi.
ovalanmak (nsz) 1. Ovalama işine konu olmak. 2. Kendi kendini ovmak.
ovalatma is. Ovalatmak işi.
ovalatmak (-i, -e) Ovalama işini yaptırmak,
ovalı sf. Ovada yaşayan, ova halkından olan.
ovalık, -ği sf. Ovası olan, ovalarla kaplı: Ovalık memleket.
ovasız sf. Ovası olmayan.
ovdurma is. Ovdurmak işi.
ovdurmak (-i, -e) Ovma işini yaptırmak: "Başdoktor birkaç günden beri genç bir hasta bakıcı kızı odasına alarak ayaklarını ovduruyormuş." -R. N. Güntekin.
ovdurtma is. Ovdurtmak işi.
ovdurtmak (-i, -e) Ovdurma işini yaptırmak.
ovma is. Ovmak işi,
ovmaç, -cı is. hlk. 1. Hamuru ovalayarak yapılan kırıntılarla pişirilmiş çorba. 2. Taze tarhana.
ovmak, -ar 1. Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek: "Şakaklarını, bileklerim kolonya ile ovdum." -S. M. Alus. 2. Bir yere bir şeyi kuvvetle sürterek temizlemek: Tencereyi ovmak. Tahtaları ovmak.
ovogon is. Fr. oogone biy. Su yosunu, mantar gibi ilkel bitkilerde dişi cinslik hücresi.
→ ovogon dağarcığı
ovogon dağarcığı is. bot. Çiçeksiz bitkilerin çoğunda üreme organlarını barındıran boşluk.
ovolit is. Fr. oolithe jeol. İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker.
ovulma is. Ovulmak işi.
ovulmak Ovma işine konu olmak: "Tavanlar bir sabunla ovulmaktan parıl parıl parlıyor. " -Ö. Seyfettin.
ovunma is. Ovunmak işi.
ovunmak (nsz) Ovma işi yapılmak.
ovuşturma is. Ovuşturmak işi.
ovuşturmak (-i) 1. Bir şeyi bastırarak başka bir şey üzerinden geçirmek. 2. Eli birbirine sürtmek: "Ahmet kahveden içeri girerken ellerini ovuşturarak söyleniyordu." -B. Felek.