no

No. bk. Nu.

No kim. Nobelyum elementinin simgesi.

nobelyum is. Fr. nobelium kim. Atom numarası 102 olan radyoaktif element (simgesi No).

nobran sf. Far. nev-berân Davranışı kaba, sert ve gönül kırıcı olan, nadan: "Kadın, seni sevmiş de konuşuyor oğlum, öyle nobran olma." -S. F. Abasıyanık.

nobranca sf. (nobra'nca) 1. Kaba, sert, kırıcı. 2. zf Kaba, sert, kırıcı bir biçimde.

nobranlık, -ğı is. Nobran olma durumu veya nobranca davranış.

nodul is. Yun. hlk. Hayvanın yürüyüşünü hızlandırmak için üvendirenin ucuna çakılmış sivri demir çivi.

nodullama is. Nodullamak işi.

nodullamak (-i) hlk. 1. Hayvanı üvendire ile dürtmek. 2. mec. Dürtmek, uyarmak, hatırlatmak.

nodullanma is. Nodullanmak işi.

nodullanmak (nsz) Nodullama işine konu olmak.

Noel öz. is. Fr. Noel Hristiyanlarm her yıl 25 Aralıkta Hz. İsa'nın doğum gününü kutladıkları yortu: "Bizim çocukluğumuzda Noel ve yılbaşı gâvur bayramları idi." -H. Taner.

Noel ağacı, Noel baba

Noel ağacı is. 1. Noel yortusunda Hristiyanlarm mumlarla ve oyuncaklarla süsledikleri küçük çam ağacı. 2. den. Gemilerde çeşitli anlamlar taşıyan ışıklı işaretlerin topluca sıralandığı direk.

Noel baba is. Hristiyanlarca Noel gecesi gelip çocuklara armağan dağıttığına inanılan, ak sakallı masal ve efsane kahramanı.

Nogay öz. is. 1. Altm Ordu devleti başbuğlarından biri olan Nogay'ın yönetimindeki Kıpçaklar. 2. Bugün Kuzey Kafkasya'da yaşayan bir Türk boyunun adı.

Nogayca öz. is. (noga'yca) 1. Nogay dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

nohudi is. (nohu:di:) Far. nohüd + Ar. -i 1. Kirli veya donuk sarı renk. 2. sf. Bu renkte olan: "Üstünde daima saz rengi, hardal rengi... nohudi renklerde veya bunları andıran bir renkte bir esvabı... vardı." -A. Ş. Hisar.

nohut, -du is. Far. nohüd bot. 1. Baklagillerden, Anayurdu Akdeniz kıyılan olan, birleşik telek yapraklı, çiçekleri sarımtırak renkte, tanesi baklamsı, bol nişastalı bir bitki (Cicer arietinum). 2. Bu bitkinin yuvarlak tanesi, nohut oda, bakla sofa bir evin küçüklüğünü ve darlığını anlatmak için söylenen bir söz: "Nohut oda, bakla sofa, bizim de evimiz olacak, diye mırıldandı." -H. Taner.

nohutlu sf. İçine nohut katılmış (yiyecek): Nohutlu pilav.

nohutsu sf. Nohudu andıran, nohuda benzeyen, nohut gibi.

nohutsuz sf. Nohudu olmayan.

nokra is. Ar. nukra Büveleğin sebep olduğu, genellikle davar ve sığırlarda, seyrek olarak insanlarda rastlanan, ortası delik şişkinliklerle tanınan hastalık.

noksan is. Ar. nukşün Eksik, eksiklik, kusur: "O, noksanını bilgi ve akıl ile gidermesini bilir." -R. H. Karay, noksan bulmak beğenmemek, uygun bulmamak: "Eniştem zaten bizim terbiye ve tahsilimizi birçok bakımdan noksan bulurdu." -A. Ş. Hisar.

noksanlık, -ğı is. Noksan olma durumu, eksiklik.

noksansız sf 1. Eksiksiz: "Uysal, belli belirsiz mahzun, böylece de analığıyla, yarlik ve eşliği ile noksansız bir kadınlık özlediğini sezdirten bir mizaç..." -T. Buğra. 2. zf. Eksiksiz bir biçimde.

nokta is. Ar. nukta 1. Çok küçük boyutlarda işaret, benek. 2. Bazı harflerin üzerine konulan ufak işaret. 3. Yer: "Köşkten çıktık ve bahçenin her noktasını uzun uzun durup konuşarak dolaştık." -A. Haşim. 4. Konu, konu ile ilgili önemli bölüm: "Genç adam, o noktada alaka uyandırıcı bir şey keşfetmiş gibiydi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 5. Nöbetçi bulunan yer: Orada polis noktası var. 6. Nöbetçi, gözcü, bekçi: "O yokuşun başındaki küçücük karakolun her gece çıkardığı noktayı unutuyorsunuz." -Ö. Seyfettin. 7. mec. Sınır, derece, radde: Savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada... 8. dbl. Cümlenin bittiğini anlatmak için sonuna konulan, küçük benek biçimindeki noktalama işareti (.). 9. mat. Hiçbir boyutu olmayan işaret. 10. sp. Orta nokta, nokta koymak 1) gereken yerde nokta işaretini kullanmak; 2) mec. bir işi bitirmek, tamamlamak; 3) mec. son noktayı koymak.

noktainazar, nokta memuru, nokta nokta, noktası noktasına, başnokta, iki nokta, kırmızı nokta, kör nokta, maddesel nokta, orta nokta, ölü nokta, üç nokta, bahar noktası, başlangıç noktası, başucu noktası, boğumlanma noktası, buharlaşma noktası, can noktası, çıkış noktası, dayanak noktası, denetim noktası, doğu noktası, donma noktası, doruk noktası, doyma noktası, doyum noktası, dönüm noktası, düğüm noktası, ergime noktası, güney noktası, güz noktası, hareket noktası, izabe noktası, kavrama noktası, kaynama noktası, kerteriz noktası, kilit noktası, kuzey noktası, nirengi noktası, odak noktası, penaltı noktası, polis noktası, püf noktası, santra noktası

noktacı is. Noktacılıkla ilgili, noktacılığı uygulayan kimse.

noktacılık, -ğı is. Resimde tonların bölünmesini yan yana renkli noktalarla göstererek ışığın titreşimini daha iyi yansıtmak isteyen sanat anlayışı.

noktainazar is. (nokta'inazar) Ar. nukta + nazar esk. Görüş, görüş açısı, noktainazardan herhangi bir bakımdan.

noktalama is. 1. Noktalamak işi. 2. sin. ve TV Bir filmin çekim, sahne, ayrım, bölüm vb. parçalarını birbirinden ayırmakta kullanılan işlemlerin bütünü.

noktalama işareti

noktalama işareti is. dbl. Noktalama işaretleri.

noktalama işaretleri ç. is. dbl. Cümle veya yan cümledeki türlü öğeleri birbirinden ayırmaya yarayan, nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta, üç nokta, soru İşareti, ünlem işareti, parantez vb. işaretler.

noktalamak (-i) 1. Nokta koymak. 2. Yazıda noktalama işaretlerini yerli yerine koymak: Yazınızı iyi noktalamadınız. 3. mec. Sona erdirmek, bitirmek: "Tartışmayı kendisi noktalamak istiyordu." -T. Buğra.

noktalanma is. Noktalanmak işi.

noktalanmak (nsz) Noktalama işi yapılmak.

noktalayış is. Noktalama işi veya biçimi.

noktalı sf. Nokta konmuş olan, üstünde noktalar olan: Kırmızı noktalı basma.

noktalı delik, noktalı virgül

noktalı delik, -ği is. biy. Trakeit hücreleri ile Öz ışınların kesişme noktalarında bulunan ve yatay yönde besin suyu iletimini sağlayan geçiş yolu.

noktalı virgül is. dbl. Bağımsız fakat mantık açısından birbirini bütünleyen cümleleri bağlayan noktalama işaretinin adı (;).

nokta memuru is. Kavşaklarda durup trafik akışını düzenleyen görevli: "Nokta memuru otomobilin hızını yedi buçuk, müfettiş on üç olarak iddia ediyorlardı." -M. Ş. Esendal.

nokta nokta zf Hafif hafif, belli belirsiz: "Allı gelin pullu gelin has gelin / Ayağını nokta nokta bas gelin." -Halk türküsü.

noktası noktasına zf Eksiksiz olarak, tastamam bir biçimde: "Oynamadığımız budalalık komedisinin son perdesini -sanki kapanmış gibi- noktası noktasına hatırlıyorum."-Ö. Seyfettin.

noktasız sf. Noktası olmayan.

nom is. tar. Eski Mısır'da şehir devleti.

nominal, -li sf. Fr. nominal Ad belirtilerek yapılan,

nominal değer

nominal değer is. ekon. Hisse senedi, tahvil vb. için üzerinde belirtilmiş değer.

nominalizm is. Fr. nominalisme fel. Adcılık.

nominatif is. Fr. nominatif dbl. Yalın durum.

nomografi is. Fr. nomographie Sayısal hesaplar yerine, başka çizgilerle kesim noktaları çözümleri veren, uygun biçimde çizilmiş çizgi veya grafiklerden yararlanmaya dayanan yöntem.

nonfigüratif sf. (no 'nfiguratif) Fr. non-figuratif İnsanı, hayvan ve tabiat öğelerini işlemeyen (sanat), betisiz (sanat).

nonoş is. 1. Sevgi sözü. 2. argo Homoseksüel erkek.

non-stop sf. İng. non-stop bk. duraksız.

norm is. Fr. norme fel. Kural olarak benimsenmiş, yerleşmiş İlke veya kanuna uygun durum, düzgü: Norma göre yapılmış eser.

normal, -li sf. Fr. normal 1. Kurala uygun, alışılagelen, olağan, düzgülü, aşırılığı olmayan, uygun: "Atatürk'ün normal zamanlarda insana okşamak arzusu veren ipek gibi saçları, birdenbire yelelenirdi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. is. .Aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama, ortalama durum. 3. is. mat. Bir eğrinin bir teğetine değme noktasından çizilen dikme.

normalaltı, normal fiyat, normalüstü

normalaltı is. mat. Bir eğriye ilişkin normalin, bir doğruyu kestiği nokta ile normalin ayağı arasındaki parçanın o doğru üzerindeki iz düşümü.

normal fiyat is. ekon. Maliyet fiyatı.

normalleşme is. Normalleşmek işi.

normalleşmek (nsz) Normal duruma gelmek, normal olmak.

normalleştirme is. Normalleştirmek işi.

normalleştirmek (-i) Normal duruma getirmek.

nornıallik, -ği is. Normal olma durumu.

normalüstü sf. Olağan dışı.

normatif sf. Fr. normatif fel. Bir kural değerini, gücünü taşıyan, norma ilişkin, düzgüsel: Normatif dil bilgisi.

norton eleği is. Zımpara taneciklerinin büyüklüklerini saptama ve birbirlerinden ayırma işinde kullanılan elekler grubu.

Norveççe öz. is. (no'rveççe) 1. Norveç dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

Norveçli öz. is. (no'rveçli) Norveç halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.

nostalji is. Fr. nostalgie 1. Geçmişe duyulan aşırı özlem: "Geçmişi özlemle, nostalji ile ananı ise nedense daha bir doğal karşılarlar. " -H. Taner. 2. Yurt özlemi.

nostaljik, -ği sf Fr. nostalgique Yurt özlemiyle İlgili.

nosyon is. Fr. notionfel. Kavram.

not is. Fr. note 1. Bir şeyi hatırlamak için yazılan kısa yazı: "Kitaplardan birinin kenarına bir not yazmışsın." -R. N. Güntekin. 2. Okullarda öğrencinin dersle ilgili bilgi ve beceri düzeyini göstermek üzere öğretmenlerce verilen sayı, derece. 3. mec. Bir şeyin niteliği üzerine edinilen kanı. not almak 1) biri konuşurken onun söylediklerini yazmak: "Not alıyorum, Türkçeye mısra mısra hemen tercüme ediyorum." -R. H. Karay. 2) bir şeyi başlıca noktalarını özetleyerek yazmak; 3) öğrenci, iyi veya kötü numara, derece almak; 4) bir şeyin niteliğiyle ilgili bir karar verilmek, not atmak öğretmen, öğrencinin çalışma durumunu not vererek değerlendirmek, not düşmek not yazmak: "Cevdet Paşa tezkeresine şöyle bir not düşmek zorunda kalır." -S. Birsel, not etmek not olarak yazmak, kaydetmek: Bunu not edin de, unutmayın, not kırmak 1) verilen notu düşürmek, azaltmak; 2) az not vermek. not tutmak biri söz söylerken başkası onun söylediklerini yazmak, not vermek 1) bir şeyin değeri üzerinde olumlu veya olumsuz bir kanıya varmak; 2) Öğrencinin bilgisini bir sayı veya derece ile belirlemek, (birinin) notunu (veya numarasını) vermek bir kimse için kötü bir kanıya varmak.

dipnot

nota is. (no'ta) İt. nota 1. müz. Bir müzik sesini belirtmeye yarayan işaret: "Saz sesleri bazen aynı notaları, ruhumuza mıhlanmak istenen bir altın çiviye vurulan darbeler gibi tekrar ederdi." -A. Ş. Hisar. 2. Bir devletin başka bir devlete politik sorunlarla ilgili olarak yolladığı uyarı yazısı, muhtıra: "Bu notaya verdiğim kısa bir cevapta, Mudanya Konferansını kabul ettiğimi bildirdim." -Atatürk.

notalama is. müz. 1. Notalamak işi. 2. Seslerin ve icranın İşaretleri olarak belirlenen şekiller bütünü.

notalamak (-i) müz. Bir eseri notaya almak.

notam is. Fr. notam ask. Havacılar ve pilotlar için yayımlanan bülten.

noter is. Fr. notaire huk. 1. Çeşitli belge ve işlemlere geçerlik kazandırmak, yasanın öngördüğü diğer görevleri yerine getirmekle yükümlü, belli nitelikleri ve kendine özgü bir hukuk statüsü olan kamu görevlisi, kâtibiadil: "Notere işi düşen insanlara yardım etmeyi pek güzel bilirdi." -M. Ş. Esendal. 2. Bu görevlinin çalıştığı yer, noterlik.

noterlik, -ği is. 1. Noterin görevi veya makamı. 2. Noter.

notlandırma is. Notlandırmak işi.

notlandırmak (-i) Not vermek.

nova is. Lat. astr. Parlaklığı birdenbire artan, değişen yıldız.