oba is. 1. Göçebelerin konak yeri: "Yarın . daha gün ışımadan kovduracağım onları obadan." -Y. Kemal. 2. Bu yerde konaklayan göçebe halk veya aile: "Dayısı, amcası dâhil, obadan, oymaktan kimse dünür gitmeye gönüllü değildir." -T. Buğra. 3. Genellikle bölmeli göçebe çadırı.
→ obabaşı
obabaşı is. Obanın başı olan kimse.
obartı is. bk. abartı.
obartmak (-i) bk. abartmak.
obelisk is. Fr. obelisque Dikili taş.
oberj is. Fr. auberge Şehir merkezinin dışında sade, basit kurulmuş konaklama yeri.
obez sf. İng. obese Çok şişman.
obezite is. İng. obesity Çok şişmanlık.
obje is. Fr. objet Nesne: "Şimdi bunlar sırf müzelik birer obje olarak duruyorlar." -H. Taner.
objektif sf. Fr. objectif 1. Nesnel: "Olayları elden geldiğince objektif bir şekilde vermeye özen gösterirdi." -H. Taner. 2. is. fiz. Fotoğraf makinesi, mikroskop, dürbün vb. optik aletlerle cisimlerden gelen ışınları alıp ekran üzerine yansıtan mercek veya mercek sistemi: "Örtümün aralığında objektifin bebeksiz gözü bakıyor." -F. R. Atay. objektif olmak 1) nesnel olmak; 2) tarafsız davranmak.
→ balıkgözü objektif
objektiflik, -ği is. Nesnellik.
objektivist is. Fr. objectivistefel. Nesnelci.
objektivite is. Fr. objectivite Nesnellik: "Objektiviteyi yitirince belgesel piyes yazmanın âlemi yoktu." -H. Taner.
objektivizm is. Fr. objectivisme fel. Nesnelcilik.
obruk, -ğu sf 1. fiz. İçbükey. 2. Çok yemek yiyen, çok iştahlı. 3. is. İçinde su biriken çukur yer, doğal kuyu.
obruklu sf. Obruğu olan: "Sadece Vedia ile evlenmeleri bile yılanlı, timsahlı, obruklu koskoca bir bataklığı geçişe benzerdi." -T. Buğra.
observatuvar is. Fr. observatoire astr. Gözlemevi.
obstrüksiyon is. Fr. obstruction Engelleme.
o bu zm. Bazı kimseler ve nesneler.
obua is. (o'bua) Fr. hautbois müz. Orkestrada yer alan çift kamışlı, tahtadan yapılmış üflemeli çalgı.
obuacı is. Obua çalan kimse.
obur sf. Gereğinden çok yemek yiyen, doymak bilmeyen (kimse): "Kendi derecesinde olmamakla beraber o da hatırı sayılan oburlardan." -R. N. Güntekin.
→ etobur
oburca zf. (obu'rca) 1. Doymak bilmez bir biçimde, oburcasma. 2. Gereğinden çok, oburcasına.
oburcasına zf (oburca'sına) Oburca: "Yaşamaya, hayattan kâm almaya oburcasına koşarım. " -R. H. Karay.
oburlaşma is. Oburlaşmak işi.
oburlaşmak (nsz) Obur duruma gelmek: "Günde dört defa yiyecek şekilde oburlaştım." -A. Gündüz.
oburluk, -ğu is. Obur olma durumu: "Tekaüt olduktan sonra doktorlara inat oburluğa, nargileye bir nihayet vermemişti." -Ö. Seyfettin.
obüs is. Fr. obüs Yüksek ve alçaktan mermi atabilen kısa namlulu top.