iz

-iz bk. -iz / -iz vb. (II).

iz is. 1. Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alamet, emare: "Nihayet bir dönemeçte izlerin sahibini gördüm." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti: "Yüzünde birtakım diş ve tırnak izleri vardı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti, ipucu, emare: Cinayet izleri, 4. Bir olay, bir durum veya yaşayıştan geride kalan belirti, eser: O çağ uygarlığından iz kalmadı. 5. mat. Bir düzlemin başka bir düzlemle veya bir doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit, iz bırakmak etkisini kalıcı duruma getirmek: "Felaketler, ıstıraplar, matemler ruhumuzda âdeta bir yara gibi derin bir iz bırakıyor." -Ö. Seyfettin, iz sürmek 1) izlemek, arkasından gitmek, takip etmek: "Sonradan onun da izini sürüp yerini buldum." -Y. K. Beyatlı. 2) av sırasında hayvanın ayak izlerine bakarak gittiği yeri bulmaya çalışmak. izi belirsiz olmak iz bırakmadan ortadan çekilmek, izi silinmek ortadan yok olmak, kaybolmak, (birinin) izinden yürümek birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, (birinin) izine basmak esk. gözden uzaklaştırmayarak ne yaptığını gözetlemek, izine dönmek esk. bir karar veya yargıdan geri dönmek, bir karardan vazgeçmek, rücu etmek, izine düşmek av hayvanlarının, gittiği yolu izleyerek arkalarından gitmek, izine uymak düşünce ve davranışlarını benimsemek, (bir cismin) izini düşürmek iz düşümünü çıkarmak, izini kaybetmek bir kimse hakkında bilgi alamamak.

iz düşümü, ayak izi, parmak izi, yara izi

izabe is. (iza:be) Ar. izabe kim. esk. Madenleri ergitme, sıvı durumuna getirme.

izabe fırını, izabe noktası

izabe fırını is. mân. Maden ergitme ocağı.

izabe noktası is. kim. Madenin sıvı duruma getirildiği derece.

izaç, -cı is. (iza:ç) Ar. iz'âc esk. Bunaltma, tedirgin etme, baş ağrıtma, can sıkma: "Bu vaka Bilal'ı, uşakların izacmdan tamamen kurtardı." -H. E. Adıvar. izaç etmek bunaltmak, tedirgin etmek, baş ağrıtmak: "Fısıltıları bu sakin adamı gıdıklıyor, izaç ediyor. " -H. E. Adıvar.

izafe is. (iza:fe) Ar. izafe esk. 1. Bir şeye veya bir kimseye bağlama, mal etme, yakıştırma. 2. Katma, ekleme, ilave etme. izafe etmek 1) bağlamak, yüklemek, mal etmek; 2) katmak, eklemek, ilave etmek.

izafet is. (iza.fet) Ar. izafetfel. esk. Bağıntı.

izafeten zf. (izaıfeten) Ar. izafeten esk. 1. Bir şeye veya kimseye bağlanarak, dayanarak, ilişik olarak, mal edilerek. 2. Saygı göstermek amacıyla, bir kimsenin adına: Bu caddenin adı filana izafeten verildi.

izafi sf (iza.fı:) Ar. izafi fel. esk Bağıntılı.

izafi değer

izafi değer is. mat. Bağıl değer.

izafilik, -ği is. fel. Bağıntılılık.

izafiye is. (izaıfiye) Ar. izâfiyye fel. esk. Bağıntıcılık.

izafiyet is. (iza:fiyet) Ar. izâfiyyet fel esk. Bağıntılılık.

izah is. (i:za:h) Ar. izahı Açıklama, izah etmek açıklamak, ayrıntılı bilgi vermek: "Vaziyeti size açıkça ve namusluca izah ettim." -A. Gündüz.

izahat ç. is. (i:za:ha:t) Ar. izahat Açıklamalar, izahat vermek (veya izahatta bulunmak) açıklamalarda bulunmak, ayrıntılı bilgi vermek.

izahlı sf. Açıklamalı: İzahlı sözlük.

izale is. (iza:le) Ar. izâle esk. Yok etme, giderme, izale etmek yok etmek, gidermek: "Ben sende hasıl olan fikirleri izale etmek isterim."-M. Ş. Esendal.

izaleişüyu

izaleişüyu is. Ar. izâle + şuyü' huk. Bir mülk üzerindeki ortaklığı giderme.

izam (I) is. (i:za:m) Ar. i'zâm esk. Bir kimseyi gönderme, yollama.

izam (II) is. (i:za:m) Ar. i'zâm esk. Olduğundan büyük gösterme, büyütme, abartma, izam etmek büyütmek, abartmak.

izamik, -ği is. Bağıl olma durumu, bağıntılı olma durumu, görelik, görecelik.

izan is. (i'za:n) Ar. iz'ân esk. Anlayış, anlama yeteneği, izan etmek anlayışlı davranmak, düşünmek, izanı yok anlayışsız, kavrama yeteneği zayıf.

izanlı sf. Anlayışlı, düşünceli.

izansız sf. Anlayışsız, düşüncesiz.

izansızca sf. 1. İzansıza yakışan: "Pek çocukça hareketlerde bulunuyor, izansızca sözler sarfediyordu." -R. H. Karay. 2. zf. Anlayışsız bir biçimde.

izansızlık, -ğı is. Anlayışsızlık, düşüncesizlik: "Gerçi ona da evin çocuğu demişlerdi ama, saygısızlığın, izansızlığın bu derecesi olur mu?"-R.N. Güntekin.

izaz is. Ar. i'zâz esk. Ağırlama, izaz etmek ağırlamak,

izazuikram

izazuikram is. (iza:zuikram) Ar. i'zâz + ikram esk. Saygı gösterme ve ağırlama.

izbandut sf. İt. spandito 1. Görünüşü ve davranışı ile korku veren (iri yarı adam): "Hanife, iki izbandut herifin yanından geçeceği anı mümkün olduğu kadar tehire çalışıyordu. " -H. E. Adıvar. 2. is. esk. Rum korsanı, izbandut gibi çok iri, cüsseli (erkek): "Elin izbandut gibi herifiyle dövüşür müyüm?"-M. Ş. Esendal.

izbe sf. Rus. 1. Basık, loş, nemli, kuytu (yer): "Bir sırrı sürüklüyor terlikler pıtır pıtır / izbe sofalarında izbe sofalarında." -N. F. Kisakürek. 2. Sapa.

izbelik, -ği fe. İzbe yer.

izbiro is. (izbiro) ît. sbirro den. Çeşitli yükleri yukarı çekmek için halattan yapılmış sapan.

izci is. 1. İz güderek aradığını bulabilen kimse, keşşaf, 2. Dayanışma ve yardımlaşma duygularını geliştirmek, ruhça ve bedence güçlendirilmek için kamplarda ve okullarda eğitilen genç: "Tam bu sırada, sokağın başından bir izci alayı sökün etti." -Y. K. Karaosmanoğlu.

izcilik, -ği is. 1. İzci olma durumu veya izcinin yaptığı iş. 2. Gençleri ruh ve bedence sağlam ve yararlı bir biçimde yetiştirmeyi amaçlayan dünya çapındaki spor ve eğitim örgütü.

izdiham is. (izdihamı) Ar. izdiham Aşırı kalabalık, yığılma: "Tıbbiyeli uzaklaşır, fakat o izdiham içinde kızın teyzesi kaybolur." -P. Safa.

izdivaç, -cı is. (izdiva:ç) Ar. izdivaç esk. Evlenme, izdivaç etmek evlenmek.

iz düşümlü sf. İz düşümü olan.

iz düşümsel sf. mat. Bir düzlem üzerine iz düşürülen biçimlerin bozulmasından kalan (özellikler).

iz düşümü is. fiz. 1. Bir ışık kaynağından çıkan ışınlarla ekran üzerinde görüntü oluşturma işi, projeksiyon. 2. Bu yolla oluşturulan görüntü, projeksiyon. 3. mat. İz düşümü düzlemi denilen bir düzlem üzerinde, bazı geometri kurallarına uyularak bir cismin gösterilmesi, irtisam, mürtesem.

izdüşüren sf. mat. Bir biçimin bir düzlem üzerindeki iz düşümünde, biçimin her noktasını iz düşümüyle birleştiren (doğru).

izhar is. (izha:r) Ar. izhâr esk. Belirtme, gösterme, açığa vurma, izhar etmek açığa vurmak, belirtmek, göstermek: "Ayrılırken tekrar görüşmek arzusunu kuvvetle izhar ettiler."-P. Safa.

izin, -zni is. Ar. izn 1. Bir şey yapmak için verilen veya alınan özgürlük, müsaade, ruhsat, icazet, mezuniyet: "Viyana'dan döneli bir ay olmuştu ve izni üç hafta sonra bitiyordu. " -H. E. Adıvar. 2. Bir kimseye çalıştığı yerce verilen tatil: Yıllık iznini kullanıyor, izin almak bir şey yapmak için onay sağlamak: "Çalıştığı bankanın müdürlerinden birinin kızıyla nişanlanmak için, izin alıp Edirne'ye gitmişti." -M. Ş. Esendal. izin çıkmak bir şey yapmada serbest bırakılmak, izin istemek bir şeyi gerçekleştirmek amacı ile onay almaya kalkmak: "Annemden Hasan'la beraber Yeşilköy'e gitmek için izin istedim." -H, E. Adıvar. izin koparmak güçlükle izin almak: "Kendisi belediyeden birkaç gün izin kopararak onları ziyaret edecekti." -R. N. Güntekin. izin vermek 1) birini bir şey yapmada serbest bırakmak: "Yenisi dikilinceye kadar sivil elbise ile dolaşmasına izin verdi." -E. Bener. 2) işine son vermek, hizmetinden çıkarmak, izne çıkmak (veya ayrılmak) bir iş yerinde üst makamların onayıyla belli bir süre için görevinden ayrılmak, izninizle izniniz olursa, müsaade ederseniz.

izinname, arama izni, çalışma izni, ihraç izni, ithal izni, oturma izni

izinli sf. İzin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmış, mezun: "İlk bakışta bana izinli çıkmış bir hasta bakıcı gibi göründü." -R. N. Güntekin.

izinname is. (izinnaıme) Ar. izn + Far. nâme esk. 1. Bırakma veya çıkarma kâğıdı. 2. Bir nikâhın kıyılması için kadı tarafından verilen izin kâğıdı: "Bir izinname çıkacak, iki imam beş on mecidiye alıp nikâh kıyacaklar." -A. Gündüz.

izinsiz sf. 1. Ceza olarak hafta sonu veya tatil günü çıkmasına izin verilmeyen (asker veya yatılı öğrenci): "Hemen her cumartesi, ya izinsiz kalıyorsun ya arkadaş toplantısına gidiyorsun." -E. Bener. 2. is. Bu cezanın adı: "Ben izinsizden daha az korkardım; çünkü onun karşılığı sekiz aferindir." -F. R. Atay. 3. zf. İzin almadan: İzinsiz dışarı çıkılmaz.

izinsizlik, -ği is. İzinsiz olma durumu.

izlek, -ği is. hlk. Keçi yolu, patika.

izlem is. İzleme işi, izleme, takip.

izleme is. İzlemek işi, takip.

izlemek (-i) 1. Birinin veya bir şeyin arkasından gitmek, takip etmek. 2. Zaman, süre, sıra vb. bakımından gelmek, arkasından gelmek, arkasında olmak: Geceyi gündüz izler. 3. Bir olayın gelişimini gözden geçirmek: "Bu ustaca düzeni Osmanlıların her işinde izleyebilirsiniz." -S. Birsel. 4. Eğlenmek, görmek, öğrenmek için bakmak, seyretmek: Televizyonu izlemek. 5. Belirli bir yönde gitmek: "Geç vakit hayvanla, Deliçay'ı izleyip gidiyordum." -H. E. Adıvar. 6. Gözlemek, incelemek: Çocuk kuşu gözleriyle izledi. 7. Belirli bir tutum, davranış veya düşünceyi benimsemek: Bu üretim politikasını izleyeceğiz. 8. Bir şeye uymak, bağlı olmak: Modayı izlemek. 9. Herhangi bir olayla ilgilenmek: "Çeşitli siyasi olaylar karşısındaki tepki ve düşüncelerini dolaylı da olsa izleyebiliyordum." -H. Taner.

izlence is. Program.

izlenim is. 1. Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki, intiba, imaj: "İlk izlenim olarak bana pek zeki görünmedi." -Ç. Altan. 2. psikol. Uyaranların, duyu organları ve ilişkili sinirler üzerindeki etkileri veya belirli bir durumun kişi üzerindeki çözümlenmemiş bütün etkisi, intiba. izlenim vermek etki bırakmak: "Görevlilerin edalı ve dıbır dıbır yürüyüşleri bir geçit töreni izlenimim verir." -S. Birsel.

izlenimci is. 1. İzlenimcilik yanlısı olan sanat veya sanatçı, empresyonist. 2. sf. Kesin bir doğruluğu olmayıp duyumlara, izlenime dayanan.

yeni izlenimci

izlenimcilik, -ği is. 1. Doğayı, gerçekte olduğu gibi bütün ayrıntılarına bağlı kalarak değil, ondan edinilen izlenimin ölçüsüne göre anlatan, doğrudan doğruya gerçeği, nesneyi değil de, onun sanatçıda uyandırdığı duyumları veren sanat akımı, empresyonizm. 2. Sanatta, dış etkilerin içe yansıması, içte izler bırakması ve bu izlere dayanarak sanat eserlerini yaratması.

yeni izlenimcilik

izleniş is. İzlenme işi veya biçimi.

izlenme is. İzlenmek işi.

izlenmek (nsz) İzleme işi yapılmak, takip edilmek.

izletilme is. İzletilmek işi.

izletilmek (nsz) İzlenmesi sağlanmak.

izletme is. İzletmek işi.

izletmek (-i) İzleme işini yaptırmak.

izleyici is. İzleme işini yapan kimse: "Sürekli bir televizyon izleyiçişidir." -H. Taner.

izleyicilik, -ği is. İzleyici olma durumu.

izleyiş is. İzleme işi veya biçimi.

izmarit is. Yun. 1. İzmaritgillerden, pullu ve kılçıklı bir çeşit küçük balık (Maena smraris). 2. İçilmiş sigara artığı: "Kiminiz de kat çıkacak diye, izmarit toplar gibi boyuna gazete kuponu toplarsınız." -Ç. Altan.

izmaritgiller ç. is. zool. Örnek hayvanı izmarit olan kemikli balıklar familyası.

izmihlal, -li is. (izmihlali) Ar. izmihlal esk. Yıkılma, çökme: "Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal." -M. A. Ersoy.

İzmir köftesi is. Kıyma, soğan, maydanoz, ıslatılmış ekmek içi, yumurta, domates, yeşilbiber, sarımsak ve yağ kullanılmasıyla hazırlanan ve kısık ateşte pişirilen bir yemek türü.

izobar is. Fr. isobare coğ. Eş basınç.

izobar eğrisi

izobar eğrisi is. coğ. Eş basınç.

izohips is. Fr. isohypse coğ. Eş yükselti.

izohips eğrisi

izohips eğrisi is. coğ. Eş yükselti eğrisi.

izolasyon is. (izolâsyon) Fr. isolation fiz. Yalıtım.

izolatör sf. (izolatör) Fr. isolateur fiz. Yalıtkan.

izole sf. Fr. isole Yalıtılmış, tecrit edilmiş. izole etmek 1) yalıtmak; 2) mec. yalnız bırakmak.

izole bant

izole bant, -di is. 1. Elektrik akımının başka tarafa geçmesini önlemek için teli sarmakta kullanılan bant. 2. Bant.

izomer sf Fr. isomere kim. Aynı oranlarda birleşmiş aynı elementlerden oluşan, fakat moleküllerinde atom gruplaşmaları değişik olduğu için birbirlerinden farklı özellikler gösteren (maddeler).

izomeri is. Fr. isomerie kim. Cisimlerin niteliği.

izomerik, -ği sf. Fr. isomeriaue İzomeri ile ilgili olan.

izomerleşme is. kim. Bir maddenin bunun izomeri olan başka bir maddeye doğrudan doğruya veya kimyasal bir etkiyle geçme.

izometri is. Fr. isometrie geom. Eşölçüm.

izomorf is. Fr. isomorphe kim. Eş biçim.

izomorfik, -ği sf. Fr. isomorphique kim. biçimli.

izomorfizm is. Fr. isomorphisme kim. ve mat. Eş biçimlilik.

izomori sf. Fr. kim. Eş biçim.

izomorfik, -ği sf. Fr. Eş biçimli.

izoterm sf. Fr. isotherme coğ. Eş sıcak,

izoterm eğrisi

izoterm eğrisi is. coğ. Eş sıcak eğrisi.

izotop sf. Fr. isotope fiz. Yalnız atomlarının kitleleri yönünden birbirinden farklı olan (aynı kimyasal element): Radyoaktif izotop.

izzet is. Ar. 'izzet esk. Büyüklük, yücelik, ululuk.

izzetinefis, izzetüikbal, izzetüikram

izzetinefis, -fsi is. Ar. 'izzet + nefs 1. Onur, öz saygı: İzzetinefsime yediğim bu şamardan sersemledim." -A. Gündüz. 2. Kişinin kendine verdiği değer. İzzetinefsine dokunmak 1) onuruna dokunmak; 2) gücüne gitmek: "Terkedilmiş hâli izzetinefsime dokunuyor, fakat onu hiç yadırgamıyorum. " -A. Ş. Hisar, izzetinefsine yedirememek onursuz kalmayı kabul edememek, düşkünlüğü veya zavallılığı reddetmek: "Otele gidip de aptalcasına beklemeyi, yürek çarpıntılarıyla kapıyı gözetlemeyi izzetinefsime yediremiyorum." -R. H. Karay.

izzetüikbal, -li (izzetüikba:l) Ar, 'izzet + ikbâl esk. Saygınlık.

izzetüikram is. Ar. 'izzet + ikram esk. Ağırlama.