li

-li bk. -lı / -li vb.

Li kim. Lityum elementinin simgesi.

libas is. (libaıs) Ar. libâs esk. Giysi.

liberal, -li sf. Fr. liberal 1. Hürriyet ve serbestlikle ilgili. 2. Serbest ekonomiden yana olan (kimse, parti vb). 3. mec. Hoşgörülü.

liberalizm is. Fr. liberalisme 1. Serbestlik: "Bizim demokrasi dahi on sekizinci ve on dokuzuncu asır liberalizm basmakalıplarım sırtına yükleyip yurdumuza öyle geldi." -F. R. Atay. 2. fel. Erkincilik.

liberalleşme is. Liberalleşmek işi.

liberalleşmek (nsz) Serbest bir duruma gelmek.

liberallik, -ği is. Liberal olma durumu: "Millî şuura ermiş bir insana göre muhafazakârlık, liberallik ve daha ileri fikirler arasında fark azdır." -Y. K. Beyatlı.

liberasyon is. Fr. liberation ekon. İthalatı serbest bırakma, ithalata konulmuş miktar sınırlamalarını kaldırma.

liberasyon listesi

liberasyon listesi is. İthal yolu ile girmesine izin verilen malların listesi: "Üzerinde hükmü geçmiş liberasyon listesi bulunan bu soluk sayfa..." -H. Taner.

libero is. İt. libero sp. Son adam.

libido is. Fr. libido psikol. Cinsel içgüdünün belirtilerini gösteren, yaşama gücünün bütünü: "Daha evlenirken yaşamlarının libidoları belliydi." -N. Cumalı.

liboş is. Liberal ekonomiyi ve liberal siyaseti savunurken çabucak zengin olmayı amaçlayan ve bu yolda hiçbir değer yargısını kabul etmeyen, her şeyi mubah gören kimse.

libre is. Fr. libre esk. Yarım kilogramlık bir ağırlık ölçü birimi.

libretto is. (libre'tto) ît. libretto müz. 1. Bir operanın sözlerinin yazılı bulunduğu kitap. 2. Bir pandomimi veya baleyi açıklayan kitap.

Libyalı öz. is. (U'byalı) Libya halkından olan kimse.

lider is. İng. leader 1. Önder, şef: "İhtilal partisinin liderini yakından ilk defa tanıyacaktım. " -F. R. Atay. 2. Bir partinin veya bir kuruluşun en üst düzeyde yönetimiyle görevli kimse: "Politika kargaşalarına gömülmüş liderler, ufukta bekleyen tehlikeyi gör emiyorlardı." -S. Ayverdi. 3. sp. Bir yarışmada başta bulunan takım veya yarışmacı.

liderlik, -ği is. 1. Liderin görevi. 2. Lider olma durumu.

liet, -di is. Alm. lied Şarkı.

lif is. Ar. lifi. Her türlü maddeyi oluşturan çok ince ve uzun parça: "Ihlamur lifleriyle tavana asılmış kış kavunları gözünün önüne geliyordu." -F. R. Atay. 2. Yıkanmak için kullanılan bitki telleri demeti veya türlü ipliklerden yapılmış örgü. 3. biy. Tel.

lif lif, kaya lifi

lifleme is. Liflemek işi.

liflemek (-i) Vücudu lifle sabunlamak.

liflenme is. Liflenmek işi.

liflenmek (nsz) 1. Lif oluşmak: Kavunlar liflenmiş. 2. Lifle sabunlanmak.

lifieşme is. Lifleşmek durumu veya biçimi.

lifleşmek (nsz) Lif durumuna gelmek.

lifli sf Lifi olan.

lif lif sf Tel tel, ince İnce: "Dalgaların getirip attığı lif lif yosunlar, bir parlayıp bir matlaşarak orada duruyorlardı." -H. Taner.

lift is. İng. lift Teniste topa arkadan öne ve yukarıdan aşağıya doğru vurma.

lig is. Fr. ligue sp. Küme.

ligden düşme, lige çıkma

liga is. İt. ligare den. Üç deniz mili uzunluğunda eski bir ölçü birimi.

ligden düşme is. Kümeden düşmek işi.

lige çıkma is. sp. Kümeye çıkma.

lignin is. biy. Bitkide kok ve gövdenin sert ve odunsu yapısını oluşturan madde.

-lik bk -lık/-lik vb.

lika is. (li'ka) Ar. lika esk. Mürekkep hokkalarına konulan ham ipek.

liken is. Yun. bot. 1. Bir mantarla bir su yosununun ortak yaşamasıyla ortaya çıkan bitkilerin genel adı. 2. tıp Kaşındırıcı bir deri hastalığı.

liken bilimi

liken bilimi is. bot. Likenleri inceleyen bilim dalı.

likidasyon is. Fr. liguidation tic. Tasfiye.

likide is. Fr. liaide "Alacak ve verecekleri hesaplayarak sonucu belirtmek" anlamındaki likide etmek teriminde geçer.

likidite is. Fr. liauidite tic. 1. Para ve ticaretle İlgili işlemlerde kullanılabilecek durumda olan satın alma gücü. 2. Kolaylıkla paraya çevrilebilme özelliği fazla olan varlıklar.

likit, -di sf. Fr. liauide 1. Sıvı, akışkan: Likit gaz. 2. is. tic. Kullanılması hemen mümkün olan para.

likit fon

likit fon is. ekon. Hem yatırım fonu almak hem de istenildiği anda nakit olarak kullanmak amacıyla oluşturulan fon türü.

likorinoz is. (likori'noz) Yun. Balıkların iste kurutularak yapılan pastırması.

likör is. Fr. liaueur Meyve veya bazı bitkiler ile alkol, esans karışımından yapılan şekerli içki: "Bu likör vakitsiz, amma şişeleri açmış bulunduk." -P. Safa.

likör bardağı

likör bardağı is. Likör ikram edilen küçük, ince ve zarif cam bardak.

lila rengi is. 1. Açık eflatun. 2. sf. Bu renkte olan.

lîm is. Fr. lime Küçük limon.

limaki is. İt. limacci Ayakkabıcılıkta kullanılan küçük eğe.

liman is. Yun. den. Gemilerin barınmalarına, yük alıp boşaltmalanna, yolcu indirip bindirmelerine yarayan doğal veya yapay sığınak: "On beş gün sonra, geldiği gibi büyük törenle limanımızdan ayrıldı." -H. Taner.

liman cüzdanı, liman reisi, açık liman, sütliman, yatak liman, havalimanı, ticaret limanı

liman cüzdanı is. den. Deniz adamlarının özel kimlik belgesi yerine seferlerde kullandıkları küçük defter: "Bundan böyle nüfus kâğıdının yerini şu liman cüzdanı alacak." -Z. Selimoğlu.

limanlama is. Limanlamak işi veya durumu.

limanlamak (nsz) 1. Gemi bir limana girip orada kalmak. 2. mec. Yatışmak, sakinleşmek.

limanlık, -ğı sf. 1. Liman gibi kullanılan, liman kurmaya elverişli (yer). 2. Yatışmış, dalgasız, sakin (deniz, hava).

liman reisi is. Gemilerin limana girip çıkması, yük alıp vermesi işlerine bakan yetkili kimse: "Kız kardeşi Nazime'yi yaşlı bir liman reisi istedi." -M. Ş. Esendal.

limbo is. (li'mbo) İt. limbo den. 1. Irmaklarda, sığ sularda yük taşıyan bir tür tekne. 2. Bir ticaret gemisinin içindeki yükü, bordasına yanaşan başka bir gemiye aktarma işlemi.

lime is. (li:me) Far. lime esk. Parça.

limit is. Fr. limite 1. Bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya erişebileceği en alt ve en üst sınır, yer. 2. mat. Değişken bir büyüklüğün istenildiği kadar yaklaşabildiği durağan büyüklük: Daire, iç çokgenlerin çevresinin üst limitidir.

kredi limiti

limitet sf. İng. limited Sınırlandırılmış, sınırlı.

limitet ortaklık, limitet şirket

limitet ortaklık, -ğı is. tic. Ortaklarının sorumluluğu, koydukları sermaye ile sınırlı bulunan ortaklık, limitet şirket.

limitet şirket is. tic. Limitet ortaklık.

limitsiz sf. Sınırsız, herhangi bir kısıtlama olmaksızın.

limitsizlik, -ği is. Limitsiz olma durumu.

limnoloji is. Fr. limnologie Göl bilimi.

limnolojik, -ği sf. Fr. limnologiaue Göl bilimi ile ilgili.

limon is. Yun. bot. 1. Turunçgillerden, 3-5 m yükseklikte, kışın yapraklarını dökmeyen, beyaz çiçekli bir ağaç (Citrus limonum). 2. Bu ağacın sarı renkli, kabuğu kokulu, suyu ekşi meyvesi, limon gibi sarı, çok san: "Benzi limon gibi sararmaya, gözleri ateş gibi parlamaya başladı." -Y. K. Karaosmanoğlu. limon kabuğu gibi tkz. küçük ve biçimsiz (şapka).

limon asidi, limon bahçesi, limon esansı, limon kabuğu, limonküfü, limon otu, limon sarısı, limon suyu, limon tozu, limon tuzu, tatlı limon, yatak limonu

limon asidi is. kim. Sitrik asit.

limonata is. (limona'ta) İt. limonada Su, şeker ve limon suyundan yapılan şerbet: "Fahri'nin canı soğuk bir limonata istiyor." -S. F. Abasıyanık. limonata gibi sıcak günlerde serin serin esen (hafif rüzgâr).

limonata bardağı

limonata bardağı is. Limonata ikram etmek için kullanılan ince, uzun cam bardak.

limonatacı is. Limonata yapan veya satan kimse: "Limonatacı tezgâhtarlığını da galiba iş bulamadığı için kabul zorunda kalmış. " -R. H. Karay.

limonatacılık, -ğı is. Limonata yapma veya satma işi.

limon bahçesi is. Limonluk, ser (II).

limoncu is. Limon yetiştiren veya satan kimse.

limonculuk, -ğu is. Limoncu olma durumu.

limon esansı is. Taze limon kabuğunun sıkılmasıyla elde edilen uçucu yağ.

limoni is. (limomi:) Yun. + Ar. -î 1. Limon rengi, yeşile çalan açık san. 2. sf Bu renkte olan. 3. sf. mec. Biraz bozuk, iyi olmayan (İnsan ilişkileri): Bugünlerde aramız limoni. 4. sf. mec. Alıngan, beklenmeyen bir zamanda öfkelenen: "Anasını alacak değilim, ama bilirim, çok şişman kadınların huyları biraz limoni olur." -A. Gündüz.

limoni hava

limoni hava is. Yağmur yağıp yağmayacağı belli olmayan kapalı hava.

limonit is. Fr. limonite jeol. Sarı veya kahverengi doğal hidratlı demir oksit.

limon kabuğu is. Çeşitli maddelerin yapımında kullanılan ve limonu çevreleyen kabuk.

limonküfü is. 1. Yeşile çalan mavi renk: "Yüzü büsbütün küçülmüş, limonküfü bir renk almış." -H. Taner. 2. sf Bu renkte olan.

limonlama is. Limonlamak işi.

limonlamak (-i) İçine, üstüne limonun suyunu sıkmak veya katmak.

limonlu sf. İçine limon sıkılmış veya limon doğranmış: Limonlu çay.

limonluk, -ğu is. 1. Sıcak İklim bitkilerinin korunduğu ve yetiştirildiği, bir bölümü veya bütünü camlı, kapalı yer, ser (II), sera: "Köşkün yanından kıvrılıp arkadaki limonluğa doğru yürüyorlardı." -M. Yesari. 2. Limon ağaçlarının bulunduğu yer, limon bahçesi: "Taksim gezisi öğleden sonra ılık bir limonluk gibidir." -B. Felek. 3. Üzerine kesilmiş limon bastırılıp sıkılan, ortası tümsek ve oluklu küçük araç. 4. mim. Merdiven, balkon vb. yerlerin kıyılarına çekilen, 20-30 cm yüksekliğindeki set, tavhane.

limon otu is. bot. Kışın yapraklarını döken, salkım çiçekli bir ağaççık (Lippia citriodora).

limon sarısı is. 1. Limon kabuğunun rengi. 2. sf Bu renkte olan.

limonsu sf. Limonu andıran, limona benzeyen, limon gibi, limonumsu.

limon suyu is. Limondan elde edilen meyve suyu.

limon tozu is. hlk. Sitrik asit.

limon tuzu is. Sitrik asit.

limonumsu sf. Limonsu.

limuzin is. Fr. limousine İçinde her türlü donanım bulunan lüks, uzun ve geniş otomobil türü.

linç, -ci is. İng. lynch Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak taş, sopa vb. araçlarla döverek öldürmesi. (birini) linç etmek yargılamadan öldürmek: "Yakalamışlar adamı. Ahali linç edecekmiş az kalsın." -S. F. Abasıyanık.

lineer sf. Fr. lineaire mat. 1. Çizgilerle ilgili olan. 2. Değişmesi bir doğru ile gösterilebilen: Lineer bir fonksiyon, birinci dereceden bir fonksiyondur.

linet is. (li:net) Ar. linet esk. İshal.

linin is. Fr. linine biy. Hücre çekirdeğinde bulunan ve kromatin tanelerini taşıyan ağ biçimindeki ipliksi yapı.

link (I) is. hlk. Atın eşkin yürüyüşü.

link (II) is. İng. link İletişimi sağlayan dizgenin, teknik ağın birliği.

link hattı, radyolink

link hattı is. İki nokta arasında haberleşmeyi sağlayan sistem.

linolyum is. (linolyum) Fr. Hnoleum Yer döşemesi olarak kullanılan, üzeri keten yağı ve mantar tozuyla kaplanmış jüt bezi, muşamba: "Ben bir tek odada oturuyorum. Döşeme linolyum döşeli." -M. Ş. Esendal.

linotip is. ing. linotype Basımevinde harfleri dizen ve satırları blok durumunda döken dizgi makinesi.

linyit is. Fr. lignite jeol. Birleşimindeki karbon oranı % 60-70 bulunan, kahverengi veya siyah kömür.

lipari is. (lipa'ri) Yun. zool. Çirozluktan sonra yağlanmaya başlayan uskumru.

liparit (Lipari adalarının adından) jeol. Riyolit.

lipit, -di is. Fr. lipide Hayvan ve bitki dokularının eter, benzin, kloroform vb. yağ çözücülerinde eriyen bölümü.

lipom is. Fr. lipome tıp Yağ dokusunun, bulunduğu yerde büyümesiyle oluşan zararsız ur, yağ uru.

lipsos is. (lipsos) Yun. zool. İskorpitgillerden, Akdeniz ve Atlas Okyanusu'nda yaşayan, yüzgeçlerindeki dikenlerde yaralara sebep olan bir zehir bulunan, 40 cm uzunluğunda, eti çok beğenilen bir balık (Scorpaena porcus).

lir is. Fr. lyre müz. Kaynağı mitolojik çağlara dayanan kirişli bir çalgı.

lira is. (li'ra) İt. lira 1. Yüz kuruş değerinde Türk para birimi: "Bu pazarlığın yapıldığı zamanda liranın kıymeti vardı." -R. H. Karay. 2. Bazı ülkelerin para birimi: Mısır lirası. Suriye lirası. 3. esk. Yedi gram ağırlığında altın sikke, sarı lira.

sarı lira

liralık, -ğı sf. 1. Herhangi bir lira değerinde olan: Beş milyon liralık alışveriş. On milyon liralık kumaş. 2. is. Lira.

liret is. İt. İtalyan para birimi.

lirik, -ği sf. Fr. lyriaue 1. Coşkun, ilhamla dolu: "Hiçbir millet Fuzuli ve Nedim ayarında iki büyük lirik şair gösteremez." -Y. K. Beyatlı. 2. ed. Eski Yunan edebiyatında lir eşliğinde söylenen (şiir). 3. is. ed. Çok etkili, coşkun, genellikle kişisel duygulan dile getiren edebiyat.

lirik şiir

lirik şiir is. ed. 1. Yunanlarda lir eşliğinde okunan şiir. 2. Coşkun ve ateşli bir anlatımı olan, toplumun ortak veya şairin kişisel duygularını yansıtan şiir.

lirizm is. Fr. lyrisme ed. Kişisel duyguların ilham yolu ile coşkulu ve etkili anlatımı.

lisan is. (lisa:n) Ar. lisân Dil (I): "Mektup uzun değildi, biraz da ticari bir lisanla yazılmıştı. " -P. Safa. lisana gelmek konuşmaz şeyler konuşmaya başlamak, dile gelmek, dillenmek: Ağaç lisana gelerek...

lisanıhâl, lisanımünasip, sürçülisan

lisanıhâl, -li is. (lisa:nıha:l) Ar. lisân + hâl esk. Hâl diliyle, davranışla düşünce ve istenileni anlatma.

lisanımünasip, -bi is. (lisa:mmüna:sip) Ar. lisân + munâsib esk. Karşısındakinin kolayca anlayabileceği dil ve üslup.

lisani sf. (lisa:ni:) Ar. lisâni Dille ilgili.

lisaniyat is. (lisa:niya:t) Ar. lisüniyyât esk. Dil bilimi, lengüistik, filoloji.

lisans is. Fr. licence 1. Genellikle dört yıl süren üniversite veya yüksekokul öğrenimi: "Doktora veya lisanslarını hazırladıkları sırada maişet parasını büro ve otel garsonluğu yapmakla çıkarıyorlardı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Bu öğrenim sonunda elde edilen ve diploma ile belgelendirilen akademik derece. 3. huk. Bir malı yabancı firma adına üretme izni. 4. sp. Bir sporcunun resmî yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonunun kendisine verdiği kayıt fişi veya kimlik kartı. 5. tic. Yurda mal sokma veya yurttan mal çıkarma izni: İthal lisansı, ihraç lisansı.

lisans sözleşmesi, Ön lisans, yüksek lisans

lisansiyer is. Fr. Üniversitede okuyan öğrenci: Lisansiyerler 'listesi üniversitenin dehlizine nihayet asılmıştı." -S. F. Abasıyanık.

lisanslı sf. Lisansı olan: Alman lisanslı elektrik sayacı.

lisans sözleşmesi is. ekon. Firmanın, geliştirdiği teknolojiyi başkalarının kullanabilmesi için verdiği izin belgesi.

lisansüstü eğitim is. eğt. Lisans eğitimi bittikten sonra yapılan yükseköğretim.

lise is. (li'se) Fr. lycee 1. Sekiz yıllık ilköğretimden sonra en az üç yıllık bir eğitimle hayata veya yükseköğretime hazırlayan ortaöğretim kurumu, ortaöğretim: "Liseyi bitirince Avrupa'da tahsilini ben üzerime alırım. " -R. H. Karay. 2. Üç yıllık ortaokuldan sonra en az üç yıllık bir eğitimle hayata veya yükseköğretime hazırlayan ortaöğretim kurumu.

açık lise, süper lise, teknik lise

liseli sf. Lise okuyan (öğrenci): "Kadın liseli bir öğrenci, adam.delikanlı..."-Ç. Altan.

liste is. ît. Usta Alt alta yazılmış şeylerin bütünü, dizelge: "ihtiyar garson yazılmış listeleri masalara bırakıyor." -H. Taner.

liste başı, liste dışı, kara liste, tek liste, iftihar listesi, liberasyon listesi, seçmen listesi, yemek listesi

liste başı is. Herhangi bir seçimde, listenin ilk sırasında olan isim. liste başı olmak listenin ilk sırasında olmak.

listeci is. 1. Liste yapan kimse. 2. İnternet aracılığıyla, alıcıya gönderilen mesaj, mektup veya dosyaları düzenli bir biçimde listeleyen düzenek.

liste dışı is. Herhangi bir seçimde listeye girememiş olan kimse. liste dışı kalmak listede yer alamamak.

listeleme is. Listelemek İşi veya durumu.

listelemek (-i) Liste durumuna getirmek.

literatür is. Fr. litterature 1. Edebiyat. 2. Herhangi bir bilim dalında yazılmış olan yazı veya eserlerin bütünü: Alman subaylarıyla ilerlettiği Almancası ile askerî literatürü günü gününe takip eder." -H. Taner.

litografi is. bk. litografya.

litografya is. Fr. litographie 1. Taş basması. 2. sf. Bu yöntemle basılmış (yazı, resim).

litografya taşı

litografyacı is. Litografya işi ile uğraşan, litografya yapan kimse.

litografya taşı is. min. Taş basmasında kullanılan çok düzgün bir kalker.

litoloji is. Fr. lithologie min. Taş bilimi.

litolojik, -ği sf Fr. -lithologiae Taş bilimi İle ilgili.

litosfer is. Fr. lithosphere jeol. Taş yuvarı.

litre is. (li'tre) Yun. 1. mat. Sıvıları ölçmede kullanılan, bir desimetre küp hacminde ölçü birimi. 2. sf. Bu birimde bir kabın alabileceği miktarda olan: "Şimdi yedek iki litre kan var elimizde." -N. Cumalı.

dekalitre, desilitre, hektolitre, mililitre, santilitre

litrelik, -ği sf. Herhangi bir litre ölçüsünde sıvı alan: İki litrelik şişe. Beş litrelik kap.

liturya is. Yun. Kudas.

lityum is. Fr. lithium kim. Atom numarası 3, atom ağırlığı 6,94, yoğunluğu 0,55 olan, 180 °C'de eriyen, gümüş parlaklığında, bilinen en hafif element (simgesi Li).

lityumlu sf. Lityum içeren bir madde.

liva is. (liva:) Ar. liva esk. 1. Sancak: "Eski İzmir vilayetiyle livalarında beklenmedik zorluklarla karşılaşmıştır." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. ask. Tugay: "Süvari livalarında uzun hizmeti geçmiş olan Fahrettin Bey..." -A. İlhan. 3. ask. Tuğgeneral.

mirliva, açıklar livası

livar is. İt. livaio den. 1. Avlanan balıklan canlı olarak saklamak için ağzı İçine doğru konik örülmüş sepet: "Keçi kellesinin ince derisini parça parça kesip de ağlara takmak için hazır edip livarına tıktığı zaman ..." -S. F. Abasıyanık. 2. İçinde diri balık saklanan, denizden ayrılmış havuz.

livarh sf. Livarı olan.

livarh tekne

livarh tekne is. den. Avlanan balıkları canlı saklamak için denizde bağlantılı bölümleri olan gemi.

liyakat, -ti is. (liyaıkat) Ar. liyâkat 1. Layık olma, yaraşırlık, uygunluk, değim. 2. Yeterlilik, kifayet: "Her birimiz kendi liyakatimize göre, üzerimize bir vazife almalıyız." -Y. K. Karaosmanoğlu. liyakat göstermek başarmak.

liyakat sahibi

liyakatli sf. Liyakati olan, başarılı, yetenekli, değimli: "Ciddi bir gazetede liyakatli, genç bir muharririn şu sözleri beni hâlâ düşündürüyor. " -O. S. Orhon.

liyakat sahibi sf. Başarılı, erdemli, yetenekli kimse.

liyakatsiz sf. Liyakati olmayan, başarısız, yeteneksiz, değimsiz.

liyakatsizlik, -ği is. Liyakatsiz olma durumu.

liyan is. bot. Yabani ormanlarda yetişen parazit sarmaşığı: "Önünüz Uyanlarla sımsıkı örülmüştür." -F. R. Atay.

lizol, -lü is. İng. Iysol kim. Krezol: "Koridor, kızarmış ekmek, lizol ve eter kokuyordu." -H. Taner.

lizöz is. Fr. liseuse Yatakta kadınların giydiği bir çeşit yün hırka.