lo

lobelya is. (lobelya) Lat. bot. Salkım durumunda mavi çiçekleri bulunan bir veya çok yıllık Kuzey Amerika bitkisi (Lobelia).

lobi is. İng. lobby 1. mim. Bir yapının kapısından içeri girildiğinde görülen ilk boşluk, dalan. 2. mim. Otel, tiyatro vb. yerlerde girişe yakın geniş yer. 3. mec. Bazı ortak çıkarları olan grupların temsilcilerinden oluşan topluluk.

lobici is. Çıkarları ortak olan grupların temsilcisi, dalancı.

lobicilik, -ği is. Dalancılık.

lobut is. Ar. nebbüt 1. Kaim, kısa ve düzgün sopa: "Yaradana sığınıp Osmanlı tokadını çarptık mı, adamı lobut yemişe çeviren biz değil miydik?" -A. İlhan. 2. sp. Kol gücünü geliştirmek için kullanılan, gürgenden jimnastik aracı.

loca is. İt. loggia 1. Tiyatro, sinema vb. eğlence yerlerinde veya parlamento salonlarında özel bölme: O burada, cebinde loca bileti, rezil gibi bekliyordu." -H. Taner. 2. Masonların toplantı yeri.

mason locası, şeref locası

loca is. ît. occhio den. Gemilerin baş bodoslamalarının her iki yanında, çapayı içine alabilen ve güverteye açılan demir zincirin geçtiği delik.

loda is. hlk. 1. Küme, yığm: Saman lodası. 2. Demet. 3. Taneli veya tanesiz saman yığını. 4. Üzeri toprak veya otla örtülmüş saman yığını.

lodos is. Yun. 1. Güneyden veya güneybatıdan esen ve bazen de yağış getiren yerel rüzgâr, kaba yel, boz yel: Dinmiş lodosların uğultusu içinde / istanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı." -O. V. Kanık. 2. Bu rüzgârın estiği gün veya zaman: Lodosta balığa çıkılmaz. 3. Güney yönü. (bir şey) lodosa çevirmek (veya dönmek) hava soğukken lodosla ısınmak: "Hava öğleden beri lodosa çevirdiği için soğuk değildi." -P. Safa.

lodos balığı

lodos balığı is. 1. zool. Lodos estiğinde sersemleyip kolayca avlanan balık. 2. sf. mec. Alık, sersem, şaşkın, ne yaptığını bilmez hâlde dolaşan (kimse).

lodoslama is. Lodoslamak işi.

lodoslamak (nsz) 1. Lodos esmeye başlamak. 2. Rüzgâr lodosa çevirmek.

lodoslu sf. Lodosu olan, lodosa sahip veya lodosa maruz kalan: "Lodoslu deniz aşağıdaki kıyıyı dövdükçe koca bina derinden derine yalpalardı."-C. Uçuk.

lodosluk, -ğu is. Lodosun estiği yön, güney.

logar is. bk. rögar.

logaritma is. Fr. logarithme mat. Büyük çarpmaları, bölmeleri, kök ve kuvvet alışlarını yapabilmek için bulunan bir yol; biri geometrik, öbürü aritmetik olarak kurulan iki sayı dizisinden aritmetik olanın her sayısı, karşılaştığı geometrik sayının logaritmasıdır: 1 10 100 1000 10000 ...01234 ... dizilerinde 100 sayısının logaritmasının 2,1000 sayısının ise 3 olduğu görülüyor.

logaritma tablosu

logaritma tablosu is. Sayıların logaritmalarını gösteren çizelge.

logarîtmik, -ği sf. Fr. logarithmique mat. Logaritmaya ilişkin.

logistik, -ği is. Fr. logistiaue bk. lojistik.

logo is. İng. logo 1. Bir kuruluşun, gazete vb.nin admın simge özelliği bulunan özel olarak hazırlanmış biçimi. 2. Marka, alametifarika. 3. Bir resim, kelime, hece veya birkaç harften oluşan işaret.

logos is. (lo'gos) Yun. db. vefel. Deyi.

loğ is. hlk. Yollarda, toprak damlarda yeri bastırmak veya tarlalarda toprağı ezmek için gezdirilen taş silindir.

loğlama is. Loğlamak işi.

loğlamak (-i) hlk. Üzerinde loğ gezdirip toprağı bastırmak, sıkıştırmak.

loğusa is. Yun. bk. lohusa.

lohusa is. (loğu'sa) Yun. Yeni doğum yapmış kadın: "Annemin lohusa yatağı, evin cepheye doğru, sonundaki ön odada idi." -Y. K. Karaosmanoğlu.

lohusa humması, lohusa otu, lohusa şekeri, lohusa şerbeti

lohusa humması is. tıp Albastı.

lohusalık, -ğı is. 1. Lohusa olma durumu. 2. Doğumdan sonraki yedi veya kırk günlük dönem.

lohusa otu is. bot. İki çeneklilerden, çiçekleri koyu kahverengi ve pis kokulu, tırmanıcı bir bitki, kabakulak otu, karaasma, zeravent (Aristolochia).

lohusa şekeri is. İçinde karanfil, baharat ve şekerciboyası bulunan, baklava biçiminde kırmızı şeker.

lohusa şerbeti is. Lohusa şekerinden yapılan, doğum dolayısıyla kutlamaya gelenlere sunulan şerbet.

lojik, -ği is. Fr. logigue 1. Mantık. 2. sf. Mantıkla ilgili.

lojistik, -ği is. Fr. logistiaue ask. 1. Geri hizmet. 2. sf. Geri hizmetle ilgili. 3. man. Modern mantık.

lojistik dairesi, lojistik hizmet

lojistik dairesi is. ask. Askerlikte lojistik hizmetlerin görüldüğü bölüm.

lojistik hizmet is. ask. Savaşta veya harekâtta askerlik mesleğinin çok yönlü görevlerini yerine getirme.

lojman is. Fr. logement Bir kuruluş ve iş yerinde çalışanlara parasız veya az bir kira karşılığında verilen konut.

lok is. İng. lock den. Gemileri, farklı iki su düzeyinin birinden öbürüne aşırmak için yapılmış ara havuz.

lokal, -li sf. Fr. local 1. Yöresel. 2. tıp Sınırlı bir yerle ilgili olan, yerel, mevzii: Lokal anestezi. 3. is. Dernekevi: "Siyasal kuruluşların lokallerini yakıp yıkmaya kalkacaklardır. " -N. Cumalı. 4. is. Müzikli eğlencelerin yapıldığı yer, gece kulübü: "Onlarla beraber Beyoğlu lokanta ve gece lokallerine büsbütün başka bir üslup geldi." -F. R. Atay.

lokalizasyon is. Fr. localisation Kuruluş yeri seçimi.

lokanta is. (loka'nta) İt. locanda 1. Kazanç amacıyla açılmış, para karşılığında yemek yenilen yer, aşevi, restoran: "Galata lokantalarının yemekleri üzerine tetkikler yapmaya başlamış." -A. Rasim. 2. hlk. Aşçı.

lokantacı is. Lokanta işleten kimse: "Lokantacı parmağım ağzına götürdü." -R. H. Karay.

lokantacılık, -ğı is. Lokanta işletme işi.

lokantalı sf. Lokantası olan: "Yemekten sonra lokantalı vagondan birer de kahve getirttiler." -M. Ş. Esendal.

lokatif is. Fr. locatif dbl. Bulunma durumu.

lokavt is. İng. lock-out İşverenin işçileri topluca işten uzaklaştırma veya işten çıkarma karan.

lokma is. Ar. lukme 1. Ağza bir defada alınıp götürülen yiyecek parçası, sokum: "Öbür yemeklerden bile ağzına bir lokma koyamadı." -Ö. Seyfettin. 2. Lokma tatlısı. 3. tek. Türlü kalınlıktaki cıvataları, boşluğuna geçirip sökmeye veya sıkıştırmaya yarayan metalden alet. 4. Yemek: "Bu akşam lokmayı beraber yeriz, tanışmış olursunuz." -T. Buğra. 5. mec. Genellikle haksız olarak ele geçirilen mal veya para: "Bu lokma sizin için çok büyüktür; boğazınızdan geçmez, yutamayacaksınız ve boğulacaksınız." -P. Safa. lokma (veya lokması) ağzında büyümek üzüntü veya iştahsızlık sebebiyle lokmasını yutamamak: "Ağzımızda lokmalar büyürdü, muşambanın buz gibi teması âdeta ellerimizi yakardı." -R. H. Karay. lokma çiğnenmeden yutulmaz her iş emekle yapılır, lokma dökmek 1) lokma tatlısı yapmak; "Sonra arkasından lokma filan dökmek değil a, bir Yasin, bir Fatihacık bile okuyan bulunmaz." -Ö. Seyfettin. 2) konuk için yemek hazırlamak, lokma etmek 1) dervişler yemek yemek; 2) yemek: "Ben de uskumru aldım. Kendim kızartacağım. Ne olur kalın, beraber lokma edelim." -H. E. Adıvar. (birinin) lokmasını dökmek bir ölünün anısına lokma tatlısı yapıp dağıtmak. (birinin) lokmasını saymak sofrada yemek yiyen kimsenin ne kadar yediğine dikkat etmek.

lokma anahtar, lokma başlığı, lokma göz, lokma tatlısı, haram lokma, et lokması, kibar lokması, saray lokması

lokma anahtar is. tek. Altı veya sekiz köşeli, vidaları sökmeye yarayan alet.

lokma başlığı is. tek. Lokmaların takıldığı parça.

lokmacı is. Lokma yapan veya satan kimse.

lokmacık, -ğı is. Küçük bir lokma: "Doktor her gün tahlil bahanesiyle bir lokmacık olsun pilav yiyordu." -S,. F. Abasıyanık.

lokmacılık, -ğı is. Lokmacı olma durumu veya lokmacının işi.

lokma göz is. Dışarı fırlamış göz, patlak göz.

lokma gözlü sf Fırlak, patlak gözlü.

Lokman hekim öz. is. Tadı güzel olan şeyler için kullanılan Lokman hekimin ye dediği deyiminde geçen bir söz.

lokman ruhu is. hlk. Eter: "Bana biraz lavanta çiçeği, biraz limon, biraz lokman ruhu getirin." -O. C. Kaygılı.

lokma tatlısı is. Mayalı hamuru küçük yuvarlak lokmalar durumunda kızgın yağa döküp kızarttıktan sonra şerbete atarak yapılan bir tatlı, lokma.

lokomobil is. Fr. locomobile Sanayi ve tarımda kullanılan, tekerlekler üzerine kurulmuş, istenilen yere çekilebilen patlamalı motor veya buhar makinesi.

lokomotif is. Fr. iocomotive Tren vagonları çeken, tekerlekli, buharlı, elektrikli, termik motorlu veya sıkıştırılmış havalı makine: "Aynı sene içinde lokomotif fabrikası işletmeye açılmıştır." -F. R. Atay.

lokomotifti sf. Lokomotifi olan.

lokomotif siz sf. Lokomotifi olmayan: "Her nedense dört beş tramvay birikmiş, lokomotifsiz bir tren gibi duruyordu." -Ö. Seyfettin.

lokosit is. Fr. tıp Akyuvar.

lokum is. Ar. rahat + hulküm 1. Şekerli nişasta eriyiğini pişirip hafif ağdalaştırarak yapılan, küçük küp veya dikdörtgen biçiminde kesilen şekerleme, kesme, latilokum: "Üsküdar'a gider iken bir mendil buldum / Mendilimin içine lokum doldurdum." -Halk türküsü. 2. Dinamit lokumu, lokum gibi 1) tatlı, güzel, yumuşak; 2) çok güzel (kadın).

latilokum, dinamit lokumu, kuşlokumu

lolo is. argo "Bir sözün, bir tutumun veya davranışın gerçek ve geçerli olmadığını, başkalarının söz konusu olayda aranabileceğini, ancak söz sahibinin aldanmayacağını, aldatılamayacağını" belirten bana da mı lolo deyiminde geçen bir söz.

lololo is. argo Lolo: "Canım bana da lololo olur mu?" -Y. Celalettin.

lombar is. ît. romball den. Gemi bordalarına, küpeştelerine açılan dörtgen biçiminde delik.

lomboz is. Yun. den. Kamaralarla alt güverteleri aydınlatmak için bordalardan ve güvertelerden açılan yuvarlak pencere.

lonca is. (lo'nca) ît. loggia esk. Belli bir iş kolunda usta, kalfa ve çırakları içine alan dernek, korporasyon: "Bu iş için loncada, isim duası yapılır." -S. Ayverdi.

lonca ustası, esnaf loncası

loncacılık, -ğı is. Lonca kuruluşlarına dayanan ekonomi ve devlet anlayışı.

lonca ustası is. Lonca başkanı.

london is. Lando.

longa is. (lo'nga) muz. Türk müziğinde yörük özellik taşıyan oyun havası.

longozis. Yun. Deniz veya ırmaklarda birdenbire derinleşen yer.

long-play is. İng. long-play bk. uzunçalar.

lop (I) sf. Yumuşak, yuvarlak ve irice: Lop et.

lop et, lop incir, lop lop, lop yumurta

lop, -bu (II) is. Fr. lobe onat. Bir organın yuvarlak ve birbirinden ayrılmış parçalarından her biri: Sağ akciğerde üç, soldakinde iki lop vardır.

lopçuk, -ğu is. anat. Küçük lop: Akciğer lopçuğu.

akciğer lopçuğu

lop et is. Yağsız, iyi pişmiş, iri parça et.

lop incir is. bot. İri ve yumuşak bir tür incir.

lop lop zf. İri parçalar durumunda (yemek veya yutmak).

loppadak zf. (lo'ppadak) Lop diye ses çıkararak: Et loppadak yere düştü. Koca dolmayı loppadak ağzına attı.

lopur is. Bir şeyi yerken veya yutarken çıkan ses.

lopur lopur

lopur lopur zf. "Lopur" sesi çıkararak: Bir sepet inciri lopur lopur yiyiverdi.

lop yumurta is. Suda çok kaynatılmış kabuklu yumurta, katı yumurta.

lor is. Far. lor Bir tür taze, yumuşak ve tuzsuz beyaz peynir: "Teyzem iki dolu kaşık lora, günlük iki yumurta kırdı." -N. Cumalı.

lorentiyum is. Fr. lawrencium kim. Atom numarası 103 olan, 1961'de Berkeley'de kaliforniyum atomlarının bor çekirdekleriyle bombardımanından elde edilen yapma element (simgesi Lr - eskiden Lw).

lort, -du is. Ing. lord 1. İngiltere'de babadan oğla veya ailenin ilk erkek kişisine geçen veya kral tarafından bağışlanan soyluluk unvanı: "O sırada yaşlı bir lort beni pek sevdi." -R. H. Karay. 2. Lortlar Kamarası üyesi. 3. mec. ve hlk. Çok zengin kimse. 4. mec. ve hlk. Sükseli, kalantor, gösterişli kimse: "O bildiğimiz doktor gitmiş, yerine bir lort gelmiş." -S. M. Alus. lort gibi bolluk içinde ve rahat bir biçimde: "Onların öyle lort gibi kurulup durduklarına bakmayın." -R. N. Güntekin.

Lortlar Kamarası

lorta is. (lo'rta) ît. lorta Ayakkabı kalıbının çapı: Baş lorta. Orta lorta. Aşağı lorta.

Lortlar Kamarası is. İngiliz parlamentosunda senato.

lostra is. (lo'stra) İt. lustra Ayakkabı boyama.

lostra salonu

lostracı is. Lostra salonunda çalışan ayakkabı boyacısı.

lostra salonu is. Ayakkabı boyanılan yer.

lostromo is. (lostro'mo) İt. nostromo den. Ticaret gemilerinde tayfaların başı: "Lostromo filikaya atlıyor, ayaklarımın altında tahtalar takılıyor." -Z. Selimoğlu.

lostromoluk, -ğu is. Lostromonun yaptığı iş.

losyon is. Fr. lotion Deri ve saç bakımında kullanılan alkollü veya alkolsüz, kokulu sıvı: "Yüzüne tıraştan sonra losyonunu sürdü." -C. Uçuk.

baz losyon, tıraş losyonu

loş sf. 1. Yeterince aydınlık olmayan, yarı karanlık, az ışık alan: "İçeriye doğru gittiler, loş bir köşede, küçük bir masaya yerleştiler. " -H. E. Adıvar. 2. Az aydınlatan şık).

loşça sf. (lo'şça) Az ışık almış, yarı karanlık: "Loşça bir köşeye çekilerek ortalığı gözden geçirmekten başka yapacağı bir şey yoktu." -P. Safa.

loşlaşma is. Loşlaşmak işi.

loşlaşmak (nsz) Loş duruma gelmek.

loşlaştırma is. Loşlaştırmak işi.

loşlaştırmak (-i) Loş bir duruma getirmek: "Ağır perdelerin loşlaştırdığı bir salona girdim." -Y. Z. Ortaç.

loşluk, -ğu is. Loş olma durumu: "Bir mahzen loşluğunu hatırlatan yarı karanlık içinde, Nadir odayı gösterdi." -P. Safa.

lot is. Fr. lot ekon. Tutam (II).

lota is. (h'ta) Lat. zool. Tatlı sularda yaşayan, bir tür gelincik balığı (Lota vulgaris).

lotarya is. (lota'rya) İt. lotteria Ad veya numara çekilerek oynanan şans oyunlarının genel adı.

lotaryacı is. Lotarya yolu ile kazanç sağlayan kimse.

lotaryacılık, -ğı is. Lotarya oynatma işi.

lotus is. Yun. bot. Nilüfer cinsinden birçok bitkiye verilen genel ad.