-it(I) bk. -it/-itvb. (I).
-it(II) bk. -it/it- vb. (II).
it is. 1. Köpek: "// ürür, kervan yürür." -Atasözü. 2. hkr. Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri." -H. Taner, it dişi domuz derisi sevilmeyen iki kişi arasındaki anlaşmazlıktan duyulan hoşnutluğu anlatan bir söz. it gibi çalışmak çok çalışmak, yorulmak, it ite (buyurur), it de kuyruğuna bir iş yüksünülüp başkasına bırakıldığında söylenen bir söz. it iti ısırmaz aynı düşüncede ve aynı yapıda olan insanlar birbirlerine zarar vermezler, birbirlerini korurlar, it izi, at izine karışmak at izi it izine karışmak, it sürüsü kadar hkr. gereğinden çok, oldukça kalabalık, it ürür, kervan yürür gerçekleşmesi doğal olan işler engellenemez, ite atsan yemez çok kötü, berbat. ite ot, ata et vermek ata et, ite ot vermek. İti ite kırdırmak "kötülüğü ortadan kaldırmak kötünün elinden olur" anlamında kullanılan bir söz. iti öldürene sürükletirler çığırından çıkmış olan bir işin düzeltilmesi, bu işe yol açan kimseye düşer, itin götüne (veya kıçına) sokmak kaba rezil etmek, itin kuyruğunda ikz. pek çok, pek bol.
→ itboğan, itburnu, it canlı, it dalaşı, itdirseği, it elli, it hıyarı, it kopuk, İtkuyruğu, it üzümü, ekin iti
ita is. (i:ta:) Ar. i'tâ' esk. Verme, ödeme.
→ ita amiri, ita emri, ahzüita, amiriita
ita amiri is. Ödemeye yetkili kimse.
itaat, -ti is. (üa:at) Ar. itâ'at Söz dinleme, boyun eğme, buyruğa uyma. itaat etmek söz dinlemek, boyun eğmek, verilen buyruğa uymak: "Küçük kız itaat etmezse dayak yiyeceğim anladı." -R. N. Güntekin.
itaatkâr sf. (itaa:tkâ:r) Ar. ita'at + Far. -kâr İtaatli.
itaatli sf. Söz dinler, buyruğa uyar, itaatkâr.
itaatsiz sf. Söz dinlemez, buyruk dinlemez, kendi başına buyruk olan (kimse).
itaatsizlik, -ği is. İtaatsiz olma durumu veya itaatsizce davranış: "Tabur hademesinin emirlerine gösterdiği itaatsizlik, Nuri'yi zıvanadan çıkarmış." -A. İlhan, itaatsizlik etmek söz dinlememek, boyun eğmemek, buyruğa uymamak.
ita emri is. Hükümetçe verilen ödeme emri, verile buyruğu.
italik, -ği sf. Fr. italique Yatık yazı.
İtalyan öz. is. 1. İtalya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. 2. sf. İtalyan halkına özgü olan: İtalyan müziği. İtalyan mutfağı.
İtalyanca öz. is. (italya'nca) 1. Hint-Avrupa dil ailesinden İtalya'da konuşulan dil. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
itap, -bı is. (ita:p) Ar. 'itâb esk. Paylama, azarlama, itap etmek paylamak, azarlamak.
itboğan is. bot. Kaplanboğan.
itburnu is. bot. Yaban gülünün meyvesi.
it canlı sf. Zora, sıkıntıya dayanan, dayanıklı.
itçe zf. İt gibi, terbiyesiz bir biçimde, ite benzer.
it dalaşı is. ask. İki ülkeye ait savaş uçaklarının birbiri çevresinde burgu gibi dönüşlerle taciz için manevra yapması.
İtdirseği is. tıp Arpacık.
iteği is. hlk. Un elerken dökülmemesi için yere serilen örtü,
ite kaka zf. 1. Kaba ve hoyrat bir biçimde iterek, zorla. 2. mec. Güçlüklerle: Çocuğu ite kaka bu duruma getirdik.
itekleme is. İteklemek işi.
iteklemek (-i) 1. Sürekli olarak itmek, kakmak. 2. İtelemek.
iteleme is. İtelemek işi.
itelemek (-i) Sürekli itmek, arka arkaya itmek, iteklemek: "Bu, insanı yanlış yollara itelese de, bir çıkış noktası bulunmasına omuz verebilir."-S. Birsel.
itelenme is. İtelenmek işi.
itelenmek (nsz) İteleme işi yapılmak.
it elli sf. Ayaklan dışarıya dönük (hayvan).
itenek, -ği is. Piston.
iterbiyum is. (itt.rbiyum) Fr. ytterbium kim. Atom numarası 70, atom ağırlığı 173,04 olan değerli bir element (simgesi Yb).
itfa is. (itfa:) Ar. itfa'esk. 1. Söndürme, 2. fiz. Sönüm. 3. tic. Bir borcu azar azar ödeyerek kapatma, sönüm, itfa etmek 1) söndürmek; 2) tic. ödemek, sönümlemek; 3) fiz. sönümlemek.
itfaiye is. (itfcr.iye) Ar. itfa'iyye 1. Yangın söndürme kuruluşu. 2. İtfaiye aracı: "İtfaiyelerin çanları çalıyor, sirenleri ötüyordu." -Ç. Altan.
→ itfaiye aracı
itfaiye aracı is. Yangın söndürmek üzere özel olarak donatılmış motorlu araç, itfaiye.
itfaiyeci is. Yangın söndürme kuruluşunda görevli kimse, yangıncı.
itfaiyecilik, -ği is. İtfaiyecinin işi.
ithaf is. (itha:J) Ar. ithaf Birinin adına sunma, armağan etme, ithaf etmek Birinin adına sunmak, armağan etmek.
→ ithafname, ithaf yazısı
ithafname is. (itha:fna:me) Ar. ithaf + Far. nâme esk. İthaf yazısı.
ithaf yazısı is. Bir kitabın veya eserin bîr kimseye sunulduğunu belirten yazı, ithafname.
ithal, -li is. (-haili) Ar. idhâl 1. İçine alma. 2. tic. Bir ülkeye başka ülkelerden mal getirme veya satın alma. 3. tic. Başka ülkelerden alınan mal. ithal etmek 1) içine almak; 2) bir ülkeye başka ülkelerden mal getirmek.
→ ithal malı
ithalat is. (itha:lâ:t) Ar. idhâlât ekon. 1. Bir ülkeye başka bir ülkeden mal getirme veya satın alma, dış alım. 2. Bir ülkeye başka bir ülkeden alınan malların bütünü.
→ bedelsiz ithalat
ithalatçı is. İthalat yapan kimse, dış alımcı.
ithalatçılık, -ğı is. İthalatla uğraşma, dış ülkelerden mal satın alma veya getirme işi, dış alımcılık.
ithal malı is. ekon. Yurt dışından getirilen mal.
itham is. (-haımı) Ar. itham Suçlama, suçlu görme: "Bu nutku, bu ithamları duyunca nokta memuru isyan eder." -M. Ş. Esendal. itham etmek (veya ithamda bulunmak) suçlamak, suçlu görmek: "Ortada Nihat Efendi'yi itham edecek hemen hemen hiçbir delil yok." -R. N. Güntekin.
→ ithamname
ithamname is. (ithamnaime) Ar. itham + Far. nâme esk. Suçlama yazısı.
it hıyarı is. bot. Acı elma, acı hıyar, Ebucehil karpuzu.
iti is. İtici güç, ilham verici: "Hayalî aşklar ona yaratmalarında en sıcak iti oluyor, iç iklimini uzun süre ısıtıyordu." -H. Taner,
itibar is. (i:üba:r) Ar. i'tibâr 1. Saygı görme, değerli, güvenilir olma durumu, saygınlık, prestij: "Benim bir kuru itibardan başka neyim var bu dünyada kaybedecek?" -N. Cumalı. 2. Borç ödemede güvenilir olma durumu, kredi, itibar etmek 1) saygı göstermek, saymak, değer vermek: "Biz sana ağabey diye itibar ediyoruz." -B. Felek. 2) göz önünde bulundurmak, dikkate almak: Başkalarının sözüne itibar etmez, itibar görmek 1) sayılmak, kendisine değer verilmek: "Yaşarken de, öldükten sonra da en büyük itibarı gördü." -H. Taner. 2) aranmak, istenmek, itibara almak göz önünde tutmak, hesaba katmak, itibardan düşmek saygınlığını yitirmek, itibarın sağ olsun özellikfe alışverişlerde kişiye güven duyulduğunda söylenen söz: "Paran kıtsa itibarın sağ olsun." -M. Ş. Esendal.
→ itibar mektubu, iadeiitibar, nazarıitibar
itibaren zf. (i:tiba:'ren) Ar, i'tibüren - ...-den başlayarak, ...-den sonra, ...-den beri: "Babamın ölümünden itibaren size daima hak verdim."-A. İlhan.
itibarıyla zf. (i:tiba:n'yla) 1. -den sayılmak üzere. 2. Bakımından: "... kılık kıyafet itibarıyla, bir dilenciden hiç farkı yoktur." -Y. K. Karaosmanoğlu.
itibari is. (i:tiba:ri:) Ar. i'tibârı Gerçekten öyle olmadığı hâlde öyle sayılan, saymaca: Kâğıt paranın değeri itibaridir.
→ itibari hizmet zammı, itibari sayfa
itibari hizmet zammı is. Ağır ve tehlikeli işlerde çalışan görevlilerin fiilî hizmet sürelerine eklenen süre.
itibari sayfa is. Saymaca sayfa.
itibarlı sf. 1. İtibarı, değeri olan, saygın. 2. Kredisi olan. 3. Gözde olan, önemli sayılan: "Köşedeki itibarlı masalardan birine karşılıklı oturduk"-Ç. Altan.
itibar mektubu is. Bir kimseye kredi açılması için bir yere yazılan mektup.
itibarsız sf. İtibarı, değeri olmayan.
İtibarsızlaşma is. İtibarsızlaşmak işi.
itibarsızlaşmak (nsz) İtibarsız duruma gelmek, saygınlığını, değerini yitirmek.
itibarsızlık, -ğı is. İtibarsız, değersiz olma durumu.
itici sf. 1. İtme işini yapan. 2. mec. Soğuk, benimsenilmeyen, sevimsiz, sevilmeyen, beğenilmeyen, antipatik: İtici bir insan.
iticilik, -ği is. İtici olma durumu, antipati.
itidal, -li is. (i:üda:l) Ar. i'tidâl 1. Aşırı olmama durumu, ılımlılık, ölçülülük: "Onun her hissinde itidal vardı." -A. Ş. Hisar. 2. mec. Soğukkanlılık, itidalini kaybetmek aşırılığa kapılmak soğukkanlılığını yitirmek, itidalini muhafaza etmek kendini aşırılığa kaptırmamak, kendini tutmak: "Fakat itidalinizi muhafaza etmek şartıyla haber verebilirim." -A. Gündüz.
→ itidal sahibi
itidalli sf. Ilımlı.
itidal sahibi sf. 1. Ölçülü, ılımlı (kimse). 2. Soğukkanlı.
itikâf is. (i:tikâ:f) Ar. i'tikâf esk. 1. Kendini bir konuya verme. 2. din b. Ramazan ayının son on gününde Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak üzere dünya işlerinden ilgiyi kesip camiye kapanarak ibadet etme.
itikâl, -li is. (i:tikâ:l) Ar. i'tikâl jeoi. esk. Erozyon.
itikat, -di is. (i:tika:t) Ar. i'tikâd din b. 1. İnanma, inan. 2. İnanç, iman: "Şüphe, fena bir kurt gibi ruhunu kemirmeye, masum itikadım yavaş yavaş yıkmaya başlamıştı" -R. N. Güntekin.
→ batıl itikat
itikatlı sf. İtikadı olan, inançlı, imanlı.
itikatsız sf. İtikadı olmayan inançsız, imansız: "Sevim, görünüşte benden daha itikatsızdır. " -R. N. Güntekin.
itikatsızlık, -ğı is. İtikatsız olma durumu inançsızlık, imansızlık.
itila is. Çvtilâ:) Ar. i'tilâ' esk. Yücelme: "Beşer denen kuş doymaz itilalara." -T. Fikret. itila etmek yükselmek, yücelmek.
itilaf iy. (itilâ:f) Ar. i'tilâf esk. Anlaşma, uyuşma, uzlaşma, itilaf etmek anlaşmak, uyuşmak, uygun olmak.
itilafçı is. 1. Anlaşma, uyuşma yanlısı olan kimse. 2. Meşrutiyet döneminde Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti üyesi veya yanlısı olan kimse: "Eski hocaların itilafçılarla birleşmek üzere olduğunu söyleyerek adamcağızı telaşa düşürmüşler." -R. N. Güntekin.
itilafçılık, -ğı is. İtilafçı olma durumu.
itiliş is. İtilme işi veya biçimi,
itilme is. 1. İtilmek işi. 2. psikol. İğrenç, ayıp veya elde edilemez görünen düşüncelerin kişide bilinçaltına sürülmesi.
itilmek (-e) İtme işi yapılmak: "Başında arkaya itilmiş yeni kasketi, kulağının arkasında cıgarası..." -M. Ş. Esendal.
itimat, -di is. (i:tima:t) Ar. i'timad Güven, güvenç, emniyet: "Onda fenne, müspet bilgiye karşı saf bir itimat vardı." -R. N. Güntekin. itimat beslemek güven duymak, güvenmek, itimat etmek güvenmek: "İtimat edilir, kanundan, hukuktan anlar birisine umumi bir vekâlet vereceğim." -A. Gündüz, itimat telkin etmek güven vermek.
→ itimat mektubu, itimatname
itimatlı sf. Güvenilir.
itimat mektubu is. Güven mektubu, itimatname.
itimatname is. (i:tima:tna:me) Ar. i'timâd + Far. nâme esk. Güven mektubu, itimat mektubu.
itimatsız sf. 1. Başkalarına güveni olmayan, güvensiz. 2. Güven vermeyen.
itimatsızlık, -ğı is. Güvensizlik: "Kadında ona karşı itimatsızlık yeniden başlamıştı." -S. F. Abasıyanık.
itina is. (iıtina:) Ar. i'tinâ' Özen, ihtimam: "Büyük bir itina ile yalancı dolma doldurdu. " -H. E. Adıvar. itina etmek özenmek, özen göstermek: "Buradan geçinceye kadar, etrafımı görmemeye itina ederek annemin elini sımsıkı tutardım." -A. Ş. Hisar.
itinalı sf. Özenli: "Sakalı tıpkı babamın sakalı gibi kısa ve itinalıydı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
itinasız sf Gelişigüzel.
itinasızlık, -ğı is. Özensizlik.
itiraf is. (i:tira:f) Ar. i'tirâf Başkaları tarafından bilinmesi sakıncalı görülen bir gerçeği saklamaktan vazgeçip açıklama, söyleme, bildirme: "Hatıralarım demek, söylemek istediklerim; itiraflarım demek, söyleyebildiklerim demektir." -F. R. Atay. itiraf etmek 1) başkaları tarafından bilinmesi kendi için sakıncalı görülen bir gerçeği saklamaktan vazgeçip açıklamak, söylemek, bildirmek: "Bu günahımı gizli bir defter içinde, kendi kendime itiraf etmeliyim." -A. Gündüz. 2) kabul etmek: "Mutlaka bir tarafın sırtı yere gelmeli ve mağlubiyetini itiraf etmeli. " -H. E. Adıvar.
itirafçı is. İtiraf eden kimse.
itirafçılık, -ğı is. İtirafçı olma durumu.
itiraz is. (Ltiraz, -ra:zı) Ar. i'tirâz 1. Bir düşünce veya kararı benimsemeyerek karşı çıkma: "Oyuncuların itirazına rağmen bir üçüncü olarak katılıyordu." -S. F. Abasıyanık. 2. Söylenecek söz, karşı söyleme: "Onun verdiği emre itirazı hiçbirimiz aklımızdan geçirmiyoruz." -R. N. Güntekin. itiraz etmek bir düşünce veya kararın karşıtım ileri sürmek, karşı çıkmak: "Ev sahibinin sözlerine şiddetle itiraz ettiler." -R. N. Güntekin.
itirazcı sf. Her şeye karşı çıkan, muteriz.
itirazsız zf. İtiraz etmeden, karşı çıkmadan, olduğu gibi: "Beraber dolaşıp oynamamıza uzaktan mütebessim bir yüz takınarak itirazsız seyirci kalıyor." -R. H. Karay.
itiş is. İtme işi veya biçimi.
→ itiş kakış
itiş kakış zf. İterek: "Bazen bir saatten fazla istasyonda beklemesi gerekir, ondan sonra itiş kakış zor biner trene." -E. Bener.
itişme is. İtişmek işi: "Bir itişme, bir kalkışma, bir yanmdakine çelme vurup öne geçme yarışıdır gidiyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu.
itişmek (nsz, -le) 1. Birbirini itmek. 2. Birbirini iterek şakalaşmak, itişip kakışmak 1) birbirini itmek; 2) birbirini iterek şakalaşmak: "Çocuklar gene itişe kakışa arabaya daldılar."-O. C. Kaygılı.
itiştirme is. İtiştirmek işi.
itiştirmek (-i, -le) 1. İtişme işini yaptırmak. 2. (-i) Kımıldatarak itmek.
itiyat, -di is. (i:tiya:t) Ar. i'tiyâd esk. Alışkanlık, huy: "İçmek, gülüşmek eski zaman itiyadıdır." -Y. K. Beyatlı. itiyat etmek (veya edinmek) alışkanlık durumuna getirmek.
itizar is. (i:tiza:r) Ar. i'tizâr esk. Özür dileme. itizar etmek özür dilemek.
itki is. psikol. Tepi.
it kopuk, -ğu is. Değersiz, terbiyesiz, aşağılık kimse.
itkuyruğu is. bot. Kenarları düz şerit gibi yapraklı ve saplarının ucu koçanı andıran, başak çiçekli, otsu bir bitki (Phleum).
itlaf is. (itlâtf) Ar. itlaf esk. Öldürme, yok etme, telef etme: "Bu, beni kalbimin en derininden yaralayan ... bir itlaf hançeri oldu." -A. Gündüz, itlaf etmek öldürmek, yok etmek, telef etmek.
itlenme is. İtlenmek işi.
itlenmek (nsz) hkr. Terbiyesizce davranmak.
itleşme is. İtleşmek işi.
itleşmek (nsz) kaba İtlenmek.
itlik, -ği is. İt olma durumu veya itçe davranış: "Hatıralarda ırza ve namusa taarruzu, itliği kalmıştı." -Y. K. Beyatlı.
itmam is. (itmaım) Ar. itmam esk. Bitirme, tamamlama, itmam etmek bitirmek, tamamlamak.
itme is. İtmek işi,
→ öz itme
itmek (-i) 1. Bir şeyi güç uygulayarak ileri götürmek: "Erzak yüklü arabayı arkadan iten iki uşak, sırtı tırmandılar." -H. E. Adıvar. 2. Kapı, pencere vb.ni güç uygulayarak açmak veya kapamak: "Yavaşça kapıyı itti, elinde yoğurt bakracıyla girdi." -H. E. Adıvar. 3. Bulunduğu yerden aşağı düşürmek: Suya itmek Havuza itmek. 4. Sürüklemek, sevk etmek. 5.fiz. Bir cisim, belli bir yakınlıktaki başka bir cismi kendisinden uzaklaşmaya zorlamak, çekmek karşıtı: Aynı cins elektrikli iki cisim birbirini iter.
itminan is. (itmina:n) Ar. itmi'nân esk İnanma, güvenme.
itriyum is. (i'triyum) Fr. yttrium kim. Atom numarası 39, atom ağırlığı 88,92, yoğunluğu 4,6 olan, seryum filizlerinde bulunan, gri renkli, değerli bir element (simgesi Y).
itriyumlu sf. Özünde itriyum bulunduran: İtriyumla toprak,
ittifak is. Ar. ittifak 1. Anlaşma, uyuşma, bağlaşma. 2. Oy birliği, ittifak etmek anlaşmak, uyuşmak, bağlaşmak: "Hazır bulunanların hepsi tatlı dil, güler yüz taraftarlığında ittifak etmiş gibiydiler," -Ö. Seyfettin.
ittifakla zf. Oy birliği ile: "Öç kişi ittifakla doktorların aleyhinde bulundular." -P. Safa.
ittihat, -di is. (-ha:dı) Ar. ittihâd esk Birleşme, birlik kurma, bir olma. ittihat etmek birleşmek.
ittihatçı is. 1. Birleşme, birlik oluşturma yanlısı olan kimse. 2. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi veya yanlısı olan kimse: "Bu fikrimi ittihatçı arkadaşlarıma söyledim durdum, fakat anlatamadım." -F. R. Atay.
ittihatçılık, -ğı is. İttihatçı olma durumu.
ittihaz is. (ittiha:z) Ar. ittihâz esk 1. Sayma, tutma. 2. Alma. ittihaz etmek 1) saymak, tutmak, ... olarak görmek: Sözünüzü senet ittihaz ediyorum. 2) almak, gerekeni yapmak: Tedbir ittihaz etmek
ittirme is. İttirmek işi veya durumu.
ittirmek (-i) İtme işini yaptırmak.
ittisal, -li is. (ittisad) Ar, ittisal esk 1. Bitişme, 2. Dokunma, değme, temas etme.
it üzümü is. bot. 1. Patlıcangillerden, 20-50 cm yüksekliğinde, bazı ilaçların yapımında kullanılan bir yıllık otsu bir bitki, köpek üzümü, tilki üzümü. 2. Mk Böğürtlen (Solanum nigrum).