oğalamak (-i) bk. ovalamak.
Oğan öz. is. esk. Tanrı.
oğdurmak (-i, -e) bk. ovdurmak.
oğlak, -ğı is. Keçi yavrusu.
Oğlak öz. is. astr. Zodyak üzerinde Yay ile Kova arasında bulunan burcun adı, Cedi.
→ Oğlak dönencesi
Oğlak dönencesi is. astr. ve coğ. Güneşin 23 Aralıkta, öğleüzeri dimdik durduğu Ekvator'a göre açısal uzaklığı 23° 27' olan yer, kış dönencesi.
oğlaklama is. Oğlaklamak işi.
oğlaklamak Keçi, yavrulamak.
oğlan is. 1. Erkek çocuk: "Biraz sonra oğlan da doğrulup kızın karşısına geçti." -O. C. Kaygılı. 2. Yetişkin erkek: "Yakışıklı, erkek güzeli olmaya aday bir oğlandı." -T. Buğra. 3. İskambil kâğıtlarında genç erkek resimli kâğıt, bacak, vale. 4. Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden sapık erkek.
→ oğlanevi, keloğlan, Keloğlan, kız oğlan, kocaoğlan, acemi oğlanı, dil oğlanı, iç oğlanı, kapı oğlanı, kul oğlanı, şamar oğlanı
oğlancı is. kaba Eş cinsel.
oğlancık, -ğı is. Küçük oğlan çocuk.
oğlancılık, -ğı is. Oğlancı olma durumu, kulamparalık.
oğlanevi is. Evlilikte erkek tarafı, erkekevi: "Bir gün kız, bir gün oğlanevinde iki gün sürecekti düğün." -N. Cumalı.
oğmak, -ar (-i) bk. ovmak.
oğul, -ğlu is. 1. Erkek evlat: "Ertesi günü kardeşimin büyük oğlu geldi." -M. Ş. Esendal. 2. Bazı kelimelerin anlamını pekiştirmek için kullanılan bir söz: Hinoğluhin. 3. Bir ana arıyla birlikte kovandan ayrılan, yeni yetişmiş arı topluluğu: Oğul arısı. 4. ünl. Yaşlı kimselerin genç erkeklere söylediği bir seslenme sözü: "Bu su onu da devirir oğul!" -S. F. Abasıyanık. oğul çıkarmak bir kovan, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek, oğul vermek oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp ayrı bir kovana gitmek.
→ oğul balı, oğul otu, oğul uşak, oğul oğul, sütoğul, üvey oğul, âdemoğlu, amca oğlu, çapanoğlu, dayı oğlu, eloğlu, emmioğlu, emmi oğlu, hala oğlu, herifçioğlu, hinoğlu, insanoğlu, kişioğlu, köpekoğlu, köpoğlu, köroğlu, kuloğlu, ölmezoğlu, sultanoğlu, yokoğluyok
oğul balı is. 1. Oğul arılarının yaptığı bal. 2. mec. Bir büyük anneye veya büyük babaya göre oğuldan olan erkek torun.
oğulcuk, -ğu is. 1. Oğul sözünün sevgi bildiren küçültme veya okşama biçimi. 2. anat. Döllenmiş yumurtacığın gelişmeye başladığı andan dölüt olmasına kadar geçen süredeki adı, rüşeym, embriyo. 3. bot. Bitki tohumlarında bir kökçük ile bir filizcikten oluşan ana bölüm.
oğulduruk, -ğu is. hlk. Döl yatağı.
oğullanma is. Oğullanmak işi veya durumu.
oğullanmak (nsz) Arılar, oğul durumuna gelmek.
oğullu sf. Oğlu olan.
oğulluk, -ğu is. 1. Oğul olma durumu: Oğulluk görevini yerine getirmiyor. 2. hlk. Üvey oğul.
oğul oğul zf. Gruplar hâlinde, bölük bölük: "Böyle küme küme, böyle oğul oğul nerelerde toplanırdı bunlar?" -Y. K. Karaosmanoğlu.
oğul otu is. bot. Ballıbabagillerden, 20-150 cm yükseklikte, tıpta yapraklarından yararlanılan çok yıllık ve otsu bir bitki, kovan otu, melisa (Melissa offîcinalis).
oğulsuz sf. 1. Oğlu olmayan. 2. zf. Oğlu olmadan: "O, oğulsuz yaşardı da atsız yaşamazdı. " -Y. Kemal.
oğul uşak, -ğı is. Çocuklar ve torunlar: "Doksan yaşına kadar yaşamış, yokluk yüzü görmemiş, oğul uşak toplansa koca bir mahalle olacak kadar bereketlenmiş." -M. Ş. Esendal.
oğunmak bk. ovunmak.
oğuşturmak (-i) bk. ovuşturmak.
oğuz sf. hlk. İyi huylu (kimse).
Oğuz öz. is. XI. yüzyılda Harezm bölgesinde toplu olarak yaşayan ve daha sonra batıya doğru göç ederek bugünkü Türkmen, Azeri, Gagavuz ve Türkiye Türklerinin aslını oluşturan büyük bir Türk boyu.
Oğuzca öz. is. (oğu'zca) 1. Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Gagavuz yeri ile Balkanlar, Kırım ve İran'ın bazı bölgelerinde kullanılan Türkçeyi İçine alan Türk dili grubun ortak adı. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.