mı / mi, mu / mü 1. Sonuna getirildiği cümleye veya kelimeye, söyleyiş biçimine ve tonlamaya göre soru, şaşma veya inkâr anlamı veren bir söz: Bu su içilir mi? 2. Soru anlamıyla rica ve emir cümleleri yapar: Bize buyurmaz mısınız? Bana bir bardak su verir misin? 3. Tekrarlanan kelime arasında kullanılarak kelimenin anlamını pekiştiren bir söz: Zengin mi zengini Güzel mi güzel! 4. Belirli geçmiş zamanlı bir cümle ile başka bir cümleyi zaman, şart veya sebep ilişkisi ile birbirine bağlayan bir söz: Anamız bağırdı mı herkes köşesine çekilirdi. Sınıfa girdi mî bütün öğrenciler yerlerine geçer otururlardı.
mıcır is. Mucur.
mıgır sf. Küçük, işe yaramaz (oyun kâğıdı veya eşya).
mıgırlık, -ğı is. Mıgır olma durumu,
mıgri is. Rum. zool. Sularımızda yaşayan bir yılan balığı türü (Conger conger).
mıh is. Far. mîh 1. Çivi. 2. Büyük çivi.
→ mıhsıçtı
mıhlama is. 1. Mıhlamak işi. 2. hlk. Yumurta, un, soğan, ıspanak karışımıyla yağda yapılan bir tür yemek.
mıhlamak (-i, -e) 1. Mıhla tutturmak, çakmak, çivilemek. 2, Birini silahla yaralamak veya öldürmek. 3. mec. Birini veya bir şeyi bir yerden ayrılamaz, kıpırdayamaz duruma getirmek: "Korku ikimizi de sanki mıhlamıştı." -A. Rasim.
mıhlanma is. Mıhlanmak işi.
mıhlanmak (nsz) 1. Mıhlama İşine konu olmak veya mıhlama işi yapılmak, çivilenmek: "Mukavva yahut kontrplak mıhlanmıştı cam yerine." -Ç. Altan. 2. mec. Olduğu yerde kalıp bir yere kıpırdayamaz olmak: "Peşinden koşmak istedi. Fakat vücudu sallandı ve bir adım atamadı, mıhlandı." -P. Safa.
mıhlayıcı is. Altın, gümüş vb. taşları metal yuvalara işleyen ve sıkıştıran usta.
mıhlı sf 1. Mıhı olan. 2. Mıhlanmış, mıhla tutturulmuş. 3. mec. Dimdik, sabit: "O telaş durumunda kımıldanamayarak sürekli mıhlı duruşları gözlerimi yoruyor ve yüreğimi eziyor." -R. H. Karay.
mıhsıçtı sf. argo Cimri.
mıhsıçtılık, -ğı is. Cimrilik.
-mık / -mîk, -muk / -mük Fiilden isim türeten ek: il-mik, kıy-mık, kus-muk vb.
mıkla is. hlk. bk. mıhlama.
mıklep, -bi is. Ar. mikleb Ciltli kitapların sol cilt kapağında bulunan ve okunmakta olan yeri belli eden, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça.
mıknatıs is. Ar. miknâtis 1. Demiri ve daha başka bazı metalleri çeken demir oksit. 2. Demiri çekme özelliği taşıyan veya sonradan bu özelliği kazanan her türlü madde. 3. mec. Çekiciliği, albenisi olan kimse.
mıknatısi sf. (mıknatısı:) Ar. miknâtisi esk. Mıknatısla İlgili, manyetik.
mıknatısiyet is. Ar. miknâtısiyyet esk. Mıknatıslık.
mıknatıslama is. Mıknatıslamak işi.
mıknatıslamak (-i) Bir demir çubuğa mıknatıs özelliği vermek.
mıknatıslanma is. Mıknatıslanmak işi.
mıknatıslanmak (nsz) Mıknatıs özelliği kazanmak, mıknatıslı bir duruma gelmek.
mıknatıslı sf. 1. Mıknatısı olan. 2. Mıknatıslanmış olan.
→ mıknatıslı iğne
mıknatıslı iğne is. Merkezinden bir iple asılı bulunan, dar ve sivri bir eşkenar dörtgen biçiminde yapılmış mıknatıs çubuğu.
mıknatıslık, -ğı is. Mıknatıslı olma özelliği, mıknatısiyet.
mıncık, -ğı (I) is. "Ezilerek içi dışına çıkmak" anlamındaki mıncığı çıkmak deyiminde geçen bir söz.
mıncık, -ğı (II) is. Kedi, köpek vb. hayvanların pençesi.
mıncıklama is. Mıncıklamak işi.
mıncıklamak (-i) Örseleyecek veya biçimini bozacak gibi ellemek, sıkıştırmak: "Ellerinin parmakları bir lastik top mıncıklar gibi açılıp kapanıyor." -P. Safa.
mıncıklanma is. Mıncıklanmak işi.
mıncıklanmak (nsz) Mıncıklama işi yapılmak veya mıncıklama işine konu olmak.
mıncık mıncık sf. 1. Yapışkan ve kaygan bir duruma gelmiş. 2. zf. Yağ, çamur vb. yapışkan şeyleri birbirine karıştırarak: Bir tencere yağı önüne koyup mıncık mıncık yoğuruyordu.
mıncırık, -ğı sf. Küçük, afacan, zeki (çocuk): "Bu nitelikleriyle bu sevimli mıncırıklar, bazen nice büyüklerden bile zeki olabiliyorlar. " -H. Taner.
mıntıka is. Ar. mintaka Bölge.
mırıldama is. Mırıldamak işi.
mırıldamak (-i) Alçak ve güç anlaşılır bir sesle bir şeyler söylemek.
mırıldanış is. Mırıldanma işi veya biçimi.
mırıldanma is. Mırıldanmak işi.
mırıldanmak (nsz) 1. Alçak sesle kendi kendine bir şeyler söylemek: "Bir hasta çocuk gibi mırıldanıyor." -H. E. Adıvar. 2. Alçak sesle şarkı söylemek: "Eve dönünce yatakta uyuyuncaya kadar hep o şarkıları mırıldanıyordu." -O. C. Kaygılı. 3. Ancak yanındakinin duyabileceği bir biçimde konuşmak: "Mescidin önünde mırıldanarak söylediğini açık olarak tekrarladı." -T. Buğra.
mırıl mırıl zf. Mırıltıh ses çıkararak.
mırıltı is. Alçak ve anlaşılmaz bir ses çıkararak konuşma: "Dinleyiciler arasında dolaşan mırıltı birden uğultu hâlini aldı." -N. Cumalı.
mırıltıh sf. Alçak ve anlaşılmaz sesli.
mırın kırın is. Bir isteği kabul etmeme, nazlanma. mırın kırın etmek bir isteği yerine getirmemek için çeşitli sebepler ileri sürmek, nazlanmak: "Mırın kırın etme, çabuk söyle!" -Y. K. Karaosmanoğlu.
mırlama is. Mırlamak işi.
mırlamak Kedi "mır mır" diye ses çıkarmak.
mırlanma is. Mırlanmak işi.
mırlanmak (nsz) Mırıldanmak.
mırmır is. 1. Bir tür kedi. 2. Sularımızda yaşayan bir yılan balığı türü (Echelus myrus).
mır mır is. Mırıldanma sesi: Mır mır mırıldanıyor. mır mır etmek 1) "mırıldanma" sesi çıkarmak; 2) kendi kendine söylenip durmak.
mırmırık, -ğı sf. hlk. 1. Mırlanan. 2. Sürekli sorun çıkaran.
mırnav is. Miyavlama sesi.
mırra is. Ar. mirra Acılık veren sıvılarla özel bir biçimde kaynatılarak pişirilen bir tür acı kahve.
mısdak, -ğı is. Ar. mişdük esk. Bir şeyin doğru olduğunu kanıtlayan şey, ölçüt.
mısır is. Ar. mişr bot. 1. Buğdaygillerden gövdesi boğumlu ve kalın, yaprakları şerit biçiminde, boyu yaklaşık 2 m olabilen, erkek çiçekleri tepede salkım durumunda, dişi çiçekleri yaprakla gövde arasında koçan biçiminde olan bir kültür bitkisi (Zea mays). 2. Bu bitkinin koçan üzerindeki taneli ürünü. 3. Bu ürünün taneleri, mısır patlatmak cin mısırını kalburda ve ateş üzerine tutarak patlamasını sağlamak.
→ mısır anasonu, mısır baklası, mısır ekmeği, mısır kalburu, mısır özü, mısır püskülü, mısır unu, mısır yağı, cin mısırı
mısır anasonu is. bot. Diş otu.
mısır baklası is. bot. Termiye.
mısırcı is. Mısır yetiştiren veya satan kimse.
mısır ekmeği is. Mısır unu, tuz ve suyun karışımı yoluyla yapılan hamurun bir kap içinde pişirilmesiyle hazırlanan ekmek türü.
Mısır fulü is. bot. Hint fulü.
mısır kalburu is. Aleve tutularak içinde mısır patlatılan kalbur biçiminde bir kap.
Mısırlı öz. is. (mı'sırlı) Mısır halkından olan kimse.
mısırlık, -ğı is. Geniş mısır tarlaları bulunan yer.
mısır özü is. Mısırdan elde edilen öz madde.
mısır püskülü is. Mısır koçanının ucundan sarkan sarı renkli püskül biçimindeki tepeciği. mısır püskülü gibi seyrek, ince ve cansız (saç).
Mısır tavuğu is. Hindi.
Mısır turnası is. zool. İbiş.
mısır unu is. Kuru mısır tanelerinin öğütülmesiyle elde edilen un.
mısır yağı is. Mısır tanelerinden çıkarılan sıvı yağ.
Mısır yasemini is. bot. Yasemin.
mıskal is. Far. müsîkâr'dan müz. esk. Her biri başka perdede bir sıra kamış boğumundan yapılmış düdük, musikar.
mıskala is. Ar. mişkole esk. Metal veya deri parlatmaya yarar alet.
mısmıl sf. hîk. Eti yenilebilen, murdar olmayan.
mısra is. (mısra:) Ar. mişrâ' ed. Dize: Bir beyitte iki mısra bulunur.
-mış / -miş, -muş / -müş 1. Belirsiz geçmiş zaman eki: al-mış, git-miş-siniz, yaz-mış-sın vb. 2. Sıfat-fiil eki: haşlan-mış (et), öl-müş (eşek), piş-miş (aş) vb.
mışıldama is. Mışıldamak işi.
mışıldamak (nsz) Mışıl mışıl ses çıkararak.
mışıl mışıl zf. "Rahat, sessiz ve derin soluk alarak uyumak" anlamındaki mışıl mışıl uyumak deyiminde geçer: "Yusuf oda kapısından adımım atar atmaz, saatlerden beri mışıl mışıl uyuyan Zehra birdenbire haykıra haykıra uyanır." -P. Safa.
mışmış is. Ar. mişmiş hlk. Kayısı veya zerdali.
mıymıntı sf. İnsanın sabrını tüketecek derecede yavaş ve mızmızca iş gören (kimse): "Sen gençliğinde de böyle mıymıntının biri imişsin ya!" -O. C. Kaygılı.
mıymıntılık, -ğı is. Mıymıntı olma durumu: "Kızları ile büyük hanım, kendisim açıktan açığa mıymıntılıkla itham ettiler." -Ö. Seyfettin.
-mız / -miz, -muz / -müz Çokluk birinci kişi iyelik eki: anne-miz, baba-mız, koy-ü -müz, ordu-muz vb.
mızıka is. (mızı'ka) İt. musica müz. 1. Bando: "Bu rolü, kız kıyafetine soktuğumuz bir mızıka neferine vermiştik." -R. N. Güntekin. 2. Armonika.
mızıkacı is. 1. Bandocu. 2. Armonika çalan kimse.
mızıkalı sf. 1. Mızıkası olan. 2. is. tar. Sarayın müzik takımında çalışan kimse.
mızıkçı sf. Çeşitli sebeplerle oyun bozan, yenilgiyi kabul etmeyen, kolayca dardan (kimse), ordubozan, oyunbozan.
mızıkçılık, -ğı is. Mızıkçı olma durumu, ordubozanlık, oyunbozanlık, mızıkçılık etmek mızıklanmak, oyunbozanlık etmek: "Alır miydin? Sevinir miydin? Yoksa mızıkçılık eder: Olmaz, sayım suyum yok. Siz birlik olup bana oyun ettiniz mi derdin?" -H. Taner.
mızıklanma is. Mızıklanmak işi.
mızıklanmak (nsz) Çeşitli sebeplerle oyun bozmak, yenilgiyi kabul etmemek, oyunbozanlık etmek, mızıkçılık etmek.
mızıldanma is. Mızıldama, şikâyetçi bir sesle konuşma, sızıldanma.
mızıldanmak (-den) Şikâyetçi bir sesle konuşmak, sızıldanmak.
mızıma is. Mızımak işi veya durumu.
mızımak (nsz) Mızıkçılık etmek.
mızırdanma is. Mızırdanmak işi.
mızırdanmak (-den) Yakınarak konuşmak, sızıldanmak, homurdanmak.
mızmız sf. 1. Her şeyde kusur bulan, hiçbir şeyden memnun olmayan: Ne mızmız adam, ona iş beğendirmenin imkânı yok. 2. Çevresindekileri rahatsız edecek kadar yavaş olan.
mızmızca sf. (mızmı'zca) 1. Mızmıza yakışan, mızmız gibi. 2. zf. Mızmıza yakışır biçimde.
mızmızlanma is. Mızmızlanmak işi: "... son zamanlarda bir parça yaşlanmıştı ve her yaşlı gibi azim iradesi zayıflamış, mızmızlanmaya başlamıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
mızmızlanmak (nsz) Mızmızca davranışlarda bulunmak, mızmızlık etmek.
mızmızlaşma is. Mızmızlaşmak işi.
mızmızlaşmak (-i) Mızmız duruma gelmek.
mızmızlık, -ğı is. Mızmız olma durumu veya mızmızca davranış, mızmızlık etmek mızmızlanmak.
mızrak, -ğı is. Ar. mizrak: 1. Uzun saplı, sivri demir uçlu silah, cıda. 2. sp. Atletizmde kullanılan, tek elle savrulan bir alet. mızrak çuvala girmez (veya sığmaz) gizli tutulması imkânsız durumlar karşısında söylenen bir söz.
mızraklı sf. Mızrağı olan, mızrak taşıyan: Mızraklı süvari.
→ mızraktı ilmihâl
mızraklı ilmihâl, -li is. İslam dininin ilkelerini öğreten, kapağında mızrak resmi bulunan ilmihâl kitaplarından biri.
mızraksı sf. Mızrağa veya mızrak ucuna benzeyen.
mızraksız sf. Mızrağı olmayan.
mızrap, -bı is. Ar. mizrâb muz. Telli çalgıları çalmaya yarayan, kemik, maden, plastik veya özellikle kiraz ağacından yapılan alet, çalgıç, tezene.
mızraplı sf. muz. Telleri bir mızrap veya parmakla çalınan (saz).