is

is is. 1. Dumanın değdiği yerde bıraktığı kara leke: "Uzandı, is çıkarmaya başlayan fitili kesti." -M. Ş. Esendal. 2. Yakıtın tam yanmamasmdan oluşan, dumanla yükselen kömürleşmiş tanecikler. 3. hlk Sürme (II). ise tutmak dumana tutup karartmak.

İsa öz. is. (i:sa:) İbr. "İyilik edeyim derken kimseyi memnun edemedi" anlamındaki İsayı küstürdü, Muhammedi memnun edemedi atasözünde geçen bir söz.

isabet is. (isa:bet) Ar. isabet 1. Hedefe varma, hedefi vurma: Bir kurşun isabetiyle öldü. 2. Piyango vb. şans oyunlarında, kazanma, çıkma, vurma. 3. Öneri, düşünce veya söz, yerinde olma: Bu sözünde isabet var. 4. Yanılmazlık. 5. Güzel rastlantı: Bize uğramanız isabet, biz de sizi arıyorduk. 6. ünl. "Çok güzel, iyi oldu" anlamlarında kullanılan bir seslenme sözü. isabet almak vurulmak, yaralanmak: Düşman uçağı isabet aldı. isabet etmek 1) nişan alınan yere değmek, rastlamak: Kurşun hedefe isabet etti. 2) çıkmak: Piyangodan yüz bin lira isabet etti. 3) yerinde iş görmüş olmak: "O hâlde yalnız çıkmış olduğuma çok isabet etmiştim. " -H. E. Adıvar. 4) belli bir yerde bulunmak, yer almak: "Kapının yanma isabet eden ilk koltuktakinin tıraşı bitmişti." -Ö. Seyfettin, isabet oldu yerinde, tam isteğe uygun.

isabetli sf Yerine düşmüş, yerinde, uygun: İsabetli bir karar aldılar.

isabetlilik, -ği is. İsabetli olma durumu.

isabetsiz sf. Yerinde olmayan, uygun olmayan, yersiz.

isabetsizlik, -ği is. İsabetsiz olma durumu.

isal, -li is. (i:sa:l) Ar. işâl esk. Ulaştırma.

isale is. (isa:le) Ar. isâle esk. Akıtma.

İsevi öz. is. (İ:sevi:) Ar. 'isevi din b. Hz. İsa' nm yaydığı dinden olan, Hristiyan.

İsevilik, -ği öz. is. Hristiyanlık.

isfendan is. (isfendam) Far. isfendan esk. 1. bot. Akçaağaç. 2. sf. Bu ağaçtan yapılmış olan.

isfenks is. Fr. sphinx bk. sfenks.

İshak kuşu is. zool. Bataklık baykuşu.

ishal, -li is. (-ha:li) Ar. ishal Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarma, bağırsakları bozulma, sürgün, ötürük, iç sürme, amel, linet, ishal olmak amel olmak, sürgün olmak, bağırsakları bozulmak.

ishalli sf İshali olan.

isilik, -ği is. tıp Terlemekten veya sıcaktan vücutta meydana gelen küçük pembe kabartılar, ısırgın.

isim, -smi is. Ar. ism 1. Ad. 2. Kişi, insan: "Biz eskidikçe yaşlarımız yirmiden yirmi bire, yirmi birden yirmi ikiye bastıkça yeni yüzler, yeni isimler katılıyor aramıza." -Y. Z. Ortaç. 3. dbl. Canlı ve cansız varlıkları, duygu ve düşünceleri, çeşitli durumları bildiren kelime, ad. ismi çıkmak 1) ünlü olmak: "Ama siz ecnebiler ismi çıkmış yerlerden hoşlanırsınız." -S. F. Abasıyanık. 2) kötü bir ün yapmak, ismi geçmek adından söz edilmek, bahsedilmek, adı geçmek, ismi gibi bilmek adı gibi bilmek, ismi var cismi yok 1) sözü edilen ancak gerçekte var olmayan; 2) adı olmasına karşın görevini, etkinliğini yerine getirmeyen, ismini cismini almak adını, kimliğini belirleyip kaydetmek: "Fabrika sahibinin ismini cismini aldı. " -S. F. Abasıyanık. ismini cismini bilmemek hiç tanımamak, ismiyle cismiyle adıyla sanıyla, isim koymak ad koymak, tesmiye etmek, isim vermek ad vermek, isim yapmak bir alanda ün kazanmak, ün almak.

isim cümlesi, isim çekimi, isim durumu, isim gövdesi, isim hakkı, isim hâli, isim kökü, isim tabam, isim tamamlaması, isimden türeme isim, isimden türeme fiil, birleşik isim, cins isim, pekiştirmeli isim, somut isim, soyut isim, takma isim, türemiş isim, yalın isim, topluluk ismi

isimcilik, -ği is.fel. Adcılık.

isim cümlesi is. dbl. Yüklemi isim soyundan olan veya ek fiile kurulan cümle, ad cümlesi.

isim çekimi is. dbl. İsimlere çekim eklerinin getirilmesi, ad çekimi: Ev-im, ev-i.

isimden türeme fiil is. dbl. İsim kökünden fiil yapım ekiyle yapılmış fiil gövdesi, addan türeme fiil.

isimden türeme isim, -smi is. dbl. İsim kökünden yapım ekleriyle türetilen isim gövdesi: Ev-cil, göz-cü-lük vb.

isim durumu is. dbl. İsim hâli.

isim gövdesi is. dbl. İsim ve fiil köklerinden yapım ekleriyle türetilen ve isim olarak kullanılan gövde, ad gövdesi.

isim hakkı is. huk. Bir ticarethanenin veya malın adım kullanma karşılığında talep edilen hak, patent hakkı.

isim hâli is. dbl. Başka bir kelime ile ilgi kurmak için, ismin yalın biçimde veya ek alarak girdiği durum, ad durumu.

isim kökü is. dbl. Bir ismin eklerine bölünemeyen anlamlı en küçük parça, ad kökü.

isimlendirilme is. İsimlendirilmek işi.

isimlendirilmek (nsz) Adlandırılmak.

isimlendirme is. İsimlendirmek işi.

isimlendirmek (-e, -i) Adlandırmak, ad koymak.

isimli sf. Adı olan, ad almış: "Teslim, bu orijinal isimli kadın dayımın emektar aşçısıdır." -R. H. Karay.

isimlik, -ği is. Üzerine İsim yazılan şey.

isimsiz sf. 1. Adı olmayan, ad almamış: "İncir ağacının altında her zamanki isimsiz ürpertiyle titriyorum." -Y. Z. Ortaç. 2. Yaptığı iş bilinmesine karşın kendi bilinmeyen, adsız: İsimsiz kahramanlar.

isimsizlik, -ği is. İsimsiz olma durumu.

isim tabanı is. dbl. İsim kök ve gövdelerinin çekim eki almamış hâli.

isim tamlaması is. dbl. İki veya daha çok isim soyundan kelime ile kurulmuş olan tamlama, ad tamlaması.

zincirleme isim tamlaması

iskalarya is. (iskalâ'rya) İt. scalare den. Çarmıhların halat basamakları.

iskambil is. (Briscambille'in adından) 1. Bir yüzünde sayılar veya resimler bulunan, çeşitli oyunlar oynamaya yarayan kart, oyun kâğıdı: "Sonbahar sonları olduğu için orada ancak iki ihtiyar otçu ile bir bahçıvan iskambil oynuyorlardı." -O. C. Kaygılı. 2. Bu kartların 52 tanesinden oluşan deste. 3. Bu kart destesiyle oynanan oyun.

iskambil kâğıdı

iskambil kâğıdı is. İskambil: "İskambil kâğıtlarını karıştırıyorum, kendi kendime söyleniyorum." -R. H. Karay, iskambil kâğıdı gibi devrilmek birer birer ve birbiri ardı sıra devrilmek.

iskân is. (iskâ:n) Ar. iskân 1. Yurtlandırma. 2. Yurtlanma: İskân izni. iskân etmek 1) ev, yurt kazandırmak; 2) boş bir yere insan yerleştirmek, iskâna açmak kadastrosunu, planlarını ve altyapısını bitirip bir bölgeyi inşaat yapmaya hazır duruma getirmek.

iskân belgesi

iskân belgesi is. Yeni yapılarda oturulabilirlik belgesi.

iskandil is. İt. scandaglio den. 1. Denizin derinliğini ölçme. 2. Bu iş için kullanılan araç. 3. mec. İşin içyüzünü öğrenme, bilgi toplama, sorup soruşturma: "İstanbul'daki ilk günlerinde yaptığı iskandiller, umduğunun tersine olarak burada geçimim kolay sağlayamayacağını göstermişti." -H. Taner. iskandil etmek 1) deniz derinliğini ölçmek; 2) soruşturmak, araştırmak: "Evde kimsenin olmadığım telefonla iskandil ediyorlarmış diyor Bedri." -O. Rifat. 3) mec. bir işin içyüzünü araştırmak, bilgi toplamak; 4) argo gözetlemek, çevreyi kollamak: "Cevizlerin altını iskandil ederek böğürtlen yığınının gölgesine sığındı." -O. C. Kaygılı.

İskandinav öz. is. 1. Kuzey Avrupa yarımadalarının bütünü. 2. İskandinavyalı.

İskandinav dilleri

İskandinav dilleri öz. is. Germen dillerinin kuzey kolundaki diller.

İskandinavyalı Öz. is. (iskandina'vyalı) İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya'da oturan halk ve bu halkın soyundan olan kimse.

iskarpela is. (iskarpelâ) İt. scarpello Tahta, metal veya taşı istemeye yarayan çelik araç.

iskarpin is. İt. scarpino Ökçeli, konçsuz ayakkabı: "Ninenin iskarpinlerini çıplak ayaklarına giyerek sokağa fırladı." -S. F. Abasıyanık.

iskarto is. İt. scorto Yapağı kırıntısı.

iskele is. (iske'le) İt. scala 1. Deniz taşıtlarının yanaştığı, çoğu tahta ve betondan yapılmış, denize doğru uzanan yer: "Vapurdan indi, iskeleye çıkar çıkmaz etrafına bakındı." -S. F. Abasıyanık. 2. Kıyıya yanaşan deniz aracına doğru uzatılan eğreti küçük köprü veya gemiye çıkmayı sağlayan merdiven: "Oturduğu yerden kalkıyor, iskele zincirine uzanan eli, iskele tabanına basan ayağı, kendini çekiyor yukarı." -Z. Selimoğlu. 3. Vapur uğrağı olan şehir veya kasaba. 4. İçerilerde bulunan bir yerin kendine en yakın olan deniz taşıtı uğrağı veya demir yolu durağı: Mudanya, Bursa'nın iskelesidir. 5. Yapıların dışında sıvama, boyama veya onarım için keresteden kat kat kurulan, çalışma sırasında üstüne çıkılan çatkı. 6. Geminin sol yanı. 7. sin. ve TV Işıkların yerleştirilmesi, ışıkçıların dolaşabilmesi için stüdyolarda tavana yakın yerde duvarı çepeçevre saran çıkıntı, iskele almak 1) gemi merdivenleri kaldırılıp harekete hazırlanmak; 2) argo bir erkek, bir kadına sarkıntılık etmek.

iskele alabanda, iskele babası, iskele kelepçesi, iskele kuşu

iskele alabanda ünl. den. Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu.

iskele babası is. 1. Yanaşan gemileri bağlamak için rıhtıma konmuş dökme demir veya betondan silindir. 2. argo İşe yaramaz, sorumsuz.

iskele kelepçesi is. İnşaatın dış yüzeyine kurulan İskeleyi birbirine bağlamaya yarayan bağlantı parçaları.

iskele kuşu is. zool. Yalıçapkını.

iskelet is. Fr. squelette 1. İnsan ve hayvan bedeninin kemik çatısı, teşrih. 2. Yumuşak bölümleri dökülmüş, ölü bir vücudun kemiklerinin bütünü. 3. mec. Bir şeyi oluşturan temel çatı: "Yanımızdaki genç, yolun ötesinde bir bina iskeleti gösterdi." -F. R. Atay. 4. mec. Bir eserin genel planı: Bir romanın iskeleti. 5. sf. mec. Çok zayıf. 6. sf. mec. Kuru, çıplak: "Yürüdük, yürüdük, yaprakları düşmüş iskelet bir ormanın içine geldik." -Ö. Seyfettin, iskelet gibi çok zayıf. iskeleti çıkmak çok zayıflamak.

gemi iskeleti

iskelet mobilya is. Esas taşıyıcı kısımları masif ağaç malzemeden yapılan ve oturma grubuna giren koltuk, kanepe, sandalye, kolçaklı sandalye, sallanan koltuk vb. mobilya.

iskemle is. (iske'mle) Yun. 1. Arkalıksız sandalye: "iskemlelerin maroken minderlerinden kendime yatak yapıyordum." -Ç. Altan. 2. Üstüne sigara tablası, çiçek vazosu vb. konulan küçük masa. 3. Sandalye: "Verilen iskemleleri, ısmarlanmak istenen kahveleri reddetti." -R. N. Güntekin.

iskerlet is. zool. Dikenli salyangoz.

iskete is. (iske'te) Yun. zool. Serçegillerden, gagaları dişli, zararlı böcek ve kurtlarla beslenen, güzel sesli bir kuş (Parus ater).

iski is. bk. ski: "Yazın deniz iskisinde, kışın karlı dağlar iskisinde, balolarda sürtüp durur." -F. R. Atay.

İskitçe öz. is. (iski'tçe) 1. İskitlerin dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

İskitler ç. öz. is. MÖ. Vlll-VU. yüzyıllarda Orta Asya'dan Güney Rusya'ya göç eden bir kavim.

İskoç öz. is. 1. İskoçya halkından olan kimse. 2. sf. İskoçya yapısı, İskoçlara özgü olan: İskoç kumaşı, iskoç viskisi.

İskoçça öz. is. (isko'çça) 1. İskoç dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

İskoçyah öz. is. İskoç halkından olan kimse, İskoç.

iskolastik, -ği sf. bk. skolastik.

iskonto is. (isko'nto) İt. sconto tic. 1. İndirim, tenzilat. 2. tic. Süresi dolmamış bir senedin, faiz ve komisyonu düşürülerek karşılığından eksiğine alınması, kırdırma. 3. tic. Senedin saymaca değeri üzerinden yapılan indirim. 4. tic. tkz. Söz için bir bölümünü söylenmemiş sayma: Bu sözleri iskonto İle dinle, iskonto etmek 1) indirim yapmak; 2) sözün bir bölümünü söylenmemiş saymak.

iskontolu sf. 1. İndirimli, tenzilatlı. 2. tkz. Bir bölümü söylenmemiş sayılan.

iskontosuz sf. İndirimsiz, tenzilatsız.

iskorbüt is. Fr. scorbut tıp C vitamini eksikliğinden ileri gelen ve dermansızlık, zayıflık ve diş etlerinin iltihabı vb. belirtilerle kendini gösteren hastalık.

iskorçina is. (iskorçi'na) it. scorzone bot. Bileşikgillerden, lezzetli kökleri sebze olarak kullanılan, Akdeniz bölgesinde çok yetiştirilen bir bitki (Scorzonera).

iskorpit is. Yun. zool. İskorpitgillerden, iri başlı, yüzgeçlerinde yakıcı dikenleri bulunan, eti beğenilen bir balık (Scorpaena scrofa).

iskorpitgiller ç. is. zool. Omurgalılardan, örnek hayvanı iskorpit olan, sırt yüzgeçleri zehirli bezlere bağlı güçlü dikenlerle donanmış, bütün denizlerde rastlanan balıklar sınıfı.

iskota is. (isko'ta) İt. scotta den. Yelkenleri açmak ve tutmak için alt köşelerine bağlanan halat, zincir ve palangadan oluşan donanım: Suların kaburgalarındaki serinliği / iskotada uğuldayan rüzgâr." -O. V. Kanık.

İslam Öz. is. (-lâ:mı) Ar. islâm din b. 1. İslamiyet. 2. Müslümanlık.

İslam gizemciliği, İslam hukuku, şeyhülislam

İslamcı öz. is. Müslümanlığın esaslarını sadece dinî hayatta değil, hukuksal, ekonomik ve siyasal düzenlemelerde de geçerli kılmak isteyen kimse.

İslamcılık, -ğı öz. is. İslamcı olma durumu.

İslam gizemciliği is. Tasavvuf.

İslam hukuku is. din b. esk. Din temeline dayanan hukuk, şeriat.

İslami sf. (islâ:mi:) Ar. islami İslam diniyle ilgili olan.

İslamiyet öz. is. (islâ:miyet) Ar. islâmiyyet Müslümanlık.

İslamlaşma is. İslamlaşmak işi.

İslamlaşmak (nsz) din b. Müslüman olmak.

İslamlaştırma is. Müslüman olmasını sağlama.

İslamlaştırmak (-i) din b. Müslüman yapmak.

İslamlık, -ğı öz. is. Müslümanlık.

şeyhülislamlık

İslav öz. is. Slav.

İslavca öz. is. (isla'vca) Slavca.

İslavcılık, -ğı is. Slavcılık.

İslavist is. Slavist.

İslavîstik, -ği is. Slavistik.

İslavlaştırmak (-i) Slavlaştırmak.

isleme is. İslemek işi.

islemek (-i) İse tutup karartmak.

islenme is. İslenmek işi.

islenmek (nsz) İsli duruma gelmek: "O gün üzerlerindeki resimleri sökerek sararmış, islenmiş duvarları badanalattım." -N. Cumalı.

isli sf. 1. İsi olan, islenmiş, is bulaşmış: "A-levlerin ortasında, dibi isli bir kazan." -H. Taner. 2. zf. İs verecek biçimde (yanmak).

isli küf

isli küf is. bot. Toprakta ve gübreliklerde çürükçül yaşamakla birlikte kulak, burun, akciğer asalağı olarak da gelişebilen asklı mantar (Aspergillus fumigatus).

islim is. İng. steam Gücünden yararlanmak için elde edilen buhar, istim, islim arkadan gelsin istim arkadan gelsin.

İsloven öz. is. Sloven.

ismen zf. (i'smen) Ar. ismen esk. Adını belirterek, adını söyleyerek, adını vererek.

ismet is. Ar. 'ismet esk. 1. Ahlak kurallarına bağlı kalma durumu, sililik. 2. Dürüstlük, temizlik: "Çocukluğunun ismet ve samimiliğine dayanan bu hatırayı eskisi gibi benliğinin bir köşesinde uykuya yatırmıştı." -O. C. Kaygılı.

harimiismet

ismetli sf 1. Ahlak kurallarına bağlı, ismet sahibi: "Onun lepiska saçlarım en ismetli kadın başında taşıyabilirdi." -M. C. Kuntay. 2. Dürüst olan.

ismetsiz sf. 1. Ahlak kurallarına aykırı davranan. 2. Dürüst olmayan.

isnaden zf (isnaıden) Ar. isnâden Dayanarak.

isnat, -di is. (isna:t) Ar. isnâd 1. Bir düşünceyi, bir konuyu bir kişi veya sebebe dayandırma, yükleme, atfetme. 2. mec. Karacılık, iftira, isnat etmek 1) dayandırmak; 2) kara çalmak; 3) iftira etmek: "Güzel sever diye isnat ederler / Benim Hak'tan gayri sevdiğim mi var? " -Karacaoğlan.

isnat grubu

isnat grubu is. dbl. Sıfatların isimden sonra gelmesiyle oluşan ve genellikle deyim olarak kullanılan kelime grubu: Gözü kara, eli uzun, başı açık.

isnobizm is. bk. snobizm.

isot is. hlk. Kırmızı, acı biber.

ispalya is. (İspa'lya) Fr. espalier Herek.

ispanya is. (ispa'nya) Boyacılıkta kullanılan tebeşir tozu.

İspanyol öz. is. 1. İspanya halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse). 2. sf İspanyol halkına özgü olan: İspanyol dansı. İspanyol müziği.

ispanyol dansı, ispanyol müziği, ispanyol nezlesi

İspanyolca öz. is. (ispanyo 'Ica) 1. Hint-Avrupa dillerinden, ispanya'da, Brezilya dışındaki Latin Amerika'da ve İspanyol uygarlığını benimsemiş ülkelerde kullanılan dil. 2. sf Bu dille yazılmış olan.

İspanyol dansı is. İspanyollara özgü, hareketli bir tür dans.

ispanyolet is. Fr. espagnolette Pencere kanatlarını kapadıktan sonra sürgülemeye yarayan ve ortasında her iki yana işleyen tutacak yeri bulunan uzun demir sürgü.

ispanyolet kilit

ispanyolet kilit, -di is. Elbise dolabı, büro dolabı vb. eşyaların kapaklarına takılan, sürgü kollan ile kapağın altından.ve üstünden kilitleme yapan gömme kilit çeşidi.

İspanyol müziği is. müz. İspanyollara özgü bir tür müzik.

İspanyol nezlesi is. tıp Paçavra hastalığı.

ispari is. (ispa'ri) zool. İzmaritgillerden, kurşun renginde bir balık (Sargus annularis).

ispat is. (ispa:t) Ar. işbât Tanıt ve kanıt göstererek bir şeyin gerçek yönünü ortaya çıkarma, kanıtlama, tanıtlama, tanıt: "Benimkinin amcama ait olduğunu ispat için şahitlerim ve vesikalarım vardır." -R. N. Güntekin. ispat etmek 1) kanıtlamak: "Yeni doğan güneş, sinirlerimi yatıştırmış, korkularımın boş olduğunu bana ispat etmiştir." -R. N. Güntekin. 2) tanıtlamak.

ispati is. (ispa'ti) Yun. İskambil kâğıdında sinek.

ispatlama is. 1. Kanıtlama: "Bu gurur, kişiliğini ispatlama, kabul ettirme hırsım pek andırıyordu." -T. Buğra. 2. Tanıtlama.

ispatlamak (-i) 1. Kanıtlamak. 2. Tanıtlamak.

ispatlanış is. İspatlanma işi veya biçimi.

ispatlanma is. İspatlanmak işi.

ispatlanmak (nsz) Tanıtlama işi yapılmak, tanıtlanmak."

ispatlayış is. İspatlama işi veya biçimi.

ispatlı sf. Tanıtlanmış.

ispatlı şahitli

ispatlı şahitli sf. Gerçek yönü gösterilen, tanıtlı ve kanıtlı.

ispatula is. bk. ıspatula.

ispenç, -ci is. 1. zool. Bodur bir cins horoz veya tavuk. 2. tor. Tarımla uğraşan Hristiyan uyruktan alınan bir tür vergi.

ispençhorozu

ispençhorozu is. Ufak tefek olduğu hâlde kabadayılık taslayan kimse, hinthorozu.

ispençiyari is. (ispençiyari) ît. esk. Eczacılık.

ispendek, -ği is. zool Levrek balığının küçüğü.

ispermeçet is. İt. Balinalardan ve özellikle ispermeçet balinasının başından çıkarılan, mum yapımı ve kozmetik sanayisinde kullanılan beyaz bir madde.

ispermeçet balinası

ispermeçet balinası is. zool. Balinalardan, büyüklüğü bakımından balinaya benzeyen, alt çenesindeki geniş dişiyle ondan ayrılan deniz memelisi, kadırga balığı, kaşalot (Physeter catodon).

ispinoz is. Yun. zool. İspinozgillerden, gagası kısa ve koni biçiminde, sırt tüyleri yeşilimtırak mavi, boynu ve karnı kırmızı renkte, güzel sesli bir kuş (Fringilla coelebs).

dağ ispinozu, kar ispinozu

ispinozgiller ç. is. zool. Kanarya, saka, serçe, ispinoz vb. ötücü kuşları içine alan göçmen kuşlar familyası.

ispir is. İt. sbirro At veya araba uşağı: "Aşçı yamakları, kilerci, ispir ile arabacı çocukları arabalarlapaytonda." -A. Rasim.

ispiralya is. (ispiralya) İt. spiraglio Gemi kamaralarını aydınlatmak için güvertelerde açılan küçük yuvarlak camlı kaporta.

ispirto is. (ispi'rto) ît. spirito hlk. 1. Alkol: "Garip kıyafetli, ağızları ispirto kokan, gözleri kırmızı iki adamla gırtlak gırtlağa boğuşuyordu." -H. E. Adıvar. 2. mec. içki.

ispirto ocağı, tuvalet ispirtosu

ispirtocu is. İspirto içen kimse.

ispirtolu sf. İspirtosu olan: İspirtolu içki.

ispirtoluk, -ğu is. İspirto yakan küçük ocak, ispirto ocağı, kamineto: "Mutfaktan bir yuvarlak tepsi içinde cezveyi, fincanları, kahve hokkasını ve bunların ortasında ispirtoluğu getirdi." -A. İlhan.

ispirto ocağı is. İspirtoluk.

ispirtosuz sf. İspirtosu olmayan.

ispit is. Yun. Jant.

ispiyon is. Fr. espion Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyip başkalarına bildirerek çıkar sağlama.

ispiyoncu is. Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyip başkalarına bildirerek çıkar sağlayan kimse.

ispiyonculuk, -ğu is. İspiyoncu olma durumu.

ispiyonlama is. İspiyonlamak işi.

ispiyonlamak (-i) Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyerek yetkili kişilere bildirmek: "Nerede olduğumu bildiğine göre beni ispiyonlamış olmalısın." -S. F. Abasıyanık.

ispıyonlanma is. İspiyonlanmak durumu.

ispiyonlanmak (-i) İspiyon işi yapılmak.

ispiyonlarına is. İspiyonlatmak işi.

ispiyonlatmak (-i) İspiyonlama İşini yaptırmak.

ispritizma is. (ispriti'zma) Fr. spiritisme Ruhun ölmediğine inanan, gereğinde Ölülerin ruhlanyla ilişki kurulabileceğini ileri süren İnanış, ruh çağırma: "Talip Bey, ilim diye birtakım ispritizma masalları anlatıyor." -R. N. Güntekin.

ispritizmacı is. İspritizma ile uğraşan kimse, ruh çağırımcı.

ispritizmacılık, -ğı is. İspritizmacının işi.

israf is. (isra:f) Ar. israf Gereksiz yere para, zaman, emek vb.ni harcama, savurganlık, tutumsuzluk: "... israf ve sefahat içinde yaşamaya başlamıştı."-Y'. K. Karaosmanoğlu. israf etmek gereksiz yere harcamak, savurganlık etmek, tutumsuzluk etmek, israfa kaçmak gereksiz yere aşırı harcamalarda bulunmak.

İsrafil öz. is. (isra:fıl) Ar. israfil din b. İslam inanışına göre kıyamet gününü, öttüreceği boru ile bildirecek olan melek.

İsrailli öz. is. (İsraıilli) İsrail halkından olan kimse.

istadya is. (ista'dya) İt. stadia Uzakta bulunan iki noktanın arasını ölçmekte kullanılan araç.

istalagmit is. bk. stalagmit.

istalaktit is. bk. stalaktit.

İstanbul efendisi is. Genellikle İstanbul'da oturan kibar, saygılı, alçak gönüllü, olgun, çelebi ve yardımsever kimse: "İstanbul efendilerine özgü, bu olgun ve çelebi tavır, sahnedeki tutumuna, jestlerine, mimiklerine kadar sinmişti." -H. Taner.

istanbulin is. Tanzimat'tan Meşrutiyet'e kadar Türkiye'de kullanılan, yakası kapalı bir tür erkek ceketi.

İstanbul kekiği is. bot. Trakya, Batı ve Güney Anadolu'da yetişen sık tüylü, beyaz ve pembe çiçekli, kuvvetli kokulu, çok yıllık bir bitki (Origanum heradeoticum).

istasyon is. Fr. station İ. Tren, metro durağı: "Hep birlikte ilk istasyonda inerek karakola gitmişlerdi." -Ç. Altan. 2. Araştırma kuruluşu: Meteoroloji istasyonu. Tohum ıslah istasyonu. 3. Satış, bakım, aşı vb. işler yapılan kuruluş veya yer: Trafik muayene istasyonu. Aşı istasyonu, istasyon yapmak duraklamak, beklemek: "Bir geçitte bir dakika kadar istasyon yaparak geçit bekçisiyle yarenlik ettik." -R. N. Güntekin.

afet istasyonu, akaryakıt istasyonu, benzin istasyonu, meteoroloji istasyonu, radyo istasyonu, servis istasyonu, televizyon verici istasyonu, uzay istasyonu, yer istasyonu

istatistik, -ği is. Fr. statistique 1. Bir sonuç çıkarmak için olguları yöntemli bir biçimde toplayıp sayı olarak belirtme işi, sayımlama: "istatistikler gösteriyor ki sahada en çok alkışlanan oyuncu kalecilerdir." -H. Taner. 2. Sayım bilimi.

istatistikçi is. İstatistik uzmanı, sayımlamacı, istatistikle uğraşan kimse.

istatistikçilik, -ği is. İstatistikçi olma durumu.

istatistik! sf. (istatisüki:) Fr. siatistiaue + Ar. -i Sayımlamak.

istavrit is. Yun. zool. Uskumrugillerden, pulsuz ve az kılçıklı bir balık (Trachurus trachurus).

istavrit azmanı is. hlk. Ton balığı. istavroz is. Yun. 1. Haç: "istavrozunu bir gün göğsünden eksik etmez." -H. Taner. 2. tek. Sıhhi tesisatta kullanılan dört girişli bağlantı borusu, istavroz çıkarmak haç çıkarmak.

istek, -ği is. 1. Bir şeye duyulan eğilim, arzu, şevk: "Yanıma yaklaşan gölge, o eski şarkıyı gerçek bir istekle tekrarlıyordu." -Ç. Altan. 2. Yerine getirilmesi başkasından istenilen şey, talep: Bu adamın istekleri bitmiyor. 3. dbl. İstek ve niyet kavramı veren isteme kipi: Göreyim, göresin, göre. 4. psikol. Belirli bir gereksinimi karşılayacağı düşünülen nesne veya duruma karşı duyulan özlem, arzu. istek duymak bir şeye karşı eğilim duymak, arzulamak, istek uyandırmak İstemesine, arzu duymasına yol açmak: "İnsanda ille de saçım, yanağını okşamak isteğini uyandıran güzel kız çocuklarını andırırdı." -N. Cumalı.

isteka is. (iste'ka) İt. stecca 1. Bilardo oyununda toplara vurmak için kullanılan sopa. 2. İstika. 3. Basımevlerinde kitap formalarını kırmak, katlamak için kullanılan sert tahta veya kemikten yapılmış araç.

isteklendirici is. İstek uyandıran kimse, teşvikkâr.

istektendir m e is. İsteklendirmek işi, teşvik.

istekten dirmek (-i) Birinde bir şey yapma isteğini uyandırmak, özendirmek, teşvik etmek.

istekleniş is. İsteklenme işi veya biçimi.

isteklenme is. İsteklenmek işi.

isteklenmek (nsz) Bir şeye karşı istek duymak, heveslenmek.

istekli sf. Bir şeye karşı isteği olan.... isteklisi bir şeye karşı çok İstekli olma durumu.

isteksiz sf. 1. Bir İşi yapmaya İsteği olmayan, gönülsüz: "İsteksiz gözlerle listeye şöyle bir baktı." -Ç. Altan. 2. zf. İsteksizce: "Güneş de bu duman yığınının içine dalıyor, isteksiz kaybolup gidiyor." -R. H. Karay.

isteksizce zf. (isteksi'zce) İstek göstermeden, isteksiz olarak: "Köylü de, beklenilmeyen bir cesaretle kendisine isteksizce verilen yere sıkıştı." -S. F. Abasıyanık.

isteksizlik, -ği is. İsteksiz olma durumu: "Eskisi gibi çalışmaktan zevk almıyordu. İçinde anlaşılmaz bir isteksizlik vardı." -R. N. Güntekin.

istem is. 1. Bir kimseden bir şeyi yapmasını veya yapmamasını İsteme, talep, arzu. 2. psikol. İrade veya isteğin eylem durumunda belirmesi.

isteme is. İstemek işi: isteme adresi.

isteme kipleri

istemek (-i) 1. İstek duymak, arzulamak: "İçeri girmekten korkarak bahçedeki demir kanepeye oturmak istedi." -P. Safa. 2. (-den, -i) Bir şeyin kendisine verilmesini veya yapılmasını söylemek, dilemek: "Bir gün benden okumak için kitap istedi." -F. R. Atay. 3. Görmek istediğini bildirmek: Sizi isteyen kimdi? 4. Gerek olmak: Yurdun ilerlemesi için çok çalışmak ister. 5. Evlenmek dileğinde bulunmak: Komşunun kızını istemişler. istediği gibi at koşturmak (veya düz oynatmak) keyfince, istediği gibi davranmak. isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara birinden bir şey isteyen utanır, ancak isteği yerine getirmeyen daha çok utanmahdır: "Verirse ne âlâ! isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara der, işin içinden çıkarım." -S. F. Abasıyanık.

ister istemez

isteme kipleri ç. is. dbl. Dilek, istek, gereklik ve emir kavramları veren kipler: Gelse, gele, gelmeli, gelsin.

istemli sf. 1. Yapılıp yapılmaması insanın kendi İsteğine bağlı olan. 2. Bir istek üzerine veya isteyerek yapılan.

istemseme is. psikol. İradeyi etkileyebilecek güçte olmayan, gelip geçici isteme: Kararsızlık, ard arda gelen birbirine karşıt birtakım istemsemelerden oluşan bir durumdur.

istemsiz sf. 1. İstenmeden yapılan. 2. İstemeyerek yapılan.

istemsizlik, -ği İstemsiz olma durumu.

istenç, -ci is. 1. İrade: İnsanın yeniden kendi Özüne dönme istenci onu güçlü bir hümanizmaya götürür. 2. psikol. Davranışlarla ilgili tepilerden bir bölümünü tutup ötekileri eyleme dönüştürme gücü, irade.

istenç dışı, istenç yitimi

istenççi is.fel. İstenççilik yanlısı kimse.

istenççilik, -ği is. fel. ve psikol. Akla ve bilmeye değil de iradeye üstünlük tanıyan, ruhsal olayların ve bilgi sürecinin temelinde iradeyi gören bilim dışı öğreti, iradecilik, iradiye, volontarizm.

istenç dışı sf. İradesiz, irade dışı, gayriiradi.

istençli sf 1. İradeyle yapılan, İradi: İstençli eylem. 2. psikol. Herhangi bir dış zorunluluk söz konusu olmadan belirli bir durum karşısında girişilecek eylemi kararlaştıran ve uygulayabilen, iradeli.

istençsiz sf. 1. İradeyle yapılmayan, istenci olmayan, istenç dışı, irade dışı, iradesiz. 2. psikol. Yapılması istenmediği hâlde yapılan (davranış), irade dışı, gayriiradi.

istençsizlik, -ği is. İradesiz olma durumu, iradesizlik.

istenç yitimi is. psikol. İrade yitimi.

istenilme is. İstenilmek, istenmek işi.

istenilmek (nsz) İsteme işi yapılmak: "Gül Hanım'a balık yağı içirmek istenilmiş, şişesi bulunmuş, kaşığa konmuş yahut konmak istenilmiş, bu sırada şişe devrilmiş." -M. Ş. Esendal.

istenme is. İstenmek işi.

istenmek (nsz) İstenilmek.

istenmeyen durum

istenmeyen durum is. Karşılaşılması beklenilmeyen durum, karışıklık, komplikasyon.

ister is. 1. Bir şeyin yapılabilmesinin veya olabilmesinin bağlı olduğu şey, gerek, icap, lüzum. 2. bağ. Cümledeki görevleri aynı olan kelimelerin ayrı ayrı her birinin başına getirilerek herhangi birinin onanmasında sakınca olmadığını anlatan bir söz: İster gitsin, ister kalsın, ister misin? ya olursa: "ister misin, bu enişte bey bir damga olup onun sırtında asılıp kalsın?" -M. Ş. Esendal.

ister istemez

isteri is. Fr. hysterie tıp Histeri.

isteri nöbeti

isterik, -ği sf. Fr. hysteriaue Histerik: "Ama içten gelme ferah bir gülüşle değil de, sinirli, isterik bir gülüşle güldü." -H. Taner.

isteri nöbeti is. İsteri sıkıntısının yaşandığı süre.

ister istemez zf. 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan: "İster istemez, fakülteden eli boş ayrıldık." -H. Taner. 2. Yan gönüllü olarak, biraz mecbur olarak: "Kem dedik, küm dedik, olmadı, ister istemez sahneyi boyladık." -B. R. Eyuboğlu.

istetme is. İstetmek işi.

istetmek (-i) İsteme işini yaptırmak: "Sonra telefona giderek kibar ve varlıklı insanlara has bir şive ile köşkten otomobili istetti." -H. Taner.

isteyiş is. İsteme işi veya biçimi.

istiane is. (istia:ne) Ar. isti'âne esk. Yardım isteme, istiane etmek yardım istemek.

istiap, -bı is. (isti:a:p) Ar. isti'âb İçine alma, içine sığdırma, istiap etmek içine almak, sığdırmak.

istiap haddi

istiap haddi is. Deniz, kara ve hava taşıtlarının yük ve yolcu miktarlarını belirleyen sınır.

istiare is. (istia:re) Ar. isti'âre esk. 1. Ödünç, borç veya eğreti alma, ödünçleme, metafor. 2. ed. Bir şeyi anlatmak İçin ona benzetilen başka bir şeyin adını eğreti olarak kullanma, eğretileme: "Bu adam hayatının sonbaharında" cümlesinde sonbahar kelimesi yaşlılığı anlatan bir istiaredir.

temsilî istiare

istibat, -di is. (istiba:t) Ar. istib'âd esk. Olmasını uzak görme, imkân vermeme, uzaksama, ıraksama, istibat etmek uzaksamak, ıraksamak.

istibdat, -di is. (istibda:t) Ar. istibdâd esk. Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, despotluk, despotizm.

istical, -fi is. (isti:ca:l) Ar. isti'cül esk. İvedilik, acele etme, müstaceliyet, istical etmek ivmek, acele etmek.

isticar is. (isti:ca:r) Ar. isticar esk. Kira ile tutma, kiralama, isticar etmek kiralamak.

isticvap, -bı is. (isticva:p) Ar. isticvâb esk. Sorguya çekme, sorgu: "Hasan bu isticvaba benzeyen laubali tavırlar karşısında birdenbire içine çekildi." -H. E. Adıvar.

istida is. (istida:) Ar. istid'â' esk. Dilekçe, arzuhal: "istida müsveddesi birkaç kere müdürün yanına gitti geldi." -R. N. Güntekin.

istidaname

istidaname is. (istida:na:me) Ar. istid'â' + Far. nâme esk. Resmî bir makama yazılan dilekçe yazısı.

istidat, -di is. (isûda:t) Ar. isti'dâd esk. 1. Yaradılıştan gelen veya sonradan edinilmiş yetenek: "Her bulunduğu yerin hâkim ve sahibi kesilmek istidadında bir erkekti." -R. N. Güntekin. 2. Yeteneği olan kimse: "Belki de büyük bir istidat düşmüştü elimize..." -T. Buğra.

istidatlı sf. Yetenekli: "İnsanların büyük talihi yaşamaktan zevk almayan son derece istidatlı bir ruha sahip olarak bu dünyaya gelmeleridir. " -Ş. Rado.

istidatsız sf. Yeteneksiz.

istidatsızlık, -ğı is. İstidatsız olma durumu.

istidlal, -li is. (-lâ:li) Ar. istidlal esk. 1. Bir konuda kanıtlara dayanarak sonuç çıkarma. 2. man. Çıkarım, istidlal etmek kanıtlara dayanarak bir sonuca varmak.

istif is. İt. stiva 1. Eşya veya başka nesnelerin düzgün bir biçimde üst üste konulmasıyla oluşan yığın. 2. Kereste, tahta vb. ağaç ürünlerini kurutmak veya bekletmek amacı ile belirli düzenlerde üst üste dizerek yapılan yığm. 3. Stok. istif etmek 1) yıkılmayacak bir biçimde, düzgünce yerleştirmek: "Manav Rahmi marullarını ta tavana kadar istif etmiş, aralarına yer yer domatesler sıkıştırmış." -O. Rifat. 2) stok etmek, istifini bozmamak aldırış etmeyip durum ve davranışını hiç değiştirmemek: "Adamcağız o akşam, arkasından bir bisiklet çıngırağı duymuş, fakat istifini bozmamıştı." -H. E. Adıvar.

balık istifi

istifa is. Ar. isti'fâ 1. Kendi isteğiyle işten veya bir hizmetten ayrılma. 2. İşten ayrılma isteğini bildiren dilekçe, istifa etmek işinden çekilmek: "Kulüpten istifa etmiş, bir daha hiç kumar oynamak istemediğini söylüyor. " -P. Safa. istifayı basmak herhangi bir sebeple görevinden ani bir kararla çekilmek.

istifaname

istifade is. (istifa:de) Ar. istifâde Yararlanma. istifade etmek yararlanmak: "Biz yağmur birikintilerinden istifade etmiştik." -F. R. Atay.

istifaname is. (istifa:na:me) Ar. isti'fâ + Far. nâme Bir görevden kendi isteğiyle ayrıldığını belirten dilekçe: "İstifanameyi okuyanın yüreği parça parça olurdu." -Y. Kemal.

istifçi is. 1. Malları, eşyayı istif eden görevli. 2. Stokçu.

istifçilik, -ği is. 1. İstif yapma işi. 2. İleride bulunmayacağı veya pahalılaşacağı düşüncesiyle çok mal yığarak piyasada sıkıntıya yol açma, stokçuluk.

istifham is. (İstifham) Ar. istifham esk. Soru.

istifleme is. İstiflemek işi.

istiflemek (-i) 1. Düzgün bir biçimde üst üste yığmak. 2. Stok etmek.

İstifleniş is. İstiflenme işi veya biçimi.

istiflenme is. İstiflenmek işi.

istiflenmek (nsz) İstifleme işi yapılmak.

istifleyiş is. İstifleme işi veya biçimi.

istifra is. (istifra:) Ar. istifrâğ esk. Kusma. istifra etmek kusmak.

istifsar is. (istifsa:r) Ar. istifsar esk. Bir şeyin açıklanmasını, aydınlığa kavuşmasını isteme, anlamaya çalışma, sorma.

istifsarıhatır

istif sarih a tır is. (istifsa:rıha:tır) Ar. istifsar + hütir Hâl hatır sorma.

istiğfar is. (istiğfar) Ar. istiğfar din b. esk. 1. Tanrı'dan suçlarının bağışlanmasını dileme. 2. Tövbe etme. istiğfar etmek tövbe etmek; "Hicaz'a gitmiş, Beytullah'a yüz sürerek tövbe ve İstiğfar etmişti." -R. N. Güntekin.

istiğna is. (istiğna:) Ar. istiğna esk. 1. Önerilen bir işe karşı nazlanma, nazlı davranma. 2. Doygunluk, gönül tokluğu.

istiğrak is. (istiğra:k) Ar. istiğrak esk. Dalma, içine gömülme, dalınç.

istihale is. (istiha.ie) Ar. istihale esk. 1. Biçim değiştirme. 2. biy. Başkalaşma: "Hasan'ın gönlünü dolduran sevgi, artık bir istihale devresine giriyor gibiydi." -O. C. Kaygılı. 3.jeol. Başkalaşım, istihale etmek 1) biçim değiştirmek; 2) başkalaşmak.

istihare is. (istiha:re) Ar. istihare din b. Girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığını rüyadan anlamak için abdest alıp dua okuyarak uyuma, istihareye yatmak girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığını rüyadan anlamak İçin abdest alıp dua okuyarak uyumak: "İstihareye yatmazsın / Doğruca yola girmezsin." -Halk türküsü.

istihbar is. (istihba:r) Ar. istihbar esk. Haber ve bilgi alma. istihbar etmek haber almak, duymak, öğrenmek.

istihbarat ç. is. (istihba:ra:t) Ar. istihbarat 1. Yeni öğrenilen bilgiler, haberler. 2. Bilgi toplama, haber alma, duyum.

istihbarat dairesi, istihbarat servisi

istihbarat dairesi is. Haber alma dairesi.

istihbarat servisi is. Haber alma işlerini yürüten iş yeri: "Bir ara Yıldız'ın istihbarat servisinde bulunduğu bile söylenirdi." -A. İlhan.

istihdaf is. (istihda:f) Ar. istihdaf esk. Amaçlama, hedef alma. istihdaf etmek amaçlamak.

istihdam is. (istihda:m) Ar. istihdam esk. Bir görevde, bir işte kullanma, istihdam etmek bir işte, bir görevde kullanmak.

istihfaf is. (istihfa:f) Ar. istihfaf esk. Küçümseme, hor görme, hafifseme: "Kendim bu nevi düğünlerden birinin gelini olarak görmek, onu tiksinti ve istihfaf ile doldurmaya kâfi geliyordu." -R. N. Güntekin. istihfaf etmek küçümsemek, hor görmek, hafifsemek.

istihkak is. (istihka:k) Ar. istihkak 1. Hakkı olma, hak kazanma. 2. Hak ediş: "Biz, benzincinin istihkakım düşeriz, siz de benzini alırsınız." -M. Ş. Esendal.

istihkâm is. (istihkâ:m) Ar. istihkâm ask. 1. Düşman saldırısını durdurmak, düşmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş yer: "Meğer tel örgülerin gerisindeki istihkâmlara gelmişim." -A. Gündüz. 2. İstihkâm işleriyle uğraşma, istihkâmcılık.

istihkâm sınıfı

istihkâmcılık, -ğı is. İstihkâm sınıfının yaptığı iş.

istihkâm sınıfı is. ask. Savaşan birliklerin saldırısını kolaylaştıran, savunma gücünü artıran, yapı işleriyle uğraşan teknik askerî sınıf.

istihkar is. (istihkaır) Ar. istihkar esk. Hor görme, aşağılama: "Kendimi tutamadım, sanki bu zenginliğe hiç ehemmiyet vermiyormuşum gibi istihkarla yüzümü ekşittim." -Ö. Seyfettin, istihkar etmek hor görmek, aşağılamak.

istihlak, -ki is. (istihlâ:k) Ar. İstihlâk esk. Tüketim: "Eskiden İstanbul istihlak ile yaşarken şimdi istihsalle yaşamak mecburiyetindedir. " -Y. K. Beyatlı. istihlak etmek tüketmek.

istihraç, -cı is. (istihra:ç) Ar. istihraç fel. esk. Çıkarsama, istihraç etmek sonuç çıkarmak.

istihsal, -li is. (istihsa:l) Ak istihsâl esk. 1. Çıkarma, elde etme. 2. Üretim: "Eskiden İstanbul istihlak ile yaşarken şimdi istihsalle yaşamak mecburiyetindedir." -Y. K. Beyatlı. istihsal etmek 1) elde etmek; 2) üretmek.

istihza is. (istihza:) Ar. istihza 'esk. Gizli veya ince alay: "Sivri burnu, korkunç bir istihza ile şimdi bana doğru uzamıştı." -Y. Z. Ortaç. istihza etmek alay etmek, alaya almak.

istihzalı sf. İstihzası olan: "Babam istıhzalı bir tavır alır, kıs kıs gülerdi." -A. Ş. Hisar.

istihzar is. (istihza:r) Ar. istihzar 1. Hazırlama. 2. Hatırlama, anımsama.

istihzasız sf. İstihzası olmayan.

istika is. (isti'ka) İt. stecca Ayakkabıların altını parlatmak İçin kunduracıların kullandığı kemik, isteka.

istikamet is. (istikamet) Ar. istikâmet Doğrultu: "Arkaya baka baka, yere yuvarlanmaksızın, istenilen istikamette kaç adım gidilebilir?" -A. Haşim. istikamet vermek yön vermek, yöneltmek; "Son otuz senede tarihe nasıl bir istikamet verdiğimizi görüyorum. " -Y. K. Beyatlı.

istikbal, -li is. (istikba:l) Ar. istikbâl 1. Gelecek: "Bütün hayatımı, bütün istikbalimi şartsız, kayıtsız bir erkeğin keyfine feda edemem." -Ö. Seyfettin. 2. esk. Karşılama. istikbal etmek karşılamak: "Vuslat, sofada misafirleri istikbal etti." -H. R. Gürpınar.

istiklal, -li is. (istiklâd) Ar. istiklâl Bağımsızlık: İstiklal Savaşı, istiklal Marşı. "Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin layemut abidesidir." -Atatürk.

istikra is. (istikra:) Ar. istikra' fel. esk. Tümevarım.

istikrah is. (istikra:h) Ar. istikrah esk. Tiksinme, iğrenme: "Genç kız korku ve istikrahla göz kapaklarını sıktı." -P. Safa! istikrah etmek tiksinmek, iğrenmek.

istikrar is. (istikra:r) Ar. istikrar 1. Aynı kararda, biçimde sürme, kararlılık: "Devletini, sağlam bir iman ve istikrar müessesesi olarak teşkilatlandırmıştır." -S. Ayverdi. 2. Yerleşme, oturma. 3. mec. Denge. 4. ekon. Ödemeler dengesinde, istihdamda düzen, istikrar bulmak 1) karar kılmak; 2) yerleşmek.

istikrarlı sf. İstikran olan, dengeli, kararlı.

istikrarlılık, -ğı is. İstikrarlı olma durumu.

istikrarsız sf. İstikran olmayan, dengesiz, kararsız.

istikrarsızlık, -ğı is. İstikrarsız olma durumu, dengesizlik, kararsızlık: "Hemen bütün demokrasilerin başlıca gailesi olan hükümet istikrarsızlığından isviçre'de hiçbir alamet görülmemişti." -Y. K. Karaosmanoğlu.

istikraz is. (istîkra:z) Ar. istikraz ekon. esk. Ödünç alma, borçlanma, istikraz etmek ödünç para almak, borçlanmak.

istikşaf is. (istıkşaıf) Ar. istikşaf esk. 1. Araştırma. 2. coğ. Açınsama.

istila is. (istilâ:) Ar. istilâ' 1. Bir ülkeyi silah gücüyle ele geçirme: "İstanbul'a geldiğim zaman Habeşistan istilası başlamak üzereydi." -H. E. Adıvar. 2. Yayılma, kaplama, sarma, bürüme. istila etmek 1) bir ülkeyi silah gücüyle ele geçirmek; 2) yayılmak, kaplamak, sarmak, bürümek: "Sevgilimizi bazen de gürültülü bir neşe istila ederdi." -R. N. Güntekin.

istilacı is. İstila eden kimse, devlet.

istilacılık, -ğı is. İstilacı olma durumu.

istilzam is. (istilza:m) Ar. istilzam esk. Gerektirme, gerekme, istilzam etmek gerekli bulmak.

istim is. İng. steam İslim, istim arkadan gelsin önce istenilen iş yapılsın, gereken şartlar sonradan yerine getirilsin, istim üstünde olmak buharla işleyen araçlar kalkmaya hazır duruma gelmek: "Gemi istim üstünde, kalkması yakın. Demir almak için süvari bekleniyordu."-Z. Selimoğlu.

istimal, -li is. (istimad) Ar. isti'mül esk. Kullanma. istimal etmek kullanmak: "Düşmanın tahrip ettiği raylar ve traversleri balyoz, çekiç yerine istimal ettik." -A. Gündüz.

suistimal

istimara is. (istima'ra) İt. stimare 1. Ölçme, değerlendirme. 2. Bir kabın hacmini veya alabileceği miktarı hesaplama.

istimator is. İt. stimatore Gümrüklerde mallara değer biçen görevli.

istimbot is. İng. steamboat den. Çatana.

istimdat, -di is. (istimda:t) Ar. istimdâd esk. İmdat isteme, yardıma çağırma, istimdat etmek yardıma çağırmak, yardım istemek.

istimlak, -ki is. (istimlâ:k) Ar. istimlâk Kamulaştırma. istimlak etmek kamulaştırmak.

istimna is. (istimna:) Ar. istimna' esk. Onanizm, mastürbasyon.

istimrar is. (istimra:r) Ar. istimrar esk. Sürüp gitme, süreklilik.

istimzaç, -cı is. (istimza:ç) Ar. istimzaç esk. 1. Bir kimsenin huyunu, kişiliğini tanımak için araştırma. 2. Sorma, yoklama, istimzaç etmek sormak, yoklamak,

istinabe is. (istina:be) Ar. istinabe huk. esk. Davanın görülmekte olduğu mahkemeye gönderilmek için başka bir yerde bulunan bir tanığın oradaki mahkeme tarafından ifadesinin alınması.

istinaden zf (istina:den) Ar. istinaden Bir görüşe, bir düşünceye dayanarak, dayanılarak, güvenerek.

istinaf is. (isti:naf) Ar. istinaf huk. esk. Mahkemenin verdiği kararı kabul etmeyerek bunu istinaf mahkemesine götürme.

istinaf mahkemesi

istinaf mahkemesi is. huk. Sulh ve asliye mahkemeleri vb. ilk derece mahkemeler ile temyiz mahkemeleri arasında yer alan ikinci derecede yüksek mahkeme.

istinas is. (isti:na:s) Ar. istinas esk. Yadırgamaz olma, alışma, ısınma.

istinat, -di is. (istina:t) Ar. istinâd esk. 1. Dayanma, yaslanma. 2. Güvenme, kuvvet alma. 3. Bir şeyi kanıt sayma, istinat etmek dayanmak, yaslanmak: "Bizden evvelki zamanların tarihleri ekseriyetle indi vesikalara istinat etmiştir." -A. Gündüz.

istinat duvarı

istinat duvarı is. Toprak veya yapının kaymasını önlemek için yapılan, direnç sağlayan duvar.

istinatgah is. (istina:tgâ:h) Ar. istinâd + Far. -gah esk. Dayanacak, güvenecek, sığınacak yer, dayanak.

istinga is. (isti'nga) ît. stringa den. Yelkenleri toplamak için kullanılan halat, istinga etmek yelkenleri toplamak.

istinkâf is. (istinkâ:f) Ar. istinkâf esk. Çekinme, geri durma, sakınma, istinkâf etmek çekinmek, geri durmak, sakınmak.

istinsah is. (istinsa:h) Ar. istinsah esk. Bir şeye bakarak aynısını yazma, istinsah etmek bir şeye bakarak aynısını yazmak, kopya ederek örnek çıkarmak.

istintaç, -cı is. (istinta:ç) Ar. istintaç esk. 1. Sonuç çıkarma. 2. man. Bir büyük önermeden küçüğe ve sonurguya, yasalardan olaylara, nedenden sonuca giderek sonuç çıkarma. istintaç etmek sonuç çıkarmak.

istintak is. (istinta:k) Ar. istintak esk. 1. huk. Sorgu. 2. mec. Sorguya çekme, istintak etmek sorguya çekmek: "Beni sen İstintak edecekdeğilsin."-P. Safa.

istirahat, -ti is. (iştira:hat) Ar. istirahat Dinlenme, rahat etme: "Askerimiz şu beklemeyi bir istirahat sayıyor," -Ö. Seyfettin, istirahat etmek dinlenmek.

istirdat, -di is. (istirda:t) Ar. istirdâd esk. 1. Geri alma. 2. ask. Bir yeri yeniden ele geçirme, geri alma, kurtarma.

istirham is. (istirha:m) Ar. İstirham Yalvarma, merhamet dileme, istirham etmek (veya istirhamda bulunmak) yalvarmak, dilemek, rica etmek.

istiridye is. (istiri'dye) Yun. zool. Yassı solungaçlılar sınıfından, ılıman ve sıcak denizlerde yaşayan, güçlü kaslarla birbiri üzerine kapanan iki çeneti olan, eti beğenilen bir deniz yumuşakçası (Ostrea edulis).

istiskal, -li is. (istiska.i) Ar. istiskal esk. Soğuk davranışlarla hoşlanmadığını belli etme: "Çoğundan istiskal, pek azından itibar gördü." -F. R. Atay. istiskal etmek hoşnutsuzluğunu belli ederek soğuk davranmak: "Şahin Efendi, bu saygısız misafiri artık aycıktan açığa istiskal ediyordu." -R. N. Güntekin.

istismar is. (istisma:r) Ar. İstismar 1. İşletme, yararlanma. 2. Birinin iyi niyetini kötüye kullanma. 3. Sömürme, istismar etmek 1) İşletmek, yararlanmak; 2) birinin iyi niyetini kötüye kullanmak: "Hâlbuki onlar, işte bu saflığı istismar ediyorlar, bütün düşünceleri seni kullanmak, o kadar." -A. İlhan. 3) sömürmek: "Dünyaya ferman okuduğumuz çağlarda zaptettiğimiz yerleri öylesine istismar etmek aklımızdan geçmemiş." -B. R. Eyuboğlu.

istismarcı is. 1. Birinin iyi niyetini kötüye kullanan kimse. 2. Sömürücü.

istismarcılık, -ğı is. İstismar etme işi.

istisna is. (istisna:) Ar. istisna' 1. Bir kimse veya bir şeyi benzerlerinden ayrı tutma. 2. Genelden ayrı, kural dışı olma, ayrıklık. 3. Ayrı tutulan kimse veya şey. istisna edilmek ayrı tutulmak, dışarıda bırakılmak: "İlk heves günleri istisna edilirse beni sever bile görünmeye kalkışmadı." -H. E. Adıvar. istisna etmek ayırmak.

istisnai is. (istisna.i:) Ar. istisna'i Benzerlerine uymayan, kural dışı olan, ayrıklı.

istisnasız zf. İstisnası olmadan, ayrıksız, ayrıcasız, bilaistisna: "İstisnasız herkese gösterdiği bu içten gelme nezaketin bir gün eksildiği, gölgelendiği görülmezdi." -H. Taner.

istişare is. (istişa:re) Ar. istişare esk. Danışma. istişare etmek danışmak.

istişare heyeti

istişare heyeti is. esk. Danışma kurulu.

istitrat, -di is, (istifra:t) Ar. istitrüd esk. Söz arasında, sırası gelmişken, ara söz, antiparantez.

istiva is. (istiva:) Ar. istiva' esk. Birden çok şeyin birbirine eşit ve denk olması.

istiva hattı

istiva hattı is. coğ. esk. Ekvator.

istizah is. (isti:za:h) Ar. istizah esk. 1. Herhangi bir konuda açıklayıcı bilgi isteme, bir sorunun açıklanmasını isteme. 2. Gensoru. istizah etmek sorulan soruya açıklayıcı bilgi istemek, bir sorunun açıklanmasını istemek.

istizan is. (isti:za:n) Ar. istizan esk. Yetki isteme, izin isteme, istizan etmek (veya eylemek) yetki istemek, izin İstemek.

istop is. İng. stop Ebenin topu havaya atması, diğerlerinin kaçışması ve ebe tarafından topla vurulması biçiminde oynanan bir oyun. istop etmek hlk. durmak, çalışmamak: Arabanız birden istop etti

istor is. hlk. bk. stor.

istralya is. (istra'lya) ît. straglio den. 1. Gemide direk ve çubukları baş tarafından, yani burundan tutan halat. 2. Geminin kaburgalarını birbirine bağlayan demir kuşak.

istrongilos is. (istrongilos) Yun. zool. İzmaritgillerden, Akdeniz'de yaşayan, eti lezzetli bir balık (Smaris vulgaris).

İsveççe öz. is. (isve'ççe) 1. İsveç dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

İsveçli öz. is. (i'sveçli) İsveç halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.

İsviçreli öz. is. (isvi'çreli) İsviçre halkından olan kimse.

isyan is. (-ya:m) Ar. 'işyân 1. Herhangi bir amaçla kurulu düzene veya devlet güçlerine karşı gelme, başkaldırma, ayaklanma. 2. Bir düzene veya emre boyun eğmeme, uymama, İtaat etmeme: "Bu kız beni ilk defa çevreme karşı isyandan, her şeye ibrazdan kurtardı." -H. E. Adıvar. isyan bayrağını açmak karşı gelmek, başkaldırmak: "Demek ki bunca senelik kuzu gibi yumuşak başlı karısı da nihayet isyan bayrağını açmıştı." -M. Ş. Esendal. isyan etmek 1) ayaklanmak: "Bu otonom bölgelerde Zeta, 1040'ta Bizans'a karşı isyan ederek yarım asır mücadeleden sonra ikinci Sırp devleti vücuda geldi." -F. R. Atay. 2) kabullenmemek, razı olmamak: "Bu Müslüman adam, kadere yalnız İstanbul'dan uzakta ölmek endişesiyle isyan ederdi." -A. H. Tanpınar.

isyancı sf. Başkaldırıcı (kimse), asi.

isyancılık, -ğı is. İsyancının işi.

isyankâr sf. (isyankâ:r) Ar. 'işyân + Far. -kâr Başkaldırıcı, isyancı.

isyankârlık, -ğı is. (isyankâ:rlık) İsyankâr olma durumu, başkaldırıcılık, asilik.