od

od is. esk. Ateş: "Yaz bahar ayında bir od verdiler / Yandım gittim ala karlı dağ iken." -Karacaoğlan. od yok ocak yok "çok yoksul" anlamında kullanılan bir söz.

oda is. 1. Evin veya herhangi bir yapının oturma, çalışma, yatma gibi işlere yarayan, banyo, salon, giriş vb. dışında kalan, bir veya birden fazla çıkışı olan bölmesi, göz: "Hâlâ kapısı aralık duran odaya doğru koştu." -S. F. Abasıyanık. 2. Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmî birlik: Sanayi odası. Ticaret odası. 3. tar. Yeniçeri kışlası.

odabaşı, oda hapsi, oda müziği, oda spreyi, art oda, karanlık oda, ön oda, arz odası, bekâr odası, bekleme odası, beslenme odası, çubuk odası, doğum odası, güneş odası, halk odası, kabul odası, köy odası, kurgu odası, makam odası, makine odası, makyaj odası, misafir odası, müzik odası, oturma odası, reji odası, rejisörlük odası, sanayi odası, sandık odası, satış işlem odası, satış odası, ticaret odası, yatak odası, yemek odası, yer odası, yük odası

odabaşı is. (oda'başı) 1. Hanlarda çalışan uşakların başı: "Hana gelinceye kadar planım kurmuştu. Odabaşı ile hemen hesabını kesti." -Ö. Seyfettin. 2. tar. Yeniçeri kuruluşunda görevi alaylarda selam törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay.

odacı is. Resmî kuruluşlarda, iş yerlerinde, temizlik ve getir götür işlerine bakan görevli, hizmetli, hademe, müstahdem: "Şişman odacı sahanlıkta bir daha gözüktü." -E. E. Talu.

odacık, -ğı is. Küçük oda: "Babadan kalma bu arsaya önce dört duvar örüp bir odacık yapıvermişti." -R. Enis.

odacılık, -ğı is. 1. Odacı olma durumu. 2. Odacının görevi, hademelik.

oda hapsi is. Askerî ceza hukukunda kabul edilmiş bir ceza türü.

odak, -ğı is.fiz. 1. Bir ışık veya ısı kaynağından yayılan ışınların toplandığı yer, mihrak. 2. mec. Herhangi bir düşüncede, nitelikte olan kimselerin kaynağı veya bîr şeyin toplandığı, yoğunlaştığı yer, mihrak.

odak noktası

odaklama is. Odaklamak işi.

odaklamak (-i) sin. ve TV İyi görüntü elde etmek, görüntüyü tam odak noktasına düşürmek için alıcı merceğini düzenlemek.

odaklanma is. Odaklanmak işi.

odaklanmak (-e) 1. Odaklama işine konu olmak. 2. mec. Belli bir noktada, yerde veya olguda toplanmak, odaklaşmak: Bütün sporseverler olimpiyat oyunlarına odaklandı.

odaklaşma is. Odaklaşmak durumu.

odaklaşmak (-e) 1. Bir ışık demeti veya elektron akışı bir noktada toplanmak. 2. mec. Odaklanmak. 3. mec. Odak durumuna gelmek.

odaklaştırma is.fiz. Odaklaştırmak işi.

odaklaştırmak (-i) fiz. 1. Bir ışık demetini veya elektron akışım bir noktaya toplamak. 2. mec. Odak durumuna getirmek.

odaklayıcı is. Alıcısının çalıştırılması sırasında odaklamayı gerçekleştiren alıcı yönetmeni yardımcısı.

odak noktası is. Bir merceğe paralel olarak gelen ışınların, mercekten geçip kırıldıktan sonra merceğin öte yanında birleştikleri nokta.

odalı sf. 1. Herhangi bir sayıda odası olan: "Bunlara Yenişehir'de, üç odalı bir ev de buldum."-M. Ş. Esendal. 2. is. tar. Topkapı Sarayı'nda oturan saray adamları.

odalık, -ğı is. esk. 1. Bir erkeğin nikâhsız olarak aldığı kadın: "Eskiden bu senin dediklerini yapanlara odalık denirdi." -B. Felek. 2. tar. Padişah, şehzade ve paşaların saraya alınan karavaşlar arasından seçtikleri kadın, ikbal: "Rahmetli bilmem ne paşanın odalığı imiş." -E. E. Talu.

oda müziği is. müz. Az sayıda çalgı için ve özel toplantılarda çalınmak amacıyla bestelenmiş müzik.

oda spreyi is. Havasız kalan veya havası ağırlaşan odalara güzel ve hoş koku veren bir sprey türü.

o denli zf. Çok.

odeon is. Fr. odeon Eski Yunan'da müzisyenlerin konser verdiği basamaklı yer.

oditoryum is. (oditryum) Fr. auditorium 1. Konserlere, konferanslara elverişli dinleme salonu. 2. Antik Roma'da halkın ozanlan dinlemek üzere toplandığı yer.

od ocak, -ğı is. Mal, mülk, maddi zenginlik: "Evi barkı, odu ocağı yerinde, parası cebindeydi. " -C. Uçuk.

odsuz sf. Ateşsiz.

odsuz ocaksız

odsuz ocaksız sf Çok yoksul, aç ve barınaksız: "Köysüz, odsuz ocaksız, sessiz yollarda birdenbire insanlar peyda oluyordu." -S. F. Abasıyanık.

odun is. 1. Yakılmak için kesilmiş, parçalanmış ağaç: "Sobada çıralar hemen alev almış, odunları da tutuşturmuştu." -T. Buğra. 2. sf. mec. Anlayışsız ve kaba (kimse), odun gibi anlayışsız, görgüsüz, kaba.

odun bilimi, odun kömürü, odun özü, odun sobası, dış odun, iç odun, olgun odun, öz odun, göbek odunu, meşe odunu

odun bilimi is. Odunun yapısını, fiziksel, mekanik ve kimyasal özelliklerini inceleyen bilim dalı, ksiloloji.

oduncu is. Odun kesen veya satan kimse: "Oduncunun gözü omçada, dilencinin gözü çömçede." -Atasözü.

oduncul is. Odunla beslenen böcek.

odunculuk, -ğu is. Odun kesme ve satma işi.

odun kömürü is. Odunun kömürleştirilmesiyle elde edilen, kalori değeri düşük kömür, mangal kömürü.

odunlaşma is. 1. bot. Bazı bitki hücrelerinde odun özü denilen bir kimyasal madde alarak odunsu bir duruma girmeleri olayı. 2. mec. Kabalaşma.

odunlaşmak (nsz) 1. Bitkiler odun durumuna gelmek. 2. mec. Kabalaşmak.

odunluk, -ğu is. 1. Odun konulan yer: "Aşağıda mutfak, yanında bir bulaşıkhane ile bir uşak odası, bir odunluk, bir kömürlük." -S. F. Abasıyanık. 2. sf. Odun durumuna getirilip yakılmaya elverişli (ağaç). 3. mec. Kabalık, anlayışsızlık.

odun özü is. bot. Bitkiye destek olan, besi suyunu taşıyan, odunda bulunan katı maddelerden her biri.

odun sobası is. . Sadece odun yakılmasına elverişli bir soba türü: "Bir hademe, kocaman odun sobasının önüne çömelmiş, bekliyordu." -T. Buğra.

odunsu sf. 1. Odunu andıran, oduna benzeyen, odun gibi, odunumsu. 2. mec. Kaba, iri, heybetli.

odunumsu sf. Odunsu: "Bekledi; odunumsu, bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir Arap bekledi." -M. N. Sepetçioğlu.

odyometre is. (odyome'tre) Fr. audiometre işitme organı ve sisteminin niteliklerini değerlendiren, işitmeyi ölçen araç.

odyovizüel sf. Fr. audio-visuel Görsel-işitsel.