bk. mı / mi,

mübadele is. (müba:dele) Ar. mübadele esk. Değişme, değiş tokuş, mübadele etmek değiş tokuş etmek.

mübadil sf. (müba:dil) Ar. mubüdil esk. 1. Başkasının yerine getirilmiş, mübadele edilmiş. 2. is. Lozan Antlaşması'na göre, Türkiye'de, İstanbul dışında oturan Rumlarla değiştirilerek Batı Trakya dışındaki Yunanistan'dan getirilen Türkler: Bir mübadil kafilesi.

mübah sf. (mübaıh) Ar. mubah 1, din b. Dinî bakımdan yapılmasında sakınca olmayan, yapılması günah veya sevap olmayan. 2. mec. Yapılmasında sakınca görülmeyen. mubah görmek hoş görmek, sakıncasız bulmak: "Kendine mubah gördüğünü bana yasak ederek beni susturmak mı istiyordun?" -P. Safa. mubah saymak mubah görmek.

mübahase is. (müba-.hase) Ar. mubâhaşe esk. Bir konu hakkında iki veya daha çok kişinin karşılıklı konuşması.

mübalağa is. (mübaılâğa) Ar. mübalağa Abartma. mübalağa etmek abartmak.

mübalağacı is. Abartıcı.

mübalağacılık, -ğı is. Abartıcılık.

mübalağalı sf. Abartılı: "Çok mübalağalı sözler söylediğinden âdeta yalanları ile şöhret kazanmış." -A. Ş. Hisar.

mübalağasız sf Abartısız.

mübarek, -ği sf. (müba:rek) Ar. mübarek 1. Verimli, bereketli. 2. Kutlu, uğurlu, kutsal: "Bunlar senin mübarek elini öpmeye geldiler." -O. C. Kaygılı. 3. Çok saygı duyulan: Mübarek yüzlü bir ihtiyar. 4. ünl. Beğenilen, sevilen şeyler için söylenen bir söz: Mübarek, ne güzel yer. 5. alay Kızılan, şaşılan (kimse veya şey): "Ne de hafıza vardı mübarekte, neler de anlatmazdı." -H. Taner. mübarek olsun! "hayırlı, uğurlu olsun" anlamında bir kutlama sözü.

mübarek ay, mübarek gün, mübarek otu

mübarek ay is. Dinî bakımdan kutsal sayılan, Özelliği veya önemi olduğuna İnanılan ay.

mübarek gün is. Dinî bakımdan özelliği ve önemi olan gün.

mübarek otu is. bot. Bileşikgillerden, sarı çiçekli, bir yıllık ve otsu bir bitki (Cnicus benedictus).

mübareze is. (müba:reze) Ar. mubâreze esk. İki düşman taraftan çıkan birer kişinin çarpışması.

mübaşeret is. (muba:şeret) Ar. mübaşeret esk. Bir işe başlama, girişme.

mübaşir is. (müba:şir) Ar. mübaşir huk. Mahkemede duruşmaya girecekleri ve tanıkları çağıran, yargıcın emirlerini bildiren, kâğıtları getirip götüren görevli, çağrıcı: "Bekliyorlar, mübaşirlerden biri seslensin, sanıklardan sırası geleni çağırsın." -N. Cumalı.

mübaşirlik, -ği is. 1. Mübaşir olma durumu. 2. Mübaşirin görevi.

mübayaa is. (muba.yaa) Ar. mubâya'a esk. Satın alma. mubayaa etmek satın almak.

mübayaacı is. Satın alan kimse.

mübayenet is. (mubâyenet) Ar. mubâyenet esk. 1. Ayrılık, başkalık. 2. Tutmazlık, karşıtlık, uyuşmazlık.

mübeşşir sf. Ar. mubeşşir esk. Muştu veren, müjde getiren (kimse).

mübeyyiz is. Ar. mubeyyiz esk. Yazıları temize çeken kimse.

mübrem sf. Ar. mubrem esk. Çok gerekli olan, kaçınılmaz, vazgeçilmez.

mücadele is. (müca:dele) Ar. mücâdele 1. Birbirlerine İsteklerini kabul ettirmek İçin iki taraf arasında yapılan zorlu çalışma, savaş. 2. Herhangi bir amaca erişmek, bir kuvvete karşı koyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli çabası, savaşım: "Bu İslam merkezinde içten içe bir yığın mücadele vardı." -A. H. Tanpınar. 3. sp. Hasmını yere sermek için göğüs göğüse yapılan çarpışma: Güreşçilerin mücadelesi seyircileri heyecanlandırdı, mücadele etmek uğraşmak, savaşmak, çatışmak, mücadele vermek savaş vermek, mücadele etmek.

millî mücadele, hayat mücadelesi, nefis mücadelesi

mücadeleci is. Mücadele etmeyi seven, savaşımcı.

mücadelecilik, -ği is. Mücadeleci olma durumu.

mücahede is. (mücaıhede) Ar. mucâhede 1. Çalışma, gayret. 2. din b. Allah yolunda savaşma.

mücahit, -di is. (mücaıhit) Ar. mucühid Kutsal ülküler uğruna savaşan kimse, alperen.

mücahitlik, -ği is. Mücahit olma durumu.

mücamaa is. (müca:maa) Ar. mucâma'a esk. Cinsel ilişkide bulunma.

mücavir sf. (müca'.vir) Ar. mücavir esk. Yakın komşu: Mücavir alan.

mücazat is. (müca:za:t) Ar. mucâzât esk. İşlenen bir suçtan ötürü ceza verme: "Her şeyde mükâfatla mücazatı, tatlıyla acıyı muvazene ederdi." -H. R. Gürpınar.

mücbir sf. Ar, mücbir esk. Zorlayıcı.

mücbir sebep

mücbir sebep, -bi is. huk. Herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar.

mücehhez sf. Ar. mücehhez esk. 1. Donanmış. 2. Hazırlıklı, hazırlanmış, mücehhez olmak taşımak, kendinde bulundurmak: "Ama asıl tüm ulus çocuklarının bu kafa disiplini ile mücehhez olması gerek." -H. Taner.

mücella sf. (mücellâ:) Ar. mucellâ esk. Parlatılmış, parlak: "Mücella mermer tezgâhın sathında hafif bir çizgi bile yoktu." -Ö. Seyfettin.

mücellit, -di is. Ar. mucellid esk. Ciltçi.

mücellithane

mücellithane is. (mücellithaıne) Ar. mucellid + Far. hâne esk. Ciltevi,

mücellitlik, -ği is. Ciltçilik.

mücerrep, -bi sf. Ar. mucerreb esk. Denenmiş, sınanmış.

mücerret, -di sf. Ar. mucerred esk. 1. Soyut. 2. Evlenmemiş, bekâr: "Yavrum, gençsin, dilbersin, mücerretsin." -S. M. Alus. 3. is. dbl. Yalın durum. 4. fel. Soyut. 5. zf. hlk. Yalnız, ancak.

mücessem sf. Ar. mücessem esk. 1. Cisim durumunda olan. 2. Soyut kavramlar için somut bir varlıkta tam olarak belirmiş olan.

mücevher is. Ar. mücevher Değerli süs eşyası: "Sevdiği kadını mücevherler ve pırlantalara gark eden çılgın ve müsrif fakat zevk sahibi bir âşık..." -A. H. Tanpınar.

mücevher kutusu, mücevher mahfazası, mücevher tarih

mücevherat ç. is. (mücevheraıt) Ar. mücevherat Mücevherler.

mücevherci is. Kuyumcu.

mücevhercilik, -ği is. Mücevhercinin işi, kuyumculuk.

mücevher kutusu is. Mücevherlerin saklandığı küçük kapalı kutu.

mücevher mahfazası is. Mücevher kutusu: "Eski mücevher mahfazalarına koyup da sandığına mı kilitledi? " -H. R. Gürpınar.

mücevher tarih is. ed. Divan edebiyatında, ebcet hesabına göre yalnız noktalı harfleri sayıldığında söz konusu olayın tarihini gösteren dize veya söz.

mücmel sf. Ar. mücmel esk. Özet olarak anlatılmış, kısa ve özlü.

mücrim sf. Ar. mücrim esk. Suçlu.

mücver is. Rendelenmiş kabağa un, yumurta, peynir, dereotu, tuz, karabiber, taze soğan katılmasıyla yapılan bir tür köfte.

müçtehit, -di is. Ar. muctehiddin b. esk. Ayet ve hadislere dayanarak yargıya varan, karar veren din düşünürü.

müdafaa is. (müda:faa) Ar. mudâfa'a Savunma, koruma, müdafaa etmek savunmak, korumak.

müdafaaname, meşru müdafaa, millî müdafaa, nefsi müdafaa, nefis müdafaası

müdafaaname is. (müda:faana:me) Ar. mudâfa'a + Far. nâme huk. esk. Savunmanın yazılı olduğu belge.

müdafi sf. (müda:fı:) Ar. mudâfi' esk. 1. Savunucu. 2. huk. Bir davada, davacı veya davalının haklarını savunan (kimse).

müdahale is. (müda:hale) Ar. müdâhale 1. Karışma, araya girme: "Sözümü adi bir müdahale zanneder diye korktum." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. huk. Bir dava sonucu verilecek olan kararın, dolaylı olarak etkileyeceği üçüncü kişilerin davaya katılmaları. müdahale etmek karışmak, araya girmek, el atmak: "Katiyen, müzakereye müdahale etmeyeceğimi ve hiçbir söz söylemek niyetinde olmadığımı... bildirdim." -Atatürk.

cerrahi müdahale

müdahil sf. (müda:hil) Ar. mudâhil esk. 1. Karışan. 2. huk. Davaya müdahale eden: Müdahil avukat.

müdana is. (müda:na:) Ar. mudânü hlk. Minnet. müdana etmek minnet etmek.

müdara is. (müda:ra:) Ar. mudürâ esk. Yüze gülme, yüze gülücülük, dost gibi görünme. müdara etmek dost gibi görünmek, yüze gülmek: "Ateşe düşmüş bir kül olup gittim de ona müdara etmedim." -Y. K. Karaosmanoğlu.

müdavi sf. (müda:vi;) Ar. müdavi esk. Hastaya bakan (kimse).

müdavim sf. (müda:vim) Ar. müdavim Bir yere sürekli olarak giden (kimse), gedikli: "Her kanepenin önünde ayrı ayrı durarak parkta müdavimleri selamlarlar." -R. N. Güntekin. müdavim olmak bir yere sürekli gitmek.

müddea sf. (müddea:) Ar. mudde'â esk. İddia edilen.

müddei sf. (müddei:) Ar. müdde'i huk. esk. Dava eden, bir savda bulunan (kimse), savlayıcı, davacı.

müddeialeyh, müddeiumumi

müddeialeyh sf. (müdde'i:aleyh) Ar. mudde'i + 'aleyh huk. esk. Davalı.

müddeiumumi is. (müdde'i:umu:mi:) Ar. müdde'i + 'umûmi huk. esk. Savcı.

müddeiumumilik, -ği is. Savcılık.

müddet is. Ar. müddet Süre: "Odada yalnız kalınca iki eski arkadaş bir müddet daha ağlaştılar."-Ö. Seyfettin.

karantina müddeti, mehil müddeti

müddetlisi Süreli, süresi olan.

müddetsiz sf. Süresiz, süresi olmayan.

müdebbir sf. Ar. müdebbir esk. İşin arkasını ve sonunu düşünüp çare arayan, önlem alan: "Bu kız, çocuk gibi görünürmüş, amma yüz yaşındaki bir ihtiyar kadar müdebbir ve ağırbaşlı imiş." -R. N. Güntekin.

müdekkik is. Ar. mudekkik Tetkik eden, inceleyen kimse.

müdellel sf. Ar. müdellel esk. Kanıtlanmış, kanıtlı.

müderris is. Ar. müderris esk. 1. Ders veren, profesör. 2. Medresede veya camide öğretmen.

müderrislik, -ği is. 1. Müderris olma durumu. 2. Müderrisin görevi.

müdevven sf. Ar. müdevven esk. 1. Bir araya getirilerek divan durumunda toplanmış (şiir vb.). 2. Bir araya toplanmış, düzenlenmiş..

müdevvenat ç. sf. (müdewena:t) Ar. mudevvanât esk. Bir araya toplanmış eserler.

müdevver sf. Ar. mudevver esk. Yuvarlak.

müdir is. Ar. mudir bk. müdür.

müdire is. (müdtre) Ar. mudire Bayan müdür, bayan yönetmen.

müdiriyet is. Ar. mudiriyyet bk. müdüriyet.

müdrik sf. Ar. müdrik esk. Anlamış, aklı ermiş.

müdrike sf. Ar. müdrikepsikol. esk. Anlık.

müdrir sf. Ar. mudrir esk. İdrarı artıran, idrar söktürücü: Müdrir bir ilaç.

müdür is. Ar. mudir 1. İdare eden, yöneten: "Yazı işleri müdürleri böyle öyküler istiyorlar." -N. Cumalı. 2. Başöğretmen. 3. Yönetmen.

müdür muavini, müdür yardımcısı, başmüdür, genel müdür, umum müdür, emniyet müdürü, mal müdürü, nahiye müdürü, telaşe müdürü

müdüriyet is. Ar. mudiriyyet Müdürlük: "Müdüriyet polisi elinde kâğıtlar dış kapıya doğru yürüyordu." -Ç. Altan.

müdürlük, -ğü is. 1. Yönetmenlik, direktörlük, müdüriyet. 2. Yönetmenin, müdürün görevi veya yeri, müdüriyet, müdürlük etmek yönetici olarak çalışmak: "Mülkiyede Osmanlı tarihi alanında hocalık, müdürlük, yazarlık etmiş." -R. E. Onaydın.

başmüdürlük, genel müdürlük, umum müdürlük, mal müdürlüğü

müdür muavini is. Müdür yardımcısı.

müdür yardımcısı is. Müdürün işlerine yardım eden, yokluğunda yetkileri üzerine alıp işleri yöneten kimse, müdür muavini.

müebbet, -di sf. Ar. mu'ebbed 1. Sonu olmayan. 2. Yaşadıkça süren, ömür boyunca olan: Müebbet sürgün cezası.

müebbet hapis

müebbet hapis, -psi is. Ömür boyu süren hapis.

müeccel sf. Ar. mu 'eccel esk. İleriye atılmış, ertelenmiş.

müeddep, -bi sf. Ar. mu'eddeb esk. Uslu, terbiyeli, edepli.

müellefat ç. is. (müellefa:t) Ar. mu'ellefât esk. Yazılı eserler.

müellif is. Ar. mu 'ellif Kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, yazar.

müemmen sf. Ar. mu 'emmen esk. 1. Emniyete alınmış (kimse). 2. Güvenilir (kimse).

müennes sf. Ar. mu 'enneş dbl. esk. Dişil.

müesses sf. Ar. mu'esses esk. Kurulu, kurulmuş.

müessese is. Ar. mu'essese 1. Kuruluş, kurum (I). 2. huk. Kurum (I). 3. mec. Bir toplumda bazı sorunların çözümlenebilmesi için uygulanan yöntem: "Hâlbuki bu dayak müessesesi cennetten çıkmadır." -Ö. Seyfettin.

müesseseleşme is. sos. Kurumlaşma.

müesseseleşmek (nsz) Kurumlaşmak.

müesseseleştirme is. Müesseseleştirmek durum.

müesseseleştirmek (-i) Müessese durumuna getirmek.

müessif sf. Ar. mu'essifesk. 1. Üzücü, üzüntü veren. 2. Hoşa gitmeyen, kötü (olay, durum).

müessir sf. Ar. mu 'eşşir esk. 1. Dokunaklı. 2. Etkili, sonuçlu: "Cümlelerin altında hafif müessir bir eda vardı." -R. E. Ünaydın. 3. kim. Etken, müessir olmak etkilemek.

müessiriyet is. Ar. mu 'eşşiriyyet esk. Etkinlik.

müessis is..Ar, mu 'essis esk. Kurucu.

müeyyide sf. Ar. mu 'eyyide huk. Yaptırım.

müezzin is. Ar. mu'ezzin Namaz vakitlerini bildirmek İçin ezan okuyan din görevlisi.

müezzinlik, -ği is. Müezzin olma durumu veya müezzinin görevi.

müfekkire is. Ar. müfekkire psikol. esk. Düşünme yetisi veya gücü.

müferrih sf. Ar. muferrih esk. İç açıcı, ferahlık verici.

müfessir sf. Ar. mufessir esk. 1. Kısa ve anlaşılması güç bir metni açıklayan, açıklığa kavuşturan, metnin anlam ve amacı üstünde yorumda bulunan (kimse). 2. Kur'an'ı yorumlayan (kimse).

müfettiş is. Ar. müfettiş Bir kuruluştaki işlerin kanun ve tüzüklere uygun olarak yürütülüp yürütülmediğini denetleyen kimse.

başmüfettiş, trafik müfettişi

müfettişlik, -ği is. Müfettişin görevi veya makamı.

başmüfettişlik

müfit, -di sf. Ar. mufîd esk. 1. Yararlı, faydalı. 2. Anlatan, ifade eden.

müflis sf. Ar. müflis Bir İşte bütün parasını batırmış, batkın, İflas etmiş.

müfredat ç. is. (müfreda:t) Ar. müfredat esk. 1. Bir bütünü oluşturan bireyler, ayrıntılar. 2. Öğretim programı.

müfredat programı

müfredat programı is. eğt. Öğretim programı.

müfret, -di is. Ar. mufred dbl. esk. Teklik.

müfrez sf. Ar. mufrez esk. Bir bütünden ayrılmış; Müfrez arsalar.

müfreze is. Ar. müfreze ask. esk. Türlü askerî görev ve hizmetlerin yapılması için, küçük birliklerden, belli bir kuruluşa bağlı kalmadan geçici olarak oluşturulan grup: "Dört kişilik müfreze atlarım durdurmuştu." -R. H. Karay.

müfrit sf. Ar. müfrit Aşırı.

müfritlik, -ği is. Aşırı olma durumu.

müfsit, -di sf. Ar. mufsid esk. Arabozan.

müft sf. Far. muft Bedava, beleş: "Müft olsun da zift olsun." -Atasözü.

müftehir sf. Ar. muftehir esk. Bir şeyi övünç bilerek onunla sevinen, övünen, iftihar eden.

müfteri sf. (müfteri;) Ar. müfteri esk. Karacı, kara çalan, iftiracı.

müftü is. Ar. mufti 1. Dinî konularda fetva veren kimse. 2. İl ve ilçelerde Müslümanların din işlerine bakan görevli.

müftülük, -ğü is. 1. Müftü olma durumu. 2. Müftünün görevi veya makamı.

müge is. Fr. muguet bot. İnci çiçeği.

mühendis is. Ar. mühendis Mühendislik mesleğinden olan kimse.

mühendishane, başmühendis, kaldırım mühendisi

mühendishane is. (mühendisha:ne) Ar. mühendis + Far. hâne esk. Osmanlı Devletinde mühendis yetiştiren yüksekokul.

mühendislik, -ği is. Yol, köprü, yapı, makine, gemi ve uçak yapımı vb. ile maden, su ve elektrik işleri gibi bayındırlık ve zanaatla ilgili teknik çalışmalardan birini konu edinen meslek.

başmühendislik, kaldırım mühendisliği

müheyya sf. (müheyya:) Ar. müheyya esk. Hazır.

müheyyiç, -ci sf. Ar. muheyyic esk. Coşturucu, heyecan verici.

mühim sf. Ar. muhimm önemli: "Sivas'tan yükseltilen bu sedanın düşmanlar için ne kadar kuvvetli ve mühim olduğu takdir buyrulur." -Atatürk.

mühimmat ç. is. (mühimmaıt) Ar. mühimmat 1. Savaş gereçleri: "Otomobillerdeki topçu mühimmatını kurtarıp mahalline ulaştırmak elzemdi." -A. Gündüz. 2. Cephane.

mühimmat deposu

mühimmat deposu is. Savaş gereçlerinin saklandığı yer.

mühimseme is. Mühimsemek işi.

mühimsemek (-i) esk. Önemsemek: "Kendisini büyük görmek, mühimsemek istiyordu." -T. Buğra.

mühimsemezlik, -ği is. Önemsemezlik: "Hiç kimse bekçi deyip de mühimsemezlik edemezdi. " -S. Ayverdi.

mühlet is. Ar. mühlet Bir işin yapılması veya bir borcun ödenmesi için gösterilen süre, vade, mehil, mühlet istemek bir işin yapılması, tamamlanması için belirli bir süre verilmesini istemek, mühlet vermek bir iş veya borç İçin belirli bir süre tanımak: "Hatta merkez kumandanı kendisine üç gün mühlet vermiş, hemen yola çıkması için diretmişti. " -Y. K. Karaosmanoğlu.

mühlik sf. Ar. muhlik esk. Öldürücü, tehlikeli.

mühliye is. bot. Adana bölgesinde yetiştirilen ve yaprakları sebze olarak kullanılan bir bitki, Yahudi ebegümeci (Corchlorus olitorius).

mühmel sf. Ar. mühmel esk. Bırakılmış, bakılmamış, ilgisizliğe uğramış.

mühre is. Far. mühre esk. 1. Her tür yuvarlak şey, küçük top. 2. Cam boncuk. 3. Kâğıda yumuşaklık, parlaklık ve düzlük vermek için kullanılan camdan araç. 4. Deniz böceği kabuğu. 5. Demirci çekici. 6. Yılanın başında bulunan taca benzer çıkıntı. 7. Bazı av hayvanlarını çekmek için kullanılan çığırtkan kuş: "Gökten çekilirken / Ördekleri çeker mühre." -A. K. Tecer.

mühreleme is. Mührelemek işi.

mührelemek (-i) esk. Kâğıdı mühre ile cilalamak, parlatmak, düzeltmek.

mühreli sf. Mühre ile cilalanmış.

mühresenk, -gi is. Far. mühre + seng esk. 1. min. Balgam taşı. 2. Süsleme nakışlarını ve yaldızlan mührelemekte kullanılan araç.

mührüsüleyman is. (mü'hrüsüleyman) Far. muhr + suleyman bot. Kuzey Anadolu'da orman ve çalılıklar altında bulunan, 30-80 cm yüksekliğinde, tüysüz, çok yıllık ve otsu bir bitki (Polygonaîum multiflorum).

mühtedi sf. (mühtedi:) Ar. mühtedi esk. Dönme.

mühür, -hrü -is. Far. muhr 1. Bir kimsenin, bir kuruluşun adının veya unvanının tersine kazılı bulunduğu, metal, lastik vb.nden yapılmış araç, damga, kaşe. 2. Bu araçla basılan ve imza yerine geçen ad. mühür basmak mühürlemek, mühür kazmak bir metal üzerine, bir kimsenin, bir kuruluşun adım, unvanını ters olarak kazımak, mühür kimde ise Süleyman odur bir işte yetki kimde ise kuvvet ondadır.

mühür gözlü, mühür mumu, mühür pensi, tatbik mührü

mühürcü is. Mühür kazıyan kimse.

mühürcülük, -ğü is. 1. Mühürcü olma durumu. 2. Mühürcünün görevi veya zanaatı.

mühürdar is. (mühürda:r) Far. muhr-dâr tar. Devlet büyüklerinin mühürlerini taşımak ve gereken kâğıtları mühürlemekle yükümlü görevli: "Mühürdar, vezirin mührünü muhafaza eden ve gene onun emriyle kullanabilen adamdı." -S. Ayverdi.

mühür gözlü sf. 1. Koyu renkte, iri, beğenilen (gözlü). 2. is. ed. mec. Sevgili.

mühürleme is. Mühürlemek işi.

mühürlemek (-i) 1. Bir yazı, belge vb.nin doğruluğunu veya kabul ve onayını belirtmek amacı ile altına mühür koymak, mühür basmak. 2. Bir şeyin üzerine açıldığında belli olması için yetkili makamlarca yapıştırılan kırmızı muma mühür basmak. 3. Yasalara, ahlak ve sağlık kurallarına aykırı görülen iş veya eğlence yerlerinin çalışmasını durdurmak amacıyla, kapısının açılmasını engellemek için uygun yere mumu yapıştırıp üzerine mühür basmak, kapatmak.

mühürlenme is. Mühürlenmek işi.

mühürlenmek (nsz) Mühürleme işi yapılmak, mühür basılmak.

mühürletme is. Mühürletmek işi.

mühürletmek (-i) Mühürleme işini yaptırmak.

mühürlü sf 1. Mühür basılmış. 2. Mühürle kapatılmış.

mühür mumu is. Üstüne mühür basılan ve bal mumu ile reçineden yapılan genellikle kırmızı renkli madde.

mühür pensi is. Elektrik, su ve doğalgaz sayaçlarını mühürlemek amacıyla bir kurşun parçasının teller üzerine tutturulup sıkıştırılması için kullanılan araç.

mühürsüz sf. 1. Mührü olmayan. 2. Mühür basılmamış olan: Mühürsüz nüshalar sahtedir.

müjde is. Far. müjde 1. Sevindirici haber, muştu, sava, erim, beşaret: "Anasından para geldiği müjdesini ilkin ben verdim." -O. Kemal. 2. Muştuluk: Müjdemi isterim, sınıfı geçtim. 3. ünl. Sevindirici haber verileceği zaman söylenen bir söz: Müjde! Bir oğlunuz oldu. müjde koşturmak bir muştuyu bir kimseye ivedilikle ulaştırmak, müjde vermek (veya götürmek) bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak.

müjdeci is. 1. Muştucu. 2. Öncü: "Biz hecenin beş şairi, artık yeni bir çağın müjdecileriydik" -Y.Z. Ortaç.

müjdecilik, -ği is. Müjdeci olma durumu.

müjdeleme is. Muştulama.

müjdelemek (-i, -e) Muştulamak: "Kız Hasan'a gelecek baharda yine burada misafir kalacaklarını müjdeledi." -O. C. Kaygılı.

müjdelenme is. Muştulanma.

müjdelenmek (nsz) Muştulanmak.

müjdeli sf. Muştulu.

müjdelik, -ği is. Muştuluk.

müjgân is. Far. mujgân Kirpik.

-mük bk. -mık / -mik vb.

mükâfat is. (mükâ:fa:t) Ar. mükâfat 1. Ödül. 2. Değerlendirici, sevindirici davranış, mükâfat almak ödül almak, mükâfatım görmek herhangi bir olumlu davranışın, özverinin veya bir sıkıntının iyi sonucunu elde etmek: "Zavallı babam geçirdiği yetmiş senelik azabın mükâfatım görecek." -Ö. Seyfettin.

teselli mükâfatı

mükâfaten zf (mükâ:fa'ten) Ar. mukâfâten esk. Ödül olarak: "Anadolu'daki mağlubiyetlerine mükâfaten ne kazanç elde edeceğini sarahaten öğrenmek istiyor." -Y. K. Beyatlı.

mükâfatlandırma is. Ödüllendirme.

mükâfatlandırmak (-i) Ödüllendirmek: "Atatürk, bu vefalı dostunu, tekrar mebus yaparak mükâfatlandırdı." -Y. Z. Ortaç.

mükâleme is. (mükâ:leme) Ar. mukâleme esk. Karşılıklı konuşma.

mükedder sf. Ar. mukedder esk. Üzgün, mükedder olmak üzülmek, kederlenmek.

mükellef sf. Ar. mükellefi. Yükümlü. 2. Eksiksiz, özenli bir biçimde yapılmış: "Aralanan kapıdan girdim, mükellef fakat loş antrede Mapa kraliçesi ayakta duruyor." -R. H. Karay. 3. is. ekon. Vergi vermekle yükümlü olan kimse veya kuruluş.

vergi mükellefi

mükellefiyet is. Ar. mukellefiyyet Yükümlülük.

mükemmel sf. Ar. mükemmel Eksiksiz, kusursuz, tam, yetkin, şahane: "Sırtında İngiliz kumaşından karyağdılı mükemmel bir elbise. " -R. H. Karay.

mükemmelen zf. (müke'mmelen) Ar. mukemmelen esk. Eksiksiz, kusursuz olarak: Görevini mükemmelen yaptı.

mükemmeliyet is. Ar. mukemmeliyyet esk. Mükemmellik.

mükemmelleşme is. Mükemmelleşmek durumu.

mükemmelleşmek (nsz) Mükemmel duruma gelmek.

mükemmelleştirme is. Mükemmelleştirmek durumu.

mükemmelleştirmek (-i) Mükemmel duruma getirmek: "Hele mektebin iç ve ruh tarafını mükemmelleştireyim diyecek olsam iş daha sarpa sarar." -R. N. Güntekin.

mükemmellik, -ği is. Eksiksiz, kusursuz, tam, yetkin olma, mükemmeliyet.

mükerrer sf. Ar. mükerrer esk. Tekrarlanmış, yinelenmiş: Mükerrer nüsha.

mükerreren zf. (müke'rreren) Ar. mukerreren esk. Tekrarlanarak, tekrar edilmiş olarak.

mükevvenat ç. is. (mükevvena:t) Ar. mukevvenât esk. Yaratıkların bütünü.

mükeyyifat ç. is. (mükeyyifa:t) Ar. mukeyyifat esk. Keyif verici, uyuşturucu maddeler.

mükrim is. Ar. mukrim esk. İkramcı.

müktesebat is. (mûktesebaıt) Ar. muktesebât esk. Edinilen, kazanılan bilgiler.

müktesep, -bi sf. Ar. mukteseb Kazanılmış, edinilmiş.

müktesep hak, hakkımüktesep

müktesep hak, -kkı is. huk. Kazanılmış hak.

mülahaza is. (mülâ:haza) Ar. mülâhaza esk. Düşünce: "Bu mülahazaya binaen, padişaha hitaben bir telgrafname hazırlandı." -Atatürk, mülahaza yapmak düşünmek: "Bu mülahazayı kafasında değil, bağıra bağıra yaptı." -S. F. Abasıyanık.

mülahazat ç. is. (mülâ:haza:t) Ar. mülâhazat esk. Düşünceler.

mülahazat hanesi

mülahazat hanesi is. Bir şey hakkındaki düşüncelerin yazıldığı yer. mülahazat hanesini açık bırakmak bir kimse hakkında kesin bir kanıya varamayarak zamanla ortaya çıkacak gelişmeleri beklemek.

mülahham sf. (mülâhham) Ar. mulahham esk. Şişman.

mülakat is. (mülâ:ka:t) Ar. mulâkât 1. Buluşma, görüşme: "Mülakattan sonra da kendilerinin avdetine müsaade etmemek lüzumu bence tabii idi." -Atatürk. 2. Röportaj. 3. Bir işe alınacak kişiler arasından seçim yapabilmek amacıyla kendileriyle karşılıklı konuşma, görüşme, mülakat vermek belli bir konuda konuşmak, demeç vermek, (biriyle) mülakat yapmak bir kimsenin bir konu veya sorunla ilgili görüşlerini almak.

mülaki sf (mülâ:ki:) Ar. mülâki esk. Buluşan, kavuşan, görüşen, mülaki olmak buluşmak, kavuşmak, görüşmek: "Serbest kalır kalmaz ona mülaki olursa, sevinecekmiş." -A. İlhan.

mülayemet is. (mulâyemet) Ar. mulâyemet esk. 1. Yumuşaklık. 2. Bağırsakta yumuşaklık: Kayısı vücuda mülayemet verir.

mülayim sf. (mülâ.yim) Ar. mülayim esk. 1. Uygun, hoş görülebilir. 2. Yumuşak huylu: Mülayim bir adam. 3. esk. Pekliği olmayan.

mülayimlik, -ği is. Mülayim olma durumu.

mülazım sf (mülâ:zım) Ar. mulâzim esk. 1. Bir işe girmek için bir süre parasız olarak o işe devam eden. 2. is. ask. Teğmen.

mülemma sf. (mülemma:) Ar. mülemma' esk. 1. Alaca renkli, renk renk. 2. is. ed. Dizelerinden her biri başka dille yazılmış şiir. 3. sf. mec. Bulaşmış, sıvanmış.

mülevven sf. Ar. mulevven Renk renk, renkli.

mülevves sf. Ar. mulevveş esk. 1. Kirli, pis. 2. Karışık, düzensiz.

müleyyin sf. Ar. muleyyin esk. 1. Yumuşaklık veren, yumuşatıcı. 2. tıp Bağırsakları boşaltan, dışkının dışarı çıkmasını kolaylaştıran ilaç.

mülga sf (mülga:) Ar. mulğâ esk. Varlığı kaldırılan, kapatılan.

mülhak sf. Ar. mülhak esk. 1. Bir bütüne sonradan katılmış olan, eklenmiş. 2. is. ask. Bir asker karargâhında subay yardımcısı.

mülhak bütçe

mülhakat ç. is. (mülhaka:t) Ar. mülhakat esk. 1. Bir bütüne katılanlar, ekler. 2. Bir merkeze bağlı olan yerler: Ankara'nın mülhakatı.

mülhak bütçe is. ekon. Katma bütçe.

mülhem sf. Ar. mülhem esk. İçe doğmuş, birinin içine doğmuş, esinlenmiş, mülhem olmak esinlenmek.

mülhit, -di sf. Ar. mulhid esk. 1. Dinsiz, imansız. 2. Doğru yoldan çıkmış.

mülk is. Ar. mülk 1. Ev, dükkân, arazi vb. taşınmaz mal. 2. Vakıf olmayıp doğrudan doğruya birinin malı olan yer veya yapı. 3. esk. Devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke: Adalet mülkün temelidir.

devre mülk, mal mülk

mülkî sf. (mülki:) Ar. mülki esk. 1. Bir ülkeyle ilgili olan. 2. Ülke yönetimine ilişkin. 3. Asker sınıfı dışında kalan: Mülki erkân.

mülki idare, mülki idare amiri

mülki idare is. Yerel yönetim.

mülki idare amiri

mülki idare amiri is. Yerel yönetimlerde en yüksek devlet memuru.

mülkiye is. Ar. mulkiyye Asker olmayanlar sınıfı: Mülkiye memuru.

mülkiyeli is. Siyasal Bilgiler Okulu öğrencisi veya bu okulu bitirmiş kişi.

mülkiyet is. Ar. mulkiyyet İyelik, sahiplik.

çıplak mülkiyet, ortak mülkiyet, özel mülkiyet

mülteci is. (mülteci:) Ar. mülteci Başka bir ülkeye veya yere sığınmış olan kimse, sığınmacı, sığınık.

mültecilik, -ği is. Mülteci olma durumu.

mültefît sf Ar. multefıt esk. Güler yüz gösteren, hoş davranan.

mültezim is. Ar. mültezim esk. Kesenekçi, kesimci.

mümanaat is. (müma:naat) Ar. mumâna'at esk. Engel olma, karşı koyma, mümanaat etmek engel olmak, karşı koymak.

mümarese is. (müma:rese) Ar. mumârese esk. Yatkınlık.

mümas, -ssı sf (müma:s) Ar. mumâss esk. 1. Dokunan, temas eden. 2. is. mat. Teğet.

mümasil sf. (müma:sil) Ar. mümasil esk. Benzeyen, andıran: "Adapazarı havalisinde de buna mümasil bir hadise vukua geldi." -Atatürk.

mümbit sf. Ar. munbit Verimli: Mümbit topraklar.

mümessil is. Ar. mümessil Temsilci: "Her sandala böyle bütün devrin mümessili bir hanımefendi oturtulmuş gibi..." -A. Ş. Hisar.

mümessillik, -ği is. Temsilcilik.

mümeyyiz sf. Ar. mümeyyiz esk. 1. İyiyi, kötüyü, doğru ve yanlışı ayıran, seçen. 2. is. eğt. Ayırtman: "Neşemden duramıyor, Öbür mümeyyizlerle konuşuyor, gülüyordum." -Ö. Seyfettin. 3. is. Yazıları beyaz kâğıda temize çeken kimse: "O, 'yazıla' işaretini koydu mu, mümeyyiz temize çeker." -R. H. Karay.

mümeyyizlik, -ği is. 1. Ayırtmanlık. 2. Mümeyyizin görevi.

mümin sf. (mü'min) Ar. mu 'min 1. İnanan, inançlı, imanlı, mutekit. 2. is. Müslüman: "Koca Mustafapaşa ücra ve fakir İstanbul / Ta Fetih'ten beri mümin, mütevekkil, yoksul."-Y.K.Beyatlı.

müminlik, -ği is. Mümin olma durumu.

mümkün sf. Ar. mumkin Muhtemel, olabilir, olası, mümkün olmak imkân bulunmak: "ihtiyar adamın ağzından bir kelime almak mümkün olmuyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu.

mümkün mertebe

mümkün mertebe zf Olabildiğince, yapabildiği kadar: "İçinin sıkıntısını ondan mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı." -P. Safa.

mümtaz sf. (mümta:z) Ar. mümtaz Seçkin.

mümteni sf (mümteni:) Ar. mumteni' esk. 1. Bir şeyi yapmaktan çekinen, kaçınan. 2. Olamaz, olmayacak.

münacat is. (müna:ca:t) Ar. munâcât esk. 1. Yakarış. 2. ed. Divan edebiyatında Tanrı'yı öven şiir türü veya şiirin bir bölümü.

münadi is. (müna:di:) Ar. munâdi esk. Kamuya duyurulmak istenilen şeyleri yüksek sesle haber vermeyi iş edinmiş olan kimse.

münafık, -ğı sf. (müna.fık) Ar. münafık 1. Arabozan. 2. Dinî kurallara inanmadığı hâlde inanmış gibi görünen.

münafıklık, -ğı is. Arabozanlık.

münakalat is. (müna:kalâ:t) Ar. münakalât esk. Ulaştırma.

münakale is. (müna:kale) Ar. münâkale esk. 1. Ulaşım. 2. Bir şeyi bir yerden bir yere aktarma.

münakaşa is. (müna:kasa) Ar. münâkaşa esk. Eksiltme.

münakaşa is. (müna:kaşa) Ar. münâkaşa Tartışma, münakaşa etmek tartışmak, münakaşa götürmemek tartışmaya yer vermeyecek biçimde kesin olmak.

münakaşalı sf. Münakaşası olan, içinde veya üzerinde münakaşa edilen.

münasebat ç. is. (müna:seba:i) Ar. munâsebât esk. İlgiler, ilişkiler.

münasebet is. (müna:sebet) Ar. münâsebet 1. İlişik, ilişki, ilinti: "İzmir'den ordunun başından ve temasa geldiğim siyasi münasebetlerden uzaklaşamazdım." -Atatürk. 2. İki şey arasındaki uygunluk: "Yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münasebet vardır. " -S. F. Abasıyanık. 3. Sebep, vesile, gerekçe, neden, münasebet almak (veya almamak) uygun düşmek (veya uygun olmamak, yakışıksız olmak), münasebet düşmek uygun bir durum ortaya çıkmak. münasebet kurmak iki şey arasında ilişki bulmak, yakınlık görmek, münasebete girmek 1) tanışma yolu açmak, ilişki kurmak: "Onunla temas ve münasebete girmektense, hiçbir şey yapmamayı ve hazır paradan yemeyi tercih ediyorum." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) cinsel yaklaşımda bulunmak. münasebeti düşmek sırası gelmek: Bir münasebeti düşerse söylerim. münasebetini getirmek sırasını getirmek. münasebette bulunmak 1) ilişkisi olmak; 2) ilişki kurmak; 3) cinsel ilişkiyi gerçekleştirmek.

münasebetiyle zf Dolayısıyla, sebebiyle, itibanyla, İlgisinden dolayı.

münasebetli sf. 1. İlişiği olan, ilişkili. 2. Uygun, yakışık alan.

münasebetli münasebetsiz zf. Yakışık alsm almasın, yerli yersiz.

münasebetsiz sf. 1. Uygun olmayan, yakışıksız, çirkin: Münasebetsiz bir davranış. 2. Ters, aksi: "Hep böyle münasebetsiz sıralarda beni arar." -N. Cumalı. 3. Yakışıksız iş gören, sıra, saygı gözetmeyen (kimse): "Doğrusu kızın huyunu bozan, bütün bu münasebetsiz kimselerdi." -Y. K. Karaosmanoğlu.

münasebetli münasebetsiz

münasebetsizlik, -ği is. Münasebetsiz olma durumu veya münasebetsiz davranış, saygısızlık: "Bir daha böyle münasebetsizlik yapmayacağına yemin etmesi şartıyla karımı affettim." -R. N. Güntekin.

münasip, -bi sf (münaısip) Ar. munâsib 1. Uygun, yerinde: "O şekilde yaşayacak olsam İstanbul daha münasiptir." -S. F. Abasıyanık. 2. Beğenilen, hoşa giden, uygun: "Yaşta küçük amma boyda münasip / Sallanıyor bir fidanca dal gibi." -Dadaloğlu. münasip bulmak uygun olduğunu, yerinde görüldüğünü kabul etmek: "Karısını affederek onunla barışmayı daha münasip bulduğunu bildiriyordu." -H. Taner. münasip düşmek uygun düşmek: "O makama daha gayur bir zat münasip düşüyordu. " -A. İlhan, münasip görmek uygun ve yerinde bulmak: "Kendi çocukları hep kız olduğu için yeğeni Bilal'ı bu işe münasip gördü." -H. E. Adıvar.

lisanımünasip

münavebe is. (müna:vebe) Ar. münâvebe esk. Nöbetleşme, keşikleme, münavebe ile nöbetleşe, nöbetle, sırayla.

münavebeli zf. Sırayla, dönüşümlü, nöbetleşe.

münazaa is. (münaızaa) Ar. munâza'a esk. 1. Ağız kavgası, çekişme, münakaşa. 2. İki taraf arasındaki kavga, düşmanlık.

münazara is. (münaızara) Ar. münazara 1. Bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlere uyularak yapılan tartışma. 2. ed. Divan edebiyatında zıt varlıklar ve kavramlar arasındaki karşıtlığı anlatan yazı türü.

müncer, -rri sf. Ar. muncerr esk. Bir yana doğru çekilip sürüklenen, müncer olmak ...-e dökülmek, -e varmak.

mündemiç, -ci sf. Ar. mündemiç esk. 1. Bir şeyin içinde var olan, bulunan, saklı olan: Bu harekette mündemiç bulunan mana... 2. fel. İçkin.

münderecat is. bk. mündericat.

mündericat ç. is. (münderica:t) Ar. mündericat esk. İçindekiler.

münderiç, -ci sf. Ar. munderic esk. Bir şeyin içinde yer almış: Kitapta bu bahis münderiç değil

münebbih sf. Ar. munebbih esk. Uyancı.

müneccim is. Ar. müneccim astr. Yıldızların durum ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız falcısı, astrolog.

müneccimbaşı

müneccimbaşı is. esk. Saray hizmetinde bulunan bilginlerden gök bilimiyle uğraşanlara verilen unvan.

müneccimlik, -ği is. Yıldız falcılığı.

münekkit, -di is. Ar. munekkid esk. Eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci: "Bir münekkidin oturup okuyup uğraşacağı bir konuyu ben oturup nasıl yazayım?" -Y. N. Nayır.

münekkitlik, -ği is. Eleştirmenlik, eleştirmecilik.

münevver is. Ar. münevver esk. 1. Aydın kimse: "Biz şu anda bir münevverler aşiretinden başka neyiz?" -P. Safa. 2. sf. Aydınlatılmış.

münezzeh sf. Ar. münezzeh esk. 1. Temiz, an. 2. Uzak.

münfail sf. Ar. munfa'il esk. 1. Gücenmiş, alınmış, kırgın: Sende kalmıştı münfail, kırgın / Mustarip gönlümün son ümidi." -T. Fikret, 2.psikol vefel. Edilgin.

münferiden zf (münfe'riden) Ar. münferiden esk. Tek başına, yalnız olarak.

münferit, -di sf. Ar. munferid esk. Tek, ayrı, kendi başına olan.

münfesih sf Ar. münfesih esk. Bozulmuş, dağılmış, feshedilmiş.

münhal, -li sf. Ar. munhall 1. Boş olan, açık bulunan (memuriyet vb.), boş, açık: Münhal kadro. 2. kim. esk. Erir, eriyebilen, çözülen.

münhani sf. (münhani:) Ar. münhani esk. Eğri.

münharif sf. Ar. münharif esk. Bir tarafa sapmış, doğruluğunu yitirmiş.

münhasır sf. Ar. munhaşir 1. Bir kimse veya bir şey için ayrılmış, mahsus: "Onu yalnız ince hastalığa münhasır zanneder, başka hastalıklara aldırmadığı hâlde, veremliden son derece çekinirdi." -R. N. Güntekin. 2. Sınırlanmış, sınırlı: Harp yalnız Avrupa'ya münhasır kalmadı.

nevi şahsına münhasır

münhasıran zf. (münha sıran) Ar. munlıaşiran esk. Yalnız, özellikle: Kendisi münhasıran bu işle uğraşır.

münhat, -ttı sf. Ar. munhatt esk. Engin (II), alçak: Münhat arazi.

münhezim sf Ar. münhezim Bozguna uğramış, bozulmuş, yenilmiş.

münkesir sf. Ar. munkesir esk. 1. Kırılmış, kırık. 2. mec. Kırgın, gücenmiş.

münkir sf. Ar. münkir 1. İnkâr eden, kabul etmeyen. 2. Tanrı'nın varlığına inanmayan, Tanrı'nın varlığını inkâr eden (kimse). münkir olmak kabul etmemek, inkâr etmek: "Kurban kılayım bu canı aşka münkir olmayayım / Aşktır bu derdin dermanı aşk yolunda verem canı" -Yunus Emre.

münşeat is. (münşea:t) Ar. munşe'ât ed. 1. Sanatlı düz yazı veya mektupların toplandığı dergi. 2. Kaleme alınmış, yazılmış şeyler.

münşi sf. (münşi:) Ar. münşi ed. Mektup türünde usta ve başarılı olan, inşası güçlü (kimse).

münteha is. (münteha:) Ar. muntehâ esk. 1. Son. 2. sf. Sona ermiş, bitmiş.

müntehabat ç. is. (müntehaba:t) Ar. muntahabât esk. Seçmeler.

müntehap, -bı sf. Ar. muntahab esk. Seçilmiş, seçme.

müntehip, -bi is. Ar. muntahib esk. Seçmen.

müntehir sf. Ar. muntehir esk. Kendini öldüren, intihar eden.

müntesip, -bi sf. Ar. muntesib esk. 1. Bir yere, birine bağlanmış, kapılanmış, intisap etmiş olan. 2. ilgisi bulunan, ilgili.

münteşir sf. Ar. münteşir esk. 1. Yaygın, yayılmış. 2. Yayımlanan, yayımlanmış olan (gazete, dergi vb.).

münzevi is. (münzevi:) Ar. münzevi Topluluktan kaçan, yalnız başına kalmayı seven.

müphem sf. Ar. mubhem 1. Belirsiz: "Akşamlan, başında müphem bir hararet; oysa elleri ayakları buz." -A. İlhan. 2. zf. Belli belirsiz bir biçimde: Müphem konuşuyor.

müphemiyet is. Ar. mubhemiyyet esk. Belirsizlik.

müphemlik, -ği is. Belirsizlik.

müptedi sf. (müptedi:) Ar. mubtedi esk. Yeni başlayan, acemi.

müptela sf. (müptelâ:) Ar. mubtelâ 1. Kötü alışkanlıkları olan, düşkün, meraklı: Kumara müptela. 2. Tutulmuş: Vereme müptela. 3. Âşık, vurgun: Aşka müptela, müptela olmak alışmak, düşkün olmak, tutulmak.

müptezel sf. Ar. mubtezel esk. 1. Saygınlığını yitirmiş. 2. Çokluğundan dolayı değerini yitiren, değersiz.

müracaat is. (müra:caat) Ar. mumca'at 1. Başvuru: "Bize daha önce yapmış olduğunuz müracaatla evlenmek istediğinizi bildirmişsiniz. " -Ç. Altan. 2. Danışma. 3. Herhangi bir eserden yararlanma, müracaat etmek (veya müracaatta bulunmak) başvurmak: "Mademki böyledir, müracaat eder, müsaadesini alırız, dedim." -H. Taner.

müracaatçı is. Başvurucu.

müradif is. (müra:dij) Ar. murûdif dbl. esk. Eş anlamlı.

mürai is. (müra:i:) Ar. mum 'i esk. İkiyüzlü: "Pek nazik olduğu için onu görenler mürai zannederler."-A. Ş. Hisar.

mürailik, -ği is. İkiyüzlülük.

mürdesenk, -gi is. Far. murde + seng kim. Doğal kurşun oksit, PbO.

mürdüm is. bot. Mürdüm eriği.

mürdüm eriği

mürdüm eriği is. bot. Reçeli veya hoşafı yapılan bir cins küçük ve kara erik, mürdüm.

mürdümük, -ğü is. bot. Baklagillerden, yazın ekilen bir yıllık otsu bir bitki (Hyrus sativus).

mürebbi is. (mürebbi:) Ar. murebbi esk. Eğitici erkek.

mürebbiye is. Ar. murebbiye Bir çocuğun eğitim ve bakımıyla görevlendirilmiş kadın.

mürebbiyelik, -ği is. 1. Mürebbiye olma durumu. 2. Mürebbiyenin görevi.

müreccah sf. Ar. muraccah esk. Yeğ.

müreffeh sf. Ar. müreffeh esk. Refah ve varlık içinde yaşayan, gönençli: "Tam otuz iki sene, müreffeh, bahtiyar bir hayat sürdüm." -R. H. Karay.

müreffehen zf (müre'ffehen) Ar. mureffehen esk Gönençle, sıkıntısız bir biçimde, bolluk içinde.

mürekkep, -bî- (I) is. Ar. murekkeb Yazı yazmak, desen çizmek veya basmak için kullanılan, türlü renklerde sıvı madde: "Delikanlının elinden yere kocaman bir mürekkep şişesi düşüp patladı." -R. N. Güntekin. mürekkep yalamak öğrenim görmek: "Herhalde aile terbiyemin, görgümün ve az buçuk mürekkep yalamış olmamın da bu Tanrı vergisini beslemekte tesiri olacaktır." -R. N. Güntekin. mürekkep yalamış Öğrenim görmüş, kültürlü: "Şöyle az buçuk mürekkep yalamış bir insanı böylesine üç nutuk çdgına döndürür." -S. F. Abasıyanık. mürekkebi kurumadan bozmak kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından çok kısa süre sonra bozmak.

mürekkep balığı, çini mürekkebi, kopya mürekkebi

mürekkep, -bi (II) sf. Ar. murekkeb esk. 1. Birleşmiş, birleşik. 2. -den oluşmuş, -den olma: "Emri altında altışar kişiden mürekkep iki kıta vardı." -R. H. Karay, mürekkep olmak ...-den oluşmak.

mürekkep balığı is. zool. Kafadan bacaklılardan, ılıman ve sıcak denizlerde yaşayan, eti yenen, kendini korumak için siyah renkli bir sıvı salarak suyu bulandıran bir yumuşakça, supya (Sepia offtcinalis).

mürekkepçi is. Mürekkep (I) yapan veya satan kimse.

mürekkepleme is. Mürekkeplemek işi.

mürekkeplemek (-i) Mürekkep sürmek, mürekkep dökerek veya damlatarak bir yüzeyi lekelemek.

mürekkeplenme is. Mürekkeplenmek işi.

mürekkeplenmek (nsz) Mürekkep sürülmek, dökülmek veya damlatılmak.

mürekkepli sf. 1. Mürekkep sürülmüş, dökülmüş veya damlatılmış olan: Mürekkepli kâğıt istemem. 2. İçine mürekkep konularak kullanılan: Mürekkepli kalem.

mürekkepsiz sf. Mürekkebi olmayan.

mürettebat ç. is. (müretteba:t) Ar. mürettebat 1. Gemi, uçak vb. taşıtlardaki görevliler. 2. ask. Bir iş için görevlendirilmiş özel birlik.

mürettep, -bi sf. Ar. muretteb esk. 1. Dizilmiş, dizili. 2. Gizli bir amaçla düzenlenmiş, yapılmış (iş). 3. Sonradan düzenlenmiş, derlenmiş: Mürettep divan.

adedimürettep

mürettip, -bi is. Ar. mureitib esk. 1. Düzenleyen, hazırlayan, sıraya koyan. 2. Dizgici: "Eli yüzü karalı, elleri dirseklerine kadar sıvalı mürettipler harıl harıl çalışırlarken arada bana bakıyorlardı." -O. Kemal.

mürettiphane, başmürettip, sermürettip

mürettiphane is. (mürettiphame) Ar. mureitib + Far. hâne esk. Bir basımevinde dizgicilerin çalıştığı bölüm: "Mürettiphanede operatörler İhsan Babanın etrafını çevirmişler. " -A. İlhan.

mürettiplik, -ği is. Dizgicilik: "Mürettiplik ediyordu, birkaç para faydası da oluyordu." -M. Ş. Esendal.

başmüretüplik, sermürettiplik

mürevviç, -ci sf Ar. murevvic esk. Bir düşüncenin taraftarı veya yayıcısı.

mürit, -di is. (müri:t) Ar. murid Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse: "Ankara'ya geldiği zaman Hacı Bayram'ı müritleriyle ovada mahsul toplarken görür." -A. H. Tanpınar.

müritlik, -ği is. Mürit olma durumu.

mürşit, -di is. Ar. murşid 1. Doğru yolu gösteren kimse, kılavuz: "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." -Atatürk. 2. esk. Müritlerine tasavvufu öğreten, sırları ve gerçekleri gösteren tarikat şeyhi.

mürşitlik, -ği is. Mürşit olma durumu.

mürt sf. Far. murd Ölmüş, gebermiş (hayvan). mürt olmak ölmek, gebermek.

mürteci is. (mürteci:) Ar. mürteci' esk. Yeni düzene karşı direnen kimse, gerici.

mürtecilik, -ği is. Mürteci olma durumu.

mürtefi sf. (mürtefv.) Ar. murtefi' esk. 1. Yükselen, yüksek bir yere çıkmış olan. 2. Yüksek, yüce.

mürtekip, -bi sf. Ar. murtekib esk. 1. Para, kazanç karşılığı olarak kötü, uygunsuz işler çeviren, (kimse). 2. Yiyici.

mürtesem is. Ar. murtesem mat. vefiz. esk. İz düşümü.

mürtet, -di sf. Ar. murtedd esk. Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmiş olan (kimse).

mürur is. (müru:r) Ar. murür esk. 1. Geçme, bir taraftan girip diğer taraftan çıkma. 2. Geçip gitme. 3. Sona erme.

müruriye is. (müru:riye) Ar. murüriyye esk. Geçmelik.

müruruzaman is. (muru:'ruzama:n) Ar. murür + zaman esk. Süre aşımı.

mürüvvet is. Ar. mürüvvet 1. Bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri vb. olaylardan duyulan mutluluk, sevinç. 2. Cömertlik. 3. esk. Yiğitlik, mertlik, mürüvvetini görmek anne ve baba çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak.

mürüvvetli sf. İnsanlığı olan, İyiliksever, İnsaniyetli.

mürüvvetsiz sf. İnsanlığı olmayan, insaniyetsiz.

mürüvvetsizlik, -ği is. Mürüvvetsiz olma durumu.

mürver is. Far. murdber bot. Hanımeligillerden, yaprakları karşılıklı, demet durumundaki beyaz çiçeklerinden hekimlikte yararlanılan, meyvesi zeytine benzer bir ağaççık (Sambucus nigra).

müsaade is. (müsa:ade) Ar. musâ'ade 1. İzin, icazet, ruhsat. 2. Elverişli, uygun olma durumu. müsaade etmek (veya buyurmak) 1) izin vermek: "Rica ederim, bize artık müsaade edin!" -O. C. Kaygılı. 2) geçiş için yol vermek, yol açmak; 3) elverişli, uygun olmak.

müsabaka is. (müsa:baka) Ar. müsabaka Karşılaşma: "Biraz daha geçti, sırıkla yüksek atlama müsabakası ilan olundu." -M. Ş. Esendal. müsabakaya girmek yarışmak, yarışmaya katılmak.

müsabık is. (müsa:bık) Ar. musâbik esk. 1. sp. Yarışçı. 2. Yarışmacı.

müsademe is. (müsa:deme) Ar. müsademe esk. 1. Silahlı iki grup arasındaki kısa çatışma, çarpışma. 2. mec. Uğraşma.

müsadere is. (müsa:dere) Ar. müsadere huk. Zor alım. müsadere etmek zor alıma çarpmak.

Müsadif is (müsa:dif) Ar. müsadif esk. Rastlayan.

müsait, -di sf. (müsa:it) Ar. musü'id 1. Uygun, elverişli: Müsait bir gün geleceğim. 2. tkz. Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın).

müsakkafat ç. is. (müsakkafat) Ar. müsakkafat esk. Üzeri damla Örtülmüş olan yapılar.

müsamaha is. (müsa:maha) Ar. müsamaha 1. Hoşgörü, tolerans. 2. Görmezlikten gelme, göz yumma, müsamaha etmek hoşgörü ile davranmak.

müsamahakâr is. (müsa:mahakâ:r) Ar. müsamaha + Far. -kâr Hoşgörülü davranan, toleranslı.

müsamahakârlık, -ğı is. Hoşgörülük.

müsamahalı sf. Hoşgörülü, toleranslı: "Bir bakıma hayat, ufak tefek tepkilere rağmen hiç olmazsa münakaşa kabul edecek derecede müsamahalı idi." -A. H. Tanpınar.

müsamahasız sf. Hoşgörüsü olmayan.

müsamahasızlık, -ğı is. Hoşgörüsüzlük, toleranssızlık.

müsamere is. (müsaımere) Ar. musâmere 1. Okullarda öğrencilerin sunduğu, programında koşuk, oyun vb. gösterilerinin yer aldığı eğlence: Bir gün Şişli Ermeni yetimhanesi menfaatine verilen bir müsamereye gitmişlerdi." -H. Taner. 2. esk Çoğunlukla akşam toplantısı, akşam eğlencesi.

müsavat is. (müsa:va:t) Ar. müsavat esk. Eşitlik, denklik: "Hürriyet, müsavat diye herkesin ağzına bir parmak bal çaldılar." -H. R. Gürpınar.

müsavatçılık, -ğı is. Eşitçilik.

müsavatsız sf. Eşit olmayan.

müsavatsızlık, -ğı is. Eşitsizlik.

müsavi sf. (müsaıvi:) Ar. musâvı Eşit, denk.

müsebbip, -bi sf Ar. musebbih esk. Bir şeyin olmasına, yapılmasına sebep olan, yol açan (kimse veya şey).

müseccel sf. Ar. museccel esk. Kütüğe geçirilmiş, tescil edilmiş, sicilli.

müseddes is. Ar. müseddes esk. 1. mat. Altıgen. 2. ed. Divan edebiyatında her bendi altı dizeden oluşmuş nazım biçimi.

müsekkin sf. Ar. musekkin esk. Yatıştırıcı.

müsellem sf. Ar. müsellem esk. İnkâr edilemeyen, karşı çıkılamayan, söz götürmez.

müselles is. Ar. müselles esk. 1. geom. Üçgen. 2. Kokteyl türünden kanşık bir içki. 3. Üç kere damıtılarak yapılmış özel bir şarap. 4. sf. Üç bölümden oluşan, üçlü.

müsellesat is. (müsellesa:t) Ar. muşelleşât mat. esk. Trigonometri.

müsellim is. Ar. musellim tar. Osmanlı Devleti'nde eyalet ve sancakta yönetimi elinde bulunduran kişi.

müselsel sf Ar. muselsel esk. Birbirine bağlı olan, art arda zincirleme olarak gelen: "Birbirini yaratan müselsel esprilerle söylüyordu. " -P. Safa.

müsemma sf. (müsemma:) Ar. musemmâ esk. Ad verilmiş, adı olan: ismiyle müsemma.

müsemmen sf. Ar. muşemmen esk. 1. Sekiz bölümden oluşan, sekizli. 2. is. ed. Sekizer dizeli bentlerden oluşan şiir.

müsevvit, -di is. Ar. musevvid esk. 1. Müsvedde yapan kimse, kâtip: "Müsevvit, bir tezkerenin müsveddesini yapan kâtibin unvanıdır." -R. H. Karay. 2. Taslak yapan kimse.

başmüsevvit

müshil sf. Ar. mushil Bağırsakları çalıştırıp temizleyen, dışkının kolaylıkla dışarı atılmasını sağlayan ilaç.

müskat, -di is. Fr. muscat Özellikle et yemekleri ile çorbalarda kullanılan küçük Hindistan cevizi.

müskirat ç. is. (müskira:t) Ar. müskirat esk. Sarhoş eden şeyler, alkollü içkiler.

Müslim öz. is. Ar. muslim din b. Müslüman.

Müslüman öz. is. Ar. muslim + Far. -ân (Türkçede teklik olarak kullanılır) 1. din b. islam dininden olan kimse. 2. din b. hlk. Dine bağlı, dindar. 3. mec. Doğru, haktan ayrılmaz kimse. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak körler mahallesinde ayna satmak.

Müslüman adam

Müslüman adam is. Doğruluktan ayrılmaz, dürüst, hak yemeyen adam.

Müslümanlaşürma is. Müslümanlaştırmak işi, İslamlaştırma.

Müslümanlaştırmak (-i) Bir topluluğu veya bir kimseyi İslam dinine sokmak, İslamlaştırmak.

Müslümanlık, -ğı öz. is. 1. Hz. Muhammed'in yaydığı din, İslam dini, İslamlık, İslamiyet: "Osmanlılık ne yalnız Türklük ne de yalnız Müslümanlık demektir." -Ö. Seyfettin. 2. Müslüman olma durumu. 3. Müslüman topluluğu.

müsmir sf. Ar. muşmir esk. 1. Verimli. 2. Sonuç veren.

müspet sf Ar. muşbet 1. Olumlu. 2. fiz. ve mat. Pozitif.

müspet ilimler

müspet ilimler ç. is. Pozitif bilimler.

müsrif sf. Ar. müsrif Tutumsuz: "Müsrif zannettiği karısı, evin hayatım, kendisi yokken, en akıllı adamlar gibi zamaneye uydurmuştu. " -Ö. Seyfettin.

müsriflik, -ği is. Tutumsuzluk, savurganlık, İsraf.

müstacel sf (müsta:cel) Ar. musta'cel esk. Acele.

müstacelen zf (müsta:'çelen) Ar. musta'celen esk. Çabucak.

müstaceliyet is. (müsta:celiyet) Ar. muşta'celiyyet esk. İvedilik.

müstafi sf. (müsta.f:) Ar. musta'jıesk. Kendi isteğiyle işinden çekilmiş, istifa etmiş.

müstağni sf. (müstağni:) Ar. müstağni esk. 1. Elinde olanla yetinen, doygun. 2. mec. Nazlı davranan.

müstahak sf. Ar. mustahakk 1. Hak etmiş, hak kazanmış, layık: "Sen bu kafayla daha beterine de müstahaksın!" -N. Cumalı. 2. is. Bir kimsenin layık olduğu ödül veya ceza. müstahak olmak hak kazanmak, layık olmak: "Sen bu akıbete iki defa müstahak olmuşsun çocuğum." -R. N. Güntekin.

müstahdem is. Ar. müstahdem Hizmette bulundurulan kimse, hizmetli, odacı, hademe.

müstahkem sf. Ar. müstahkem esk. Belirtilmiş, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış.

müstahkem mevki

müstahkem mevki is. ask. Türlü savunma tesislerini kapsayan bölge.

müstahsil is. Ar. müstahsil esk. Üretici, yetiştirici.

müstahzar sf Ar. müstahzar esk. 1. Kullanıma hazır duruma getirilmiş, hazırlanmış. 2. is. tıp Önceden hazırlanarak eczanede bulundurulan hazır ilaç, preparat.

güzellik müstahzarları

müstahzarat ç. is. Ar. müstahzarat tıp Eczanelerde hazır olarak bulundurulan ilaçlar.

müstait, -ddi sf. Ar. musta'idd esk. Doğuştan yetenekli, kabiliyetli olan.

müstakar, -rrı sf. Ar. mustakarr esk. 1. İstikrar bulmuş, durulmuş. 2. is. Karar kılınan, yerleşilen yer.

müstakbel sf. Ar. müstakbel 1. İleri bir tarihte beklenen, gelecek: "Nasfet ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk milleti, Türkiye'nin müstakbel çocukları, bunu, bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar." -Atatürk. 2. is. Gelecek zaman, istikbal.

müstakil sf. Ar. müstakili 1. Bağımsız. 2. Kullanış yönünden başka bir yapı ile bağlantısı olmayan: Müstakil ev. 3. Kullanış yönünden belli kişi veya kişiler için ayrılmış olan: "Daireye on yıl, yirmi yıl sonra girenlerin her biri başköşelere kurulsun, müstakil oda sahipleri olsun ve hatta sana emirler versin..." -Y. K. Karaosmanoğlu.

müstakilen zf. Ar. mustakillen Bağımsız olarak.

müstakim sf. (müstaki:m) Ar. müstakim esk. 1. Doğru, doğruluktan şaşmayan. 2. mat. Doğrulu.

müstamel sf (müsta:mel) Ar. muşta'mel esk. 1. Kullanılmış olan. 2. Yeni olmayan, eski.

müstantik is. Ar. mustantik huk. esk. Sorgu yargıcı.

müstantiklik, -ği is. Sorgu yargıçlığı.

müstear sf. (müstea:r) Ar. muste'âr esk. 1. Eğreti olarak alınmış, takma: "Müstear adların hakikilerini saymaya başladı." -O. C. Kaygılı. 2. is. müz. Klasik Türk müziğinde bîr makam.

müstebat, -di sf. (müsteba:t) Ar. musteb'ad esk. Olacağı sanılmayan, uzak görülen.

müstebit, -di sf. Ar. mustebidd esk. Zorba: Müstebit bir hükümdar.

müstebitlik, -ği is. Zorbalık.

müstecir is. (müste:cir) Ar. muste'cir esk. Kira karşılığında bir yeri tutan kimse, kiracı.

müstefit, -di sf. (müstefı:t) Ar. mustejîd esk. Yararlanma, müstefit etmek yararlandırmak: "İlminden, irfanından, büyük küçük herkesi müstefit ederdi." -Ö. Seyfettin.

müstefit olmak yararlanmak, faydalanmak.

müstehap, -bı sf. Ar. muslehabb 1. Hoşa giden şey, sevilen, beğenilen. 2. is. din b. Dinen emredilmediği hâlde yapıldığında sevap kazandıran davranış.

müstehase is. (müsteha.se) Ar. müstehase esk. Fosil: "Hayalsiz adam bir müstehase bile sayılmaz, o kadar hiçtir." -O. S. Orhon.

müstehcen sf. Ar. müstehcen Açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız: Müstehcen yayın.

müstehcenleşme is. Müstehcenleşmek işi veya durumu.

müstehcenleşmek (nsz) Müstehcen duruma gelmek: "Boyanmış dar dizlik ahlak sayılıyor da, sımsıkı bağlanmış paçalı don müstehcenleşiyor." -F, R. Atay.

müstehcenlik, -ği is. Müstehcen olma durumu.

müstehlik is. Ar. müstehlik esk. Tüketici.

müstehzi sf. (müstehzi:) Ar. müstehzi Alaycı: "Dans edenlerin dansını beğenmiyormuş gibi müstehzi bir ağız çarpıklığıyla dudaklarını kıvırıyordu." -Ç. Altan.

müstekreh sf. Ar. mustekreh esk. İğrenç.

müstelzîm sf. Ar. mustelzim esk. 1. Gerektiren. 2. Gerekli olan, gereken.

müstemirren zf. (müstemi'rren) Ar. mustemirren esk. Ara vermeden, sürekli olarak, arasız.

müstemleke is. Ar. müstemleke esk. Sömürge.

müstemlekeci is. Sömürgeci.

müstemlekecilik, -ği is. Sömürgecilik.

müsteniden zf. (müste'niden) Ar. müsteniden esk. Dayanarak.

müstenit, -di sf. Ar. mustenid esk. Dayanan, yaslanan.

müstenkif sf. A'r. müstenkif esk. Oy vermekten veya bir karara katılmaktan çekinen, çekimser.

müstensih is. Ar. mustensih esk. 1. İstinsah eden, kitap vb. eserleri yazarak kopya eden kimse. 2. Yazıları çoğaltma makinesi, teksir makinesi.

müsterih sf. (müsteriıh) Ar. müsterih Bütün kaygılardan kurtulup gönlü rahata kavuşan, içi rahat olan. müsterih olmak içi rahat olmak, kaygıdan kurtulmak: "Müsterih ol, artık hiç korkmayacak, mesut olacaksın." -Ö. Seyfettin.

müstesna sf (müstesna:) Ar. müstesna 1. Bir bütünün veya kuralın dışında olan, kural dışı, şaz. 2. Benzerlerinden üstün olan, benzerleri az bulunan: "Kendisi bu resimlerin hepsinden daha sevimli, daha canlı, daha müstesna bir simaydı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Ayrıcalı, ayrı tutulan, ayrık. 4. zf Dışındaki, ayrı tutularak, hariç: "Bir iki gazete müstesna, bütün İstanbul basını da Serbest Fıkra taraflısı idi." -F. R. Atay.

müsteşar is. (müsteşa:r) Ar. müsteşar 1. Kendisinden bilgi alınan, kendisine danışılan kimse. 2. Bakanlıklarda, elçiliklerde bakan veya büyükelçiden sonra gelen en büyük yönetici.

müsteşarlık, -ğı is. 1. Müsteşar olma durumu. 2. Müsteşarın görevi veya makamı.

müsteşrik is. Ar. müsteşrik esk. Doğu bilimci, Şarkiyatçı, oryantalist.

müsteşriktik, -ğî is. Müsteşrik olma durumu.

müstevi sf. Ar. mustevı esk. 1. Her yeri aynı düzeyde olan, düz. 2. is. mat. Düzlem.

müstevli sf. (müstevli:) Ar. müstevli esk. 1. Bir yeri istila eden, yönetimi altına alan (kimse, devlet, ordu vb.): "Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler." -Atatürk. 2. Salgın.

müstezat, -di is. Ar. mustezâd esk. 1. Çoğalması istenilen, artmış. 2. ed. Her dizesine bir küçük dize eklenmiş divan edebiyatı nazım türü.

müsvedde is. Ar. müsvedde 1. Yazı taslağı, karalama. 2. Bir şeyin kötü benzeri: Anne değil ki anne müsveddesi.

müsvedde defteri, insan müsveddesi

müsvedde defteri is. Karalama defteri.

müsveddelik, -ği sf. Müsvedde yapmaya elverişli: Müsveddelik kâğıt.

müsveddelik kâğıt

müsveddelik kâğıt, -di is. Karalama için kullanılan kâğıt.

-müş bk. -mış / -miş vb.

müşabehet is. (müşa:behet) Ar. müşabehet esk. İki şey arasında benzerlik, benzeşlik.

müşabih sf. (müşa:bih) Ar. müşabih esk. Aralarında benzerlik olan, benzer, benzeş.

müşahede is. (müşa:hede) Ar. müşahede 1. Görme. 2. Gözlem, müşahede altına alınmak sürekli gözlem altında tutulmak, müşahede altına almak sürekli gözlem altında bulundurmak, müşahede etmek gözlemlemek: "Burada, bir hakikati beraber müşahede etmeliyiz." -Atatürk.

müşahhas sf. Ar. müşahhas esk. Somut, konkre: "Bazen hayalim daha müşahhas olur, tanıdığım İstanbul sebillerini, mahallemizin küçük ve fakir süslü çeşmesini görür gibi olurdum." -A. H. Tanpınar.

müşahit, -di is. (müşa:hit) Ar. muşâhid esk. Gözlemci.

sandık müşahidi

müşareket is, (müşa:reket) Ar. müşareket esk. 1. Ortaklık, ortaklaşma. 2. dbl. İşteş çatı. müşareket etmek ortaklaşa çalışmak.

müşareket fiili

müşareket fiili is. dbl. İşteş fiil.

müşarünileyh is. (müşaırünileyh) Ar. muşârun + ileyh esk. Adı geçen, adı anılan kişi.

müşavere is. (müşa:vere) Ar. müşavere esk. Danışma, danış.

müşavir is. (müşa:vir) Ar. müşavir Danışman.

basın müşaviri

müşavirlik, -ği is. Danışmanlık.

müşebbeh sf. Ar. muşebbeh esk. Bir şeyle arasında benzerlik bulunan, benzetilen.

müşekkel sf. Ar. muşekkel esk. 1. Biçim verilmiş. 2. İri, gösterişli.

müşerref sf. Ar. müşerref Onar verilerek yüceltilmiş. müşerref olmak onurlanmak, onur kazanmak, şereflenmek.

müşevveş sf. Ar. müşevveş esk. Belirsiz, karışık, düzensiz.

müşevvik sf. Ar. müşevvik esk. 1. Arzusunu çoğaltan, isteğini artıran. 2. Ayartan, kışkırtan, Önayak olan: "Mukavemet müşevviklerine itibar etmeyiniz, felaket getirir." -A. İlhan.

müşfik sf. Ar. müşfik Sevecen, şefkatli: "Annem müşfik aferinlerle saçlarımı okşadı." -Ö. Seyfettin.

müşir (I) is. (müşisr) Ar. müşir esk. Mareşal: "Sakarya zaferi ile gazi ve müşir Mustafa Kemal Paşa tam otoritesini elde etmiştir." -F. R. Atay.

müşir (II) sf (mü'şir) Ar. muş'ir esk. 1. Yazı ile bildiren, haber veren. 2. is. tek. Taşıtlarda motorun ısı durumunu göstergeye yansıtan araç. 3. is.fız. Gösterge.

müşirlik, -ği is. Mareşallik.

müşkül sf. Ar. muşkil 1. Güç, zor, çetin: "Yutkunuyor, ara sıra parmaklarıyla alnındaki terleri siliyordu. Çok müşkül bir vaziyette kalmıştı." . -R. N. Güntekin. 2. is. Engel, güçlük, zorluk: "Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi." -Y. K. Beyatlı.

müşkülat ç. is. (müşkülü:t) Ar. muşkilât Güçlük, güçlükler, zorluklar, müşkülat çekmek zorluk, güçlük içinde kalmak: "Görüyorsunuz ki, cevap vermekte müşkülat çekiyorsunuz. " -Y. K. Karaosmanoğlu. (birine) müşkülat çıkarmak yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak.

müşkülattı sf. Güçlüğü olan, zorluk içinde olan: "Hey Allahım, ben ne müşkülatlı mevkide kalmışım şimdi..."-O. C. Kaygılı.

müşküle is. (müşküle) Bağ bozumuna yakın bir zamanda yetişen, kalınca kabuklu, iri ve uzun taneli bir üzüm.

müşkülleşme is. Müşkülleşmek işi veya durumu.

müşkülleşmek (nsz) Müşkül duruma girmek, güçleşmek, zorlaşmak: "Fırkayı kurmak son derece müşkülleşir." -A. İlhan.

müşkülpesent, -di sf. Ar. muşkil + Far. -pesend 1. Güçbeğenir. 2. Bir işi yapmamak için türlü bahaneler uyduran.

müşrik sf. Ar. müşrik esk. Tanrı'ya ortak koşan.

müştak (I) sf Ar. muştakk esk. 1. Başka bir kelime veya kökten türemiş, çıkmış. 2. is. dbl. Türev.

müştak (II) sf (muşta:k) Ar. muştuk esk. Özleyen, göreceği gelen.

müştehi sf. (müştehi:) Ar. muştehi esk. 1. Bir şey için çok istek gösteren, istekli. 2. İştahlı.

müşteki sf. (müşteki:) Ar. müşteki esk. Yakınan, sızlanan, şikâyetçi, müşteki olmak yakınmak, şikâyetçi olmak.

müştemilat ç. is. (müştemilâ:t) Ar. muştemelüt Eklentiler.

müşterek, -ği sf. Ar. müşterek 1. Ortak: Müşterek mal. 2. Birlik: Bu işte her ikiniz de müştereksiniz. 3. Ortaklaşa, el birliğiyle yapılan veya hazırlanan: Müşterek idare.

müşterek bahis, asgari müşterek

müşterek bahis, -hsi is. At yarışlarında, en az iki koşuda yarışan hayvanlardan birinin kazanmasına bağlanan talih oyunu.

müşterek bahisçi is. Oyunlarda ve at yarışlarında yarışın sonuçlarını tahmin ederek bahis oynayan veya oynatan kimse, bahisçi.

müştereken zf. (müşte'reken) Ar. müştereken Ortaklaşa, birlikte, el birliğiyle: "Eğer o razı olmazsa masrafı müştereken veririz." -M. Ş. Esendal.

müşteri is. Ar. müşteri Alıcı, hizmet gören ve karşılığında ücret Ödeyen kimse: "(berber) Fırçayı iyice sabunlar, hoş vuruşlarla dolaştırırdı müşterinin yüzünde." -N. Cumalı.

müşteri hizmeti, yağlı müşteri

Müşteri öz. is. Ar. müşteri astr. Jüpiter.

müşteri hizmeti is. Müşteriye verilen hizmet.

mütalaa is. (mütadâa) Ar. mutâla'a esk. 1. Okumaya, ders çalışmaya ayrılan zaman, etüt: "Mütalaada önüne biyoloji kitabını açmış, iki satır okuyor, beş satır dalga geçiyordu." -Ç. Altan. 2. İrdeleme, müzakere, görüş: "Kolordu kumandanlarının fikir ve mütalaalarını bilmek, bence pek faydalı idi." -Atatürk. 3. Düşünce, mütalaa etmek 1) okumak; 2) üzerinde düşünmek, iyice incelemek. mütalaada bulunmak görüş veya düşünce ileri sürmek.

mütareke is. (müta:reke) Ar. mütâreke ask. Ateşkes.

müteaddit, -di sf. Ar. mute'addid Çok, birçok.

müteaffin sf. Ar. mute'affin esk. Kokuşuk, pis kokulu: "Güngörmez rutubetli mezbele hâlini almış müteaffın aralıklardan sefaletin kokusu sızıyordu." -H. R. Gürpınar.

müteahhit, -di is. Ar. mute'ahhid Yüklenici.

müteahhitlik, -ği is. Müteahhidin yaptığı İş.

müteakiben zf. (mütea: 'kiben) Ar. mute'âkiben esk. Sonra, arkadan, ardı sıra.

müteakip, -bi sf (mütea:kip) Ar. mute'âkib esk. 1. Arkadan gelen, ardı sıra gelen, ardı sıra. 2. zf. -den sonra: Dersi müteakip... müdürle görüştüm.

mütealiye is. (mütea.liye) Ar. mute'âliye fel. esk. Deneyüstücülük.

müteallikler, mute'allikesk. İlişkin, ilgili.

müteammim sf. Ar. mute'ammim esk. Yaygın duruma gelmiş, genelleşmiş.

mütearife is. (mütea:rife) Ar. mute'ârife mart. esk. Belit.

mütebahhir sf. Ar. mutebahhir esk. Geniş, derin bilgisi olan.

mütebaki sf (müteba:ki:) Ar. mütebaki esk. Geri kalan, kalan.

mütebasbıs sf. Ar. mutebaşbiş esk. Yaltakçı.

mütebeddil sf. Ar. mutebeddil esk. 1. Değişen. 2. Kararsız.

mütebessim sf. Ar. mutebessim Gülümseyen, güleç.

mütecanis sf. (mütecasnis) Ar. mütecanis esk. Bağdaşık.

mütecasir sf. (müteca:sir) Ar. mütecasir esk. Yeltenen, cüret eden.

mütecaviz sf. (müteca:viz) Ar. mütecaviz esk. 1. Saldırgan, saldırıcı, sataşkan. 2. ...-den çok, ...-i aşan: Bir seneyi mütecaviz bir zamandan beri...

mütecessis sf. Ar. mutecessis esk. Gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen: "Tesadüf, nihayet aradığım şeyi ayağıma getirmişti, fazla mütecessis görünerek ürkütmekten korkuyordum. " -R. N. Güntekin.

mütedair sf (müteda:ir) Ar. mutedâ'ir Ait, için, dolayı, üzerine, ... ile ilgili: "Bu meseleye mütedair verdiğim cevapları, şu suretle hülasa edebilirim." -Atatürk.

mütedavil sf. (mütedaıvil) Ar. mutedâvil esk. Tedavülde bulunan, elden ele gezen.

mütedavil sermaye

mütedavil sermaye is. Döner sermaye.

mütedeyyin sf. Ar. mütedeyyin esk. Dindar.

müteessif sf Ar. mute 'essif esk. Üzülen, acınan, yerinen, esef eden. müteessif olmak üzülmek, acınmak, yerinmek, esef etmek.

müteessir sf. Ar. mute'eşşir 1. Üzülmüş, üzüntülü: "Hatta çirkin yaradılışımdan bile / O kadar müteessir değildi." -O. V. Kanık. 2. Etkilenmiş, müteessir olmak 1) üzülmek: "Onun fazla müteessir ve telaşlı olduğunu görünce birdenbire boynuna sarıldı." -R. N. Güntekin. 2) etkilenmek.

mütefekkir is. Ar. mütefekkir esk. Düşünür.

mütefennin is. Ar. mutefennin esk. Fen bilgini.

müteferrik sf Ar. müteferrik esk. Ayrılmış, dağınık.

müteferrika is. Ar. müteferrika esk. 1. Küçük giderler için ayrılan para. 2. Güvenlik kuruluşlarında şüpheli kimselerin ilgili yerlere gönderilmek için geçici olarak barındırıldıkları bölüm. 3. tar. Padişah, vezir ve daha başka devlet büyüklerinin yanında, türlü hizmetlerde çalışan kimse.

mütegallibe is. Ar. muteğallibe esk. Zorba, zorba takımı.

mütehakkim sf. Ar. mutehakkim esk. 1. Hâkim olan, hükmeden. 2. Zorbalık eden, hükmünü zorla yürüten.

mütehammil sf. Ar. mütehammil esk. Dayanıklı görünümlü.

müteharrik sf. Ar. müteharrik esk. 1. Yer değiştirebilen, oynar, devingen, hareketli. 2. İşleyen, çalışan: Benzinle müteharrik. Buharla müteharrik.

mütehassıs is. Ar. mutefyaşşiş Uzman.

dâhiliye mütehassısı

mütehassıslık, -ğı is. Uzmanlık.

mütehassis sf. Ar. mütehassis esk. Duygulanmış. (birini) mütehassis etmek bir kimseyi duygulandırmak, mütehassis olmak herhangi bir sebeple duygulanmak: "Deli torununa alakamdan biraz mütehassis olmuş. " -H. E. Adıvar.

mütehavvil sf. Ar. mütehavvil esk. Değişken, kararsız.

mütehayyir sf. Ar. mutehayyir esk. Şaşmış, şaşırmış olan.

mütehevvir sf. Ar. mutehevvir esk. Öfkeli, kızgın.

müteheyyiç, -ci sf. Ar. muteheyyic esk. Heyecanlı.

mütekabil sf (mutekaıbil) Ar. mütekâbil esk. Karşılıklı.

mütekabiliyet is. (müteka:biliyet) Ar. mutekâbûiyyet esk. Karşılıklı olma durumu. mütekabiliyet esası üzerine karşılıklı olarak.

mütekait, -di sf. (müteka:it) Ar. mutekâ'id esk. Emekli: "Onu komşularından bir mütekait askerî doktor tedavi ediyor." -R. N. Güntekin.

mütekâmil sf. (mütekâ:mil) Ar. mütekâmil esk. Olgunlaşmış, gelişmiş, gelişkin.

mütekâsif sf (mütekâ-.sif) Ar. mutekâşif esk. 1. Yoğunlaşmış, koyulaşmış. 2. kim. Derişik.

mütekebbir sf. Ar. mutekebbir esk. Kibirli, kendini beğenmiş.

mütekellim sf. Ar. mutekellim esk. 1. Söyleyen, konuşan. 2. is. dbl. Teklik birinci kişi.

mütelezziz sf. Ar. mütelezziz esk. Lezzet bulan, tat alan, mutlu olan, hoşlanan. mütelezziz olmak lezzet duymak, tat almak, mutlu olmak: "Bu kelimeyi söylerken sanki mütelezziz olur, hep tekrarlardım." -Ö. Seyfettin.

mütemadi zf. (mütema:di:) Ar. mütemâdi esk. Sürekli, aralıksız: "Karadeniz limanlarından Ankara'ya doğru mütemadi bir akın var." -Y. K. Karaosmanoğlu.

mütemadiyen zf. (mütema: 'diyen) Ar. mütemadiyen Ara vermeden, sürekli olarak, biteviye: "Mütemadiyen vahşilerden, korsanlardan bahsettik." -S. F. Abasıyanık.

mütemayil sf. (mütema.yıl) Ar. mütemayil esk İstekli görünen, eğilimi olan: Yemliğe mütemayil.

mütemayiz sf. (mütema.yiz) Ar. mütemayiz esk Kendini gösteren, sivrilen.

mütemekkin sf. Ar. mutemekkin esk. Yerleşik.

mütemerkiz sf. Ar. mutemerkiz kim. esk. Derişik.

mütemmim sf. Ar. mütemmim esk. 1. Tamamlayan, bütünleyen, bitiren: "Hâlbuki birçok kadınlar malumatlarını zarafetlerinin bir mütemmimi addederler." -P. Safa. 2. mat. Bütünler. 3. is. dbl. Tümleç.

mütenakıs sf. (mütena:kıs) Ar. mutenâkiş esk. Azalan, eksilen.

mütenakız sf. (mütena:kız) Ar. mutenâkiz esk. Çelişkili.

mütenasip, -bi sf. (mütena:sip) Ar. mutenüsib esk. Orantılı, oranlı, uygun.

mütenavip, -bi sf. (mütena:vip) Ar. mutenâvib esk. Almaşık.

mütenazır sf. (mütenaızır) Ar. mütenazır mat. esk. Bakışımlı.

mütenebbih sf Ar. mutenebbih esk. Aklını başına toplamış, akıllanmış, uslanmış.

müteneffîr sf. Ar. muteneffir esk. İğrenmiş, tiksinmiş: "Dünyasından bezgin bir adam ... Sanki bütün hayattan muteneffir, hayat onun için karanlık." -M. Ş. Esendal.

mütenekkir sf. Ar. mutenekkir esk. Kılık değiştiren, takma ad kullanan, kendini tanıtmak istemeyen.

mütenekkiren zf. (mütene'kkiren) Ar. nıutenekkiren esk Kılık değiştirerek, takma ad kullanarak, kendini tanıtmadan.

mütenevvi sf. (mütenevvi:) Ar. mütenevvi' esk. Türlü, çeşitli.

müteradif,?/ (mütera:dif) Ar. müteradif dbl. esk. Eş anlamlı.

müterakim sf. (mütera:kim) Ar. müterakim esk. Birikmiş, toplanmış, yığılmış.

müterakki sf. (müterakki:) Ar. müterakki esk. İleri, ilerlemiş.

müterakki vergi

müterakki vergi is. ekon. Matrah arttıkça oranı yükselen vergi.

mütercem sf. Ar. mutercem esk. Çevrilmiş, tercüme edilmiş.

mütercim is. Ar. mütercim Çevirmen.

mütercimlik, -ğî is. Çevirmenlik.

mütereddi sf. (mütereddi:) Ar. mütereddi esk. Soysuzlaşmış.

mütereddit, -di sf. Ar. mutereddid Tereddüt eden, çekingen, kararsız, ikircimli (kimse).

mütesanit, -di sf. (mütesa:nit) Ar. mutesânid esk. Dayanışma içinde olan (kimse).

müteselli sf. (müteselli:) Ar. müteselli esk. Avunan, müteselli olmak avunmak.

müteselsil sf. Ar. müteselsil esk. Zincirleme.

müteselsil borç, müteselsil kefil

müteselsil borç, -cu is. ekon. Birden çok borçlunun, her birinin ayrı ayrı tamamından sorumlu bulundukları borç.

müteselsildi zf. Ar. muteselsilen esk. Zincirleme olarak.

müteselsil kefil is. Borcun yerine getirilmesinde aynen borçlu gibi borcun ödenmesini üstlenen kimse.

müteşebbis is. Ar. müteşebbis Girişimci: "Bu hıyanetin müşterek müteşebbislerine karşı, alınması lazım gelen vaziyet sarihtir." -Atatürk.

müteşekkil sf. Ar. müteşekkil esk. Oluşmuş, meydana gelmiş.

müteşekkir sf. Ar. müteşekkir esk. Teşekkür eden, teşekkür borcu olan.

mütetebbi (-i, sf.) Ar. mütetebbi' esk. Bir konuyu dikkatle araştıran, irdeleyici, araştırıcı.

mütevakkıf sf. Ar. mütevakkıf esk. Gerçekleşmesi bir şeye bağlı bulunan.

mütevali sf. (müteva:li:) Ar. mutevâli esk. Art arda gelen, üst üste olan, ardışık.

mütevazı sf. (müteva:zı) Ar. mütevazı' 1. Alçak gönüllü: "Çok mütevazı bir kadın olan annesinden edep, erkân, ev kadınlığı ve el hüneri almış." -S. Ayverdi. 2. Gösterişsiz, İddiasız: Mütevazı bir ev.

mütevazi sf. (müteva:zi:) Ar. mutevâzi esk. Birbirine paralel olan.

mütevazin sf. (müteva:zin) Ar. mutevâzin esk. Birbirine uyan, oranlı.

müteveccih sf. Ar. müteveccih esk. 1. Bir yere gitmeye, bir şeyi yapmaya karar veren. 2. Yönelik.

müteveccihen zf. (müteve'ccihen) Ar. müteveccihen esk. 1. Bir yere doğru gitmek üzere. 2. Bir şeyi yapmaya yönelmiş olarak.

müteveffa sf. (müteveffa:) Ar. müteveffa esk. Ölmüş, ölü (kimse).

mütevehhim sf. Ar. mutevehhim esk. 1. Kuruntulu, evhamlı. 2. Korkak, ödlek.

mütevekkil sf Ar. mütevekkil esk. Her işini Tanrı'ya veya oluruna bırakmış, kadere boyun eğmiş: "Komşularının bu mütevekkil hâline pek şaştı." -H. Taner.

mütevelli is. (mütevelli:) Ar. mütevelli huk. Bir vakfın yönetimi kendisine verilmiş olan kimse.

mütevelli heyeti

mütevelli heyeti is. Bir vakfın veya bir kuruluşun yönetim işlerinin doğrudan bağlı bulunduğu kurul.

mütevellit sf Ar. mutevellid esk. 1. Doğmuş, dünyaya gelmiş. 2. mec. Meydana gelmiş, ileri gelmiş.

müteverrim sf. Ar. muteverrim tıp esk Veremli.

müteyakkız sf Ar. muteyakkiz esk. Uyanık, tetikte, sak.

mütezayit sf. (müteza.yit) Ar. mutezâyid esk. Artan, çoğalan.

müthiş sf. Ar. mudhiş 1. Korkuya düşüren, korkunç, dehşetli: Müthiş bir fırtına çıktı. 2. Çok rahatsız eden, dayanılmaz: "Bu müthiş yokluğa, bu derin acıya tahammül edemiyordum." -Y. K. Beyatlı. 3. Şaşılacak kadar değişik: "Birdenbire kendinde müthiş bir sükûnet, tarifsiz bir rahatlık hissetti." -Ş. Rado. 4. ünl. "Ne şaşılacak şey" anlamında kullanılan bir söz.

müttefik sf Ar. müttefik Bağlaşık.

müttefiken zf. (mütte'fıken) Ar. muttefikan esk. 1. El birliğiyle, hep birlikte. 2. Oy birliğiyle.

müttefiklik, -ği is. Müttefik olma durumu.

müttehiden zf. (mütte'hiden) Ar. müttehiden esk Birlikte, birlik olarak.

müttehit, -di sf. Ar. muttehid esk. 1. Birlik durumuna gelmiş, birleşik, birlik olmuş. 2. is. Birleşik.

müvekkil is. Ar. müvekkil Birini kendine vekil olarak seçen kimse.

müvellidülhumuza is. (müve'llidülhumıv.za) Ar. muvellid+ humüza kim. esk. Oksijen.

müvellidülma is. (müve'llidülma:) Ar. muvellid+ mâ'kim. esk. Hidrojen.

müverrih is. Ar. müverrih esk. Tarih yazan kimse, tarihçi: "Romalı müverrihler bunların hiçbirine barbar lakabını vermemiştir." -Y. K. Karaosmanoğlu.

müvesvis sf. Ar. muvesvis esk. işkilli, kuruntulu, vesveseli.

müvezzi is. Ar. muvezzi' Dağıtıcı: Posta müvezzisi.

müvezzilik, -ği is. Müvezzi olma durumu: "O zamana kadar hamallık, boyacılık, müvezzilik yapmıştı."-S. F. Abasıyanık.

müyesser sf. Ar. müyesser esk. Kolaylıkla ortaya çıkan, müyesser olmak 1) kolaylıkla ortaya çıkmak, kolaylıkla elde edilmek; 2) nasip olmak: "... şoförün yanına yerleşmek imtiyazı çok şükür bana müyesser oldu." -R. H. Karay.

-müz bk -mız / -miz vb.

müzaheret is. (müza:heret) Ar. muzaheret esk. Yardım etme, arkalama, destekleme, arka çıkma, müzaheret etmek yardım etmek, arkalamak, arka çıkmak.

müzahir sf (müza:hir) Ar. müzahir esk. Arkalayan, destekleyici, arka çıkan, yardımcı.

müzahrefat ç. is. (müzahrefa:t) Ar. müzahrefat esk. 1. Süprüntüler, pislikler: "ister misin, yaranın üstüne türlü müzahrefat yapıştırsınlar. " -R. N. Güntekin. 2. Yalanlar, saptırmalar.

müzakerat ç. is. (müza:kera:t) Ar. müzakerat esk. Bir konuyla ilgili konuşmalar, danışmalar, müzakereler: "Üç gün devam eden müzakerat neticesinde, ikişer nüsha olmak üzere protokol tanzim edildi." -Atatürk.

müzakere is. (müza:kere) Ar. müzâkere 1. Bir konuyla İlgili fikir alışverişinde bulunma, oylaşma: "Cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim." -Atatürk. 2. Sözlü sınav. 3. Etüt, mütalaa. müzakere etmek (veya yapmak) 1) bir konu üzerinde fikir alışverişinde bulunmak, oylaşmak; 2) sözlü sınav yapmak.

ihzar müzekkeresi

müzakereci is. esk. Öğrencileri çalıştıran kimse.

müzakerecilik, -ği is. Müzakereci olma durumu.

müzayaka is. (müzayaka) Ar. müzayaka esk. Sıkıntı, darlık, parasızlık.

müzayede is. (müza.yede) Ar. müzayede Açık artırma.

müze is. (mü'ze) Fr. musee Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için sergilendiği yer veya yapı: "O devirlere ait yatağanlar, baltalar paslanmamış çelikleriyle müzelerimizdedir." -O. S. Orhon. müze gibi eski ve değerli eşyaları olan (yer).

açık Itava müzesi

müzebzep, -bi sf. Ar. muzebzeb esk. 1. Bozuk (yönetim). 2. Çok karışık, karmakarışık.

müzeci is. Müze kuran veya müzede çalışan kimse: Müzeci Hamit Bey.

müzecilik, -ği is. Müze kurma veya işletme işi.

müzehhep, -bi sf. Ar. muzehheb esk. 1. Altın suyuna batırılmış olan. 2. Yaldızla süslenmiş, yaldızlanmış.

müzekker sf. Ar. muzekker dbl. esk. Eril.

müzekkere is. Ar. müzekkere esk. 1. Bir iş için, herhangi bir üst makama yazılan yazı: "Yarın kaymakama müzekkere verecekti." -R. N. Güntekin. 2. huk. Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığı yazı.

müzelik, -ği sf. 1. Müzeye konulacak değerde veya eskilikte olan: Müzelik gümüş bilezik. 2. alay Eski, köhne.

müzevir sf. Ar. muzevvir Arabozan.

müzevirleme is. Müzevirlemek işi.

müzevirlemek (-i) Birinin başkası aleyhine yaptıkları veya söylediklerini karşı tarafa iletmek, ara bozmak: "Çocuklar Ömer'i hoca efendiye müzevirlemişler, -İffet'i kandırıp köftelerini alıyor- demişler." -R. N. Güntekin.

müzevirlik, -ği is. Arabozanlık, müzevirlik etmek söz getirip götürmek, ara bozmak.

müzeyyen sf. Ar. müzeyyen esk. Süslenmiş, bezenmiş.

müziç, -ci sf. Ar. muz'ic esk. Bunaltıcı, tedirgin edici, sıkıcı.

müzik, -ği is. Fr. musigue 1. Birtakım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatı, musiki: Müzik eğitimi. 2. Bu biçimde düzenlenmiş seslerden oluşan eserlerin okunması veya çalınması: Bu akşam güzel bir müzik dinledik.

müzik bilimi, müzik dolabı, müzikhol, müzik köşesi, müzik market, müzik odası, müzik salonu, müziksever, alafranga müzik, alaturka müzik, barok müzik, canlı müzik, çağcıl müzik, elektronik müzik, enstrümantal müzik, pop müzik, vokal müzik, arka müziği, beraberlik müziği, Çigan müziği, film müziği, folk müziği, fon müziği, halk müziği, İspanyol müziği, mehter müziği, oda müziği, sinyal müziği

müzikal, -li sf. Fr. musical 1. Müzikle ilgili. 2. is. Müzik eşliğinde sergilenen film veya tiyatro oyunu: Halk müzikallere ilgi göstermeye başlıyor.

müzikalite is. Fr. musicalite Ahenkli, uyumlu olma.

müzik bilimci is. Müzik bilimi alanında araştırmalar yapan bilgin veya uzman, müzikolog.

müzik bilimi is. Müzik konularını, bilimsel yöntemlerle inceleyen bilim, müzikoloji.

müzikçi is. 1. Müzik eserleri yaratan, besteleyen veya besteleri çalan kimse, müzisyen: "Başarılı oyunların hemen hepsinde bu yönetmen, müzikçi, dekorcu, ışıkçı iş birliği görülüyordu." -S. Birsel. 2. Müzik öğretmeni.

müzikçilik, -ği is. Müzisyenlik.

müzik dolabı is. Radyo, televizyon, teyp, pikap, video vb. ses cihaz ve aksesuarları koymaya yarayan mobilya.

müzikhol, -lü is. İng. music hail Fon müziğinden yararlanılarak eğlenceli, fantezi oyunlarm oynandığı yer.

müzik köşesi is. Değişik müzik türlerinin bir mağazanın belli bir bölümünde veya köşesinde, plak, kaset, uzunçalar vb. olarak satışa sunulduğu yer.

müziklendirme is. Müziklendirmek durumu.

müziklendirmek (-i) Müzik ile çeşitlemek, süslemek: Birfümi müziklendirmek.

müzikli sf. Film ve oyun için bazı bölümlerinde müzikten de yararlanılan.

müzik market is. Değişik müzik türlerinin plak, kaset, uzunçalar vb. yollarla halka pazarlandığı yer.

müzik odası is. Müzik dinlemeye ayrılmış yer.

müzikolog, -ğu is. Fr. musicologue Müzik bilimci.

müzikoloji is. Fr. musicologie Müzik bilimi.

müzikolojik, -ği sf. Fr. musicologique Müzik bilimi ile ilgili.

müzik salonu is. Müzik dinlenen geniş salon.

müziksever sf. Fr. musique + T. sever Müzik tutkusu olan, müziği seven (kimse).

müzikseverlik, -ği is. Müziksever olma durumu.

müziksiz sf. 1. Müziği olmayan. 2. Herhangi bir müzik parçası çalınmayan.

müzisyen is. Fr. musicien Müzikçi, müzik sanatçısı.

müzmin sf. Ar. müzmin 1. Uzun zamandan beri süren, uzun süreli olan (hastalık), süreğen, iyileşmez, kalıcı, kronik: "... kadıncağızın müzmin romatizması vardı," -H. Taner. 2. Ne kadar süreceği belli olmaksızın sürüp giden: "Genç kadınlara bakmak, bu adamda müzmin bir illetti." -R. N. Güntekin.

müzmin bekâr is. 1. Evlilik çağını geçmiş olup da henüz evlenmemiş olan kimse. 2. Evlenme düşüncesi olmayan,

müzminleşme is. Müzminleşmek işi, süreğenleşme.

müzminleşmek (nsz) Süreğenleşmek: Hastalık müzminleşti.

müzminleştirme is. Müzminleştirmek işi veya durumu.

müzminleştirmek (-i) Müzmin duruma getirmek.

müzminlik, -ği is. Müzmin olma durumu.

Mv kim. Mendelevyum elementinin simgesi.